Öde Zekâtını, Kurtar İmanını
Zekâtı ödemek; mala mülke tapmaktan, serveti putlaştırmaktan temizlenmektir. Servet tekelimizdeyse, şirk hemen tepemizdedir.
Aybaşı olan bir hanım Kur’an metnine dokunmamalı, tefsirini ise elinden bırakmamalılar.
«Halk arasında “âdet, aybaşı, ay hali” denilen, tıp dilinde ise menstrasyon olarak isimlendirilen hayız, sözlükte “akmak, taşmak” anlamındadır (İbn Manzûr, Lisanü’l-Arab, I, 128; Feyrûzâbâdî, Kâmûs, s. 826). Terim anlamı ise, ergen, sağlıklı, gebe ve lohusa olmayan bir kadının rahminin iç tarafından belirli bir süre kanın gelmesidir (Erdoğan Mehmet, Fıkıh Terimleri Sözlüğü, s. 188, Rağbet Yay., 1998).»[1]
«Hayız kelimesi fıkıh terimi olarak, ergenlik çağına giren sağlıklı kadının rahminden düzenli aralıklarla akan kanı ifade eder. Kadınlarda ergenlikten menopoza kadar görülen bu fizyolojik olaya “hayız hali” denilir. “Âdet görme, âdet kanaması, aybaşı hali” de dediğimiz bu olay, kadında döl yatağının iç yüzünü kaplayan zarın (endometriyum), yumurtanın döllenmeyip ölmesi ve yumurtalık hormon salgısının kesilmesi üzerine parçalanarak kanla birlikte dışarı atılmasından ibarettir. Âdet kanaması; rahmin en iç tabakası olan endometriumun 27-28 gün süreyle, hormonların etkisi altında gelişip, dördüncü hafta sonunda hormonların kandan çekilmesiyle, bu gelişen tabakanın bozulup dökülmesi olayıdır. Tıp ilminin ileri bir merhaleye ulaştığı günümüzde, bir kadının âdet çağı ve dönemiyle ilgili bilgiler konunun uzmanlarından öğrenilerek dinî hükümlerin buna dayandırılması gerekmektedir.» [2]
«Regl, hormonların etkisi ile yaklaşık bir aylık aralarla rahim iç yüzeyinden kan ve diğer materyallerin (vajina yoluyla) atılması sürecidir.» [3]
«Âdet kanaması olarak da bilinen regl, aylık döngüler hâlinde gerçekleşen vajinal kanamadır. Kadın üreme hücresi olan yumurtanın, yumurtalık rezervinde olgunlaşmasıyla birlikte rahmin iç dokusu da kalınlaşmaya başlar. Döllenmenin olmaması durumunda kalınlaşan doku, dökülür ve bir miktar kanla birlikte vajinal yoldan vücut dışına atılır. Ergenlikten menopoz dönemine kadar devam eden bu süreç, kişinin doğurganlığının devam ettiğinin de göstergesidir.
Ergenlik döneminden başlayarak menopoz dönemine kadar her ay düzenli olarak gerçekleşen vajinal kanamalar; regl, âdet kanaması ya da menstrüasyon olarak tanımlanır. Regl döneminin süresi ve kanamanın miktarı kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Her 21 ila 35 günde bir kez gerçekleşen regl döneminde uterus ya da halk arasında bilinen adıyla rahim, kendini yenileyerek gebeliğe hazırlanır. Gebeliğin oluşmadığı durumlarda ise rahmin içinde bulunan dokunun bir kısmı dökülür ve vajinal yoldan dışarı atılır. Aylık döngüler hâlinde devam eden bu sisteme, menstrüasyon döngüsü ya da farklı bir deyişle âdet döngüsü denir. Sağlıklı bir âdet döngüsü için dört ayrı sistemin düzenli ve birbiriyle uyum içinde çalışması gerekir. Rahim ve vajina, yumurtalıklar, hipofiz bezi ve hipotalamustan oluşan bu sistemlerin sağlıklı bir şekilde çalışması, üreme için de son derece önemlidir. Âdet döngüsü, beyinde yer alan ve küçük nukleuslardan ulaşan hipotalamus bölgesinin, yine beyinde bulunan ve bir çeşit endokrin bezi olan hipofiz bezini uyarmasıyla başlar. Uyarılan hipofiz bezi, luteinizing hormon (LH) ve folikül uyarıcı hormon olarak tanımlanan FSH (follicule stimulating hormon) hormonlarını salgılar. Salgılanan hormonların dolaşım sistemi aracılığıyla yumurtalıklara ulaşmasıyla birlikte yumurtalık rezervinde bulunan yumurta folikülleri uyarılır. Böylece yumurtaların bir kısmı olgunlaşma sürecine girer. Yumurtaların olgunlaşmasının ardından yumurtanın içinde bulunduğu kesecik ya da farklı bir deyişle yumurta folikülü çatlar. Bu süreç boyunca yumurta folikülünden östrojen hormon salınımı yapılır. Salınan östrojen hormonu, rahim duvarının ya da tıp dilindeki adıyla endometriumun kalınlaşmasına neden olur. Çatlayarak, içinde bulunduğu folikülden çıkan yumurta ise yumurtalıklarla rahim arasında bir köprü görevi gören fallop tüplerine atılır. Olgunlaşan yumurta yaklaşık 24 saat kadar hayatta kalır ve bu süre boyunca fallop tüplerinde erkek üreme hücresi olan sperm ile karşılaşmazsa gebelik oluşmaz. Böylece östrojen hormonu salınımı azalmaya ve progesteron düzeyi artmaya başlar. Olası bir gebelik için kendini hazırlayan rahim içi dokusu, progesteron hormonunun etkisiyle parçalanmaya ve dökülmeye başlar. Rahim içi dokunun bir miktar kanla birlikte vajinal yoldan vücut dışına atılmasıyla âdet kanaması gerçekleşir. Âdet kanaması süresi kişiden kişiye değişiklik gösterse de yaklaşık olarak 3 ila 7 kadar sürer. Regl öncesinde ve sırasında karın ve bel bölgesinde ağrı, sancı ya da kramp olabilir. Ayrıca şişkinlik, memelerde hassasiyet, ruh hâlinde değişim ve baş ağrısı da görülebilir. Doğurganlık süresi boyunca bu döngü bu şekilde devam eder. "Regl ne demek?" sorusu bu şekilde yanıtlanabilir.»[4]
Regl’in dini hükmü, Bakara suresinin 222’inci ayetinde şu şekilde bildirilir:
Ve yes’elûneke anil mahîd(mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilûn nisâe fîl mahîdi, ve lâ takrabûhunne hattâ yathurn(yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu emerekumullâh(emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbut tevvâbîne ve yuhibbul mutetahhirîn(mutetahhirîne).
Soruyorlar sana: Âdet görme [hâlinin dinen hükmü] nedir?
De ki: Regl hâli, bayanlar için bir eziyet / bir sancı[5] / bir çiledir.
Sinirlerini gerici / tedirginlik verici / işlerini engelleyici bir hâldir.
Âdetli iken kadınların cinsel bölgesinden uzak kalınız!
Hayız halindeyken onlarla cinsel ilişkiye yanaşmayınız!
Arındıklarında, Allah’ın size emrettiği yerden yaklaşınız!
Elbette sever Allah tövbe edenleri;
Sever hem pırıl pırıl temizlenenleri.
«Mehıyz, “bekleyen yumurtacığı bedenden dışarı atacak suyun akması, akma yeri veya akma zamanı" demektir.»[6]
«Mahîz, hem âdet hem de lohusalık hâli anlamına gelir (Mu’cem mekâyîs’ul-lüğa, Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Beyrut).»[7]
«Hayz kelimesi, belirli dönemlerde rahimden gelen kanın adı diye tarif edilir. Bu kelime, âdet kanamalarını ifade ettiği gibi, doğumdan sonraki lohusa hâlini de ifade eder»[8]
«Mahîz, hem âdet hem de loğusalık anlamına gelir. Ayette, nifas ve hayız kelimeleri aynı anlamda kullanılmıştır. Her ikisinde de kan rahimden gelir, her ikisi de kadınlara mahsus hallerdendir ve her ikisi de kadınlar için bir eziyettir .»[9]
«Hayz kelimesi; belirli dönemlerde rahimden gelen kanın adı diye tarif edilir. Bu âdet kanamalarını ifade ettiği gibi, doğumdan sonraki lohusa hâlini de ifade eder.» [10]
«Hayız kelimesinin asıl anlamı akmak ve kaynamakla ilgilidir. Ayetteki kullanım şekli olan el- mahid kelimesi, zaman ve mekân anlamı da taşımaktadır.»[11]
«Mehıyz, hayızın mekânı yani kadının göbeğinin altı ile diz kapağının üstünde kalan yerleridir. Bu yüzden ayetin asıl manası: "Kadınların hayız mahalline yaklaşmayın / kadınların hayız mahallinden uzak durun" şeklindedir.» [12]
«Cahiliye devrinde Araplar ve kitap ehlinden Yahudiler, kadınların hayız gördükleri günlerde kadınlardan uzak dururlar, aynı sofraya bile birlikte oturmazlardı. Tevrat'ın Levililer (15/19) bölümünde şu ibareler görülür «Ve eğer bir kadının akıntısı olur ve bedeninde akıntısı kan olursa, yedi gün murdarlığında kalacak ve ona her dokunan akşama kadar murdar olacaktır. Ve murdarlığında üzerinde yattığı her şey murdar olacak; üzerinde oturduğu her şey de murdar olacaktır. Ve onun yatağına dokunan he adam esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve akşama kadar murdar olacaktır. Ve kadının üzerinde oturmakta olduğu herhangi bir şeye dokunan her adam esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve akşama kadar murdar olacaktır. Ve kadının oturmuş olduğu yatak yahut herhangi bir döşek üzerinde bir şey olursa, adam o şeye de dokunduğu zaman akşama kadar murdar olacaktır. Ve eğer adam onunla yatarsa ve kadının murdarlığı ona bulaşırsa, yedi gün murdar olacak ve üzerinde yattığı her yatak murdar olacaktır. Yahudilerin hayızlı kadına karşı takındıkları bu aşırı derecedeki tavrın aksine Hıristiyanlar, bunu hiç önemsemiyorlar yahut onlar da aşırı derecede kolaylığa meylediyorlardı.» [13]
«Müşrik Araplar, Yahudiler ve Mecusîler, ay halindeki kadınlarla birlikte bulunmazlar, onlarla yemek yemezlerdi. Hıristiyanlar ise ay halini önemsemezler, eşleri ile cinsel ilişkide bulunurlardı.» [14]
«Kur’an, Aybaşı halinde “âdet gören kadınla sadece cinsel ilişkiyi” haram kılmış, bunun dışındaki ilişkileri serbest bırakmıştır.» [15]
«Bu ayet regl (aybaşı) dönemlerindeki kadınlar için tek yasağın cinsel ilişki olduğunun, yasağın da kadınlara değil erkeklere hitaben belirlendiğinin delilidir.» [16]
Veyes-elûneke ‘ani-lmehîd(i)(s) kul hüve ezen…
Ezen (eza) kelimesine mealler “pislik” ve “hastalık” dahil çeşitli anlamlar veriyorlar. Müfessirlerin bazıları ise bu anlamları doğru bulmuyorlar. Ben de doğru bulmuyorum ve doğru bulduğum yorumların bir kısmını aktarıyorum:
"O bir mahzurdur.”[17]
Sana, kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: “O bir eziyettir.”[18]
De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. (Fizyolojik ve psikolojik bir sıkıntıdır.)” [19]
De ki: "O doğal gelişimdir. Kadına bazen rahatsızlık bazen eziyet verir.”[20]
Kadınların aybaşı hâli, sıkıntılı bir dönemdir.[21]
Kadınların âdet görmesi, rahatsızlık veren bir hâldir.[22]
«Eziyet kelimesi, sıkıntı ve güçlük anlamındadır. (Bkz. Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu, TDK Yayınları, 2007).» [23]
«Hz. Peygamber (s.a.s), hayız kanını "siyah ve yakıcı (acı veren)" diye nitelendirmiştir. Bu kan, fena kokusu, bozuk rengi ve çok fazla akıcı olmayışı sebebiyle [kadına] bir eziyet olmuştur.» [24]
«Bakara 222’de hayızın bir nevi sıkıntı ve rahatsızlık hali olduğu, eza kelimesiyle ifade buyurulmaktadır.» [25]
«Mastar olarak “incinmek” anlamına gelen eza isim olarak genellikle “acı, maddî veya manevî zarar, eziyet” şeklinde karşılanmış ve “üzüntü ve elem doğuran etken, maddî zararı dokunan şey” diye tarif edilmiştir.
Kur’an-ı Kerîm’de eza kelimesi türevleriyle birlikte yirmi dört ayette geçmektedir. Bu âyetlerini bir kısmında eza, maddî ve bedenî sıkıntı ve acı veya buna sebep olan şeyi ifade eder.
Râzîye göre hayız halinde eza sayılan şey, bu durumda iken akan kandır. Bu kan dışarı atılmaması halinde vücuda zarar vereceği için eza diye adlandırılmıştır (Mefâtîhu’l-gayb, VI, 62-64).
Eza ile ilgili benzer açıklamalar hadislerde de geçmektedir (Bk. Wensinck, el-Mu?cem, “ezy” md). Bu hadislerde genellikle insanlara maddî veya manevî olarak zarar veren, onları inciten; meclisler, yollar, helalar ve mescitler gibi umuma ait yerlerde insanlara sıkıntı ve üzüntü veren; aile, komşuluk, arkadaşlık ve dostluk ilişkilerini zedeleyen; zayıfları ve sakatları sıkıntıya sokan sözler, tutum ve davranışlarla zararlı nesneler eza kavramıyla ifade edilir:
“Allah mümine eziyet edilmesini hoş karşılamaz” (Tirmizî, “Edeb”, 59);
“Ölülere sövüp saymayınız, çünkü hayattaki yakınlarını incitirsiniz” (Tirmizî, “Birr”, 51; Nesâî, “Kasâme”, 23);
“İnanmış kimse komşusuna eziyet etmemelidir” (Buhârî, “Rikak”, 23, “Nikâh”, 80);
“İnsanları inciten melekleri de incitir” (Müslim, “Mesâcid”, 72, 74; Nesâî, “Mesâcid”, 16)
“İmanın en küçük derecesi yoldan ezayı kaldırmaktır” (Buhârî, “Mezâlim”, 24; Müslim, “Îmân”, 58) anlamındaki hadiste geçen eza ile de yollarda, sokaklarda, evlerin önünde geçişi zorlaştıran, insanları rahatsız eden şeylere, çalı çırpı, taş vb. zararlı nesnelere hatta söz ve davranışlara da eza denilmiştir.» [26]
«Ayette geçen eza kelimesi, “aşırı olmayan zarar” manasında kullanılmaktadır.»[27]
«Hayızın eza olması, hayızlı haldeyken kadına yaklaşmanın ezaya ve zarara sebep olması dolayısıyladır.» [28]
«Mastar olarak ifade edildiğinde ise “incinmek” anlamında kullanılmaktadır. Farklı çekim kalıplarında ise “ızdırap, maddî ve manevî zarar anlamlarına da gelmektedir. (Tâc’ul-Arus “ezy” md).» [29]
«Râgıb’ın tanımına göre eza, “canlının ruhî veya bedenî varlığına yahut çevresine dokunan zarar” demektir; bu zarar dünyevî veya uhrevî olabilir.»[30]
Âl-i İmrân 111’e göre, eza kelimesine zarar anlamı verilmesi doğru değildir. Çünkü bu ayette eziyet ve zarar birlikte geçmekte ve her biri ayrı anlama gelmektedir:
Len yedurrûkum illâ ezâ(ezen)
“Biraz eziyet dışında size asla zarar veremezler.”
«Âdetli kadının hali bir hastalıktır.»[31]
«Hayızlı kadın hastadır. Çünkü Kur'an hayız halini, hastalık olarak nitelendirmektedir.» [32]
«Eza kelimesi hem hastalık için kullanılır. Âdet kanamaları sırasında kadınlar sağlıktan çok hastalığa yakındırlar.» [33]
«Eza kelimesi, kısmi bir kirlenmeyi, fizyolojik ve psikolojik açıdan rahatsızlık verici bir hastalığı ifade etmektedir.»[34]
«Kur’an, kadınların hayız halini bir eza (hastalık ve sıkıntı hali) olarak nitelendirmektedir. “Canlılara dokunup onlara bedensel veya ruhsal yönden eziyet veren dünyevi ve uhrevi her türlü şeye eza denir ki, âdet haline eza denmesi, din ve tıp açısından eza olması yüzündendir (Râgıb). Râgıb’ın bu beyanının bizi götürdüğü sonuca göre, âdet hali bir hastalık halidir.»[35]
«Eziyet anlamındaki “ezen” kelimesinin hastalık sınıfına girip girmediği konusunda elimizde net bir amil bulunmamaktadır. Eziyet kelimesi, sıkıntı ve güçlük anlamındadır. Hastalık (maraz) kelimesi ise, genel olarak organizmada çıkan bazı değişiklikler nedeniyle, kişinin fizyolojik görevlerinde bozulmanın meydana gelmesi durumu olarak tanımlanır. (Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2007; Bkz. H. Taner, Güncel Türkçe Sözlük, Yeniay Yayınları, İstanbul, 2001).
Hastalık, din dilinde daha çok Arapça terimsel karşılığı olan maraz ifadesi ile karşılık bulur fakat bu daha çok ölümlü hastalığı ifade eden “maraz-ı mevt (kişinin eda ehliyetini kısıtlayan ölüm hastalığı)” ifadesi şeklindedir. (Ali Bakkal, DİA, “Maraz-ı Mevt”, c.21, s. 39.)
Kur’an, hastalığın ne olduğu konusunda herhangi bir tarifte bulunmamaktadır. Kur’an, eziyetin ne olduğu konusunda da herhangi bir tanımlamada bulunmamıştır.
