Her Hadis Şerif Değildir

07.01.2021 / Din

Bazısı hadisler şerif bazıları ise kerihtir.

Her Hadis Şerif Değildir

Hadis, hem “ilâhî metinler, kutsî / rahmanî ayetler dolayısıyla Kur’an” demektir.

Enbiyâ 2

Fizilalil Kuran Meali: “Onlar Rablerinden gelen her hadisi / her yeni uyarıyı kesinlikle alaya alarak dinliyorlar.”

Kalem 44

Diyanet Meali: (Ey Muhammed!) Bu sözü / Hadisi (Kur'an'ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilemeyecekleri biçimde adım adım helake yaklaştıracağız.

Hem de “Kur’an dışı sözler, beşerî ifadeler” anlamına gelmektedir.

Câsiye 6

Diyanet Meali: “İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi hadise / hangi söze inanacaklar?”

Tûr 34

Diyanet Meali: Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler.

«Anlatılan kıssalara / olaylara (Tâhâ 9; Nâziât 15; Burûc 17) ve yapılan konuşmalara da hadis denilmektedir. Ayetlerde Kur’an-ı Kerîm’den, “hâze’l-hadîs” (Kehf 6; Necm 59; Vâkıa 81) ve “ahsenü’l-hadîs” (Zümer 23) denilerek bahsedilmektedir.»[1]

Şerif sıfatına gelince, “zat-ı şerifleri” örneğinde olduğu gibi şerefli, itibarlı, haysiyetli, seçkin kişilere verilir. Veya “Fatiha-i şerif ve Yasin-i şerif” örneğinde olduğu gibi mühim, ciddî, değerli, muteber kelâmlara denilir.

Şahsı itibarlı ve sözleri çok değerli, çok geçerli olan Muhammed Efendimizin bizzat kendilerine ait olan sözlerine, bu yüzden “şerif” sıfatı da eklenir.

Şimdi, “kerih” sıfatı eklenebilecek bir hadis nakledecek ve dilimiz döndüğünce sebebini belirteceğiz:

Bir tefsirde, kaynağı belirtilmeksizin Hz. Peygamber’in: “Veled-i zinanın kendisi, çocukları ve torunları cennete giremez" dediği iddia edilmektedir. [2]

Yukarıdaki hadisin Velid b. Mügîre hakkında söylenildiği nakledildiği için, bu kişinin ve neslinin hakkındaki günümüze ulaşan bilgileri gözden geçireceğiz. Böylece, bahsi geçen hadisin, yalan söylemesi imkânsız olan Efendimizin tatlı dilinden nakledilip edilmediğini kontrol edeceğiz:

Kafirlerin bir kısmı inkârda direnir ki bunlar düz kâfirlerdir. Bir de dindar takılanlar ama dini ahlâklarıyla yalanlayanlar vardır ki bunlar münafıklardır. Düz kâfirler cehennemin düzlüklerinde, ikiyüzlü kâfirler ise cehennemin derinliklerinde ceza çekeceklerdir.

Velid Bin Mugıyre, Peygamberimiz gönderilmeden önce de zaten dindar olan hatta Efendimizin elçiliğini ilkin kabullenen lâkin çevresinin baskısı yüzünden akabinde ilkin reddeden kâfirlerin prototipi, mürtetlerin ilk örneğidir.

«Mürtet, önce Müslüman iken sonradan, dininden dönen kimsedir. Mürtetlik, bazen kesin İslâmî hükümlerden birisini veya bazılarını inkâr etmekle de ortaya çıkabilir.»[3]

Geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki din düşmanlarının sıfatları aşağı yukarı birbirinin aynıdır. Bu yüzkaralarının tek farkları, olsa olsa muhtemelen adlarıdır.

Hakkında öğrendiğimiz bilgilerden, biz kendisinin mürtet kâfirlerden olduğuna kanaat getirdik. Bazı eserlerden öğrendiklerimizi, Kur’an talebeleriyle paylaşmayı diledik:

«Mekke'de İslâm öncesine ait oturmuş bir hukukî sistemin varlığından söz edilmesi mümkün değildir. Halk ihtilâfa düştüğü konularda kabile reislerinin hakemliğine başvururdu. Eğer problem bu şekilde halledilemezse kemal ve hikmet sahibi olarak ün yapmış bazı şahsiyetlerin hakemliğine başvurulurdu. Bunlardan biri olarak Halid'in babası Velid zikredilebilir ki o, "el-Adl" lakabıyla tanınmaktaydı[4]

«Velîd aklı, dirayeti, güzel konuşması, gelişmiş şiir zevki, çocuklarının fazlalığı ve zenginliğiyle de Kureyş içerisinde temayüz etmişti.

