Motivasyon Suluğu
Senelerce iktisat bilimi; sınırsız insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla karşılanması gibi saçma bir tanımla karşımıza çıkartıldı.
Sinemanın romantikleri için, yapımcılara baş kaldıran, içinde türlü mücadelelerin verildiği bir alan olarak “bağımsız sinema”.
Sinema, altı sanat olarak özetlenen, resim-heykel, mimari, müzik, dans, tiyatro, edebiyat içerisinde, yapım öncesi, yapım, yapım sonrası gibi aşamaları ve diğer tüm sanat dallarını da kapsamasıyla diğerlerine nispeten bütçe olarak sanatı icra edenin tek başına altından kalkmasının daha zor olduğu maddi bağımlılıkları daha fazla olan bir sanat.
Özetle bir yapımcı ve gişe kaygısından bağımsız diye sunulan “bağımsız sinema nerede durur?” sorusuna bir bakalım. Her sanatın bir mecrada meraklısına sunulmak üzere icra edilmesi, sadece maddi kaygılardan değil, icracısının manevi tatmin ihtiyacını da karşılamak üzere bir gerekliliktir. Aksi takdirde temaşa sanatlarının en günceli ve ulaştığı kitle bakımından en büyük pontasiyeli olan sinema da “neden yapılır?” ve “ne işe yarar?” diyebiliriz.
Yapımcısını bulmuş bir filmde durum, kanaatimce filmin asıl sahibi olan yönetmen için havalı audition çekimleri ile oyuncu seçtiği, atmosfer oluşturmak için görüntü yönetmeni ve prodüksiyon amiri ile mekanlardan mekan beğendiği, çekim sırasında monitör sehpasının yanında ki kuruyemişine sürekli ayağına gelen çay kahvesinin eşlik ettiği bir ortam olarak canlandırılabilir. Daha film bitmeden gösterime gireceği salonların rezervasyonlarının yapılması ve gösterimden çıktığında satılacak televizyon kanallarının belirlendiği yapımlara rakip “bağımsız sinema” ne kadar bağımsızdır?
Hadi beraber bağımsız bir film çekme niyetiyle yola çıkalım. Çekim için gerekli ekibi eş dost kabilinden bulduğumuzu ve ekipmanın set ortamının tüm risklerini göz ardı ederek bağımsız sinemacıya teslim eden bir stüdyo olduğunu kabul edelim. Bir süre sonra kendimizi çalıştığımız evin parkelerinin çizilmesinin verdiği mahcubiyetle, ekibin üç öğün sandviç yemekten dolayı tek tip beslenmenin verdiği asabiyetle çıkaracakları işin kalitesini merak eder vaziyette bulacağız.
Sadece ekip ve ekipmanla bitmeyen bu çekim sürecinin de baş aktörleri ve aktristleri olan oyuncu zevatının sabahlara kadar çalışılacak set ortamına bir şekilde kendi başlarına geldiklerini kabul edersek, en azından geri dönüşlerini sağlamamız gerekliliğini göreceğiz.
Prodüksiyon esnasında yaşadığımız bu türlü mücadelelerin meyvesini bir araya getirmek üzere çekim sonrası aşamaya geldiğimizde, dakikası para yazan montaj stüdyolarının kapısını dahi çalamayacağımızı anlamamız da çok uzun sürmez. Ki bunu da evimizdeki dört çekirdekli bilgisayarın başında çektiğimiz zulümle hallettiğimizi varsayarsak günün sonunda, bilgisayarımız da talibini arayan bir video dosyasından öteye gitmeyeceği ortadadır. Sinemacı neler yapabileceğini göstermek üzere mimarlar gibi bir maketle işin bir prototipini sunma yolu olarak “kısa film”i icat etmiştir ki bu adı kısa ama kendisi aynı uzun uğraşları gerektiren yapımda da işler çok da farklı değildir.
Sinemanın romantikleri için bir çıkış noktası ve sinemanın aykırı, başkaldıran çocuğu olan kendi içinde türlü mücadelelerin verildiği sanatçısının işinin idamesi için çokta varlık göstermediği bir alan “bağımsız sinema”. Maddi bir kaynak bulunması noktasında devlet ya da özel kuruluşlarından alınabilecek desteklerdeki bağımsızlığımız da yine bu sübvanse edecek kurumların iki dudağı arasındadır.