Tartışmaya konu olan eziyet anlamındaki ezen kelimesinin hastalık sınıfına girip girmediği konusunda elimizde net bir amil olmadığı için şu durumda ezen kelimesini hastalık kavramları arasında değerlendirmedik. Nitekim modern tıp, ruhsal birtakım rahatsızlıklara “ruhsal hastalık” gibi tanımlamalar yapmak sureti ile hastalıklar arası kategorik bir dağılım yapmaktadır. Bu anlamda tartışmaya konu olan ezen kelimesini, Kur’an’ın fizyolojik hastalık olarak tanımladığını söylememizin doğru olmayacağı kanısındayız.
Mastar olarak ifade edildiğinde ise “incinmek” anlamında kullanılmaktadır.
Bir kısım müellifler ayette kast edilen “eziyet”in hastalıkla aynı anlama geldiği görüşündedirler. Bizim eziyeti aynı kategoride değerlendirmeyişimizin nedeni Nisa suresi 54. ayetinde hastalık ve eziyet anlamına gelen kelimelerin “veya” takısı ile birbirlerinden ayrılmış olmalarıdır.» [36]
«Ayette âdet ve lohusa halinin eziyet olduğu tanımı yapılmaktadır. Eziyet bir hastalık değildir. Zira eziyet ve hastalık kavramları birbirinden farklı olup, “…Yağmurdan dolayı eziyet görür veya hasta olursanız, silahlarınızı bir yere koymanızda bir günah yoktur, ama tedbiri elden bırakmayın…” (Nisa 4/102) ayetinde de ayrı ayrı ifadeler şeklinde kullanılmıştır. Dolayısıyla âdetli olmak Kuran-ı Kerim’e göre bir hastalık değil bir sıkıntı ve eziyet halidir.» [37]
«Aybaşı hali, birleşme kabiliyetini yitiren yumurtaların atılmasını, erkeğin spermi ile birleşecek yeni bir yumurtanın gelmesini beklemek ve aşılanma sonrası beslenmesine zemin olmak üzere kadın rahminin hazırlanmasını sağlayan tabii ve gerekli bir oluşumdur. Bu durumda vücudun dengelerinde bazı değişiklikler yaşanmakta, bu da kadının fizyolojisi yanında psikolojisini de etkilemektedir. Eski yumurtanın atılması ve rahimin temizlenmesi kan vasıtasıyla olmakta, aybaşı devam ettiği müddetçe rahimden üreme organı yoluyla dışarıya kan atılmaktadır.» [38]
«Fahreddin-i Râzî, kadının Hayız halinin bir hastalık olmadığını, kadının rahmindeki kanın bozuk bir kan olduğunu, bunu dışarı atması gerektiğini, bu kanı dışarı atmadığı takdirde bir hastalığın olabileceğini belirtmiştir. (er-Râzi, “Büyük Kur’an Tefsiri” (Mefatihul Gayb) s. 150).» [39]
«Hayız kelimesi fıkıh terimi olarak, ergenlik çağına giren sağlıklı kadının rahminden düzenli aralıklarla akan kanı ifade eder.» [40]
«Kadının hayız olması, rahminden kanın akması anlamına gelir. Şer’i ıstılahta ise hayız, ergenlik çağına giren kadının rahminin iç tarafından doğum ve hastalık söz konusu olmaksızın belirli vakitlerde mutat olarak gelen kanın adıdır. Hayız halini hastalık olarak görmemiz zordur. Allah Teâlâ Bakara Suresi 222. ayette hayız halini ezâ olarak tanımlamaktadır. Eğer hastalık olsaydı bu manaya gelecek ifadelerin kullanılması gerekirdi. Hadislerde de âdet hali ve istihaze kanı birbirinden ayrılmakta ve istihaze kanı hastalık kanı olarak tanımlanırken, âdet kanamaları için böyle bir tanımlama yapılmaz. Ayrıca günümüz tıp ilmi çerçevesinde de konuyu ele aldığımızda âdet hali bir hastalık olarak değerlendirilmemektedir. Aksine bu, kadının sağlıklı olduğunun göstergesidir. Aksine kadının âdet görmemesi hastalık olarak değerlendirilmektedir.»[41]
«Hayız, hastalık söz konusu olmaksızın, belli yaşlardaki kadının rahminden belli günlerde gelen kanı ifade eden bir fıkıh terimidir.» [42]
«Regl ya da halk arasında yaygın olarak bilinen adıyla âdet kanaması, ortalama her 28 günde bir yaşanan, vajinal kanama döngüsü olarak tanımlanabilir. Vajinal kanamaya yol açan bu durumda rahmin iç yüzeyindeki kalınlaşan doku, vücuttan atılır. Üreme dönemi olarak kabul edilen, ergenlik ve menopoz dönemleri arasında gerçekleşen bu durum, tıp dilinde menstrüasyon olarak da tanımlanır. Kadın üreme fonksiyonlarının sağlıklı bir şekilde çalıştığının göstergesi olarak kabul edilebilen regl, hormonal salınımlara bağlı olarak gerçekleşen fizyolojik bir durumdur.»[43]
«Regl, fizyolojik bir süreçtir ve kişinin vücudunun olası gebelik için kendini hazırlaması olarak da tanımlanabilir. Sağlıklı her kadın, ergenlik döneminden menopoz dönemine kadar düzenli olarak âdet kanaması yaşar. Regl olmak için vücutta yer alan dört sistemin sağlıklı, düzenli ve birbiriyle uyum içinde çalışması gerekir. Her sağlıklı her kadının ortalama 28 günde bir regl olması beklenir.»[44]
«Âdet döngüsü kadınlarda 21-35 günde bir olur. Hormonal düzensizlikler, bazı hastalıklar ve psikolojik nedenler âdet döngüsünü etkileyebilir. Bir regl döneminin ilk günü ile bir sonraki ilk gün arasındaki tipik süre, genç kadınlarda 21- 45 gün arasındadır. 45 günden fazla olan gecikmeler mutlaka araştırılmalıdır.» [45]
«Regl; halk arasında âdet, aybaşı gibi birçok ismi olan, ergenliğe girmiş genç kız ve üreme çağındaki her kadının ayda bir kez yaşadığı, olması gereken fizyolojik (bedensel, fiziksel, organik) bir olaydır. Herhangi bir sağlık problemi olmayan kadınların büyük bir bölümü menopoz dönemine kadar her ay bu süreci yaşıyor. Kadınlardaki tüm âdet döngüsü hamile kalmak için tasarlanmıştır. Her ay rahim iç zarı, hormonların etkisiyle damarlar aracılığı ile beslenir ve kalınlaşır, bu arada aynı süreçte yumurtalık bölgesinde bir yumurta da büyümeye başlar. Eğer gelişen yumurta sperm ile döllenmezse gelişimini tamamlayan yumurta hücresi yerini yeni gelecek olan yumurtaya teslim eder ve bu süreçte rahim iç zarındaki büyüyen doku, âdet kanı olarak kadın bedeninden dışarı atılır. Bu doğal süreç kadın bedeninde fizyolojik ve psikolojik birçok değişimin de yaşanmasına yol açmaktadır. Âdet döneminde dışarı akan kan tamamen hormonların değişimi ile oluşan kandır. Yani rahim içi zarı hücreleridir. Toksik (canlı hücrelere saldıran ve zarar veren zehirli maddeler ve organizmalar), kirli maddeler içermez.»[46]
«Hayız belirli zamanlarda ve belirli sürelerde kadınların rahimlerinden akıntı halinde gelen kandır ki, rahmin hayatiyetine, sıhhatine ve akıntının kesildiği süre içinde çocuk yapabilecek bir istidatta bulunduğuna delâlet eder.» [47]
Hayız bir hastalık değildir. Aksine, kadının hayız olmasını önlemek kadını hasta etmektir. Kur’an’ı Hz. Peygamber yazsaydı, hayızı çevresindeki baskın fikirlerden etkilenerek “pislik” veya “hastalık” olarak tanımlayabilir ve böylece hayli taraftar da toplayabilirdi. İşte şu hadise, bizim bu iddiamızı kanıtlayabilir:
«Hz. Peygamber (s.a.s): "kadınlar hayızlı oldukları zaman, ben size kadınlarla cinsî münasebet yapmamanızı emrettim; yoksa, acemlerin yaptığı gibi onları evlerinizden çıkarmanızı emretmedim'' buyurdu. Bunu duyan Yahudiler: "bu adamın bize karşı çıkmadığı hiçbir mesele kalmadı" dediler.»[48]
Evet, hayız bir hastalık değildir. Hastalık sayılsaydı hayız olanların tedavi edilmesi gerekirdi. Oysa hayız olmayanların tedavi olması gerekmektedir.
Hadis ve fıkıh ilminde de hayızın hastalık manasında sayılmadığı hususu, istihâze hâlini tanımlarken şu şekilde ifade edilmektedir:
«Kur'an, eza ibaresinin hastalık (maraz) anlamına kullanıldığını açıklamış değildir. Ayrıca, konu hakkında, sünnette mevcut olan sarih beyanlar (Bkz. Müslim, "Hayz", 62, 63, 64; bkz. Abdurrezzak, el-Musannef, "Hayız", hadis no: 1173) nedeniyle, ilk dönem İslam alimlerinin tamamı, hayız kanı ile istihaze kanını (=hastalık sebebiyle gelen kanı) farklı değerlendirmişler, maraz / hastalık anlamını, istihaze kanı gören bayan için kullanmışlardır).»[49]
«Sözlükte “suyun akıp taşması, kanın akması” anlamındaki hayz kökünden türeyen istihâze kelimesi, fıkıh terimi olarak kadının rahminden hayız ve nifas halleri dışında genellikle de bir hastalık sebebiyle kan akmasını ifade eder. Bu durumdaki kadına da müstehâza denir.» [50]
Zaten Nisa 16 ve Ahzab 58’e göre eza kavramının bir anlamı da cezadır yani karşılıktır ki, kadın olmanın bir karşılığı / doğurganlığın bir mukabilidir. Dolayısıyla hastalık değildir.
«Ay hali, kadınlar için yeni bir doğuş ve oluş hazırlığı sancısıdır.»[51]
«Ezen kelimesi, genel olarak pis olan bir şeyi kinayeli olarak ifade eder. (Kurtubi, el- C’amiu li-Ahkâmi’l- Kur’an, s. 229).
Bununla kirlilik ve pislik kastedilir. (Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri, c. II, s. 157, Sadeleştirme: Lütfullah Cebeci- Sadık Kılıç, Orhan Atalay, Ankara, Akçağ Yayınları, 2015).
Ayetteki eziyetten maksat kan, âdetin kokusu ve tiksindirici ve murdar oluşudur. (Taberi, Taberi Tefsiri, s. 545).
Eza kelimesinin hastalık ve pislik için kullanıldığı; öyle ki, hoşa gitmeyen her şeye dalalet ettiği şeklinde bir tanımlama da yapılabilir. (Bkz. Tefhimu’l Kur’an, Ter. Heyet, İnsan Yayınları; Râzi, Mefatihul-Gayb c. I, s. 149).
Ezen kelimesinin pislik ve necaset anlamında da kullanımı mevcuttur. (İzzet Derveze, et-Tefsirü’l-Hadîs).»[52]
«Bazı müfessirler ezayı “tiksinti veren şey” olarak anlamışlardır (Zemahşerî, I; Râzî; Şevkânî,).» [53]
«Eza (eziyet) kavramı, yara ve kirlenme anlamına gelmektedir. Bu da biyolojik manada bir kirlilik ve bir rahatsızlığı ifade etmektedir.»[54]
«Gul hüve ezen ifadesini, “De ki o bir pisliktir” şeklinde çevirmek hiç kabul edilemez. Hayır. Bunu böyle çevirmek doğru değildir, bu asla kabul edilemez. Neden diyeceksiniz. Şundan: Çünkü bu ayetin sebeb-i nüzulü çok farklı. Ondan dolayı kabul edilemez. Bu ayet ay halini, ay hali hakkındaki Medine’deki genel kanaati değiştirmek için inen bir ayettir.
Soruyu soranlar Resulallah’a Yahudileri örnek vererek soruyorlar. Hatta Yahudilerin sorduğuna dair rivayetler de var. Neden mesele üzerinde duruluyor? Çünkü Yahudilere göre ay hali çok büyük bir pisliktir. Ay hali gören bir hanıma ellerini dokunmazlar. Yemek pişirtmezler, pişirdiğini yemezler, Yanına yaklaşmazlar, aynı odada kalmazlar, bırakın aynı yatakta yatmayı ve onunla hiçbir insan ilişki kurmazlar. Adeta fıtratından gelen bu özellik, bırakın fıtratını insanlık neslinin devamı için şart olan bu özellik, kadın için bir hapse, bir mahkumiyete dönüşür. Kadını doğduğuna pişman ederler.
Yahudi geleneği bu. Ve bu geleneği de Tevrat’a sokmuşlar adeta ve Tevrat içerisinde levililerde, Tevrat’ın levililer bahsinde bu konuda, bu söylediğim şeyleri Tevrat’a da sokmuşlar, yazmışlar adeta.
Tabii ki bu Yahudice anlayış, beraber yaşadıkları için bölgedeki insanlara da sirayet etmiş. Medineli Müslümanlar da Yahudilerin ay hali konusundaki bu yanlış telakkilerine kapılmışlar. Ve Resulallah’a bu konuda soru geliyor. Resulallah Yahudileri bu konuda şiddetle reddediyor ve regl gören hanımlarla olan ilişki sorulduğunda bu ayeti açıklar bir şekilde Resulallah aynen şunu ifade ediyor: “Onlarla cinsel birleşme dışında her şeyi yapınız” diyor hanımlarınıza ki, bu hadis Müslim’in, Ebu Davut’un ve Tirmizi’nin sahih senetle naklettiği meşhur bir hadistir.» [55]
«Yahudilikte olduğu gibi İslâm, âdetli ve lohusa kadınları pislik saymaz, yakınları onlardan uzak durmazlar, onlara karşı rahatsız ve hassas günlerinde olduğunu düşünerek daha şefkatli ve dikkatli yaklaşırlar. Bu durumda olan hanımların eşleri onlarla aynı yatağı paylaşırlar, cinsî münasebette bulunmamak şartıyla onları severler, okşarlar...» [56]
«Âdet görme, kadını erkekten ayıran özelliklerden birisidir. O, anormal ve çirkin bir olay değil, normal ve kadının yaratılışının gereği olan doğal bir olaydır. Hadiste şöyle buyurulur: "Bu hayız, Allah'ın Âdem (a.s)'in kızlarına yazdığı bir şeydir" (Buhârî, Hayz, 1,7, Edâhî, 3, 10; Müslim, Hacc,119,120; Ebû Dâvud, Menâsik, 23). Kur’an’da âdet halinden "pislik" olarak değil, "eziyet" olarak söz edilmiştir. Hayızlı kadın İslâmiyet’te pis sayılmamış, günlük hayattan, özel ve sosyal ilişkilerden uzak tutulmamıştır. Âdetli kadının temiz olmayan yönü sadece âdet kanıdır. Onun tükürüğü ve teri pis değildir. Pişirdiği yenir ve yemek artığı da temizdir. Hz. Âişe'den şu ifadeler nakledilmektedir: "Allah elçisinin isteği üzerine, ben âdetli iken kucağıma yaslanır, Kur’an okurdu" (Buhârî, Hayz, 2, 3; Müslîm, Hav,15; Nesâî, Tahâret, 173, 174). "Âdetli iken, kemikli eti ısırır, sonra O'na verirdim. Alır ve benim ısırdığım yerden ısırırdı. Yine âdetli iken su içtiğim kabı O'na verirdim, alır ve ağzını benim ağzımı koyduğum yere koyar ve içerdi" (Müslim Hayz, 14).»[57]
«Âdet döneminde dışarı akan kan tamamen hormonların değişimi ile oluşan kandır. Yani rahim içi zarı hücreleridir. Toksik, kirli maddeler içermez.» [58]
Konuya cünüplüğün tarifiyle başlayalım:
«Sözlükte “uzaklaşmak” manasına gelen cenabet kelimesi, fıkıh terimi olarak cinsî münasebette bulunan veya başka sebeplerle cinsî zevk duyarak menisi akan kimsenin durumunu ifade eder. Kişiyi bazı ibadetleri yerine getirmekten uzaklaştıran bu duruma cenabet, bu halde olan kimseye de cünüp denilmiştir.» [59]
«Cünüp sözcüğü, “uzak / kopuk olan” anlamına gelir. Nisâ/43 ve Mâide 6 ayetleri ışığında değerlendirildiğinde bu sözcüğün, “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılır. Zira bu hâldeki insan; hayattan, dünyadan kopuk olur, sağduyusunu yitirir. Buradan anlaşılan odur ki cünüplük; meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hâl değil, şehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hâldir.»[60]
«Kadının aybaşı hali cünüplüğe eş tutulmuştur. Oysa böyle bir kirlenmeye 'cünüplük' denemez. Bize göre hayızlı kadın cünüp değildir.»[61]
«Hayız bir nevi abdestsizlik ve cünüplük hali (hükmî kirlilik, hades) kabul edildiğinden yalnız namaz, oruç, Kur’an okuma, Kâbe’yi tavaf gibi belirli ibadetlerin ifasına ve doğrudan kanın aktığı organla ilgisi sebebiyle cinsî münasebete engel olarak görülmüştür.»[62]
«İslâm dininde, “Eğer cünüpseniz iyice temizlenin” (5/6); “Temizleninceye kadar onlara -hayızlı kadınlara- yaklaşmayın” (2/222) mealindeki âyetlerini kısmen kapalı ifadesi, Hz. Peygamber’in sözleri ve uygulamaları ile açıklığa kavuşturulmuş (bk. Buhârî, “Gusül”, 28; Müslim, “?ayız”, 87, 88; İbn Mâce, “?ahâret”, 111; Ebû Dâvûd, “?ahâret”, 84), cünüplük halinde veya hayız ve nifas sonrasında gusletme, ergen olan her mükellefe farz kılınmıştır. Cünüplük, hayız ve nifas hali, literatürde “hükmî kirlilik” veya “büyük hades” olarak adlandırılmış ve konuyla ilgili hadislerden de hareketle bu durumda olanların gusledip temizleninceye kadar namaz kılmaları, camiye girmeleri, Kur’an’a dokunmaları veya onu okumaları, Kâbe’yi tavaf etmeleri câiz görülmemiştir.» [63]
«Bize göre hayızlı kadın cünüp değildir.» [64]
«Âdet gören kadın cünüp değildir. Kur’an-ı Kerîm'de hayzın cünüp olduğuna ve hayızdan kesilen kadının, cünüplükten yıkanır gibi yıkanması gerektiğine dair bir söylem yoktur. Yalnız kan akması, insanlar tarafından pislik kabul edilir. Özellikle akan kan temizlenmezse o bölgede mikrop üremesine neden olur. Bu bakımdan âyette "temizlendikleri", yani kan akması durduğu zaman, onlarla cinsel ilişkide bulunulabileceği belirtilmektedir. Elbette akan kan durduktan sonra o bölgenin yıkanması gerekir. Bu, cünüplükten temizlenme değil, kan bulaşıklarından temizlenmedir. Bunu cünüplük hali olarak görmek hatadır. Çünkü Kur’an 'da böyle bir söylem ve tanım yoktur.» [65]
«Ay hali, biyolojik manada bir kirlilik ve bir rahatsızlığı ifade etmektedir. Bu hastalık, genelde cünüplüğe eş tutulmuştur. Oysa böyle bir kirlenmeye 'cünüplük' denemez.»[66]
«Medine’de yaşayan o günün Yahudileri âdetli kadını cünüp ve lanetli kabul ederek onu her çeşit dinî ve sosyal hayatın dışında tutarlardı. Gelenekçi anlayışta sanıldığı gibi âdet gören kadın cünüp ya da Yahudi anlayışındaki gibi lanetli değildir. Çünkü regl (âdet hali) tıpkı burun kanaması gibi bir çeşit kanamadır, rahim iç astar dokusunu oluşturan endometrium tabakasının gebelik için her ay kendini yenilemesinin doğal sonucu olarak rahimden gelen kanın dışarıya atılmasıdır. Böyle bir durumda kadınları cünüp gibi değerlendirerek onlara ibadet yasağı getirmek doğru değildir.» [67]
Regl hâli, tıpkı cünüp olma durumu gibidir. Ayetteki “ıddıhâr” ifadesi, bu savımızın delilidir. Çünkü, cünüp olma durumunda ıddıhar yani tepeden tırnağa yıkanma gerektiği gibi (4/43, 5/6) hayız durumunda da ıddıhar / boy abdesti gerekmektedir. Cünüplüğe birebir benzediği için, cenabı Hak: “Kadınlarınız ıddıhar yapıncaya / tıpkı cünüplükten temizlenir gibi tepeden tırnağa arınıncaya kadar onlarla cinsel ilişkiye girmeyiniz” demektedir.