Velîd, Hâşimoğulları ile rekabet etmek için hac zamanı Mina’da büyük bir ateş yaktırır ve hacılara yemek ikram ederdi.

Kâbe’nin yıkılıp yeniden yapılması esnasında Kureyşliler’in Kâbe’yi yıkmaktan çekinmesi üzerine Velîd’in mabedin duvarına çıkıp, “Biz ancak iyilik ve hayır istiyoruz” diyerek kendi kabilesine düşen kısımdan bir bölümü yıkmıştır. (İbn Hişâm, I, 195).

Yine Kâbe’nin yapımı için para toplanırken Velîd, Mekkeliler’den helâl kazançlarından harcamalarını, ribâ ve zulümle elde edilen paraları bu işe karıştırmamalarını istedi. Diğer taraftan her yıl değiştirilen Kâbe örtüsünü bir yıl kendisinin, bir yıl diğer Kureyş liderlerinin değiştirmesinden dolayı “Idlü Kureyş” (Kureyş’in dengi) unvanını taşıyor ve Yemen’den getirttiği kumaşla bu örtüyü değiştiriyordu (Ezraki, I, 251-252; Belâzürî, I, 133).

Kaynaklarda bir hırsızın elini kesmesi, ilk defa kasâme usulüne başvurması gibi icraatlarından dolayı “hükkâmü’l-Arab”dan kabul edilir (İbn Habîb, el-Mu?abber, s. 132, 337-338; el-Münemma?, s. 368; Belâzürî, I, 133). Ayrıca Velîd, kendisi şarap içmediği gibi aile fertlerine de içmeyi yasaklayan ve Kâbe’ye girerken pabuçlarını çıkaran ilk kişidir (İbn Habîb, el-Mu?abber, s. 335-337; İbn Kuteybe, s. 551-552).

Velîd b. Mugire, Hz. Peygamber’in davetini kabul etmedi ve kendisine şiddetle karşı çıktı. Kibir, bencillik ve ihtirası yüzünden Kur’an-ı Kerîm için sihir dedi, Kur’an’ın hasmı oldu. Kureyşliler’in Resûlullah’a karşı düşmanca faaliyetlerine aktif biçimde katıldı.  Ebû Cehil’e akıl hocalığı yaptı.

Kendisinin, “Nasıl olur, ben Kureyş kabilesinin büyüğü ve başkanı olduğum halde bir kenara bırakılayım da Muhammed’e vahiy gelsin! Nasıl olur, Ebû Mes‘ûd Amr b. Umeyr es-Sekafî kabilesinin reisi de bir yana bırakılsın!” şeklindeki sözlerine Kur’an’da şöyle cevap verilir: “Gerçeğin bilgisi gelince, ‘Bu bir büyü, biz bunu kabul etmiyoruz. Bu Kur’an şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!’ dediler.[5] (ez-Zuhruf 43/30-31; ayrıca bk. el-En‘âm 6/123-124; İbn Hişâm, I, 361; Taberî, XXV, 39-41).»[6]

«Müddessir Suresi, Kur'an-ı Kerim'in yetmiş dördüncü suresidir. Surenin iniş sebebi ile ilgili rivayetlerden biri de şöyledir: Hac günleri gelmiş, tüm Arap yarımadasından topluluklar Mekke'ye gelmeye başlamıştı. Mekkeli müşrikler telaş içerisinde, Kâbe’yi ziyarete gelen insanları Hz. Peygamber (s.a.s)'den nasıl uzak tutacaklarının yollarını arıyorlardı. Kendileri, Kur'an-ı Kerim'in çarpıcı ilâhî üslubu karşısında çaresiz kaldıkları için, bu ilâhî mesajı duyan insanların etkilenip Peygamber'e uyacaklarından endişe ediyorlardı. Bunun üzerine Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden olan Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Velid İbn Muğire, Nadr İbn Haris vb. Daru'n Nedvede toplandılar. Aralarında şu konuşma geçti. "Hac günleri geldi. Arap kabilelerinin elçileri gelmeye başladı. Üstelik onlar, hakkında bir şeyler duydukları Muhammed'in söylediklerini soruşturup duruyorlar. Siz ise, onun hakkında farklı farklı şeyler söylüyorsunuz. Kimi deli, kimi kâhin, kimi de şairdir diyor. Ancak her Arap bilir ki, bunların hepsinin bir tek kimsede bulunması mümkün değildir. Onun için, herkesin kullanacağı tek bir kelime üzerinde karara varalım. Onlardan birisi kalkıp; "şairdir diyelim" dedi. Velid buna itiraz ederek şöyle dedi: "Ben birçok şâir dinledim. Muhammed'in hiçbir sözü onlara benzemiyor." "Öyleyse kâhindir diyelim" dediler. Velid: "Kâhin bazen doğru söyler, bazen da yalan söyler. Muhammed asla yalan konuşmaz" diyerek yine itiraz etti. Bu defa akıl hastasıdır diyelim dediler. Velid tekrar itiraz ederek şöyle dedi: "Akıl hastaları insanlara saldırır. Muhammed asla böyle bir şey yapmadı".

