Öde Zekâtını, Kurtar İmanını
Zekâtı ödemek; mala mülke tapmaktan, serveti putlaştırmaktan temizlenmektir. Servet tekelimizdeyse, şirk hemen tepemizdedir.
Müdaffif, “ölçüde ve tartıda hile yapan, ölçü ve tartıyı kendi menfaatine eksik tutan, eksik ölçüp tartan” anlamına gelmektedir.
83. 1 - Veylün lilmütaffifîn. 2 - Ellezîne izektâlû alennâsi yestevfûn.
83. 1-3. İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun![1]
«Ayetlerde, alışverişlerde uyulması gereken kurallara dikkat çekilmiştir. Alışverişler, genel olarak, satılan şeyi “ölçme, tartma ya da sayma” yoluyla yapılır. En çok hile bu konuda yapılabildiği için, birçok âyetlerde bu noktaya dikkat çekilmiştir. (krş. Hud, 84, 85; Yusuf, 58, 88; Şuarâ, 181).
Hz. Peygamber’in ticarî ve iktisadî hayatla ilgili birçok söz, fiil veya takrirleri vardır. Birkaç örnek aşağıdadır:
“Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.” (İbn Mâce, Ticârât, 1).
“Bir kimse, gıda maddelerini toplayıp günün rayiç fiyatı ile satsa, sanki onu yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine ücretsiz dağıtmış gibi ecir alır.” (İbn Mâce, Ruhûn, 16).
“Ey tüccar topluluğu! Hiç kuşkusuz, alış-verişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu yüzden, bu eksikliği sadakalarınızla telafi ediniz.” (Ebu Dâvud, Buyû’, 1).
“Dürüst, sözüne ve işine güvenilen tüccar, nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizî, Buyû’, 4; İbn Mâce, Ticârât, 1; Dârimî, Buyû’, 8).
Hz. Peygamber (s.a.s) kendisi de bizzat alış-veriş yapmış, borçlanmış, rehin vermiş, ortaklık yapmıştır. O, insanlar çeşitli ticaret muameleleri yaparlarken peygamber olmuş ve onları ticaretlerinde serbest bırakmıştır. Ancak ticaret hayatında faiz, karaborsacılık, yalan, hile, gabin ve garar gibi haksız kazanca yol açabilen şeyler yasaklanmış, hak sahibinin hakkını alabildiği ve haksızlık yapmak isteyenin dışlandığı bir ekonomik sistem hedeflenmiştir.»[2]
«Müdaffif, “ölçüde ve tartıda hile yapanlar, ölçü ve tartıyı (kendi menfaatine, başkasının zararına olarak) eksik tutanlar, eksik ölçüp tartanlar, dolandıranlar, yolsuzluk yapanlar” anlamlarına gelmektedir.
Sözlükler, müdaffifîn terimine şu anlamları da vermektedir:
Kendi ailesinin giderlerine karşı cimrilik edenler.
Yuvalarına haram yığanlar ve yavrularına haram lokma yedirenler.
İman güneşleri batanlar / küfür karanlığını tercih edenler.
Alçaklığı, değersizliği, adiliği, sefilliği yeğleyenler.»[3]
«Râzi ve Ebussuud Efendi'nin açıklamalarına göre tatfif, ölçü ve tartıda azıcık bir şeyi çalmaktır. Gerçi bu kadarcık şeyi çalmak insanlar nezdinde ehemmiyetsiz ve değersiz bir şey ise de, Allah katında büyük cürüm olduğundan, bu tarz alçaklığı işleyenlerin pek büyük azaba çarpılacakları açıklanmıştır. Kusur, zahirde küçükse de umumun muhtaç olduğu muamelede olduğu için pek büyük sayılması adalete uygundur.
Râzî’nin beyanına göre, tam alıp noksan vermek yalnız ölçüye ve tartıya münhasır değildir. Tatfif, maddiyatta geçerli olduğu gibi maneviyatta dahi geçerlidir.
İnsanın kendi ayıbını saklaması, başkasının ayıbını açıklaması da aynı haldir. Kişi başkalarının insaflı olmasını istemesi ama kendisinin insaflı davranması dahi böyledir. Kişinin kendi haysiyetini düşünmesi, hakkını araması ama başkasının hakkına, hukukuna ve haysiyetine riayet etmemesi de bir tatfif meselesidir.»[4]
«Yüce Allah, Mutaffifûn sûresinde, "yolsuzluk yapanları" cehennemlik olarak nitelendirmekte ve akıbetlerinin felaketle sonuçlanacağını bildirmektedir.
Sûreye adını veren mutaffifîn kelimesi "alırken dolgun, tam, satarken ise eksik ölçenler" demektir. Kelimenin bu anlamı, devam eden iki ayette ortaya konulmaktadır. Kelimenin kök anlamına bakıldığında "eksiltmek, eksik ölçmek" gibi anlamlar görülse de, kelimenin asıl neyi ifade ettiği, takip eden iki ayette açıklanmaktadır.
Güncel olarak bu kelimenin dilimizdeki karşılığı, "yolsuzluk yapanlar"dır. Bu ifade, yapılanı en iyi anlamıyla karşılamaktadır. Şimdilerde yolsuzluklar, artık terazi ve diğer elektronik tartı aletlerini geçmiş, yerlerini masa başı hırsızlıklara terk etmiş, insanların gözüne baka baka onları aldatmanın her çeşidi almış başını gitmiştir.