Yazarın gelenekçi anlayışa sataşması yanlıştır. Zira yerdiği anlayış, İslâmî geleneğe / Kur’an’a ve Sünnete zıt bir anlayıştır. Bkz.
«İslâm dininde kadın erkek bütün insanların doğuştan manevi bir temizliğe (fıtratullah) sahip oldukları kabul edilmektedir.» [68]
«İslâm’a göre gerek kadınların hayız gerekse kadın ve erkeklerin cünüplük hali hiç kimseyi necis kılmaz. Bu sebeple cünüplük veya hayız halinde bulunan kişilerle birlikte bir mecliste oturup sohbet etmenin, yemek pişirmenin, beraber yiyip içmenin vb. muaşerette bulunmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Geçmiş bazı dinlerde ve Câhiliye inançlarında mevcut bu tür telakkileri Hz. Peygamber söz ve fiilleriyle kaldırmıştır (meselâ bk. Buhârî, “?ayız”, 3, “Gusül”, 23-24; Tirmizî, “?ahâret”, 89, 100).» [69]
«Cünüplük, hayız ve nifasın dinî literatürde büyük hükmî kirlilik olarak anılması bu durumdaki kimselerin necis / kirli, pis sayıldığını ifade etmez. Bu tabir onların namaz, Kâbe’yi tavaf, Kur’an’a dokunma, camiye girme gibi belirli ibadetleri yapmak için gerekli ruhî ve manevi hazırlığa sahip olmadığı anlamına gelir.» [70]
«İslâm’a göre gerek hayız gerekse cünüplük hali kişiyi necis kılmaz. Bu sebeple cünüplük veya hayız halinde bulunan kişilerle birlikte bir mecliste oturup sohbet etmenin, yemek pişirmenin, beraber yiyip içmenin vb. muaşerette bulunmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Geçmiş bazı dinlerde ve Câhiliye inançlarında mevcut bu tür telakkileri Hz. Peygamber söz ve fiilleriyle kaldırmıştır (meselâ bk. Buhârî, “?ayız”, 3, “Gusül”, 23-24; Tirmizî, “?ahâret”, 89, 100).» [71]
«Yağmurun yol açtığı sıkıntıya da (Nisâ 102) eza denilmiştir. Hacıların ihramda iken saçlarını kesmelerine cevaz verme imkânı sağlayan baştaki yara veya bitlenme belirtisi gibi sıkıntılı durumlarla (el-Bakara 196), kadınların kötü niyetli erkekler tarafından rahatsız edilmesi (Ahzâb 59), zina suçu işleyenlerin cezalandırılması (Nisâ 16), Müslümanların müşrikler tarafından sıkıntı ve eziyete uğratılmaları da (Âl-i İmrân 195) eza veya eza ile aynı kökten gelen kelimelerle ifade edilmiştir.» [72]
Eza, En’âm 34’e göre engel olucu bir durumdur. Bu manaya göre, kadının namazına, orucuna ve sair ibadetlerine engel olan bir tutumdur. [73]
Ahzab 53’e göre ise, üzüntü verici veya sinir edici bir hâldir.
Bkz. «Dölyatağında belli nedenlerle içzarı hücrelerinde bir büzülme ve gerilme olur. Bu büzülme özellikle büklümlü damarcıkların sıkışmasına neden olur; böylece bütünlüğünü yitiren ve parçalanan bu çok ince damarcıklardan bir kanama gerçekleşir. Bu kanamaya âdet kanaması adı verilir. İnce damarların başlarının açılması ve kanamaya devam etmesi dölyatağının en duyarlı devresidir. Kadının bu devrede sinir sisteminde bir gerilme, bunun sonucu asap bozukluğu meydana gelir.» [74]
«İ’tezilû, emir kipi olup “uzaklaşın, uzak durun, yaklaşmayın” anlamındadır.» [75]
«Kur'an, bu tip ince meselelerde çok dolaylı ve imalı bir ifade kullanır. "Onlardan ayrılın" ve "Onlara yaklaşmayın" diye ifade edilen emirler, Yahudilerde, Hindularda ve diğer bazı toplumlarda olduğu gibi âdet kanaması boyunca kadınlara hiç dokunulmayacağı anlamına gelmez. Hz. Peygamber (s.a) bu emrin sadece, âdet boyunca onlarla cinsel ilişkide bulunulamayacağını kastettiğini bildirmiştir. Tüm diğer ilişkiler daha önceki gibi devam edebilir.»[76]
«Hazreti Peygamber şöyle buyurur: “Size emredilen, hayız hallerinde eşlerinizle cinsel ilişkiye girmemektir. Onları evlerden çıkarmak değildir.” Ayette, onlarla cinsel beraberliğin yasaklanması atıf harflerinden (fe) ile yapıldı. Bu ise, hükmün illetini / sebebini hissettirmektir.» [77]
«Ayetteki "Âdet halinde kadınlardan ayrılın" sözü, "onlarla cinsel ilişkide bulunmayın" anlamındadır. Yoksa "Onlarla büsbütün ilişkileri kesin" demek değildir. Hz. peygamber (s.a.v.), hayız halindeki hanımlarıyla, cinsel ilişki dışında bütün ilişkilerini sürdürmüş ve âdet halindeki kadınla ilişki konusunda sorulan bir soru üzerine: "Cimadan başka her şeyi yapın." demiştir. (Müslim, Hayd: b. 3, h. 16; Ebû Dâvûd, Nikâh: 46)
Hz. Âişe diyor ki: "Ben ve Peygamber ikimiz de cünüp iken aynı kaptan (su alıp) yıkanırdık. Ben âdet hâlinde iken göbeğimle diz kapağım arasını kapatmamı emreder ve o şekilde benimle ilişkide bulunurdu. İtikâfa girdiği zaman (Mescitten) başını uzatırdı, âdetli olduğum halde onun başını yıkardım." (Buhârî, Hayd: 5)
"Ben adetli iken su içtiğim kabı Peygamber (s.a.v.)’e uzatırdım, o da alır, benim ağzımı vurduğum yere ağzını koyup su içerdi. Adetli iken yediğim tikeyi, Peygamber (s.a.v.)’e verirdim, o da alır, benim ağzımı vurduğum yerden yerdi." (Müslim, Hayd: b. 3, h. 14)
"Ben adetli iken Allah'ın Elçisi ile beraber aynı kaftan (yorgan) içinde yatardık; eğer benden kendisine bir şey bulaşmış olursa yalnız o bulaşan yerini yıkardı. Şayet elbisesine bir şey bulaşırsa yalnız orayı yıkar ve o elbise içinde namaz kılardı." (Ebû Dâvûd, Nikâh: 46, Taharet: 106; Nesâ'î, Taharet: 178, Hayd: 11; Dârimî, Vudû': 105; el-Cevâhir fî Tefsîri'l-Kur'ân: 1/200-201; et-Tefsîru'l-hadîs: 7/338-340).» [78]
«Hayız halinde erkeklerin kadınlardan uzaklaşması genel bir uzak durma değil ayetin devamındaki âdet ve lohusalık kanamaları sona erdiğinde “artık Allah’ın size buyurduğu yerden varın” ifadesinden anlaşıldığı üzere sadece cinsel ilişki yasağını göstermektedir.» [79]
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz: “Kim ay halindeki kadına cinsel yaklaşmada bulunursa, Muhammed'e indirilen hakikati inkâr etmiş olur” demektedir. (Tirmizî / taharet: 102, redâ': 12. İbn Mâce / nikâh: 29. Dâremî / vudü1: 114. Ahmed: 1/86- 6/305)»[80]
«Kur'an öncesi kültürün kadını küçümsemesinin en önemli işaretlerinden biri olan hayızlı kadını tamamen terk etme davranışı, Kur'an tarafından değiştirilmiştir. Kur'an'ın kadına verdiği önemin bir işareti de bu ayettir. Kadının, bir hastalık durumu olan aybaşı haline saygı duymak, doğası gereği olan bu durumu nedeniyle onu aşağılamamak, İslâm'ın, kadın hakları hususundaki önemli inkılaplarının bir parçasını teşkil eder.» [81]
«Hristiyanlar, hayız falan dinlemeden kadınlarla cima ediyorlar, onları bu hallerinde rahat bırakmıyorlardı. Mekke’deki cahiller de kadın hayızlı olduğu zaman onunla aynı sofraya oturmuyorlar, verdiği şeyleri içmiyorlar, onlarla aynı yatakta yatmıyorlar, Yahudi ve Mecusilerin yaptığı gibi, onlarla aynı çatı altında barınmıyorlardı.»[82]
«Açıklayıcı hadislerden (meselâ bk. Müslim, “Hayz”, 16) ve uygulamadan anlaşıldığına göre bu ayette geçen “uzak durma ve yaklaşmama” emri, bedenlerin birbirinden uzak ve ayrı olmasına değil cinsel ilişkiye yöneliktir. Cinsel ilişkide bulunmamak şartıyla aybaşı halindeki kadın ile kocası arasında başkaca bir sınırlama yoktur.» [83]
Azil / uzlet kelimesinin yalnızlık, tek başınalık, kimsesizlik, ersizlik, adamsızlık, insansızlık ve uzaklık gibi manaları vardır.
Âdet gören hanımlara nasıl davranılması gerektiğini öğreten bu ayette, “kadınları kendinizden uzak tutun” değil de “kadınlardan siz uzaklaşın / onları eza ve cefa çektikleri şu sıkıntılı günlerinde rahatsız etmeyin / âdetli hâllerinde kendilerinden iş, güç ve cinsel ilişki beklemeyin” denilmektedir ki, bu emir hayli manidardır.
«Çünkü Kur’an’ın böyle buyurduğu dönemde, Yahudiler hayız gören kadını “niddah / ayrılan / terk edilen” diye isimlendirirdi. Zira Eski Ahid’de hayızlı kadın, kanamanın sona ermesinden itibaren yedi gün boyunca murdar (teme’ah) kabul edilirdi (Levililer, 15/19-24; 18/19; 20/18; II. Samuel, 11/4; Hezekiel, 22/10). Kanamanın devam ettiği sürede ve yedi günlük müddet içinde hayızlı kadınla cinsel ilişkiye girmek, onun dokunduğu herhangi bir şeye temas etmek murdarlığı bulaştırdığından yasaktır. Hayız konusu, Hindu ve Zerdüştlük literatüründe de önemli bir yer tutar. Zerdüştlüğe göre ölmüş bedenden sonra en murdar beden hayızlı kadının bedenidir. Akıntılı kadın (daştân) özel bir odada tecrit edilir ve kimseyle temasa geçirilmez; ancak özel bir çubukla kendisine yiyecek iletilir. Hinduizm’de de hayızlı kadın kirli addedilir ve hayız müddeti içerisinde hiç kimseyle temas edemez. (ERE, X, 491, 492).»[84]
«Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın ayetinden, onlarla beraberlik için hayızlı kadınların yıkanmalarının gerektiği anlaşılır.»[85]
«Sözlükte “temizlenmek, arınmak” manasındaki taharet (tuhr), terim olarak “maddî kiri (necaseti) veya manevi pisliği (hadesi)[86] gidermek” anlamına gelir ki, isim olarak “temizlik” demektir.»[87]
«Âdet kanaması sona erinceye kadar kadına temasın yasak olduğunda ittifak vardır. Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre kanama bitince birleşmenin câiz olması için gusül abdesti gerekir.»[88]
«Ay hâli görmekte olan kadınlar, namaz kılmak ve Kâbe’yi tavaf etmek için hayızdan sonra temizlenip boy abdesti almalıdırlar.»[89]
«Hayız ve nifas kanlarının kesilmesiyle veya hayız ve nifas hali için öngörülen azami sürenin sona ermesiyle gusül gerekli olur.» [90]
«Ayet-i Kerime’de hayızlı kadına yaklaşmayı yasaklayan emirden sonra, temizlenmek şartına bağlı olarak bu yasak kaldırılmış ve “temizlendikleri zaman, Allah'ın size emrettiği şekilde onlara yaklaşın” buyurulmuştur. Buna göre, kadının akıntısı kesildikten ve yıkanıp temizlendikten sonra, artık normal karı koca münasebetlerini devam ettirmekte hiçbir mahzur yoktur.» [91]
«Kanama sona erinceye kadar temasın yasak olduğunda ittifak vardır. Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre kanama bitince birleşmenin câiz olması için gusül abdesti gerekir.»[92]
«Hayız kanı kesilen kadının ibadetleri eda edebilmesi için gusletmesinin vacip olduğu konusunda bütün fakihler ittifak etmiştir.»[93]
«Hayız bir nevi abdestsizlik ve cünüplüktür. Dolayısıyla hükmî kirlilik (hades) olarak görülmüştür.» [94]
«Cünüplük, hayız ve nifas gibi hükmî kirlilik halinden kurtulmak için gerekli olan dinî temizliğe “yıkanma” anlamında gusül denir. Gusül kelimesi terim olarak cünüplük, hayız ve nifas gibi hükmî kirlilikten temizlenme niyetiyle bütün vücudu su ile yıkamayı ifade eder. Türkçede “boy abdesti” ve bazı bölgelerde halk arasında “büyük abdest” olarak bilinir.
Hayız ve nifas kanlarının kesilmesiyle veya hayız ve nifas / âdet ve lohusalık hali için öngörülen azami sürenin sona ermesiyle gusül gerekli olur.
Cünüplük halinde veya hayız ve nifas sonrasında gusletmek, akıl baliğ / ergin olan her mükellefe farz kılınmıştır. Cünüplük, hayız ve nifas hali, literatürde “hükmî kirlilik” veya “büyük hades” olarak adlandırılmış ve konuyla ilgili hadislerden de hareketle bu durumda olanların gusledip temizleninceye kadar namaz kılmaları, camiye girmeleri, Kur’an’a dokunmaları veya onu okumaları, Kâbe’yi tavaf etmeleri câiz görülmemiştir.
Abdest gibi gusülde de başlı başına maddî temizlenme ve tıbbî bir fayda gözetme özelliğinden çok manevi ve hükmî temizlenme ve arınma vasıtası olma özelliği hâkimdir. Cünüplük, hayız ve nifasın dinî literatürde büyük hükmî kirlilik olarak anılması bu durumdaki kimselerin necis sayıldığını ifade etmez. Bu tabir onların namaz, Kâbe’yi tavaf, Kur’an’a dokunma, camiye girme gibi belirli ibadetleri yapmak için gerekli ruhî ve manevi hazırlığa sahip olmadığı anlamına gelir.»[95]
Râgıb el-İsfahânî ayeti, “Kur’an’ın hakikat bilgilerine ancak nefsini arındıran ve fesat kirlerinden temizlenenler [müdahherûn] ulaşabilir” diye açıklamıştır (el-Müfredât).»[96]
«Ayetteki “fe izâ tetahherne” ifadesi “hayızdan temizlendiklerinde” anlamına değil “hayızdan kurtulduklarında” anlamına gelmektedir. Tıpkı Ali İmran 55’deki İsa peygambere söylenen “vemüdahhiruke / seni kafirlerden kurtaracağım” hitabı gibidir.»[97]
Bu son yorum, bana da gayet uygun görünmektedir. Ayetteki eza-eziyet, çekilen çiledir. Iddıhar ise çilenin bitimidir.