Velid daha sonra evine gitti. Oradakiler Velid'in şirkten döndüğünü zannettiler. Bunun üzerine Ebu Cehil, doğruca Velid'in evine giderek ona; "Abdüşşems! Sana neler oluyor! Kureyş bir şeyde ittifak ediyor, sen karşı çıkıyorsun. Onlar da senin, delil getirerek dininden döndüğünü zannettiler" dedi. Velid; "Benim bu iş için delile ihtiyacım yoktur" dedi ve ekledi: "Ben iyice düşündüm, o neden bir sihirbaz olmasın? Çünkü onun, babayla oğlun, kardeşle kardeşin, karıyla kocanın arasını açtığını, onları birbirinden ayırdığını duydum ve onun mutlaka bir sihirbaz olduğuna karar verdim". Bu sözü Mekke'de yaydılar. Bunu duyan halk; "Muhammed sihirbazdır" diye yaygaraya başladı. (Bu rivayetler için bk. el-Kurtubi, el-Câmi Li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1967, XIX, 59-61).

Bu olay, Mekke müşriklerinin ve sonraki çağlarda hayatlarını İslâm düşmanlığına adamış inkârcıların içinde bulundukları çelişkili ruh yapılarını ortaya koyması açısından ilginçtir. Görüldüğü gibi Velid b. Muğire; "Muhammed asla yalan konuşmaz" dediğinde bunu, oradaki herkes susarak onaylamıştı. Bu aynı zamanda Peygamber (s.a.s)'in getirdiği ilâhî mesajın da tasdik edilmesi anlamını taşır. Bir kimsenin yalan söylemesinin imkansızlığını kabul etmek, söylediklerine inanmayı zorunlu kılar. Öyleyse o, Allah'a karşı, bir ölçüde bilinçli bir başkaldırı içindedir.

Onların, küfürlerinde ısrar edişlerinin sebebi, İslâm'ın gerçekliği hakkındaki şüphelerinden kaynaklanmıyordu. Riyaset ve zenginlikleri, böbürlenmelerine, kendilerini diğer insanlardan üstün görmelerine sebep oluyordu. Toplumun akıllarınca en şereflileri kendileri olduğuna göre, Allah Teâlâ'nın peygamberlik gibi yüce bir görevi kendilerinden birine vermesi gerekirdi.» [7]

Velid, Allah’a inanıyor ve vahyi kabulleniyor ama efendimizi vahyin muhataplığına lâyık görmüyor. İşte şu ayetler, bize bunu net bir dille söylüyor:

Enam Suresi 124

Hamdi Döndüren Meali: Onlara bir âyet gelince, “Allah’ın elçilerine verilenin benzeri, bize de verilmedikçe, asla iman etmeyiz!” derler.

«En’âm 124’ncü âyette, kimi müşriklerin, peygamberlik Mekke veya Tâif eşrafından birisine gelmeliydi, sözlerine işaret edilmektedir. Nitekim Ebû Cehil ve Velîd İbn Mugîre, Hz. Peygamber’e bu çeşit düşüncelerle karşı çıkmış ve bunu topluluklarda da dile getirmişlerdi. Oysa Allah, elçilik görevini kime vereceğini en iyi bilendir. Bkz. Sâd 8 ve Zuhruf 31.» [8]

Sâd Suresi 8

Diyanet Meali: (6-8) İçlerinden ileri gelenler, "Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur'an) içimizden ona mı indirildi?" diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur'an'dan) şüphe içindedirler. Hayır, henüz azabımı tatmadılar.

Zuhruf Suresi 31

Hamdi Döndüren Meali: Onlar, “Bu Kur’an, şu iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” dediler.

«31’nci âyette kastettilen iki kent, Mekke ve Tâif, büyük adam dedikleri kişiler ise Mekke’de Velid İbn Mugîre, Tâif’te Urve İbn Mes’ûd es-Sakafî idi. Müşriklerin bu konuda ölçüsü mal ve mevki sahibi olmaktı.» [9]

Velid’in efendimize elçilik verilmeden önce ehli kitap zümresinden olduğunu lâkin büyüklenmesi sebebiyle dinden döndüğünü şu ayetler söylemiş ve şu müfessirler de tespit etmiştir:

Necm Suresi 33-35

Hasan Basri Çantay Meali: Şimdi (imandan) dönen adamı gördün mü?