Oysa Hz. Peygamber, “Aldatanlar bizden değildir” demiştir. (Müslim, îmân, 164; Ebû Dâvûd, Büyü', 50; Tirmizî, Büyü', 72; İbn Mâce, Ticârâj, 3)»[5]
«Veyl ifadesi, "yazıklar olsun, vay haline" demektir. "Şiddetli şer, hüzün ve helak, elem verici azap" anlamlarını da içermektedir. Bazı âlimler, "Veyl, dibinde kâfirlerin bir süre beklediği cehennemdeki bir vadidir" hadisini (Tirmizî, Tefsir Sûre 21; Ahmed b. Hanbel, IH, 75) referans göstererek, Rasûlüllah'ın bu kelimeyi cehennemde bir vadinin adı olarak zikrettiğini de söylemişlerdir.»[6]
“Bizi aldatan, bizden değildir” (Müslim, İman: 164, M. Sofuoğlu tercümesi, 1/151) Hadis’i ile bu ayet, “Bizimle aynı yolda yürümeyenler, bizim girdiğimiz cennete de giremezler” anlamına gelmektedir.
Sûrenin ilk ayetlerini arka arkaya aktaralım ve hutbemizi noktalayalım:
Bismillêhirrahmênirrahıym
1. Yapanlar var ya ölçerken ve tartarken hile, (krş. 11/84, 85; 12/58, 88; 26/181).
Yazıklar olsun kendilerine/atılacaklar veyl’e.
2. Tastamam ölçerler insanlardan aldıklarında;
3. Eksik ölçer veya tartarlar, kendileri sattıklarında.
4. Kendilerinin diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?
5. O büyük günde [sorgulanacaklarını akıl etmiyorlar mı]?
6. O gün, âlemlerin Rabbi karşısında herkes ayaktadır;
7. Sakının! Füccârın[7]/hilekârların[8] sicili, siccîn adındaki haritadadır.
8. Sen de bilirsin, siccîn[9] nedir/nasıl bir haritadır;
9. [O, şifreli] sayılardan oluşan, [bir gen] kitabıdır.
10. [Şifre çözüldüğü] gün, hâlâ yalanlayan varsa, olsun onlara yazıklar!
11. Onlar, [işte şu aldatışlarıyla], resmen Din Günü’nü yalanlamaktadırlar.
12. O büyük Din Günü’nü, olsa olsa esîm’i alışkanlık haline getirenler yalanlar;
13. [Esîm sahipleri], aktardığımız âyetlere, “günü geçmiş ilkeler” olarak bakanlar.
14. [Âyetlerimiz, devri geçmiş/dönemi kapanmış ilkeler değildir] asla!
Kazandıkları [kötülükler] kalplerini kirletmiş, kaplamıştır küfle pasla.
15. Yoo! [İlkelerimizi reddetmelerinden ötürü, cezasız bırakılmayacaklar];
O gün onlar, Rablerinden cidden utanacaklar[10]/mahrum bırakılacaklar.[11]
16. Sonra da cahîme/gözleri fal taşı gibi açan ateşin içine sallandırılacaklar;
17. Akabinde de, “sizin yalanladığınız azap buydu işte” diye alaya alınacaklar.
Ey bizi aldatanlar! Siz var ya siz,
Allah’ın elçisinin izinde değilsiniz.
Dünyada kim ki insanları aldatacak;
Yarın veyl’e / Gayyâ kuyusuna atılacak.
[1] Diyanet Vakfı Meali
[2] Evrensel Çağrı, Prof. Dr. Hamdi Döndüren
[3] Bkz. Kur’an Sözlüğü, Hasenat.net
[4] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 15. Cilt
[5] KISA SÛRELERİN TEFSİRİ II / 334-335, Mehmet Okuyan
[6] KISA SÛRELERİN TEFSİRİ II/334, M. Okuyan
[7] Fâcirler, Allah'ın buyruklarının dışına çıkanlardır." Bkz. Şamil İslâm Ansiklopedisi, Abdurrahim GÜZEL
[8] Talât Koçyiğit
[9] «Büyük dilbilimcilerden bazısına (mesela, Lisânu'l-‘Arab'da nakledildiği üzere, Ebû ‘Ubeyde'ye) göre, siccîn terimi, “hapishane” anlamındaki sicn isminden türetilmiştir, hatta onunla eş anlamlıdır. Bu türetmeden hareket eden bazı otoriteler, siccîn terimine dâim mecazî anlamını, yani “devam etme” veya “dayanma” anlamını yüklemişlerdir (aynı kaynak). Böylece, mecazî olarak bir günahkarın “kayd”ı hakkında kullanıldığında günahkârın kapsayıcı [ve sürekli] nitelikleri vurgulanmaktadır ve sanki bu nitelikler, devamlı olarak “zaptedilmiş” gibidir, yani sonuçlarından kaçma ihtimali olmaksızın silinemez şekilde kaydedilmiştir: bu nedenle, fî siccîn ifadesini “kayıpsız-kaçaksız şekilde [tutulmuş]tur” şeklinde çevirdim. Bu yorum, bana göre, aşağıdaki 9. ayet tarafından tamamen teyid edilmektedir.» {Tefsîrul-Mesaj, Muhammed Esed}
[10] H. Nurbaki
[11] M. İslâmoğlu