Yuva, İki Tam Karakterle Kurulur
Yazık şu çağın erkeklerine vallahi! Sanırım dünya tarihinde emsali görülmemiş bir eziklik içerisinde!
Kendisinden büyük bir şeye ait olma motivasyonu insanda doğuştan var sanırım. Bir hedefi olması insana hayat enerjisi aşılayan bir şey. Öyleyse olumlu düşünmek hedefi “Diriliş” değil de nedir?
Hatalı kodlamalardan doğan fısıldamalar o kadar içimizde, o kadar bizden gibidir ki, biz onu kendi fikrimiz sanırız. Çocuğu yuvasından, kadını kocasından, komşuyu komşusundan, kardeşi kardeşten, kulu Rabbinden ayıran, neûzubillah, odur. Aslında hepsinin gerisinde bir tek şey olmaktadır. "İnsanın kendine yabancılaşması”, bir anlamda “kendinden ayrı düşmesi”. Kalbiyle ruhu arasına, dumanlı "bozuk düşünce" dağlarının girmesi ve bunların ayrılığında görüş mesafesi fazlasıyla daralan biçâre aklın, firaktan ağlaması... Bu ortamda artık “bed sector” vermeye başlamıştır insan beyni!..
Artık fikirlerimiz çarpıtılacak, eğilip bükülecek, gerçekleri görüş ekranımız olan kalp monitörümüzde bulanıklıklar oluşacak ve bu, gerçekleri olanca duruluğunda değil, bize göründüğü gibi görmemize sebep olacaktır. Kimi zaman dev aynasına dönüşen, kimi zaman içe veya dışa bükük bir ayna gibi düz ve net göstermeyen bir kalp monitöründen ne bekleyebilirsiniz ki?
İnsan, bir damla su!.. Programında, engin denizlere varmak olduğu gibi donanımı da buna müsait. Nevar ki tek başına bunu gerçekleştirmesi mümkün değil. Deniz ona gelirse o başka!.. Onun arayışı, kendisini engin denizlere ulaştıracak bir ırmağa katılmak içindir. Aksi halde durgunlaşıp bulanma ve kokma tehlikesi var. Bu tek çıkar yolun yolu ise, önce kendi varlığının farkına varmak olsa gerek. O zaman, boşa dememişler: “Kendini Bil!” diye.
Zihni, hatalı ya da anlam içeriğini yitirmiş düşünce müsveddeleriyle işgal edilmiş bir kişi, bu eylemi nasıl gerçekleştirebilecektir. Zihnini; ona ulaşan ve ondan çıkan her bir düşünceyi / kodlamayı tek tek ele alıp, hatalıysa silip, yerine doğru satırı yazmakla, kalıplaşmak sebebiyle anlam yoğunluğunu kaybetmiş fikir kutucuklarını açarak yerine doğru anlamı yerleştirmekle mümkün olur.
Beyaz tavşan, hayatın karşımıza çıkardığı küçük işaretler olabilir, küçük işaretleri takip ederek büyük şeylere ulaşabilir insan, Alice de beyaz tavşanı takip ettiğinde esrarengiz bir dünyaya açılmıştı. Acaba fikirlerimiz de birer beyaz tavşan değil mi, hepsi de kendilerini takip etmemizi istiyor, bizi bir yerlere götürmek istiyorlar, hatta çekiştiriyorlar da denebilir, iyi de biz hangisini takip edeceğiz bunlardan ve ne zaman takip edip ne zaman bırakmamız gerektiğini nasıl ayırt edeceğiz? Vatan sevgisi ruhu kirlerden arındıran pek kuvvetli bir rüzgardır mesela. Kendisinden büyük bir şeye ait olma motivasyonu insanda doğuştan var sanırım. Bir davası / hedefi olması insana hayat enerjisi aşılayan bir şey. Belki de Türklerdeki “Kızıl Elma” bu motivasyona dayanıyor. Türk kelimesi de zaten birbiriyle bağıntılı “törük” ve “töre” kelimelerinin dönüşmüş hali ki anlamı “Töreli Millet” Üstte gök çökmese, altta yer delinmese, yani kıyamet kopmadıkça, Ey Türk! İlini, Töreni kim bozabilir? Ama su uyur, düşman uyumaz derler ya, o misal, düşman da her türlü platformda “bozma” ve “bozgunculuk” peşinde. İşte bu yüzden de iline, diline ve nesline sahip çıkabilmek için de hangi tavşanı takip ettiğimiz çok önemli. Meselenin, sadece bizim psikolojimizle sınırlı olmadığı, aile sınırları, ülke sınırları hatta kardeş milletlerimizin sınırlarıyla da alakalı olabileceğini idrak etmeye doğru yol alıyoruz. Öyleyse olumlu düşünmek hedefi, “Diriliş” değil de nedir?