Ömer Nasuhi Bilmen Meali: Şimdi gördün mü o kimseyi ki, (imandan) yüz çevirdi.

Ali Fikri Yavuz Meali: Şimdi gördün mü (imandan) yüz çevireni?

«Necm 33-35 arası âyetlerin, Müslüman olduktan sonra, yeniden müşrikliğe dönen Velid İbn Mugîre hakkında indiği rivayet edilmiştir.» [10]

İbn Habîb, Kureyş kabilesine mensup sekiz zındık arasında Velîd’i de zikreder ve bunların sapık düşüncelerini Hîreli bir Hristiyan’dan öğrendiklerini yazdığına göre (el-Mu?abber, s. 337), demek ki Velid önceleri de Ehli Kitaptan biri yani dindar idi.  Bu durumda, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ilk önce onun onaylaması gerekirdi. İlkin buna yeltendi lâkin mahalle baskına direnemeyip o da efendimize kinlendi. Bu yüzden en sert tenkitler, kendisi ve işkenceci çevresi hakkında indi.

Müddessir 11-29

11.         [O gün], kendi yarattığım [şu suçlu] kişiyle baş başa bırakın beni! 68/44. 73/11

12.         Kendisine o kadar servet vermiştim ki ne boyu belliydi ne de eni.

13.         Bir de [kendisini] gözeten oğullar verdim; (şenlendirdiler meclisini).[11]

14.         Dayadım döşedim, [tıka basa doldurdum onun kasasını kesesini].

15.         Hâlâ fazlasına hırslanıyor / hâlâ malını ve soyunu artırmamı istiyor;

              [Sâlih ameller işlememesine rağmen, tutup bir de ahirete göz dikiyor].

16.         Asla ummasın; [ahiretten nasibi olmasına olabilirdi];

              Ama [ne yaptı] kendisi? Ayetlerimize karşı inatçı kesildi.

17.         Ben de [ahirette] onu sarp yokuşa sardıracağım;[12]

              [Yokuşu tırmandıkça da aşağıya yuvarlayacağım].[13]

18.         Zira içtihat yaptı, ölçtü biçti [kendi aklınca];

19.         Nasıl ölçtü biçti (Kur’an’ı), hay canı çıkasıca!

20.         Yine ne hakkaniyetsiz ölçtü biçti adı batasıca!

21.         Çok geçmeden [etrafına] bakarak, [sırıttı şeytanca];

22.         Sonra hem surat asarak hem de davranarak lâkaytça,

23.         Neticede [meseleye] son noktayı koydu [kendi aklınca];

              [Ardından sırt çevirdi ilahî kelâma] oldukça mağrurca. (2/34)

24.         Ve dedi: "Bu Kur’an söylentiden ibaret bir sihirdir / bir büyüdür;[14]  (39/23. 41/26).

25.         O kesinlikle şu beşerin bir deyişi / şu eksiklinin kendisinin sözüdür."

26.         [Bu yargısından dolayı], Segar’a yaslayacağım onu.

27.         Sen biliyorsun artık değil mi, Segar’ın ne olduğunu?

28.         [O Segar, insanı] ne öldürür ne de güldürür; 4/56; 16/88. 25/14.

29.         İnsanın derisini kavurup kapkaraya dönüştürür/[15]

              Beşere susamış bir susuzdur[16]/ suçluların[17] derilerini kavurur.[18]

Yukarıda naklettiğimiz ve Kerih Hadis addettiğimiz sözün Velid bin Mugıyre hakkında söylendiği ve onun neslinin asla cennete giremeyeceği iddia edildiği için, onun soyu hakkındaki malum malumatı aktararak, o sözün bir söylentiden ve bir fitneden ibaret olduğunu ortaya koyacağız:

«Velid’in pek çok çocuğu arasında Abdüşems ile Âs küçükken, Umâre ile Ebû Kays müşrik olarak ölmüşler, Hişâm Mekke fethinde, Velîd b. Velîd Bedir’den sonra, Hâlid 8 (629) yılında İslâm’ı kabul etmiştir. Velîd’in iki kızı Fâhite ile Fâtıma da fethin ardından Müslüman olmuştur[19]