«Âdetli kadın oruç tutabiliyorsa tutar, tutamadıklarını da daha sonra kaza eder.»[98]
«Kuran, kadınları korumak amacıyla, aybaşı halindeki kadınlarla sadece cinsel ilişkiyi yasaklar. Aybaşı halindeki kadınlar, namaz kılmalı, oruç tutmalı, Kuran okumalıdır.» [99]
«Âdetli kadın fazla kan kaybından dolayı zayıf düşecekse sonra kaza etmek kaydıyla oruç tutmayabilir ama zayıf düşme endişesi yoksa orucunu tutar. Eğer kanama sürekli ise ve bunu önleyecek bir gücü de yoksa namazını kılmayabilir, kaza etmesine de gerek yoktur. Hz. Peygamber zamanında bugün olduğu gibi âdetli kadınların kendilerini koruma imkânları yoktu, böyle olunca da özel durumlarında mescide gitmezlerdi. Ama bugünün kadınının böyle bir sorunu yok, kendini koruyacak ve temiz tutacak her türlü olanağa sahiptir. Böyle olunca, âdetli kadın bütün tedbirleri aldıktan sonra her defasında abdest almak şartıyla namazını kılabilir; hac ve umre için Kâbe’de bulunuyorsa tavafını yapabilir, Kur’an okuyabilir ve dini sohbetlerde bulunabilir.»[100]
«Ayette (2/222), cinsel ilişki dışında hayızlı kadına hiçbir yasak getirilmemiştir. Kur’an ve sünnette durum böyle olmasına rağmen, ilmihal ve fıkıh kitaplarında hayızlı kadınlarla ilgili, İslâm öncesindekilere benzer veya onlara yakın yasaklar konmuştur; namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur’an okuyamaz, camiye giremez, tavaf edemez gibi. Bunlar, kadını Kur’an’dan uzaklaştırıp cahil bırakmak, aşağılamak, toplumdan dışlayıp direncini kırmak ve böylece de sömürebilmek için uydurulmuş hükümlerdir. Sahih rivayetlere göre Peygamber Efendimiz, “Hayızlı kadınlar namaz kılmasın” dememiştir. “Hayızlı kadınlar, hayır meclislerine (okul, dernek vs. toplantılarına) katılsınlar, sadece musallaya (Cuma ve bayram namazlarına) gelmesinler” demiştir.
«Sahih rivayetlere göre Peygamber Efendimiz: “Hayızlı kadınlar namaz kılmasın” dememiştir» cümlesi, sanki meseleyi çarpıtmak için kasten söylenmiş. Bunun yerine «hayızlı kadınlar namaz kılmasın hadisi, sahih bir hadis değildir» demeliymiş. Zira böyle bir hadis rivayet edilmiş ve peygamber efendimiz Fatıma binti ebu Hubeyş'e: "hayız kanı geldiği zaman, namaz kılmayı bırak" (buhari, hayz, 8, 19) demiştir.
Hafsa binti Sirin şöyle demiştir: Biz genç kızlarımızı bayramlarda musallaya çıkmaktan men ederdik. Bir kadın gelip şöyle dedi: “Kız kardeşim Peygamber’e, “Birimizin örtünecek çarşı elbisesi olmazsa, musallaya çıkmamasında bir sakınca var mı?” diye sormuş. Peygamber, “Arkadaşı kendi çarşı elbiselerinden birini ona giydirsin de hayır yerlerinde ve Müslümanların duasında bulunsun” buyurmuştur. Hafsa bt. Sirin der ki: Ümmü Atıyye buraya geldiği zaman, “Bunu sen Peygamber’den işittin mi?” diye sordum. Ümmü Atıyye, “evet işittim” dedi. Ümmü Atıyye şöyle devam etti: “Ben Peygamber’den işittim, o şöyle buyuruyordu: “Tazelerle perde sahibi kadınlar yahut perde sahibi tazeler ile hayızlı kadınlar çıkıp hayır meclisinde (okul, cemiyet ve her türlü sosyal etkinlik) ve müminlerin duasında hazır bulunsunlar. Yalnız hayızlı kadınlar musallâdan (Cuma ve bayram namazlarından) uzakça dursunlar.”
Bu nakilde görülen o ki, Peygamber Efendimiz, hayızlı kadının namaz kılmasını yasaklamamış, sadece “Cuma ve bayram namazlarına gelmesinler” buyurmuştur.
Hadis kitaplarındaki nakiller arasındaki çelişkiler giderilip Kur’an ile sağlaması yapıldığında durum ortaya çıkmaktadır. İmam Buhârî ve diğer hadis bilginleri, topladıkları rivayetleri kendi ölçüleri içerisinde değerlendirip sınıflandırmışlar, fakat Kur’an ile bunların sağlamasını yapmamışlardır. O nedenle, rivayetler birbiriyle çelişmektedir.
Peki, hayızlı kadınların topluma çıkmaları neden hoş görülmemiştir? Bunu anlamak için o çağa ve o ortama gitmek gerekir. O dönemde, ped, steril pamuk ve bez; çamaşır makinası, deterjan, kokulu çamaşır suyu ve yumuşatıcı yoktu. Hatta yeterli su bile yoktu. Yukarıda Peygamber Efendimizin, elbisedeki hayız kanını parmak veya tırnakla temizlenmesini tavsiye ettiğini zikretmiştik. Kadınların muayyen günlerinde giydikleri bir hayız elbisesi vardı. Yıkansa bile leke çıkmazdı. Dolayısıyla bir kadının hayızlı olduğu herkesçe bilinebilirdi. Bu ise kadınların hor görülmesine ya da komplekse neden olabilirdi.
[Ne tarih ne de hadis eserlerine bakmış. Günümüzden o uzak geleceğe bakmaya kalkmış. Yanılmış da yanılmış ama burası yeri değil]
Peygamber Efendimiz temiz, beyaz elbiseli ve koku sürünmüş olarak cemaate gelinmesini, soğan-sarımsak yiyenlerin ise cemaate katılmamalarını tavsiye ederdi. Bundan hareketle kimse, “Soğan-sarımsak yiyenlere namaz haramdır” hükmü çıkarmamıştır.
İlgili hadisten de açıkça anlaşıldığı üzere, hayız hâli, musallâya gitmeye [cemaate katılmaya] engel olsa da namaz kılmaya mâni değildir.»[101]
Musallâ, “namaz kılınan yerlere” denilmektedir. Musallâyı (cuma ve bayram namazlarına gitmek, cemaate katılmak) olarak tarif etmek de nedir?
«Sözlükte “namaz kılınan yer” manasına gelen musallâ kelimesi, cemaatle kılınması gereken cuma ve bayram namazlarının edası için ayrılmış üstü açık geniş mekânları ifade eder»[102]
«Resûlullah, ramazan ve Kurban Bayramı günlerinde sabah namazını mescid-i nebevî’de kılar, ardından cemaate daha fazla kişinin katılabilmesi için tekbirlerle musallâya / namazgâha giderdi.»[103]
«Resulullah (s.a.) Efendimiz "Bayram namazlarına hayızlı kadınların da namazgâha gelmelerini, ancak namaza katılmadan safların gerisinde oturmalarını, tekbirlere, dualara ve zikirlere katılmalarını, günün bereketinden faydalanmalarını istemiştir.»[104]
Uzun lafın kısası, “hayızlı kadınlar musallâdan uzak dursunlar” hadisinin Türkçesi, “onların namaz kılmaları gerekmediği için namazgâha gelmelerine de gerek yok” demektir. Yoksa, namaz kılabilecek kimseleri, bir peygamber namaz kılınan yerden niye men etsin?
Zihnimi meşgul eden asıl mevzu şu: namaz kavramının bilinen manada olmadığını söyleyen birisi, hayızlı zamanlarında hanımların namaz kılmalarında niye bu kadar ısrar etsin?
Mevzuyu anlamanız için Hakkı Yılmaz’ın namaz tarifini veriyorum:
«Ayetlerdeki sallâ sözcüğü meal ve tefsirlerde genellikle “namaz kıldı” anlamıyla yer alır. Aslında anlamı “namaz kılmak” değildir. Bu anlam kesinlikle İslam dinini yozlaştırmak amacıyla ortaya konulup zaman içerisinde zihinlere iyice yerleştirilmiştir. Sonuç olarak [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “malî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:
• Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek;
• Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.»[105]
Şimdi kendisine şöyle sesleniyorum: Sayın Hocam! Tarif ettiğiniz şu namazı eda etmek için ne el yüz yıkamaya ne de boy abdesti almaya gerek var. Bunları yaparken Allah’ın rızasını gözetmek, Allah’ı razı etmek için de gösterişten alabildiğine çekinmek yeter de artar.
«Kadınlar hayızlı dönemlerinde namaz kılar, Kur’an okur, doktor izin verirse oruç da tutarlar. Doktor izin vermezse, hayız dönemlerinden sonraki günlerde oruçlarını kaza ederler.
Rasûlullah Sünen ve Târih kitaplarına göre kadınları özel günlerinde namazdan, oruçtan ve Kur’an okumaktan değil, Mâide/6 ve A‘râf/31′deki emirler kapsamında musallâya çıkmaktan menetmiştir.
Hayızlı kadının namaz kılamayacağı, oruç tutmayacağı, Kur’an’ı eline almayacağı iddiası hem Kur’an’a hem de Rasûlullah’ın sünnetine aykırıdır. Sünnete aykırılığına gelince:
Bir kadın Rasûlullah’a sordu:
– Yâ Rasûlallah! Elbisesine hayız kanı bulaşan kadın ne yapmalıdır?
Rasûlullah şöyle cevap verdi:
– Birinizin elbisesine hayız kanı bulaşırsa, onu parmaklarıyla yahut tırnağıyla kazısın, sonra azar azar üzerine su döküp yıkasın, ondan sonra o elbise içinde namaz kılsın!
İşte sünnetteki uygulama böyledir.» [106]
Hakkı Yılmaz’ın “birinizin elbisesine hayız kanı bulaşırsa…” diye naklettiği hadis, hayız kanı ile değil istihâze kanı ile ilgilidir.[107]
Bkz. «İstihâzeyle ilgili fıkhî hükümler diğer bazı hadisler yanında, özellikle kadın sahâbîlerden Fâtıma bint Ebû Hubeyş’in Hz. Peygamber’e gelerek kan akıntısının sürüp gittiğini ve bir türlü temizlenemediğini, bu durumda namaz kılıp kılamayacağını sorması üzerine Resûlullah’ın bunun hayız kanı olmayıp damardan aktığını, âdet süresi tamamlandığında yıkanıp namaz kılmaya başlamasını söylediğine dair hadise dayandırılmaktadır (Buhârî, “?ayız”, 8, 24; Müslim, “?ayız”, 62; Ebû Dâvûd, “?ahâret”, 107-115).» [108]
«Hz. Ayşe, “Hayz günlerindeki namazlarını kaza etmemiz gerekir mi?” diye soran bir kadına, “Sen Harûriyye (Haricîler)’den misin? Allah Elçisi zamanında biz âdet görürdük. Bize (âdetten sonra) namazımızı değil, sadece orucumuzu kaza etmemiz emredilirdi” demiştir (Müslim, Hayd: b. 15, h. 67-68).
İşte adetli kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı hakkındaki delil sadece Ayşe’ye dayandırılan bu rivayetlerdir. Zan ifade eden bu rivayetlerle Kur’an’ın kesin emri nasıl askıya alınamazsa bu rivayette adetli kadının namaz kılamayacağı hakkında bir söylemde yoktur. Sadece adetli kadının, kılmadığı namazı kaza edip etmeyeceğine dair bir sorunun cevabı vardır.
Kur’an-ı Kerîm'in kendisinde ne Kur’an okunamayacağından ne namaz kılınamayacağından ne de oruç tutulamayacağından söz edilir. Hayd tıpkı idrar tutamamak gibi bir özürdür. Özürlü erkek ibadetten muaf tutulmaz, sadece her vakit için abdest alıp ibadetini yapar. Hayd hali, normal bir özür durumudur. Nasıl cünüp kimse su ile yıkanamadığı takdirde teyemmüm ederek namaz kılıyorsa özürlü özrü devam ede ede ibadetini yapabiliyorsa adetli kadın da her namaz için abdest alarak namazını kılar, Kur’an’ını okur, orucunu tutar, diğer ibadetlerini yapar.
Kur’an’ın sınırlamadığı bir şeyi kimse sınırlayamaz. Kur’an’a ters şeyler hadis olamaz. O rivayetler, Peygamber’e iftiradır. Adetli kadın hakkında Yahudilikten ve çeşitli uluslardan Araplara sızan gelenekler hadis biçimine getirilerek İslâm literatürüne sokulmuştur. Bunların aslı olsaydı mutlaka Kur’an’da kadının hayd halinde bu ibadetleri yapamayacağına dair bir açıklama olacaktı. Zira Kur’an ibadet yapamama gibi önemli bir hali kapalı bırakmaz, bunu belirtirdi. Kur’an hayd halindeki kadınla cinsel ilişki yapılmamasını söylüyor da hayd halindeki kadının namaz kılamayacağını, oruç tutamayacağını, diğer ibadetleri yapamayacağını neden söylemiyor? Yoksa Allah katında cinsel ilişki namazdan, oruçtan, Kur’an okumaktan daha mı önemlidir? Kur’an’a ters bu tür düşünce ve uygulamaları bırakıp Kur’an’a dönmeli ve Kur’an ne diyorsa onu uygulamalıyız.
Bir özür (hastalık) dolayısıyla oruç tutamayanın, başka zaman onun yerine oruç tutacağı, ama hastalık veya sefer durumunda oruç tutmanın daha sevap olduğu bildiriliyor. Hiçbir halde namaz düşmüyor veya ertelenmiyor. Hastalık halinde nasıl namaz düşmüyorsa bir hastalık olan özür halinde de namaz düşmez. Ancak oruç başka günde tutulmak üzere ertelenebilir. Fakat oruç tutmak daha faziletlidir.» [109]
«Kadının, âdet dönemi sırasında namaz kılmasını, oruç tutmasını, Kur'an okumasını yasaklayan veya sakındıran hükümlerin Kur'an'la, dinle hiçbir ilgisi yoktur. Âdet durumunda namazı terk etmek, oruç tutmamak ve Kur'an'ı okumamak, Kur'an'a dokunmamak; âdet halinde değilken bunları yapmamak kadar günah işlemek demektir. Bu, aynı zamanda kadının ömrünün dörtte birinin Kur'an'sız, namazsız ve oruçsuz geçmesi demektir ki bu, kadına karşı işlenen büyük bir zulüm ve sapkınlıktır.» [110]
«Hz. Resul, hayız haliyle ilgili fıkıhsal düzenlemeleri hastalık hükümlerine göre yapmıştır. O halde sonuç şu olacaktır: Hayız halindeki kadın, namazlarını kılmayabilir, oruçlarını tutmayabilir, camiye-cemaate gitmeyebilir. Durumu düzelince, tutamadığı oruçlarını kaza eder (çünkü orucun kazası Kur’an’da düzenlenmiştir), kılamadığı namazları ise kılmaz (çünkü Kur’an namazın kazasından söz etmez), onlar kendisine bağışlanmıştır. Ama isterse, durumunu uygun bulursa, tıpkı diğer hastalık hallerinde olduğu gibi, namazını kılar, orucunu tutar. Yani hayız hali, ibadetler konusunda kadına ruhsat vermektedir; kadın isterse bu ruhsatı kullanır, istemezse kullanmaz. Hayızlı kadın için yasak yok, ruhsat vardır. Ama sonraki devirlerin kadın karşıtı zihniyetleri, ruhsatı yasağa çevirmiş ve hayızlı kadına, bir dizi yasak koymuştur. Bazılarını verelim: Namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur’an okuyamaz, tavaf edemez, camiye giremez, Kur’an’a el süremez… Daha kötüsü, bu yasakları aynen lohusa kadın için de geçerli kılmıştır. Öyle ki bazı “gayretli fakihler”, hayızlı ve lohusa kadının caminin avlusundan geçip geçmeyeceğini bile tartışma konusu yapmışlardır. Aynı fakihler, kanlı basur olduğu için makatından sürekli kirli kan akan birini “özür sahibi” saymakta ve onun, her farz namaz için bir abdest alması şartıyla dilediği gibi ibadet edebileceğini hükme bağlamaktadır.
Şimdi, fıtratı bozulmamış ve kadın düşmanlığı illetine tutulmamış bir vicdan sormaz mı: “Bu din, nasıl oluyor da makatından kan akan bir insana tanıdığı ibadet kolaylığını, annelik gibi yüce bir niteliğin göstergesi olan doğal bir kan akışına maruz kalmış kadına tanımıyor, o kanı “Allah” demeye bile engel sayıyor?!”
