
O Zaman Kocaman Bir Alkış!
Aile oluşumuna ve rollerin çerçevesiz dönüşümüne mizahi bir başkaldırı niteliğinde yanıt veren Berkun Oya imzalı Kocaman Bir Alkış...
Aynı yerdeydi. O kimsenin giremediği ama elbet herkesin uğradığı odada. Çeyizlik berjerinin arkasında duruyordu halı. Düşmesin diye koyduğu nasıl da belliydi. Tam arkasında.
Geceleri görünce ‘insan’ zannedip korkacağımız türden. Anneler işte. Anneanneler. Kimse dokunmamıştı o halıya. Küçüktüm, ergenliğe geldiğimde de sahiden hiç düşünmemiştim o halıyı. Taziyesinde de hiç fark etmemişim. İnsanız, yıllar sonra yıllar öncekini hesap eder dururuz. Şimdi karşısındayım o halının. Gece değil ama korkuyorum ister istemez yine de. Her an biri gelip “çık o odadan bir orası mı kaldı!” diye bağıracak diye. Annem derdi de inanmazdım. Sesi var bu evin derdi. Her odada farklı bir ses, duvarların sesi. Çocuksun korkuyorsun. Ne akılsa?
Püskülleri dikkatimi çekti, fazlasıyla dağınık. Birbirine girmiş, kördüğüm olmuş. Hiç açılmadığı halde nasıl olmuş bu ipler böyle? ‘Kördüğüm olabilmek için ipler seni bile beklemiyor demek ki!’ diye geçirdim içimden. Doğru, hiç açılmamıştı bu halı. Kördüğüm olan püsküller...
Annem de mi merak etmemişti bu halıyı? Ben bile şimdiden ondan hangi eşyayı koparırsam kar diye kurnazlık düşünürken o hiç mi merak etmedi? İstemedi belki de. İstediğinde halı işleyebilecek kadın... Tersten de olsa desenlerini seçebiliyorum. Çok karışık besbelli. O yüzden mi sermemişti? Ne vardı bu halıda? Yıkanmış mıydı hiç? Toz olmuştur. Olmuş.
Tadı olmuyormuş böyle kimseden izin almadan girmenin. Yasak olunca daha da kamçılıyor insanı o meraklandıran ‘merak’. Taziye olduğunda da girmek aklıma gelmemişti bu odaya. Girseymişim keşke. Erken tanışırdık. Neyse canı sağ olsun.
Duramıyorum. Kalkmam gerek ve tam şu odanın ortasına sermem gerek. Halının üstüne halı sermek. Kat kat.
Dokundum önce. Hissettim onu. Halının arkasının tırtıklı hali… Tırnaklarımı gezdirdim. Sebepsizce hoşuma gitti bu. Püskülleri de elledim. Olur hali yoktu. Bu kadar mı birbirine girmiş olunur? Sahi? Ne zaman aklıma düşmüştü bu halı benim? Tırnaklarımı kestiğim an mı? Yok canım. Şimdi tırnaklarımı gezdiriyorum diye. Hep huydur bende bir şeyde bir şey ararım. Ama hatırladım. İşten çıkıp o yağmurda yürüyerek eve gittiğim geceydi. Bilerek yürümek istemiştim. Yağmur yağıyor dediklerinde “Ne istiyor insanlar bu yağmurdan? Bir derdi var ki yağıyor” demiştim. Cidden ıslanmak neden korkutuyor insanları? Su içmiyor musunuz hiç siz? Dıştan su içiyor halimiz. Neyse. Kulaklığımı evde unutmuştum hay aksi! ‘Yapmam dediğim ne varsa yaptım’ın şerefine şarkıyı açtım. Kulaklıksız. Cebime koydum yine de. Şarkılarınızı kimse duymasın tavsiyemdir. Yürüdüm o ışıklı yolda. Çok ışık vardı. Işıl ışıl. İnsan aydınlıkta da kayboluyormuş. Kimse görmezdi beni arkadan bu ışıkta. Pat. Hoparlöre su geldi. Canıma değsin. Suyun sesini de duymalıyız. Yeter sustuğu. Su. Sus. Nasıl benzer kelimeler. Su konuşmaz.
Yürürken kikirdedim. Allah’tan kimse yoktu. Olsa ne yazar! Önce anneannemin bir lafı geldi aklıma. Bugün işe gelen müfettişe istinaden. Sonra o halı. Koltuğun arkasındaki halı. Şimdi tam yanındayım. Dip dibe. Yavaşça çıkardım onu koltuğun arkasından. Ağırdı. Ağrımadı. Bir ip bağlamış tam gövdesine. Yine geldi o kikirdeme. Dayımın tişörtlerinden kestiği belli. Eskiyen şey yeniydi onun gözünde. Kikirdeme. İpi yavaşça çözdüm. Kördüğüm değildi. Açtım. Resmi olarak bir halının açılış törenindeydim.
Serdim yere. Sereserpe. Halının üstüne halı. Toz kalktı. Yıkanmamış. Doğru tahmin etmişim. Tozu severim ben. Pislik değil de bence toz. Yaşanmışlıktı. O yüzden mi hiç yıkamamıştı anneannem? Ne kadar toz o kadar anı, geçmiş zaman. Kesin bu yüzden.
Deseni zannettim önce. Görmezdim ben uzakları. Görüp ne yapacağım ki? Yakında duran şey varken.
Eğildim. Yok olmadı. Biraz daha eğildim. Şimdi gördüm. Ölüydü yerdeki. Yerdekiler. Halıdakiler. Kelebekler. Evet. Kelebekti bunlar. Haber kelebekleri. Ne haber getirdikleri belli olmayanlar. Kelebek nerden haber getirebilir? Kelebeklerden. Güldüm. Gidiyordu aklım bazen böyle.
Yıllanmış kelebekler. Ölmüşler. Sevmem bu kelimeyi. Sıkılmış deyin. Sıkılmışlar. Anlamaya çalışıyorum. Acaba halının içinde mi ölmüşlerdi bu kelebekler yoksa çörek gibi duran o halının üst kısmındaki sarmaldan içeri mi girmişler? Anneanne… Kelebekler içindeyken dolamış olma halıyı. Görmezdi o da benim gibi. Kaç yıldır içindeydiler bu halının? Desenleşmişler artık. Desendik biz de. Bu kelebekler gibi zar zor ayırt edilebilen desenler.
Sever miydin anneanne kelebekleri?
Helvasını yedim onun. Şimdiki aklım olsa yemezdim. Ölmezdi o kadın. Sıkılmazdı pardon. Şimdi ben de kavurmam bu kelebeklere helva.
Desenleşmiş. Ne hoş kelime. Kendi tercihleri dedim ve kapattım konuyu.
Anneannem sesleniyor şimdi:
“Çocuğum, kelebeklerin ömrü bir gün olsaydı doğmaya üşenirlerdi!”
Anneannem Leyla’ya...