Oğlu VELÎD b. VELÎD

«Oğlu VELÎD b. VELÎD bir Sahâbî olup, Hâlid b. Velîd’in baba bir kardeşidir. Önceleri Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının azılı düşmanlarından biriydi. Bedir Savaşı’nda esir alınarak Medine’ye götürüldü. Bunun üzerine Hâlid ile ana baba bir kardeşi Hişâm Velîd’in fidyesini ödemek üzere Medine’ye geldiler. Bazı rivayetlere göre Velîd fidyesi ödenip serbest kalınca, bazı rivayetlere göre ise kardeşleriyle birlikte Mekke’ye giderken onların yanından kaçıp Medine’ye döndü ve Müslüman olduğunu açıkladı. Velîd’in Müslüman oluş sürecinde Bedir esirlerine çok iyi davranılmasından ve yiyeceklerin onlarla paylaşılmasından etkilendiği anlaşılmaktadır. Zira Velîd sonraki yıllarda da Bedir’de gördüğü muameleden hep memnuniyetle bahsetmiştir (Vâkıdî, I, 119). Daha sonra Velîd kendilerine güvendiği iki kardeşiyle birlikte Mekke’ye döndü. Mekke’ye varınca akrabaları Velîd’i, aynı kabileden daha önce İslâmiyet’i benimseyerek Habeşistan’a hicret eden ve Mekke’ye döndükten sonra hapiste tutulan Ayyâş b. Ebû Rebîa ve Seleme b. Hişâm’ın yanında zincire bağladılar. Böylece Velîd de hicret etmesine izin verilmeyen “zayıflar” grubuna dahil olmuştur. Nihayet Velîd bir fırsatını bulup bu durumdan kurtulmuştur (İbn Sa‘d, IV, 132). Soyu ise, kendisinin Velîd adını verdiği, ancak Resûl-i Ekrem’in adını Abdullah olarak değiştirdiği oğlu vasıtasıyla devam etmiştir.»[20]

Nisa Suresi 98-99

Hamdi Döndüren Meali: Ancak, çare bulamayan ve yol bilmeyen güçsüz bırakılmış erkek, kadın ve çocuklar bunun dışındadır. İşte bunlar, Allah’ın kendilerini affetmesi umulan kimselerdir. Çünkü Allah çok affeden, çok bağışlayandır.

«Nisâ 98-99’ncu ayetlerde, hiçbir şekilde göç etmeye güç yetiremeyen kimselerin mazur sayılabilecekleri, Yüce Allah’ın onları affedebileceği bildirilmiştir. Nitekim Allah’ın Rasûlü bu gibi darda olan ve göç edemeyenler için bir yatsı namazının son rekâtında rükudan sonra şöyle dua etmiştir: “Ey Allah’ım! Ayyaş b. Ebî Rabîa’yı, Seleme b. Hışâm’ı, Velîd b. Velîd’i ve inananlardan güçsüz bırakılanları kurtar.” (Buhârî, Tefsir, Nisâ, 21; bk. Âl-i İmran, 3/128).»

«Ankebut Suresi, Kur'an-ı Kerîm'in yirmi dokuzuncu suresidir. Surenin iniş sebebi hakkında zikredilen üç rivayetten biri şudur: Ammâr b. Yâsir, Ayyâş b. Ebi Rebîa, Velid b. Velid ve Seleme b. Hişâm Mekke'de işkence çekiyorlardı. Ammâr'ın annesi, Ebu Cehil tarafından feci bir şekilde dövülmüş, sıcak günde demir zırh giydirilerek güneşin altında eziyet edilmişti. Sure bu eziyetlere sabredilmesi gerektiği hakkında nazil olmuştur.»[21]

Fetih 25

Hamdi Döndüren Meali:

Mekkeli müşrikler öyle kimselerdir ki inkâr ettiler, sizin Mescid-i Haram’ı ziyaretinize ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasına engel oldular. Eğer henüz tanımadığınız mümin erkeklerle, mümin kadınları bilmeyerek çiğnemeniz ve bu yüzden kınanmanız söz konusu olmasaydı Allah (Hudeybiye’de) savaşı önlemezdi. Böylece Allah, dilediğini rahmetine sokar. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı, elbette onlardan inkâr edenleri can yakıcı bir azaba uğratırdık!

«Mekke'deki bu kişiler Velid b. Muğire'nin oğlu Velid, Seleme b. Hişam, Ayaş b. Ebi Rebia, Ebu Cendel, Ebu Basîr, Ümmülfadl, Kulsum bt. Ukbe b. Ebi Muayt gibi mü'minlerdi (İbn Aşur).»[22]

Oğlu HÂLİD b. el-VELÎD

Oğlu Hâlid b. Velîd, Hz. Peygamber’in Seyfullah unvanı verdiği meşhur kumandan sahabedir.

Onun yetişme çağında okuma yazma öğrendiği ve Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber’in kâtipleri arasında yer aldığı bilinmektedir.