Bir başka ibret verici nokta da şudur: Kur’an’ın hayız halini düzenleyen ayetinde bir tek yasak vardır, o da erkeğe yöneliktir: Hayızlı kadınla temas yasağı... Kur’an düzenlemeyi böyle yapmışken hiçbir yasağa muhatap kılınmayan kadına bir dizi yasak getirilmiştir…
Özetleyelim: Hayızlı kadınlar, isterlerse her türlü ibadetlerini yapabilirler: Namaz kılarlar, oruç tutarlar, Kur’an okurlar, mabede-cemaate giderler. Ama din onlara, o hallerinde iken bu yükümlülükleri yerine getirmeme izni vermiştir. İsterler ve gerek görürlerse bu izni kullanabilirler.»[111]
«Kadının âdet hali, Peygamberimizin de buyurduğu gibi Allah’ın yarattığı hilkat gereğiydi ve insan neslinin devamı için İlahi kudret tarafından kadın doğum organlarının sürekli doğuma hazır tutulması için Allah tarafından harika bir sistemle yaratılıştan takdir edilmişti. Hayız konusundaki Nebevi yaklaşımın böyle algılanmayıp da dua, zikir, ilim gibi ibadetlerden uzaklaştırılarak, mescide sokulmayarak, cemaatten ayrı tutularak, Kur’an okuması yasaklanarak cezalandırılmayı hak eden bir “suç”, bir “günah”, bir “ayıp” gibi algılanması, geleneksel anlayışa karışmış bir Yahudileşme eğilimidir.»[112]
«Allah Teâlâ, “Sizden kim Ramazanı yaşarsa onu oruçlu geçirsin.” (Bakara 185) dediği halde bazı rivayetlere dayanarak yeme, içme ve cinsel ilişki tanımına girmeyen âdet kanının orucu bozduğunu söylemek sınırları aşmaktan başka bir anlam taşımaz. Bu sebeple bir kadın, âdet gördüğü için orucunu terk edemez. Âdet günlerinde hastalanıyorsa, âdetli olduğu için değil de hasta olduğu için orucunu kazaya bırakabilir.» [113]
«Âdet ve lohusalık halinde namaz kılınamayacağını söyleyenlerin tek dayanağı Bakara 222. ayettir. Bu ayete göre âdet ve lohusalık kanı, eza yani sıkıntıdır (Müfredat). Bu sıkıntı, düşman korkusu karşısında kılınması emredilen namazla kıyaslanmayacak kadar hafiftir. Bu ayetteki “… temizleninceye kadar sözü ile abdest ayetinde geçen: Sizi temiz kılması için” sözü arasındaki benzerlikten dolayı âdetli kadının namaz kılamayacağına dair bir zan oluşmaktadır. Ayette yer alan: “Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emri, sadece bu süre içindeki cinsel ilişkiyi yasaklar.» [114]
«Mâide 6’ya göre abdest, teyemmüm ve boy abdesti sadece namaz içindir. Abdestsiz, cünüp veya adetli birinin Kur’an okuyamayacağı hususunda herhangi bir yasak yoktur. Ama bunların Kur’an’a dokunamayacağı konusunda Vakıa 79 delil getirilir. Oysa bu ayet, abdestsiz, cünüp veya adetli olan birinin Kur’an’a dokunamayacağının delili olamaz. Bu konuda delil getiren hadisler de çok zayıftır. Gerçekler bırakılıp zanna uyulamaz.»[115]
«Son zamanlarda en çok tartışılan konulardan biri de cünüplük, hayız ve nifas hallerinde Kur’an okunup okunmayacağı ile bu durumlarda ve abdestsiz olarak Kur’an’a dokunulup dokunulamamasıdır.
Abdesti olmayanların Mushaf’a dokunmadan Kur’an okuyabileceklerine dair alimler arasında ittifak vardır. Zira abdestsiz kişinin Kur’an okuyamayacağı hususunda Kur’an ve sünnette bir yasaklama bulunmamaktadır.
Boy abdesti bulunmayan kişilerin, yani hayızlı, loğusa ve cünübün Kur’an okumasının haram olduğuna dair de Kur’anî bir yasak görülmemektedir. Rivayet edilen hadislerin sahihlik ve zayıflık yönünden hadis alimleri tarafından net bir tespiti de yapılamadığı için konunun bu ciheti ihtilâf makamında olmaktan kurtulamamıştır.
Hanefi alimlerinin, hayızlı ve cünübün Kur’an-ı Kerim okumasının yasaklığına dair getirdikleri deliller, iki hadisten ibarettir. Bu hadisler Hz. Ali’nin “Rasûlüllah’ı (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplükten başka hiçbir şey Kur’an okumaktan alıkoymazdı” hadisiyle İbn Ömer’in “Cünüp ve hayızlı Kur’an okumaz” hadisleridir.
Abdestsiz Kur’an-ı Kerim okumanın caiz olmasına bu konudaki icmâ ve Hz. Ali’nin “Rasulullah’ı (sallâllahu aleyhi ve sellem) cünüplükten başka bir hiçbir şey Kur’an okumaktan alıkoymazdı” hadisi delil getirilir.
Zahirilere göre, Kur’an okumak, Mushaf’a dokunmak ve Allah’ı (c.c) zikretmek mendub ve ecri olan hayırlı işlerdendir. Bu hayırlı işlerin yapılmasına engel getiren varsa delil getirmek de ona düşer.
Zahirîler hayızlı ve cünübün Kur’an okumasının haramlığını yansıtan eserlerin tamamının senedinin zayıf, sahih kabul edilebilecek özellikte olmadığını belirtirler.» [116]
«Kur'an hayız halini, hastalık olarak nitelendirmektedir. Herhangi bir hastalığa yakalanan kişiye, Kur'an okumak yasaklanamayacağına göre, bir hastalık olan hayıza yakalanan kadına Kur'an okuyamazsın denebilir mi? Hz. Peygamber Kur'an'a dayanarak, hasta olan kadının orucunu kazaya bırakabileceğini söylemiştir, çünkü Bakara/l84-185'te, hasta olanın oruç tutmamasına ruhsat verilmiş; iyileştikten sonra kaza etmesi emredilmiştir. Diğer taraftan, aybaşı olan kadının kanaması nedeniyle namaz abdesti alması mümkün olmadığından, abdestsiz namaz da kılınamayacağından ötürü Hz. Peygamber, hayızlı kadının namaz kılmamasını emretmiştir. Bu açılardan bakınca, Hz. Peygamber'in -Kur'an'da bulunmayan- bu fetvalarının, aslında Kur'an'a dayandığı anlaşılır.» [117]
«Kadının regl dediğimiz dönemi ile ilgili tefsir yaparken çok şaşırdım. O durumda olan bir kadına Allah emir veriyor; cinsel ilişki olmayacak. Bu ayet bu kadar. Oysa din adamları ne yapmışlar; Camiye giremez, Kuran’ı eline alamaz, oruç tutamaz, namaz kılamaz. Bunlar yok Kuran’da. Çıldırmış bunlar. Kadın şimdi o haliyle voleybol oynarken, nasıl namaz kılamaz?»[118]
«Din adamları ne yapmışlar; “Kuran’ı eline alamaz, oruç tutamaz, namaz kılamaz” demişler. Bunlar yok Kuran’da.»[119]
Hocamız, aşağıdaki cümlede hayız ve cünüp olan kişiler konusunda hüküm verme yetkisinin Hz. Peygamber’e ait olduğunu ve onun da bu gibi kimselere “Namaz kılmayın, oruç tutmayın” dediğini itiraf ediyor:
«Tirmizi'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadise göre, hayızlı kadın ve cünüp olan kişi Kur'an'dan hiçbir şey okuyamaz. Fakat bu, Hz. Peygamber'e ulaşmayan bir haberdir. Oysa bu konuda hüküm verme yetkisi Hz. Peygamber'e aittir. Namaz kılmayın, oruç tutmayın diyen Peygamber, Kur'an okumayın diyemez miydi? [120]
«Hayızlı kadının oruç tutamayacağı ile ilgili Kur’an’da herhangi bir yasaklama bulunmamaktadır. Bu da bizde ilk bakışta bunun teklifi bir konu olmadığı fikrini uyandırmaktadır. Her ne kadar Hz. Peygamber’in Kur’an da olmayan bir hükmü ortaya koyma konusunda yetkili olup olmadığı konusunda bir takım farklı görüşler olsa da böyle bir durumdaki kadının oruç tutamayacağı görüşü, Hz. Peygamber’in başkaca hadis-i şeriflerinde belirttiği ve sonraki dönem ulemanın da bu yönde ittifakını göz önüne alarak, “Hayızlı kadının oruç tutamayacağı” görüşünün İslam toplumunda hâkim olduğunu belirtmek gerekir. [121]
«Hayız halinde namaz, oruç gibi ibadetler terkedilir. Kur'an okunamaz, Mushaf'a el sürülemez, camiye girilemez, Kâbe tavaf edilemez.»[122]
«Hayız bir nevi abdestsizlik ve cünüplük hali (hükmî kirlilik, hades) veya mazeret kabul edildiğinden yalnız namaz, oruç, Kur’an okuma, Kâbe’yi tavaf gibi belirli ibadetlerin ifasına ve doğrudan kanın aktığı organla ilgisi sebebiyle cinsî münasebete engel olarak görülmüştür. Hayızlı kadının namaz kılmasının ve oruç tutmasının câiz ve sahih olmadığında, yani hayız halinin bu iki ibadetin ifasına engel bir mazeret sayıldığında fakihler görüş birliği içindedir. Hayız süresince terkedilen namazların kazâ edilmesinin gerekmediği, oruçların ise temizlendikten sonra tutulacağı hususunda da ittifak vardır. Âlimler bu konularda Hz. Peygamber’in bilgisi ve onayı dahilinde cereyan eden uygulamaları esas almışlardır (meselâ bk. Buhârî, “?ayız”, 20; Müslim, “?ayız”, 69; Ebû Dâvûd, “?ahâret”, 105).
Hayızlı kadının Kur’an okumasının hükmü konusunda âlimler görüş ayrılığı içindedir. Malikiler dışında kalan üç mezhebe mensup fakihlere göre bu haramdır. Bu konuda Hz. Peygamber’in yasaklamasını (İbn Mâce, “?ahâret”, 105; Tirmizî, “?ahâret”, 98) delil kabul eden üç mezhebin âlimleri de bazı ayrıntılarda ihtilâf etmişlerdir. Hanefî mezhebinde, Kur’an okumak niyetiyle bir ayetten daha az cümleciklerin bile telaffuz edilmesi câiz görülmemiş, ancak öğretmenlik yapan hanımların Kur’an dersi verirken kelimeleri tek tek söylemek suretiyle görevlerini yerine getirmelerinde bir sakınca görülmemiştir. Aynı şekilde dua ve zikir niyetiyle Kur’an okunması da câiz görülmüştür. Şafii fakihleri, hayızlı kadının Kur’an’ın bir harfini bile telaffuzunu câiz görmemiş, ancak Mushaf’a bakarak kendisinin de işitemeyeceği şekilde içinden okumasının câiz olduğunu söylemişlerdir. Hanbelilerde tam bir ayetin ve daha fazlasının okunması câiz olmadığı halde ayetin bir kısmının okunması, bir ayetten az cümleciklerde Kur’an’a has icazın bulunmadığı, dolayısıyla onun ulviyetine saygısızlık sayılmayacağı gerekçesiyle câiz görülmüştür. Aynı şekilde telaffuz etmeksizin zikir ve dua maksadıyla okunmasını câiz görenlerin yanı sıra İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi unutma tehlikesi halinde hayızlının Kur’an okuyabileceği görüşünde olanlar da vardır. Malikiler ise, bazı sahabe ve tabiin âlimlerinden rivayet edilen bu yöndeki görüşlerin de desteğiyle kadının hayız süresi içinde Kur’an okuyabileceğini, fakat kanı kesildiği andan itibaren gusledip temizleninceye kadar okumasının câiz olmadığını söylemişlerdir. İbn Hazm ve diğer bazı âlimler de hayızlı kadının ve cünübün Kur’an okuyabileceğini ileri sürmüşlerdir (el-Mu?allâ, I, 78-80).
Hayızlının mushafa dokunması Kur’an okuması hükmünde olduğu gibi yine fakihlerin büyük çoğunluğu tarafından câiz görülmemiştir. Bu âlimler, kitaba ancak temiz olanların dokunabileceğini bildiren âyet (el-Vâkıa 56/79) ve Kur’an’a temiz olanlardan başkasının dokunamayacağını belirten hadisi (el-Muva??a?, “?ur?ân”, 1; Nesâî, “?asâme”, 46) delil göstermişlerdir. Ancak İbn Hazm ile birlikte bazı fakihler, söz konusu ayette geçen kitapla Kur’an’ın değil levh-i mahfûzun kastedildiğini, hadisin de sahih sayılamayacağını ve her iki nasta işaret edilen “temiz olanlar” ifadesinin melekler veya müminler şeklinde yorumlanması gerektiğini belirterek hayızlının ve cünübün Kur’an’a dokunmasında sakınca bulunmadığını söylemişlerdir (el-Mu?allâ, I, 81-84; Şevkânî, I, 243-245). Hayızlının, Mushaf’ı askısından veya dış kabından tutarak taşıyabileceği şeklindeki görüşleri yanında Malikiler ve diğer mezheplerden bazı fakihler, kadın öğretmen ve öğrencilerin dokunmasının câiz olduğunu söylemişlerdir. Malikilerin bu görüşü cünüplük halinin iradeli, hayzın ise iradesiz oluşundan dolayı cünüple hayızlıyı farklı kabul etmeleri ve uzun süren hayız döneminde Kur’an okuyamamanın onu unutmaya yol açabileceği endişesini taşımaları ile açıklanır. Aynı şekilde hayızlı ve cünüp kimse için mescidin helâl olmadığını bildiren hadisten (Ebû Dâvûd, “?ahâret”, 92; Tirmizî, “?ahâret”, 126) hareketle, hayızlı kadının mescide girip orada kalmasının câiz olmadığı hususunda da görüş birliği mevcuttur. Ancak bunların zaruret ve mazeret sebebiyle mescidin içinden geçmeleri câiz görülmüştür.» [123]
«(3849)- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ: "Ne hayızlı kadın ne de cünüp kimse Kur'an'dan hiçbir şey okuyamaz" buyurdu. (Tirmizî, Tahâret: 98, (131); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/61).
1- Bu rivayet cünüp ve hayızlının Kur'an'dan az veya çok bir parça okuyamayacağını ifade etmektedir. Bu bapta hepsi de zayıf olan bir kısım rivayetler gelmiştir. Ulema bunların birbirlerini destekliğini ve ortaya çıkan hükümle amel etmek gerektiğini söylemiştir.
Tirmizî der ki: "Sahabe, Tâbiîn ve daha sonra gelen ehl-i ilmin çoğu bu görüştedir. Süfyan Sevrî, İbnu'l-Mubârek, Şafiî, Ahmed ve İshak: "Ne hayızlı, ne cünüp Kur'an'dan hiçbir şey okuyamazlar, sadece bir ayetin bir tarafını, bir harfi ve benzer bir şeyi okuyabilirler. Cünüp ve hayızlının tesbih ve tehlil getirmesine ruhsat tanınmıştır" demişlerdir.
2- Cünüp ve hayızlının Kur'an okumasına çoğunluğun haram dediği belirtildiğine göre, azınlık tarafından ileri sürülen bazı istisnâî görüşler olmalıdır. Onların da bilinmesi faydalıdır:
İbrahim Nehâî, cünüb kimsenin bir ayet okumasında bir beis görmezmiş.
İbnu Abbâs'ın da cünübün Kur'an okumasında bir beis görmediği rivayet edilmiştir. Bunlar Resûlullah'ın bütün hallerinde Allah'ı zikrettiğine dair rivayeti esas alırlar. Ayrıca, hacc sırasında hayız olan Hz. Âişe'ye, "tavaf dışında hacıların bütün yaptıklarını yapmasını" emretmiştir. Hacıların yaptıkları arasında zikir, telbiye, dua, kıraat hepsi olduğuna göre, bunlar caiz olmalıdır demişlerdir. Tavafın yasaklanışı onun hususi bir namaz olması sebebiyledir.
Buhârî de bu görüşü iltizam ettiğine imada bulunmuştur.
3- Mezhebimizde (Hanefî) esas olan şudur:
Cünüp ve hayızlı kimseler, gusletmedikçe namaz kılamaz, Kur'an kastıyla bir ayet bile okuyamaz. Ancak dua ve senaya dair ayetleri, Kur'an niyetiyle değil, dua ve sena niyetiyle okuyabilir, caizdir. Söz gelimi cünüp olan veya âdet gören bir kadın, dua niyetiyle Fatiha'yı okuyabilir.
Bu durumda çocuklara, kelime kelime Kur'an öğretmenin caiz olduğu da söylenmiştir.
Kur'an-ı Kerim'e bir, hatta yarım ayet olsun el sürülemez. Mushaf elle tutulamaz. Mushaf'a bağlı olmayan bir kılıf, bir havlu ile tutulabilir. Çanta veya sandıkta ise bu kaldırılabilir. Bunda beis yoktur.»[124]
«Lohusa olan veya âdet gören kadınlara, bu halleri devam ettiği müddetçe bazı sınırlamalar getirilmiştir. Bunların son günlerde tartışılan ikisi namaz ve oruçtur. Âdetli ve lohusa kadınlar namaz kılamaz ve oruç tutamazlar. Bu süre içinde geçen namazlar onlar için bağışlanmıştır. Oruçlarını ise bu halleri geçtikten sonra imkân bulduklarında kaza ederler. Lohusalık ve âdetli olmak bir bakıma hastalığa benzediği ve bu durumdaki hanımlar, maddî ve manevî (psikolojik) bakımdan normal durumlarından farklı oldukları için kendilerine namaz kılmak ve oruç tutmak yasaklanmış, bu halleri geçtikten sonra namazı değil, orucu kaza etmeleri istenmiştir. Namaz ve orucun bu durumlarda tutulmayacağı; namazın değil, yalnızca orucun sonradan kaza edileceği konularında sahih hadisler ve bu hadisler üzerinde oluşmuş icma (alimlerin, mezheplerin ittifakı) vardır. Kur’an-ı Kerim'de "hayızlı ve lohusa kadınların oruç tutmayacakları ve namaz kılmayacakları yazmıyor" diyerek bu ittifaklı hükme karşı çıkmak ve "kadınları ibadetten mahrum etmeye hakkımız yok" diyerek duygu istismarı yapmak, İslâmî ilimlerde yeri olmayan bir yaklaşımdır. Çünkü bu ilimlere göre İslâmî hükümlerin kaynağı yalnızca Kur’an değildir, bunun yanında Sünnet, içtihat ve icma vardır. İslâm'ın tek kaynağını Kur’an kılan anlayış ve yaklaşım "muteber ve sahih İslâm'ın dışında kalan" bir anlayıştır; Müslümanları bağlamaz.
Mazeretli hallerinde kadınların namaz kılamayacakları ve oruç tutamayacakları hükmü ilahîdir: Allah'ın, Resûlü aracılığı ile yani Sünnet delili ile bildirdiği bir hükmü, talimatı, emridir. Hanımlar, bu emre itaat ettikleri müddetçe Allah'a kulluk etmektedir.