Sinemaya, sinemacılar tarafından haklı olarak yüklenen bu manevi ehemmiyetle birlikte aynı zamanda, dört dörtlük ticari bir metadır da hattı zatında. Bu onun fasonlaşmasına sebep olmamalı aksine, gişenin de verdiği destekle bir sonraki işe ayrılan bütçeye ve işlerin kalitesine yansımasıdır. Günümüzde para kazandırmaya başladıkça tüm ticari malların kalite kaybetmesi sendromuna sinema da kapılmış vaziyette. Bir iş ne kadar gişe yaparsa aynı yoldan aynı gişeleri yapmak kastıyla hep aynı işleri çıkarmaktan, yeni işleri denemekten korkar hale gelip, kendi yollarını tıkayan yapımcılar size ihtiyacımız var, zira sanatçı para işlerinden anlamaz ve anlamaya başladıkça patronlaşıp sanatını icra edemez hale gelir. Böylece sinemacının bağımsızlaşma çabası yapımcıların tekelindeki sinemaya bir alternatif kastını anlatır.
Başta anlattığım güncel tanımı ve sorunlarının dışında “bağımsız sinema” günümüzde gördüğümüz hali ile sinemayı geliştiren Thomas Edison’un yapım tekelinden kaçan sinemacıların, Hollywood’a yerleşerek bugünkü bağımsız sinemacıların en çok eleştirdikleri yapım şirketlerini, yine bağımsız sinemacılar adı altında kurmasıyla oluşan bir yapımcılar gurubunun adıdır aslında. Bağımsız sinemacıların babası sayılan John Cassavetes bile ilk filmi “Shadows”u (1959) çıktığı bir radyo programının dinleyicilerinden topladığı para ile çekmiştir mesela.
Günümüzde teknolojinin ilerlemesi ile teknik imkanların ucuzlaması tüm bu sinemasal sorunların en aza indirgenmesini sağlayarak, evet sinemanın yapım kısmından bir nebze de olsa kurtarmıştır sinemacıyı. Fakat iş dağıtım ve gösterim kısmına geldiğinde hala bağımlılıklar hat safhadadır ve hatta günümüz de tekelleşmeye gitmektedir.
Sinema her daim bağımlılıkları hat safha da olan bir sanat dalı olarak karşımız da duracaktır. Her ne kadar sinemanın romantikleri “bağımsız sinema”ya kendi tanımı dışında sinemanın başkaldırı alanı tanımını atfetseler de işin aslı pek de öyle değildir.
Sinema, kanaatimce yapımcılarının gerçekten işlerini hakkını vererek yaptıklarında bağımsızlaşacak. Bu hak, yapımcı olarak sadece nicelik (ne kadar para getirecek) kaygısıyla değil, daha fazla nitelik (seyircisi ne kadar tatmin olacak) kaygısıyla iş yapmaktır. Bunu da mesleği ve derdi sinema yapımcısı olan kişiler ancak gerçekleştirebilir. Başta sadece tanınmış oyuncular, popüler senaristlerin hikayelerini popüler yönetmenlerin çekmesi para getirecektir yapımcısına. Fakat bu kısır döngü bir süre sonra seyircide yenlik derdine ve kalite arayışına dönecektir. Yapımcıların para kazanma hırsı ile yeni fikirleri olan senaristleri, iyi işler çıkarabilecek yönetmenleri, tanınmasa da çok yetenekli oyuncuları göz ardı etmesi sinemanın en büyük bağımlılığı aslında.
Ne zaman bu saydıklarım dikkate alınmaya başlar işte o zaman sinema çok daha bağımsız ve özgür olur, yoksa bu gidişle derdi para kazanmak olan ve kendine sinema yapımcısı diyen patron tayfası kendisine yeni bir mecra bulmak zorunda kalır. Burada iş bu sanatın talibi olan seyircisine düşüyor, sürekli popülerleştirilene koşup, serinin yendincisine, diğerlerini göz ardı ederek gitmeye devam edip nitelik derdi olmadıkça biz sinemacılar daha çok bağımlılıkla mücadele ederiz.