Umretü’l-kazâ için Hz. Peygamber’le birlikte Mekke’ye gelen Velîd kardeşi Hâlid’i bulamayınca kendisine verilmek üzere bir mektup bıraktı. Bu mektupta, İslâmiyet’i kabul etmemesini ve bu dinden uzak durmasını hayretle karşıladığını belirttikten sonra Resûlullah’ın kendisini sorduğunu ve: “Hâlid gibi bir insanın İslâm’ı tanımaması ne tuhaf! Keşke o, gayret ve kahramanlıklarını Müslümanların yanında müşriklere karşı gösterseydi; bu kendisi için çok daha hayırlı olurdu. Biz de onu başkalarına tercih ederdik” dediğini bildirdi (a.g.e., II, 745-749). Kardeşinin mektubunu okuyunca Müslüman olmaya karar veren Hâlid b. Velîd, Osman b. Talha ve Amr b. Âs ile birlikte 1 Safer 8 (31 Mayıs 629) tarihinde Medine’ye gitti. Mescid-i Nebevî’de Hz. Peygamber’in huzurunda kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Bunun üzerine Resûlullah, “Seni doğru yola ulaştıran Allah’a hamdolsun! Seni yalnızca hayra ulaştıracağını umduğum bir aklın olduğunu biliyorum” dedi.

Resûl-i Ekrem, Ensar’ın ileri gelenlerinden Hârise b. Nu‘mân’ın kendisine bağışladığı Mescid-i Nebevî civarındaki evlerden birini Hâlid’e verdi.

Hâlid Müslüman olduktan sonra üç yıl kadar Hz. Peygamber’in emrinde ve sohbetinde bulundu. Müslüman olarak katıldığı ilk savaş Mûte Savaşı’dır (Cemâziyelevvel 8 / Eylül 629). Hâlid bu savaşta, İslâm ordusunu Bizans ordusunca imha edilmekten kurtardı. Medine’ye dönünce Resûl-i Ekrem kendisine “seyfullah” (Allah’ın kılıcı) unvanı verdi. Mekke’nin fethinde (20 Ramazan 8 / 11 Ocak 630), dört kol halinde şehre giren İslâm ordusunun sağ kol birliğinin kumandanlığını yaptı. Handeme dağının eteklerinde, kumandanlığını Safvân b. Ümeyye’nin yaptığı Kureyş birliğini kısa bir sürede bozguna uğratarak şehrin fethi sırasındaki tek mukavemeti kırdı.

25 Ramazan 8 (16 Ocak 630) günü Hz. Peygamber onu Nahle vadisinde bulunan Uzzâ putunu yıkmakla görevlendirdi. Hâlid Nahle’ye ikinci gidişinde putu yıkıp Resûl-i Ekrem’in yanına döndü. Hâlid b. Velîd’in Suriye’deki veba salgınında ölmüş olan kırk kadar çocuğu olduğu rivayet edilir. Bunların en meşhuru birçok savaşa katılan Humus Valisi Abdurrahman’dır. Hâlid Hz. Peygamber’den on sekiz hadis rivayet etmiştir.[23]

Kalem Suresi 44-45

Hakkı Yılmaz:

44.O hâlde bu sözü / Kur’an’ı yalanlayanları bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız.

45.Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü benim plânım zordur/sağlamdır.

Bu ayetler ileride yalanlayanların başına neler gelebileceğine işaret etmektedir. Bu, bizzat kendilerine verilecek belâ/ceza olabileceği gibi, soylarından müminlerin gelmesi de olabilir. Velid b. Muğîre ile Halid b. Velid örneğinde olduğu gibi. Buna benzer daha onlarca örnek verilebilir. [24]

Müzzemmil Suresi 10-11

Diyanet Meali: 

10 - Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl. 11 - Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.

«Dikkat edilirse, bu ayette “nimet sahibi” olarak nitelenen Mekke’nin ileri gelenleri, ilk vahiy olan Alak suresinde “kendini zengin gören”, ikinci vahiy olan Kalem suresinde ise “mal ve oğullar sahibi” olarak nitelenmişlerdi. Bu tağutlar yüzünden hakka ulaşamayan nice zavallı topluluklar vardır ki bir kısmının imana gelmesi muhtemeldir. Onlara süre verilmelidir. Süreyi iyi kullanmadıkları takdirde Allah tarafından mutlaka cezalandırılacakları unutulmamalı, bu konuda aceleci davranılmamalıdır. Nitekim başlangıçta bu yalanlayıcıların en şerlisi olan Velid b. Muğîre’nin oğlu Halid daha sonra iman etmiş, İslâm’ın bayraktarı olmuştur.»[25]

Abese Suresi 11-16

Diyanet Vakfı Meali: Hayır! Şüphesiz bu ayetler, değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür; dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır.

