
Orhan Kemal ve Nazım Hikmet'in Dostluk Hikayesi
Orhan Kemal ve Nazım Hikmet... Türk edebiyatının iki unutulmaz ismi ve aynı zamanda edebiyatın o sıcak dostluk hikayelerinden biri!
"Babamı kaybettik!" diye bir arkadaşımdan mesaj aldım bugün. Dondum, kaldım. Ne diyebilirdim ki? Ne teselli verebilirdim?
Teselli, acıyı tatmamış insan işi çünkü. Bu dünyadan göçüp bir gün onun yanına gideceğimizi söylemek de o an rahatlatmayacaktı onu. Beyin, o kişinin yokluğunu kabullenememişken, onu kabullenmek daha da zaman alıyordu ve o an bir köşeye sinip ayaklarını toplayıp ağlayan sümüklü bir çocuk oluyordu insan, yaşı kaç olursa olsun.. Özellikle anneni ya da babanı kaybettiysen önce küçük bir çocuk, sonra kocaman yetişkin oluyorsun.
Hep, ölen birinin ardından "Başın sağ olsun." denilmesinden nefret ederdim. Neden öyle söylendiğini merak ederdim, biri bana "aklına, başına mukayyet olmak" anlamında kullanıldığını söylemişti. Düşününce ne kadar derinmiş aslında dedim. Ama bir insanı anlamak için düşünmek, kendini onun yerine koymak yetmiyordu. Bazı acılar için bunlar hep su üstünde kalıyordu.
Ölümü düşündüm, ölünce insan yok mu olurdu gerçekten? Peki ya yokluk neydi? Mahrumiyet? Eksiklik?.. Arkadaşımı düşündüm, ailesini düşündüm, özellikle kardeşlerini. Bir çocuğa ölümü nasıl anlatabilirdi ki bir insan?
-Baban öldü.
Nasıl diyebilirdin? Ama diyorlardı. Hatta üstüne "Ölenle ölünmez." falan da diyorlardı. Ölen baban olunca öyle ölüyorsun ki girdiği toprağın altı, gözüne yün döşek geliyor. Sen yanına kıvrılıp yatmak isterken bir kürek toprak da sen at diyorlardı. İşte insan o zaman mezarlıklardan korkmamayı öğreniyormuş. İnsanın babasının uyuduğu yer nasıl korkunç olur ki zaten?
Cenazede arkadaşıma baktım çok güçlü duruyordu, adeta "Ben bu adamın kızıyım." sessizliğini haykırıyordu, hâlbuki yüreği bas bas "Kalk evimize gidelim." diye bağırırken..
O an da insanın başı sağ olabilir miydi gerçekten?..
Aktaramadığım bazı kısımları Erkan Bey çok iyi aktarmış..