Resulullah (s.a.) Efendimiz "Bayram namazlarına hayızlı kadınların da namazgâha gelmelerini, ancak namaza katılmadan safların gerisinde oturmalarını, tekbirlere, dualara ve zikirlere katılmalarını, günün bereketinden faydalanmalarını istemiştir. www.hayrettinkaraman.net
Lohusa ve âdetli hanımların mescitlere girmeleri, Kâbe'yi tavaf etmeleri, Kur’an’ı ellerine almaları veya okumaları gibi konularda icmâ’ (müçtehitlerin görüş birliği, ittifakı) yoktur; bu konularda hanımlar, tâbi oldukları mezhebe, fetva aldıkları âlime uyarlar. Müslüman hanımlar asırlardan beri bu hallerinde, namaz kılamaz ve oruç tutamazlar. Bu süre içinde geçen namazlardan sorumlu değildirler. Oruçlarını ise bu halleri geçtikten sonra imkân bulduklarında kaza ederler. Onlar bu sınırlara riayet ederler ve bu durumdan da şikayetleri yoktur. Yeni müçtehitler (!) hayızlı ve lohusa kadınları namaz kılmaya ve oruç tutmaya sevk etmeden önce, hiçbir mazeretleri yok iken namaz kılmayan ve oruç tutmayan milyonca Müslüman kadın ile meşgul olsunlar, onlara İslâmî hayatı ve ibadeti talim ve telkin etsinler; İslâm'ı onların heva ve heveslerine değil, onları İslâm'ın şekil, ruh, mana ve maksadına yaklaştırsınlar; eğer niyetleri halis ise.»[125]
«Kadınların özel hallerinde oruç tutamayacakları görüşü fıkıh kitaplarında ittifakla kabul gören hususlardan birisidir. Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî mezheplerinde kadınların özel hallerinde oruç tutmalarının haram olduğu görüşü benimsenmiştir. Hz. Aişe’den nakledilen bir hadiste şöyle denmektedir: “Biz Hayızlı iken namaz kılmaz ve oruç tutmazdık, yalnızca oruçları kaza etmekle emrolunurduk.” Yine bir kadın sahabenin Hz. Peygamber’e gelerek, “kendisinin şiddetli ve uzun süren bir Hayız gördüğünü, bu halinin uzun süre kendisini namaz kılmaktan ve oruç tutmaktan alıkoyduğunu belirterek, bu konuda ne diyeceğini ve ne yapması gerektiğini sormuştur…” Bu rivayetlerin varlığı bile sahabe kadınlarının âdet kanamasını ibadete engel bir durum olarak bildiklerini göstermektedir.
Kadınların bu özel hallerinin oluşturduğu fizyolojik rahatsızlığın oruç tutmamaları için bir ruhsat oluşturduğunu söylemenin rasyonel dayanağı olamaz. Bütün kadınların aynı rahatsızlıkları hissettiklerini söylemek imkânsızdır.” (Anadolu Üniversitesi İlahiyat Ön lisans Programı-Günümüz Fıkıh Problemleri, s. 40-42).
Hz. Peygamber, kadınların özel hallerini kastederek; “Siz geceleri namaz kılmaz ve günlerce ramazanda oruç tutmazsınız” şeklinde bir beyanda da bulunmuştur. (Müslim, İman 132)
Harûrâlı kadının Hz. Aişe annemize sorduğu soruya karşılık, Hz. Aişe annemizin verdiği cevap da, adetli kadının o hal üzere iken her ne şartta olursa olsun oruç tutamayacağının delilidir. Aynı şekilde sair başka hadislerdeki bu manayı destekler rivayetlerde bu konudaki isabetli görüşü desteklemektedir.» [126]
«Bir rivayete göre Hz. Ayşe, “Hayz günlerindeki namazlarını kaza etmemiz gerekir mi?” diye soran bir kadına: Allah Elçisi zamanında biz âdet görürdük. Bize (âdetten sonra) namazımızı değil, sadece orucumuzu kaza etmemiz emredilirdi” demiştir (Müslim, Hayd: b. 15, h. 67-68).
İşte adetli kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı hakkındaki delil sadece Ayşe’ye dayandırılan bu rivayetlerdir. Zan ifade eden bu rivayetlerle Kur’an’ın kesin emri nasıl askıya alınamazsa bu rivayette adetli kadının namaz kılamayacağı hakkında bir söylem de yoktur. Sadece adetli kadının, kılmadığı namazı kaza edip etmeyeceğine dair bir sorunun cevabı vardır. Kur’an-ı Kerîm’de ne âdetin süresinden ne de adetliyken Kur’an okunamayacağından, namaz kılınamayacağından, oruç tutulamayacağından söz edilir. Hayd, tıpkı idrar tutamamak gibi bir özürdür. Özürlü erkek ibadetten muaf tutulmaz, sadece her vakit için abdest alıp ibadetini yapar. Kendi içinde olağanüstü çelişkili olan bu kişi rivayetleriyle maalesef din bozulmuş, Kur’an’ın söylemediği şeyler dine sokulmuştur.»[127]
«İşte âdetli kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı hakkındaki Hz. Ayşe’ye dayandırılan bu rivayetler, ilim ifade edecek nitelik ve güçte değildir. Zan ifade eden bu rivayetlerle Kur’an’ın kesin emri nasıl askıya alınabilir?»[128]
«--Muaze Bint Abdillah el Adeviyye Hadisi:
‘’Aişe r.a’ya sordum. Hayızlı neden orucunu kaza eder ama namazını kaza etmez? Aişe (ra): “Biz asrı saadette hayız sebebiyle namazı ve orucu bıraktığımızda namazı kaza etmekle emrolunmuyorduk, ama orucu kaza etmekle emrolunuyorduk da ondan” cevabını verdi.’’
Hadisin Kaynakları: -el Buhari, es Sahih, I.122 h no: 315; -Muslim, es Sahih, I.265 h no: 335; -şerhi için bk. İbn Hacer, Fethu’l Bari, I.422 vd.»[129]
Ebu Said el Hudari Hadisi:
“Peygamber efendimiz (bir bayram günü), Mescide çıktılar ve orada bulunan kadınlara hitap ederek Sadaka verin, sizlerin cehennemin çoğunluğunu oluşturduğunuzu gördüm, buyurdular. Niçin böyle ya rasulallah denildi. Efendimiz; çok lanet eder, eşlerinize çok isyan edersiniz. Dinleri ve akılları eksik olanlardan sizin gibi, erkeklerin dengesini bozma istidadında bir başkası daha yoktur. Kadınlar, aklımızın ve dinimizin eksikliği nedir ya rasulallah dediler. Efendimiz, sizlerden ikinizin şahitliği bir erkeğe denk tutuldu bu akıl eksikliğinin manasıdır. Hayız gördüğünüzde namaz kılmaz oruç tutmazsınız bu da dininizin eksikliğinin manasıdır” buyurdular. ‘’
Hadisin Kaynakları: el Buhari, I.16, h no: 298; Müslim, es Sahih, I.87, h no: 80.
İbn Ömer Hadisi;
“Efendimiz buyurdular ki, ey kadınlar çok sadaka verin. Ve çok istiğfar edin sizin cehennem ehlinin çoğunluğunu oluşturduğunuzu gördüm……...günler boyu oturur ama namaz kılmaz, ramazan da iftar eder oruç tutmazsınız. Dininin noksanlığının manası budur.”
Hadisin Kaynakları: Ebu Davud, es Sunen, h. no 4679; Ahmed b Hanbel, el Musned, II.66 vd. Benzer rivayet için bk. et Tirmizi, es Sunen, II.102; Ahmed b Hanbel, el Müsned, II.373 vd.; es Sanani, Subulu’s-selam Şerh Buluği’l-Meram, I.184; eş Şevkani, Neylu’l-Evtar, I.265 vd.
''Hayız vakti gelince namazını terk et''
el Buhari, es Sahih h no: 300
“Bize Allah rasulünün yanındayken hayız hali gelirdi de orucu kaza etmekle emrolunur ama namazı kaza etmekle emrolunmazdık.''
el Beyhaki, es Sünen, es Sağir h no: 640
''Hayız hali Allah’ın Âdem (as)ın kızlarına verdiği bir haldir. Hac da olursa hac şeairi yapılmaya devam edilir ama Beytullah’ın tavafından geri durulur...''
Buhari es Sahih h no: 1650; Müslim, es sahih h no: 1211
“Mescitler hayızlı ve cünüplere helal değildir.”
Buhari ve Müslim; İbn Mace, es Sünen, I.511; Ebu Davud, es Sünen h no: 232
“Cünüp ve hayızlı Kur’an’dan bir şey okumazlar.”»[130]
"Ona (Kur’an’a) tam olarak temizlenmiş olanlardan başkası el süremez" (el-Vâkıa 79)
«Ona ancak temiz olanlar dokunabilir ayetine, bağlamdan hareketle, “Levh-i mahfûza sadece tertemiz melekler dokunabilir” ya da “Kur’an’a ancak günahlardan temizlenmiş olanlar dokunabilir” anlamı verilmiştir. Kur’an’a abdestli olmayanların el süremeyeceği yönünde yorumlar da vardır (Taberî, XI, 659-661; Şevkânî, V, 186). Râgıb el-İsfahânî âyeti, “Kur’an’ın hakikat bilgilerine ancak nefsini arındıran ve fesat kirlerinden temizlenenler ulaşabilir” diye açıklamıştır (el-Müfredât, “?hr” md.).»[131]
«Ona sadece temiz olanlar dokunur (el-Vâkıa 79) mealindeki ayetin metninde yer alan ve “dokunulmama” kavramını yönlendiren zamirin, önceki iki ayette geçen Mushaf anlamındaki Kur’an’a mı yoksa levh-i mahfûz anlamındaki “kitab”a mı râci olduğu bilginler arasında ihtilaflıdır. Eğer zamir Kur’an’a râci ise ayetten, “Kur’an’a sadece cünüplükten, abdestsizlikten ve maddî kirliliklerden temizlenmiş olanlar dokunabilir”, levh-i mahfûza râci ise, “Levh-i Mahfuzdaki kitaba sadece melekler dokunabilir” şeklinde bir mana çıkar. Müfessirler, ikinci mananın Kur’an üslûbuna daha uygun düştüğünü belirtirler (bk. Taberî, XXVII, 118-119; krş. Râzî, XXIX, 194-195). Fakihlerin büyük çoğunluğu Hz. Peygamber’den nakledilen, “Kur’an’a ancak temiz olanlar dokunabilir” (el-Muva??a?, “?ur?ân”, 1; Nesâî, “?asâme”, 46) mealindeki hadisi de delil kabul etmişlerdir. Ancak cünüp kimsenin Mushaf’a dokunmasının câiz olmadığı konusunda icmâ bulunduğu kaydedilmekle birlikte bu hadisin sıhhati ve birden fazla manaya gelen “temiz” (tâhir) kelimesinin buradaki anlamı konusunda farklı görüşler de ileri sürülmüştür. Bu sebeple bazı sahabeler ve tabiin âlimleri, abdestsiz kimsenin Mushaf’a dokunabileceğini belirtmişler, Dâvûd ez-Zâhirî ve diğer bazı fakihler, cünüp kimsenin de Mushaf’a dokunmasında sakınca bulunmadığını ileri sürmüşlerdir (bk. Şevkânî, I, 243-245).» [132]
«Hanefilere göre, bir kılıf içindeki Kur’an’a el sürmek ve taşımak hayızlı ve cünüp için mümkün ve câizdir. Yine ilimle uğraşan kimse, tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarını zaruret yüzünden elbisesinin yeniyle veya eliyle tutabilir. Kur’an yapraklarını abdestli çevirmek müntahaptır. Yine bu yaprakları okumak için bir kalemle çevirmek de câizdir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l İslâmî ve Edilletuh, I, 471).» [133]
«Hayızlı kadının Kur’an okumasının hükmü konusunda âlimler görüş ayrılığı içindedir. Mâlikîler dışında kalan üç mezhebe mensup fakihlere göre bu haramdır. Bu konuda Hz. Peygamber’in yasaklamasını (İbn Mâce, “?ahâret”, 105; Tirmizî, “?ahâret”, 98) delil kabul eden üç mezhebin âlimleri de bazı ayrıntılarda ihtilâf etmişlerdir. Hanefî mezhebinde, Kur’an okumak niyetiyle bir ayetten daha az cümleciklerin bile telaffuz edilmesi câiz görülmemiş, ancak hanım öğreticilerin Kur’an dersi verirken kelimeleri tek tek söylemek suretiyle görevlerini yerine getirmelerinde bir sakınca görülmemiştir. Aynı şekilde dua ve zikir niyetiyle Kur’an okunması da câiz görülmüştür. Şafii fakihleri, hayızlı kadının Kur’an’ın bir harfini bile telaffuzunu câiz görmemiş, ancak Mushaf’a bakarak kendisinin de işitemeyeceği şekilde içinden okumasının câiz olduğunu söylemişlerdir. Hanbelilerde tam bir ayetin ve daha fazlasının okunması câiz olmadığı halde ayetin bir kısmının okunması, bir ayetten az cümleciklerde câiz görülmüştür. Aynı şekilde telaffuz etmeksizin zikir ve dua maksadıyla okunmasını câiz görenlerin yanı sıra İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi unutma tehlikesi halinde hayızlının Kur’an okuyabileceği görüşünde olanlar da vardır. Malikiler ise, bazı sahabe ve tabiin âlimlerinden rivayet edilen bu yöndeki görüşlerin de desteğiyle kadının hayız süresi içinde Kur’an okuyabileceğini, fakat kanı kesildiği andan itibaren gusledip temizleninceye kadar okumasının câiz olmadığını söylemişlerdir. İbn Hazm ve diğer bazı âlimler de hayızlı kadının ve cünübün Kur’an okuyabileceğini ileri sürmüşlerdir (el-Mu?allâ, I, 78-80).
Hayızlının Mushaf’a dokunması da Kur’an okuması hükmünde olduğu gibi yine fakihlerin büyük çoğunluğu tarafından câiz görülmemiştir. Bu âlimler, kitaba ancak temiz olanların dokunabileceğini bildiren ayet (el-Vâkıa 56/79) ve Kur’an’a temiz olanlardan başkasının dokunamayacağını belirten hadisi (el-Muva??a?, “?ur?ân”, 1; Nesâî, “?asâme”, 46) delil göstermişlerdir.
Ancak İbn Hazm ile birlikte bazı fakihler, söz konusu ayette geçen kitapla Kur’an’ın değil Levh-i Mahfuz’un kastedildiğini, hadisin de sahih sayılamayacağını ve her iki nasta işaret edilen “temiz olanlar” ifadesinin melekler veya müminler şeklinde yorumlanması gerektiğini belirterek hayızlının ve cünübün Kur’an’a dokunmasında sakınca bulunmadığını söylemişlerdir (el-Mu?allâ, I, 81-84; Şevkânî, I, 243-245).»[134]
«Tirmizi'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadise göre, hayızlı kadın ve cünüp olan kişi Kur'an'dan hiçbir şey okuyamaz. Fakat bu, Hz. Peygamber'e ulaşmayan bir haberdir. Bu konuda hüküm verme yetkisi Hz. Peygamber'e aittir. Namaz kılmayın, oruç tutmayın diyen Peygamber, Kur'an okumayın diyemez miydi? Ayrıca İbn Abbas ve İbrahim Nehai, cünübün Kur'an okumasında bir beis görmemişlerdir (İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi (Kütüb-i Sitte, İstanbul, ts, c. X, s. 362). Fakat Kur'an'ı eline alarak mı, yoksa ezberden okumayı mı kastettikleri anlaşılamamaktadır. Bize göre hayızlı kadın cünüp değil hastadır. Çünkü Kur'an hayız halini, hastalık olarak nitelendirmektedir. Herhangi bir hastalığa yakalanan kişiye, Kur'an okumak yasaklanamayacağına göre, bir hastalık olan hayıza yakalanan kadına Kur'an okuyamazsın denebilir mi? Bu soruya verilecek cevap dinin ruhuna uygun olmalıdır.» [135]
«Âdetli veya lohusa kadının ibadeti ile ilgili yasak yoktur. Eğer olsa veya yeni bir yasak gelseydi, nesih kuralı gereği, Kur’an’da açıkça yer alırdı. Böyle olmadığına göre bazı rivayetlere dayanıp âdetli kadının namazı, orucu ve eline Kur’an’ı alıp okuması ile ilgili yasak koymak, gerçeği bırakıp zanna uymaktan başka bir şey değildir.» [136]
«İbrahim en-Nehaî, “Hayızlı kadının ayet (Kur’an) okumasında beis yoktur” demiştir.
İbn Abbas cünübün kıraatte bulunmasında (Kur’an okumasında) bir mahzur görmemiştir.
“Peygamber (sallâllahu aleyhi ve sellem) zamanlarının tamamında (yani her halinde) Allah’ı zikrederdi.” (Sahih-i Buhari, K. Hayz, 8.)
Bu hadis, cünüp ve hayızlının Kur’an okumalarının caiz olduğuna delildir. Zira Peygamberimizin (sallâllahu aleyhi ve sellem) istisnasız her durumda Allah’ı zikrettiğini haber vermektedir. “Zikr” ile Kur’an İslâm literatüründe aynı anlamı taşırlar. Bu ikisinin ifade ettiği manayı farklı değerlendirenler sadece insanlardır. Cenab-ı Hak “Zikri biz indirdik ve onu biz muhafaza edeceğiz.” (Hicr, 9) ayetinde olduğu gibi birçok ayeti kerimede Kur’an’ı “zikir” olarak nitelendirmiştir.» [137]
Yazarların Buhari’den aktardığı, “Hz. Peygamber, zamanlarının tamamında (yani her halinde) Allah’ı zikrederdi” ifadesine dayanarak, “Zikr ile Kur’an İslâm literatüründe aynı anlamı taşırlar” ifadesi doğru bir ifadedir.[138]
Ancak “bu hadis, cünüp ve hayızlı kimselerin Kur’an okumalarının caiz olduğuna bir delildir” fetvası ise isabetli bir karar değildir.
Çünkü, zikir sözünün anlamı sadece Kur’an kelimesinden ibaret değildir. Ve bu ayet bize, zikrin en görkemlisi olan Kur’an’a diğer zikirlerden daha fazla önem vermemizi ve daha özel davranmamızı emretmektedir.
Bu mevzu ile ilgili ayet Vâkıa 79’dur. Tefsiri hakkında çokça konuşulmuştur. Bir kısmını burada aktaracağız, sonra kendi kararımızla mevzuyu noktalayacağız.