«Seferah sözcüğü, sâfir sözcüğünün çoğuludur. Bu sözcüğün kökü olan s-f-r fiili, farklı okunuşlarıyla yazmak, keşfetmek, açıklama yapmak, yola çıkmak, süpürmek, elçi yollamak gibi değişik manalara gelebilir. Sefir / elçi, iki ülke arasındaki sorunları süpüren kişi demektir. Konu akışına göre buradaki anlamı “yazıcılar” demektir. Nitekim Cuma suresinin 5. ayetinde “esfâr” sözcüğü “kitaplar” anlamında kullanılmıştır. Bu ayetteki “seferah / yazıcılar” ile kastedilen de Kur’an’ı yazan ilk vahiy kâtipleridir. Peygamberimizin vahiy kâtipliğini yapan kişiler şunlardır: Ebu Bekir, Ömer b. el-Hattab, Ali b. Ebi Talib, Osman b. Affan, Amr b. el-As, Şurahbil b. Hasene, Muğire b. Şu’be, Muaz b. Cebel, Hanzele b. er-Rebi’, Cehm b. es-Salt, Huseyn en-Nemerî, Zubeyr b. el-Avvâm, Amir b. Fuheyre, Ebân b. Said, Abdulah b. Erkâm, Said b. Kays, Abdullah b. Zeyd, Halid b. Velid, Alâ b. el-Hadremî, Abdullah b. Revâha, Huzeyfe b. el-Yemân, Muhammed b. el-Mesmele vs.»[26]

Bürûc Suresi 10

Hasib Asutay Meali: Şüphesiz mümin erkek ve mümin kadınlara işkence edip, sonra tövbe etmeyenler var ya, (küfürlerinden dolayı) onlar için cehennem azabı vardır, (Müminleri yaktıkları için) onlara yangın azabı da vardır.

«Ayetin bir mesajı da kâfirlere bir ümit ışığı olarak tövbe kapısının açık tutulduğudur. Nitekim tarihe baktığımız zaman, müminlere pek çok zararları dokunmuş kimselerin bu açık kapıdan girerek [tövbe ederek] mümin oldukları, kendilerini kurtardıkları gibi İslâm’a da hizmette bulundukları görülmüştür. Bu durumun en iyi örneği Halid b. Velid’dir[27]

Hucürât Suresi 11

Hamdi Döndüren Meali: Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın! Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasınlar! Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İnandıktan sonra fısk adı ne kötüdür! Kim tövbe etmezse işte onlar zalimlerdir!

Bu ayette, mümin erkek ve kadınların birbirleriyle alay etmemelerini, çünkü alay edilen kimselerin, Allah katında alay edenlerden daha hayırlı olabileceğini bildirmektedir. Yine kaş göz işareti yaparak veya kötü lakap takarak da bir kimsenin başkasını küçük düşmeye çalışmaması istenmektedir. Ayette “alay etmek” veya “kötü lakap takmak” fâsıklık olarak nitelendirilmiştir. Buna göre, kişiyi hoşlanmadığı bir lakapla anmak caiz olmaz. Güzel lakap ve künye ise teşvik edilmiştir. Hz. Ebu Bekir’e, “Sıddîk (Çok tasdik edici)”, Ömer’e “Fârûk (Hakla bâtılı ayıran)”, Hâlid İbn Velîd’e “Seyfullah (Allah’ın kılıcı)” denilmesi gibi.»

Ali İmran Suresi 128

Hamdi Döndüren Meali: Senin yapacağın bir şey yoktur. Allah ya onların tövbesini kabul eder ya da onlara, kendileri zalim kimseler oldukları için azap eder.

Bu ayete göre, Hz. Peygamber Uhud’da dişi kırılıp yaralanınca, “Nebilerinin dişini kırıp başında yara açan böyle bir topluluğu Allah nasıl kurtuluşa erdirir?” diye beddua etmişti. Bu arada özellikle sabah namazının son rekâtında dört kişinin adını vererek kunut duası yapıyordu. Yukarıdaki ayet inince bedduayı bıraktı. Çünkü bugün müşrik olan düşmanın, yarın İslâm’a girmesinin mümkün olduğunu anladı. Nitekim çok geçmeden Halid İbn Velid, Amr İbnu’l-Âs ve İkrime gibi zatlar İslâm’a girmiş ve İslâm’a büyük hizmetler vermişlerdir. (Bk. Buhârî, Tefsir 3, bab, 9; Kurtubî, Câmi’, IV, 128, 129).

