Çevre Bilinci

21.03.2023 / Çevre

İnsan doğayı korumak ister mi?

Çevre Bilinci

Çevre bilinci çocukluk çağından itibaren verilmeye başlanan bir şeydir. Ne kadar erken yaşta çevre eğitimine başlanırsa o kadar iyidir. Kabul etmek gerekir ki o çağlarda çocuklara bir kuralı benimsetmek için korku unsurunu veya kuralları kullanırsak çocuklar bu unsurları göz ardı edebileceği kaçamaklar arayacaktır. Halbuki sevgi, merhamet, empati gibi manevi duygu ve değerler ile yürütülen bir bilinçlendirme eğitimi sonrasında çocukları herhangi bir yaptırıma tabi tutmaksızın çevre ile ilgili duyarlı hale getirebilir ve yalnızca yaptırımlar söz konusu olduğunda değil tüm zamanlar için hassas bireyler yetiştirebiliriz. Çevreyi korumanın yegâne yolu da budur.

Çevre bilinci yalnızca doğayı, toplumu, dünyayı tanıma, anlama ve bilme açısından önem taşımaz. Kendini tanıma, anlama, bilme ve çevremizle bütünleşme açısından da büyük bir önem taşır.

Kurallar koymak çevre ile bireyler arasında duvarlar örmek ve birey-doğa ilişkisini ayrıştırmak anlamına gelir. Çünkü söz konusu durumlarda bireyler yalnızca kurallar gereği doğayla zorunlu bir etkileşim kurulması gerektiğini varsayacak ve doğayla etkileşim konusunda hiyerarşik bir düzenin arkasına sığınarak sorumluluklarından kaçmaya çalışacaktır. Resmi kurallar, o alanla ilgili görevlilere ait sorumluluk alanları oluşturur ve diğer bireylerin bu sorumlulukları paylaşmalarını engel olurlar.

Kuralları benimsemeyen bireyler bir boşluk bulduklarında ya da yasalar tarafından denetlenmediklerinde zararlı davranışlara yönelebilir. Halbuki çevre bilincine sahip bireyler herhangi bir yasal denetleme olmadığı zamanlarda bile özdenetimleri sayesinde kendilerine ya da topluma ait alanlarda zararlı davranışlara yönelmezler ve doğaya da zarar vermezler.

Yasal olan birçok şey siyasal, ekonomik, endüstriyel kaygılara dayalı kurallarla belirlendiği için çevreye zarar vermektedir. Yalnızca bu açıdan düşünüldüğünde bile ne kadar kural koyarsak koyalım çevre bilinci olmaksızın doğayı korumak mümkün değildir.

Atmosfere yayılan sera gazları, fabrika atıkları ve düzgün filtrelenmeden doğaya salınan gazlar, çöplerin ayrıştırma faaliyetlerinin yeterince düzgün yapılamaması, dünya çapında üretilen plastiklerin büyük bir kısmının geri dönüştürülememesi ve okyanus sularına karışarak mikro plastiklere dönüşmesi, sıvı ve gaz yakıtla çalışan araçlardan doğaya salınan egzoz gazları, çeşitli alanlarda temizlik maddesi olarak kullanılan kimyasalların kanalizasyon sistemlerinden geçerek doğaya karışması, kozmetik ürünlerin verdiği zararlar, ormanlık alanlardan mobilya sektörü ya da yakacak malzemesi olmak üzere bilinçsizce kesilen ağaçlar, bu alanların birçoğunun sorumsuzca istimlak edilmesi, insanoğlunun bu maddeler dışında verdiği diğer fiziksel zararlar ve daha nicesi doğaya zarar veren faktörleri oluşturmaktadır.

Tüm bunların yasal dayanak noktaları ve izinleri olmasına rağmen doğanın tahrip edilmesinin önüne geçer nitelikte değildirler. Her yasal olan şey maalesef ki doğru değildir. (Bu konuyla ilgili Alev Alatlı hanımefendinin “Her yasal olan şey helal değildir.” şeklindeki ifadeleri ve verdiği örnekler kulağımıza küpe olacak cinstendir)

İnsanoğlu sınırsız ihtiyaçlar üreten bir canlıdır. Yaşam kaygısı içerisinde kanunları doğru bir şekilde oluşturmayı tercih etmez. Küresel çaptaki ekonomik menfaatler gereği yasa koyucular da maalesef doğayı koruyor gözükmemektedir. Bu yüzden doğa ve çevre konusunda temel almamız gereken şey bilinçli alışkanlıklar kazanılmasına yönelik eğitimlere ağırlık vermek olacaktır. Doğayı koruyabilmemiz buna bağlıdır.