«Bazı müşrikler Kur'an'ın şeytanlar tarafından yere indirilmiş bir mesaj olduğunu ileri sürdüler. Bu ayet bu iddiayı reddediyor. Çünkü yüce Allah'ın bilgisi ve koruması altında saklanan bu kitaba şeytanlar dokunamaz. Onu Peygambere getirenler, tertemiz meleklerdir. "Ona sadece tertemiz olanlar el sürebilir" ayetinin en tutarlı, en mantıklı açıklaması budur. Sebebine gelince ayetin başındaki "lâ" edatı cümledeki eylemin gerçekleşmeyeceğini belirten bir olumsuzluk edatıdır, yasaklama anlamı taşıyan bir edat değildir. Yoksa yeryüzünde bu Kur'an'ı temizler de pisler de müminler de kafirler de elleyebilirler. Bu durumda olumsuz anlamı gerçeklik kazanamaz, askıda kalır.»[139]
«Bazı müfessirler ayette geçen (La)yı nehiy La'sı olarak kabul etmiş, ayeti "temiz olanlardan başkasının Ona dokunmaması gerekir" şeklinde yorumlamıştır. Bazıları ise nehiy "La"sı olarak kabul etmiş ve ayete "temiz olanlardan başkası Ona dokunamaz" şeklinde anlam vermiştir. Bu müfessirler, bu nehyin, Rasulullah'ın (Müslümanlar kardeştir. Biri diğerine zulüm etmez." hadisindeki gibi kullanıldığı görüşündedirler. Yani, "Bir Müslüman diğerine zulmetmesin" denilmek istenmiştir. Dolayısı ile ayetin anlamı da "temiz olmayan bir kimse Kur'an'a dokunmasın" şeklinde anlaşılmalıdır. Bu ayetten, "Kur'an'a abdestsiz dokunmak yasaktır" şeklinde fıkhi bir hüküm çıkarmak doğru değildir denebilir. Ancak, Allah indinde bu kitaba temiz olanların dışında hiçbir mahluk nasıl yaklaşamaz ise, dünyada da bu kitaba, ilahî bir kitap olarak iman edenlerin, temiz olmadan ona dokunmaktan kaçınmaları gerektiği öne sürülebilir.» [140]
«Bu mesele hakkında muhtelif rivayetleri aşağıda zikretmekte yarar görüyoruz:
1) İmam Malik'in Muvatta adlı eserinde, Abdullah bin Ebubekir, Muhammed bin Ömer bin Hazm'dan naklettiği rivayete göre, Hz. Peygamber'in (s.a.), Ömer bin Hazm ile Yemen beldesi liderlerine gönderdiği yazılı emirlerden biri "La yemessuhûl-Kur'ane illa tahîrûn" şeklindedir.
2) Hz. Ali'nin rivayet ettiğine göre, cünüplüğün dışında hiçbir şey Hz. Peygamber'i Kur'an okumaktan alıkoymazdı. (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei)
3) İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber, cenabet ve hayız halinde olanların Kur'an okumamalarını emretmiştir. (Ebu Davud, Tirmizi)
4) Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Bizans İmparatoru Herakliyus'a Hz. Peygamber'in (s.a.) gönderdiği mektupta "Ey Ehli Kitap, sizinle bizim aramızdaki ortak bir kelimeye gelin..." ayeti yazılı idi.
Bu mesele hakkında Sahabe ve Tabiun'dan çeşitli görüşler naklediyoruz:
Selman el-Farisî "Abdestsiz Kur'an okumanın bir sakıncası yoktur ama dokunmak caiz değildir" demiştir. Sa'd bin Ebi Vakkas ve İbn Ömer de aynı görüştedirler. Hasan Basri ve İbrahim Nehaî, "Abdestsiz Kur'an'a dokunmak mekruhtur" demişlerdir. (Ahkamûl-Kur'an, el-Cessas) Ayrıca Ata, Tavus, Şa'bî ve Kasım bin Muhammed'den de aynı görüş nakledilmektedir. (El-Muğni, İbn Kudeme)
İbn Abbas ise, Kur'an okumayı düzenli bir şekilde devamlı sürdüren kimseler için, "ezberden okuyarak devam etsinler" demiş ve kendisi de bu şekilde davranmıştır.
Fakihlerin görüşleri:
İmam Kâşânî, "Bedaiüs-Senayî" adlı eserinde Hanefilerin görüşlerini açıklarken şunları söylüyor: "Nasıl abdestsiz namaz kılmak caiz değil ise abdestsiz Kur'an'a dokunmak da caiz değildir. Fakat Kur'an bir kılıf içinde bulunuyorsa dokunulabilir."
Bazı Hanefî fakihleri, Kur'an ayetlerinin yazılı olduğu şeylere abdestsiz dokunulabileceğini söylemektedirler.
Şafiî mezhebi imamlarından, İmam Nûdi, "el-Minhac" adlı eserinde Şafiilerin görüşlerini şöyle açıklar:
"Namaz ve Tavaf'da olduğu gibi Kur'an'a abdestsiz dokunmak haramdır. Abdestsiz Kur'an okuyan bir kimse çubuk, cetvel vb. araçlarla Kur'an'ın sayfalarını çevirebilir."
Malikî Mezhebi, abdestsiz Kur'an'a dokunulmayacağı konusunda Cumhur ile ittifak halindedir. Fakat öğretmen ve öğrenci Kur'an öğrendikleri, öğrettikleri için bu hükümden istisna edilmişlerdir. Hatta Kur'an öğrenmek için hayızlı kadınlar dahi Kur'an'a dokunabilirler.
İbn Kudame, el-Muğni adlı eserinde İmam Malik'in şu görüşünü nakletmiştir: "Cünüp bir halde Kur'an okumak yasaktır. Ama hayız halinde kadının Kur'an okuması caizdir. Çünkü, onu uzun bir süre Kur'an okumaktan men ederseniz, Kur'an'ı unutur."
İbn Kudame'nin naklettiğine göre "Hanbeli Mezhebinde cünüplük, hayız ve nifas halinde Kur'an veya Kur'an'dan tam bir ayet okumak caiz değildir. Kur'an'a abdestsiz dokunmak da kesinlikle caiz değildir. Ancak bir ayetin yazılı olduğu fıkıh kitabına veya mektuba dokunulabilir. Ayrıca Kur'an kılıf içinde ise yine abdestsiz ona dokunmak caizdir. Tefsir kitaplarına da dokunulabilir. Şayet Kur'an'a dokunmak acilen gerektiyse, teyemmüm alınır ve öyle dokunulur.
Zahiriye Mezhebine göre cünüp, hayız, nifas ve abdestsiz hallerde Kur'an'ı okumak veya dokunmak her halükârda caizdir (İbn Hazm, el-Muhalla, cilt: 1, sh. 77-84). Bu meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alan İbn Hazm, kendi görüşleri hakkında sağlam deliller öne sürmüş ve "Fakihlerin Kur'an'a dokunmak ve okumak hakkında ileri sürdükleri delillerin hiçbiri ne Kur'an'da ne de Sünnette sabit değildir" demiştir.” (Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 6/100-102).» [141]
«Bu ayet hem bir gerçeği ifade etmekte hem de bir hüküm koymaktadır. Gerçeğin ifadesi olarak, (melekler ve insanlardan Cenabı Allah’ın seçtiği peygamberler gibi tertemiz kullar dışında) kimse Levh-i Mahfuz’a uzanamaz, ondaki bilgileri edinemez. Özellikle cinlerin, şeytanların ona uzanmasına asla izin verilmez. Ayetteki hüküm ise, duruma göre abdest veya gusül ile kirden (hadesten) arınmamış olan, şirk ve küfür ile kirlenmiş olan Kur’an’a el süremez. Ayet, bu her iki manayı da aynı derecede ifade etmektedir. Bununla birlikte, ayetin sibakı (öncesi) ikinci manayı daha çok güçlendirmektedir.»[142]
«Elimizde bu ayetin ne anlama geldiğini belirten iki hadis vardır. Bu hadislere göre ayetin anlamı "Kur'an'a sadece temiz olanlar el sürebilir" biçimindedir. Fakat tefsir bilgini İbn-i Kesir bu hadisler hakkında şöyle diyor: "Bu hadisler Zühri ve başkaları tarafından aktarılmıştır. Böyle bir aktarma zincirine güvenerek getirdikleri sözleri delil olarak kullanmamız doğru değildir. Bu hadisi Darekutni Amr b. Hazm'e, Abdullah b. Ömer'e ve Osman b. Ebul As'a dayandırarak aktarmıştır. Ama her üçünün aktarma zincirlerinde de tartışılabilir halkalar vardır. Doğrusunu Allah bilir.» [143]
«Vâkıa 79’da “Ona / Kur’an’a arınmış olanlardan başkası dokunamaz” ayetinde Kur’an ile kastedilen şey Mushaf’tır. Nitekim Müslim, Abdullah îbn Ömer'den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) Kur’an ile düşman topraklarına gitmeyi, düşmanın ona ulaşmasından korkarak yasaklamıştır. Bu konuda İmam Mâlik'in el-Muvatta isimli eserinde naklettiği rivayeti de delil getirirler. İmam Malik der ki: Abdullah İbn Ebu Bekr İbn Muhammed İbn Ömer İbn Amr İbn Hazm dedi ki: Rasûlullah (s.a.)ın Amr İbn Hazm'a yazdığı mektupta şu ifade yer alıyordu: Temiz olanlardan başkası Kur’an’a dokunmamalıdır. Ebu Dâvûd da mürsel hadisler arasında Zührî'den nakleder ki; o, Ebu Bekr İbn Muhammed İbn Amr İbn Hazm'ın yanında bulunan bir sahifede okudum ki; Rasûlullah (s.a.): “Kur’an’ı ancak abdestli olanlar elleyebilir” demiştir. Bu hadis, bulunarak elde edilmiş olup sağlam bir hadistir. Onu Zührî ve başkaları okumuşlardır. Bu gibi hadisleri kabul etmek gerekir. Darekutnî ise bu hadîsi Amr İbn Hazm kanalıyla Abdullah İbn Ömer'e ve ondan da Osman İbn Ebu'l-Âsî'ye isnâd eder ki, bunların her birinin isnadının üzerinde durulması gerekir. Allah en iyisini bilendir.»[144]
«Ona tam temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz cümlesi, “meleklerden başkası ona el süremez, ona yaklaşamaz, ona muttali (onun hakkında bilgi sahibi) olamaz” demektir. Veya bu cümle nehiy manasına bir haberdir ki, "Abdestsiz olanlar ona el sürmesin!" demektir.»[145]
«Ona tam bir surette temizlenmiş alanlardan başkası el süremez (Vâkıa 79) demek, Levh-i mahfuza cismani bulaşıklardan temizlenmiş olanlardan başkası muttali olamaz. Ona muttali olan (erişebilen) yalnız meleklerdir. Yahut Kur’an’a hadeslerden tamamen temizlenmiş olanlardan başkası el süremez. Bu tefsire göre lâ yemessühû ifadesi, nehiy (yasaklama) manasına bir olumsuzlamadır. Yahut “EI sürmesin”dir. Yahut mana şudur: Kur’an’ı küfürden temizlenmemiş olanlar istemezler demektir (Beyzâvî).»[146]
«Kur'an Allah nezdinde mahfuz ve şeytanın ahzinden masundur. Binaenaleyh kıyamete kadar hükümleri ve metni değiştirilmekten mahfuzdur, Kur’an’a ancak hadesten ve necasetten temiz olanlar dokunur. Zira Kur'an; âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ tarafından indirilmiş bir kitap olduğundan ona yapışacak kimse abdestli ve necasetten temiz olmalı ki kitabın kutsiyetine riayet etmiş olsun. Zira; abdesti olmayan ve cünüp olan kimsenin Kur’an’a yapışması günahtır.»[147]
«Vâkıa 79’ncu âyette, “Ona temizlenmiş olanlardan başkası el süremez” ifadesinde, “Huve (ona)” zamiri, bir önceki âyetteki “kitab”a gider. Kitap kelimesine Mushaf anlamı verenlere göre, âyetteki “temizlenenler”den maksat, Kur’an’ı yazan ve özenle saklayan temizlenmiş, tertemiz olmuş Müslümanlardır. Kirli, pis ve cünüplük içinde bulunan kimseler ona el süremez. Abdullah İbn Ömer’in, “Allah’ın elçisi, Kur’an’ın düşman eline geçmemesi için, düşman yurduna götürülmesini yasakladı” dediği rivayet edilmiştir (Buhârî, Cihâd, 129; Müslim, İmâret, 92-94; Ebu Dâvud, Cihâd, 81; İbn Mâce, Cihâd, 45; Mâlik, Muvatta’, Cihâd, 7; A. İbn Hanbel, II, 6,7).
Ayetteki, “korunmuş kitab”a, “Levh-i mahfûz” anlamı verenler, ona dokunabilecek “temizlenenlerin” melekler olduğunu, bu yüzden, insanların Kur’an’ı abdestsiz tutmalarında bir sakınca bulunmadığını söylemişlerdir. Selman, İbn Abbas, Şa’bî, Zeyd İbn Ali, Müeyyed Billâh ve Katâde bu görüştedir (Hüseyin İbn Ûdeh, el-Mevsûatü’l-Fıkhıyye, 2. baskı, Beyrut 1423/2002, “Hayz ve Kur’an” mad. I, 111-117; Zürkânî, I, 138).
Çoğunluk fakihler Kur’an’a abdestsiz el sürmenin caiz olmadığı görüşündedir. Delil, Hz. Peygamber’in Amr İbn Hazm’a yazdığı mektupta; “Temiz olmadıkça Kur’an’a el sürmemesini” istemesidir (bk. Dârekutnî, Tahâre, 439). Burada, “tâhirun (temiz olan kişi)” cünüplük, hayız ve loğusalıktan ve hades-i asğar denilen abdestsizlik durumundan temizlenmiş olan kimseyi kapsar. İmam Şâfiî ve Mâlik bu görüşü benimsemiştir. Diğer yandan İmam Malik’in eğitim ve öğretim amacıyla öğretmen ve öğrencinin sürekli abdestli bulunması güç olduğu için, bunların, hatta âdetli olan bayanın, âdet günlerinde Mushaf’ı tutabileceğini caiz gördüğü nakledilmiştir (bk. Bâcî, Müntekâ Şerhu’l-Muvatta’, 4. baskı, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1404/1984, I, 120, 121; el-Mevsûatü’l-Fıkhıyye, 1. baskı, Nşr. Vezâretü’l-Evkâf, Kuveyt 1419/1998, “Mushaf” mad.)
İbn Abbas, Dâvud İbn Ali, İbn Hazm ve Şevkânî gibi bilginler, yukarıdaki ayetin Mushaf’la değil, Levh-i mahfûzla ilgili olduğunu ileri sürerek, abdestli olmayanın Mushaf’a dokunmasını ve Kur’an’ı okumasını caiz görmüşlerdir (bk. Râzî, age, XXIX, 192-196; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, I, 435, II, 32; Şevkânî, Feth, V, 186, Neyl, I, 225-227, 246-248).
Ebu Hanife’den bu konuda iki görüş nakledilmiştir. Ondan gelen bir rivayete göre, abdestsiz kişi, Kur’an’a el sürebilir ve okuyabilir. Bu görüş İbn Abbas, Şa’bî vb. seleften gelmiştir. İkinci rivayete göre, abdestsiz kişi, sadece yazı olmayan dış kabuğuna el sürebilir ve ezbere okuyabilir (bk. Kurtubî, Câmi’, XVII, 146, 147). Ancak şunu belirtelim ki, bu görüş ayrılıklarından kaçınmak için, Kur’an’ı temiz ve abdestli olarak ele almak ve okumak, ona saygıyı belirten bir davranış sayıldığı için, ilk dönemlerden itibaren Müslümanların buna özen gösterdikleri görülür. Böyle bir davranışın, müminin ecrini ve feyzini artıracağında kuşku yoktur.»[148]
«Yukarıda zikredilen görüş ayrılığı da göstermektedir ki adetli kadının Kur' an okuyamayacağı ya da Mushaf' a dokunamayacağına dair ileri sürülen ayetlerin ifade ettiği mana yoruma açık, yani usulî anlamda nass değildir. Bu sebeple de ayetler, cünüp ve hayızlının Kur'an'a dokunmasının haram olduğu konusunda kesin bir delil teşkil etmemektedir. Bununla birlikte ayetin, işaret yolu ile haramlık hükmünü getirdiği de ifade edilmiştir: "Madem ki Kur'an'ın Levh-i mahfuzdaki sayfalarına sadece temiz olanlar dokunabiliyor, insanların elindeki Kur'an sahifelerine de ancak temiz olanlar dokunabilir." Elbette ki, bu konudaki hükmün ortaya çıkarılması için, yukarıdaki ayetlere getirilen yorumlardan birini tercihe gerek bırakmayan ve dört mezhep tarafından delil olarak kullanılan rivayetler de vardır.
Dolayısıyla günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı da Kur'an eğitim ve öğretiminin aksamadan devam edebilmesi için Maliki mezhebinin bu görüşüyle amel edilebileceğini ifade etmiştir. Bununla birlikte Kur'an eğitim ve öğretiminin çok değişik yol ve yöntemleri olduğu için bu dönemlerindeki hanımların okuyan kimselere kulak vererek ya da cd, dvd veya kasetten dinleyerek kulak eğitimi almaları ve ayetleri kelime kelime bölerek tashih-i hurûfa ağırlık vermeleri de uygulanabilecek bir başka yöntemdir. Bu yol, mümkün olursa ihtilaftan kaçınmak açısından daha ihtiyatlı olabilir.
Kur'an-ı Kerim' de yasaklanmadığı için, kadınların adet günlerinde namazlarını kılıp oruçlarını tutabilecekleri sözü isabetli değildir. Bu iddia, bu konudaki hadis-i şeriflere, icmaa ve peygamberimizden günümüze kadar ki Müslümanların uygulamasına aykırıdır. Yukarıda belirtildiği üzere, sözüne itibar edilen hiçbir İslam alimi böyle görüş ileri sürmemiştir. Konuya kadın erkek eşitliği açısından bakmak da yanlıştır. Bunun kadın erkek eşitliğiyle bir ilgisi yoktur. Peygamberimiz (sas), hanımların bu halleri devam ettiği sürece namaz kılamayacaklarını ve oruç tutamayacaklarını bildirmiştir. Kadınların adet döneminde çoğunluğun görüşü dikkate alındığında Mushaf ı tutmamaları ve Kur'an okumamaları ihtiyata daha muvafıktır. Eğitim öğretim gibi zaruri hallerde ise Maliki mezhebinden istifade edilebilir.»[149]
İlkin öncesiyle ve sonrasıyla ayetin mealini verelim:
77. Muhakkak ki bu, çok değerli bir Kur’an’dır; 21/10. 23/71. 43/44
78. (Aslı, Levh-i Mahfuz’da)[150] korunmuş bir Kitaptadır.
79. Ona / Bu Kur’an’a, tam arınanlardan[151] başkası dokunamaz; (iddıher / ıttıhar: 5/6)
[Necisler / gönülleri kirli kimseler, onunla asla irtibat kuramaz].[152] 7/146
80. O, âlemlerin Rabbince indirilmedir [bu tarafınızdan yadsınamaz].
Sonra da kararımızı dillendirelim:
Müfessirlerin bir kısmı, lâ yemessü-hû ifadesindeki Kur’an’a giden hû zamirinin Levh-i Mahfûz’u işaret ettiğini söyleyerek, kendi işlerini oldukça zora sokmuşlar, böylece işin içinde bir türlü çıkamamışlardır.
Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum:
“Ahmet var ya Ahmet, öyle güçlü bir güreşçidir ki, aynı zamanda milli takımda bir sporcudur. O, benim en küçük oğlumdur.”
Yukarıdaki cümlenin içerisinde geçen “o, benim en küçük oğlumdur” sözündeki “o” zamiriyle anılan kimseyi “milli takım” grubu olarak anlamak doğru mudur?
İkinci hata olarak, ıddıhar kelimesine abdest anlamı vererek iyice bocalamışlardır.
Oysa ıddıhar kelimesi, Mâide 6’da olduğu gibi “külliyen temizlenmek / tepeden tırnağa yıkanmak / boy abdesti almak / tamamen arınmak” demektir.
Mâide 6’daki ıddıhar fiili, in küntüm cünüben fattahherû ifadesiyle cünüplükten temizlenmeyi emretmektedir. Demek ki Allah katında âdet gören hanımların durumu cünüplükle eşdeğerdedir. Âdet halinden kurtulduklarında, cünüp kimsenin temizlendiği gibi tepeden tırnağa temizlenmeleri gerekmektedir.
Bu yüzden hayızlı kişi, aynen cünüp olan kimseler gibi Kur’an’a / Kur’an metinlerine, Latin harfleriyle bile yazılsa dokunmamalıdır. Bunun yerine, içindeki Kur’an metinlerine dokunmama şartıyla tefsir veya meal okumalıdır.
Kur’an’ın tertili (tetkiki), kadın-erkek her mümin için aslında her gece şarttır. Bu yüzden, ayete değerim de günaha girerim endişesi taşıyan hayızlı hanımlar, kadın-erkek her mümine cidden mecburi olan Kur’an’ı tertil eylemini gerçekleştirmek amacıyla, evlerinde içinde Kur’an metni olmayan meal ve tefsirler bulundurmalıdır.
Günümüzde oldukça revaçta olan radyo, tv veya diğer medyaları, boş uğraşlar uğruna değil bilhassa bu maksatla kullanmalıdır.
[1] İSLAM FIKHINA GÖRE KADINLARIN ÂDET VE LOHUSALIK GÜNLERİNDE MESCİTLERE GİRİŞ SORUNU, Yrd. Doç. Dr. ALİ YÜKSEK, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Hukuku. [ali.yuksek@omu.edu.tr].
[2] TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[3] Op. Dr. Emine BARIN, www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/regl-adet-nedir
[4] REGL NE DEMEKTİR? medicalpark.com.tr/regl
[5] medicalpark.com.tr: “Regl, rahim içi duvarının kasılmasına bağlı olarak görülen âdet ağrısı veya regl sancısı olarak bilinen yakınmalardır.”
[6] İhsan Eliaçık Meali Açıklaması
[7] Süleymaniye Vakfı Meali Bakara 222 Açıklaması
[8] İsmail Yakıt Bakara 222 Açıklaması
[9] https://www.suleymaniyevakfi.org/kuran-dersleri/2-bakara-suresi-222-ayet.html
[10] İsmail Yakıt Meali Bakara 222 Açıklaması
[11] İSLAM FIKHINA GÖRE HAYIZLI KADININ ORUCU, Hadi Sağlam-İbrahim Arpacı
[12] Hasenat.net. Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - BAKARA SURESİ 222
[13] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1/439-441.
[14] Mehmet Türk Meali Bakara 222 Açıklaması
[15] Bkz. Hasenat.net. Diyanet - Kuran Yolu - BAKARA SURESİ 222
[16] Mehmet Okuyan Meali Bakara 222 Açıklaması
[17] Cemil Said (1924). * «MAHZUR: Engel Mâni Müşkül Dezavantaj Ket Engelleyiş Baraj Perde Engebe Bariyer Sakınca» {Word}.
[18] Kadri Çelik Meali
[19] Abdullah-Ahmet Akgül Meali
[20] Mehmet Çoban Meali
[21] A. Hulusi
[22] Ayet ve Hadislerle Meal
[23] İSLAM FIKHI AÇISINDAN KADINLARIN ÖZEL DURUMLARINDA İBADET, Yüksek Lisans Tezi İbrahim ARPACI
[24] Hasenat.net. Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - BAKARA SURESİ 222
[25] Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[26] TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 12; sayfa: 36, [EZÂ - Mustafa Çağrıcı]
[27] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu: I/241-242.
[28] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1/439-441.
[29] İSLAM FIKHI AÇISINDAN KADINLARIN ÖZEL DURUMLARINDA İBADET, Yüksek Lisans Tezi İbrahim ARPACI
[30] TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 12; sayfa: 36, [EZÂ - Mustafa Çağrıcı]
[31] Hüseyin Atay, Kur'an'a Göre Araştırmalar I-III, s. 27,28.
[32] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[33] Tefhim'ul Kur'an, Ebu'l-Ala Mevdudî, Yeni Merkez Cezaevi / Multan
[34] Kur’an Aydınlığı, Tuncer Namlı, 807, Not 176
[35] İslam Nasıl Yozlaştırıldı, Yaşar Nuri Öztürk, http://www.youtube.com/watch?
[36] İSLAM FIKHI AÇISINDAN KADINLARIN ÖZEL DURUMLARINDA İBADET, Yüksek Lisans Tezi İbrahim ARPACI
[38] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu: I/241-242.
[39] Bkz. İslam Fıkhına Göre Hayızlı Kadının Orucu, Hadi Sağlam-İbrahim Arpacı
[40] TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[41] KADININ ÖZEL HALLERİNDE İBADETİ, YÜKSEK LİSANS TEZİ Sümeyye TURAN, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Faruk BEŞER EYLÜL 2009
[42] Şamil İslam Ansiklopedisi
[43] Op. Dr. Tülay Top, www.florence.com.tr/regl
[44] Op. Dr. Tülay Top, www.florence.com.tr/regl
[45] Op. Dr. Emine BARIN, www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/regl-adet-nedir
[46] www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/regl-donemi-hakkinda-dogru-bilinen-8-yanlis. Op. Dr. Emine BARIN, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Memorial Bahçelievler Hastanesi
[47] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1/439-441.
[48] Bkz. Hasenat.net. Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - BAKARA SURESİ 222.
[49] ÖZEL GÜNLERİNDEKİ KADINLARIN İBADETİ, Prof. Dr. Nihat DALGIN, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.9, 2007, s.379-414
[50] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2001 İstanbul, 23. cilt, 334-335. İSTİHÂZE. Müellif: SALİM ÖĞÜT
[51] İhsan Eliaçık Bakara 222 Açıklaması
[52] İslam Fıkhına Göre Hayızlı Kadının Orucu, Hadi Sağlam-İbrahim Arpacı
[53] TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 12; sayfa: 36, [EZÂ - Mustafa Çağrıcı]
[54] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[55] https://kurantefsir.wordpress.com. M. İslâmoğlu Tefsiri
[56] www.hayrettinkaraman.net
[57] TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[58] Op. Dr. Emine BARIN, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Memorial Bahçelievler Hastanesi
[59] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1993 İstanbul, 7. cilt, 349-351. CENÂBET. Müellif: SALİM ÖĞÜT
[60] Hakkı Yılmaz Meali
[61] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[62] 1998 TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[63] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1996 İstanbul, 14. cilt, 213-214, GUSÜL. Müellif: MEHMET ŞENER
[64] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[65] Prof. Dr. Süleyman Ateş Kur’an Ansiklopedisi Kuba Yayınları: 8/23-25
[66] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[67] Cemal Külünkoğlu Meali Bakara 222 Açıklaması
[68] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1993 İstanbul, 7. cilt, 349-351. CENÂBET. Müellif: SALİM ÖĞÜT
[69] Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, 1993 İstanbul, 7. cilt, 349-351. CENÂBET, Müellif: SALİM ÖĞÜT
[70] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1996 İstanbul, 14. cilt, 213-214, GUSÜL. Müellif: MEHMET ŞENER
[71] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1993 İstanbul, 7. cilt, 349-351. CENÂBET. Müellif: SALİM ÖĞÜT
[72] TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 12; sayfa: 36, [EZÂ - Mustafa Çağrıcı]
[73] «Hayız, uzaklaştırıcı bir özelliktir» {BEYDAVİ TEFSİRİ, Mütercim Şadi Eren}
[74] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 2/614-618.
[75] TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt 31, 391-401, [MU’TEZİLE – İlyas Çelebi]
[76] Tefhim'ul Kur'an, Ebu'l-Ala Mevdudî,
[77] BEYDAVİ TEFSİRİ, Mütercim Şadi Eren (Sen de oku: bit.ly/kuranikrm)
[78] Prof. Dr. Süleyman Ateş Kur’an Ansiklopedisi Kuba Yayınları: 8/23-25
[79] Bkz. https://www.suleymaniyevakfi.org/kuran-dersleri/2-bakara-suresi-222-ayet.html
[80] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 2/614-618.
[81] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[82] Hasenat.net. Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - BAKARA SURESİ 222
[83] Hasenat.net. Diyanet - Kuran Yolu - BAKARA SURESİ 222
[84] 1998 TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[85] BEYDAVİ TEFSİRİ, Mütercim Şadi Eren (Sen de oku: bit.ly/kuranikrm)
[86] TDV İslâm Ansiklopedisi, 15. cilt, 1. HADES. Müellif: RAHMİ YARAN
[87] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2010 İstanbul, 39. cilt, 382-385, TAHÂRET. Müellif: SALİM ÖĞÜT
[88] Bkz. Hasenat.net. Diyanet - Kuran Yolu - BAKARA SURESİ 222
[89] Mahmut Kısa Meali, Maide 6 Açıklaması
[90] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1996 İstanbul, 14. cilt, 213-214, GUSÜL. Müellif: MEHMET ŞENER
[91] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, D. İ. Başkanlığı Yayınları: 1/439-441.
[92] Hasenat.net. Diyanet - Kuran Yolu - BAKARA SURESİ 222
[93] TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[94] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1998, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ. * HADES: «Namaz gibi bazı ibadetleri ifa etmeye engel olan hükmî kirliliktir. Fıkıh ilminde, abdestsizlik veya cünüplük dolayısıyla insanda meydana geldiği varsayılan manevi (hükmî) kirliliği veya bu kirliliğin sebebini ifade etmektedir.» {TDV İslâm Ansiklopedisi, 1997 İstanbul, 15. cilt, 1. Müellif: RAHMİ YARAN}.
[95] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1996 İstanbul, 14. cilt, 213-214, GUSÜL. Müellif: MEHMET ŞENER
[96] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2011 İstanbul, 40. cilt, 427-428. TEMİZLİK Müellif: MUSTAFA ÇAĞRICI
[97] Bkz. Viyana Okulu Meali. Yukarıdaki cümle bu şekilde değildir. Bu biçimi bana aittir.
[98] Hüseyin Atay, Kur'an'a Göre Araştırmalar I-III, s. 27,28.
[99] Edip Yüksel Meali Bakara 222 Açıklaması
[100] Cemal Külünkoğlu Meali Açıklaması
[101] Hakkı Yılmaz, istekuran.net/sureler/87-bakara-suresi-
[102] Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 31. c. (XVI, 581 s.), Hüsamettin Aksu
[103] Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 32. c. (XVI, 590 s.), Nebi Bozkurt
[104] www.hayrettinkaraman.net
[105] Tebyin, Hakkı Yılmaz
[106] Hakkı Yılmaz, istekuran.net/sureler/87-bakara-suresi-
[107] «Yetişkin bir kadının cinsel organından üç türlü kan gelir. Birincisi doğumdan sonra belli bir süre gelen lohusalık kanıdır. İkincisi belirli yaşlar arasında ve belirli periyotlarla gelen hayız kanıdır. Üçüncüsü ise bu ikisi dışında kalan ve bir hastalıktan kaynaklanan “istihâze” kanıdır.» {TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ}
[108] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2001 İstanbul, 23. cilt, 334-335. İSTİHÂZE. Müellif: SALİM ÖĞÜT
[109] Prof. Dr. Süleyman Ateş Kur’an Ansiklopedisi Kuba Yayınları: 8/23-25
[110] Erhan Aktaş Meali Bakara 222 Açıklaması
[111] Yaşar Nuri Öztürk, İslam Nasıl Yozlaştırıldı. http://www.youtube.com/watch?
[112] Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, s. 212.
[113] Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, www.suleymaniyevakfi.org/arama.html?aranan=Abdest ve Hayız
[114] Bkz. DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR, 331-333, Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Süleymaniye Vakfı Yayınları 2018, www.suleymaniyevakfi.org
[115] Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, www.suleymaniyevakfi.org/arama.html?aranan=Abdest ve Hayız
[116] https://www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/abdest-ve-hayiz.html
[117] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[118] http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-bayraktar-bayrakli/563933-7-yil-araliksiz-calistim-hurafesiz-tefsir-yazdim
[119] http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-bayraktar-bayrakli/563933-7-yil-araliksiz-calistim-hurafesiz-tefsir-yazdim
[120] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[121] İSLAM FIKHI AÇISINDAN KADINLARIN ÖZEL DURUMLARINDA İBADET, Yüksek Lisans Tezi İbrahim ARPACI
[122] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/40-41.
[123] TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[124] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/61-62.
[125] www.hayrettinkaraman.net
[126] İslam Fıkhına Göre Hayızlı Kadının Orucu, Hadi Sağlam-İbrahim Arpacı
[127] Süleyman Ateş -Vatan Gazetesi -17/3/2004
[128] Prof. Dr. Süleyman Ateş Kur’an Ansiklopedisi Kuba Yayınları: 8/23-25
[129] Önder Nar, www.eskieserler.net/fetvadetayi.
[130] Önder Nar, www.eskieserler.net/fetvadetayi.
[131] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2011 İstanbul, 40. cilt, 427-428. TEMİZLİK Müellif: MUSTAFA ÇAĞRICI
[132] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1993 İstanbul, 7. cilt, 349-351. CENÂBET. Müellif: SALİM ÖĞÜT
[133] Şamil İslam Ansiklopedisi
[134] TDV İslâm Ansiklopedisi, 17. cilt, 51-53. HAYIZ. Müellif: YUNUS VEHBİ YAVUZ
[135] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/115-127.
[136] Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, www.suleymaniyevakfi.org/arama.html?aranan=Abdest ve Hayız
[137] ABDEST VE HAYIZ-Nursen KIŞLAKÇI-Abdulaziz BAYINDIR, https://www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/abdest-ve-hayiz.html
[138] ZİKİR KELİMESİNİN AYETLERDE KUR’AN VEYA KİTAP ANLAMINDA GEÇTİĞİ YERLER. A. DURDU: 69:48. 73:19. 74:49. 76:29. 14:52. 40:13. 44:58. 2:63. 2:231. 5:7. 5:11. 5:110. 7:69. 7:171. 3:58. 7:63. 7:69. 12:42. 12:104. 13:28. 15:6. 15:9. 16:43. 16:44. 18:28. 18:83. 18:101. 20:42. 20:99. 20:124. 21:2. 21:7. 21:36. 21:42. 21:50. 21:105. 23:71. 23:110. 24:37. 25:18. 25:29. 26:5. 29:45. 36:11. 36:69. 37:3. 37:168. 38:1. 38:8. 38:32. 38:87. 39:22. 39:23. 41:41. 43:5. 43:36. 43:44. 53:29. 54:17. 54:22. 54:25. 54:32. 54:40. 57:16. 58:19. 63:9. 65:10. 68:51. 68:52. 72:17. 77:5. 81:27. 36:19.
[139] Seyyid Kutub, Fizilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 9/192
[140] Bkz. Mufassal Tefsir, Abdulvahid Metin
[141] Mufassal Tefsir, Abdulvahid Metin
[142] Ali Ünal Meali Vâkıa 79 Açıklaması
[143] Seyyid Kutub, Fizilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 9/192
[144] İBN KESÎR TEFSİRİ
[145] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/242-244.
[146] Hasan Basri Çantay Vâkıa 79 Açıklaması
[147] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 14/5746-5747
[148] Hamdi Döndüren Meali Vâkıa 79 Açıklaması
[149] VI. GÜNCEL DİNİ MESELELER İSTİŞARE TOPLANTISI, Diyanet İşleri Başkanlığı
[150] S. Ateş
[151] «Madem ki Kur'an'ın Levh-i mahfuzdaki sayfalarına sadece temiz olanlar dokunabiliyor, insanların elindeki Kur'an sahifelerine de ancak temiz olanlar dokunabilir» {VI. GÜNCEL DİNİ MESELELER İSTİŞARE TOPLANTISI, Diyanet İşleri Başkanlığı}.
[152] Râğıb el-İsfahânî âyeti, “Kur’an’ın hakikat bilgilerine ancak nefsini arındıran ve fesat kirlerinden temizlenenler [müdahherûn] ulaşabilir” diye açıklamıştır (el-Müfredât, “?hr” md)