«Kur’an’daki “Allah zalimler toplumuna (3/86), fâsıklar toplumuna (61/5), kâfirler toplumuna hidayet etmez (2/264)” gibi ifadeler, bu gibi kimselerin o günkü durumları ile ilgilidir. Nitekim Mekke halkından zulüm, fısk ve küfür hali zikredilerek kötülenen pek çok kimse daha sonra Müslüman olmuş ve İslâm’a büyük hizmetler yapmıştır. Ensar ve muhacirlerin çekirdek kadrosunun İslâm’dan önce müşrik toplulukları olduğu unutulmamalıdır. Hâlid İbn Velîd, Uhud savaşı gibi ilk gazvelerde askeri dehasını müşriklerin safında kullanmış, ancak İslâm’a girince, bütün bilgi ve becerisini İslâm ordularının içinde bir nefer ve kumandan olarak kullanmayı sürdürmüştür.»[28]

«Mekke müşrikleri, Hz. Muhammed’i ilâh edindikleri putlarla korkutmak istiyorlardı. “Tanrılarımızı kötüleme, sonra onlar seni çarpar!” gibi sözler söylüyorlardı. Nitekim Hz. Peygamber Mekke fethi gününde, Halid İbn Velid’i, Uzza adlı putu kırmak üzere gönderince, putun bekçileri Halid’e, “Bak, o öfkelidir, sakın başına bir şey gelmesin!” diye uyarmışlardı. Halid gitmiş, putun burnunu kırmış, fakat bekçilerin dedikleri olmamıştır.»[29]

YERMÜK SAVAŞI Müellif: MUSTAFA FAYDA

«Suriye’de Bizans egemenliğini sona erdiren ve müslümanların bölgeye hâkim olmasını sağlayan savaş (15/636).

Hz. Ebû Bekir’in gönderdiği ordular karşısında yenilgiye uğrayarak Suriye ve Filistin’deki egemenliğinin sarsıldığını gören Bizans İmparatoru Herakleios, müslümanları ele geçirdikleri yerlerden söküp atmak amacıyla büyük bir ordu hazırlayarak Ürdün’ün doğusuna açılan ve aynı adı taşıyan nehrin kenarındaki Yermük vadisine sevketti.

Bizanslılar’ın hazırlıklarından haberdar olan Suriye orduları başkumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrâh, gayri müslim halkı himaye edemeyecekleri için toplanan cizyenin iadesinden sonra Humus ve Dımaşk’taki kuvvetlerin geri çekilmesine, bölgedeki diğer kuvvetlerle birleşerek Yermük vadisine hareket edilmesine karar verdi.

Hâlid b. Velîd hemen gerekli tedbirleri aldı. Hâlid b. Velîd, Ebû Ubeyde ve diğer kumandanlarla istişare ettikten sonra Arapların daha önce bilmedikleri bir savaş nizamını (bölük ve tabur sistemi) ilk defa bu muharebede uygulamaya karar verdi. Bir yandan İslâm ordusunun gerisinde bulunan savaşçı kadınlara kaçanları öldürme emrini verirken bir yandan da savaşın kaderini değiştirecek olan süvarilerin hücuma geçecekleri vakti kolluyordu. Bizans ordusunun ilk saldırılarını karşılayan Hâlid b. Velîd, süvarilerine Bizans süvari birlikleriyle piyadelerin arasındaki boşluğa doğru hücum emri verdi ve iki birlik arasındaki irtibatı kopardı. Sonuçta çok şiddetli bir savaşın ardından Müslümanlar kendilerinden çok kalabalık olan Bizans ordusunu bozguna uğratmayı başardılar. Böylece askerî dehasını ortaya koyan Hâlid b. Velîd, Resûl-i Ekrem’in kendisine verdiği “Seyfullah” unvanı yanına bir de Suriye fâtihi unvanını kazandı[30]

ECNÂDEYN SAVAŞI Müellif: HAKKI DURSUN YILDIZ

«Müslümanların Suriye ve Filistin’i fethi sırasında Bizanslılarla yaptıkları ilk savaştır. Bizans kuvvetleri Kuzey Filistin’e kadar ilerleyerek Cillik mevkiinde karargâh kurdular. Bu orduya mukavemet edemeyeceğini anlayan Amr b. Âs halifeden yardım istedi. Bunun üzerine Ebû Bekir Hîre’de bulunan Hâlid b. Velîd’e haber göndererek süratle Suriye’deki ordunun yardımına gitmesini emretti. Hâlid b. Velîd, uzun ve yorucu bir çöl yolculuğundan sonra yanındaki 700 kişilik birlikle Şam’ın güneyinde yer alan Mercirâhit’e vardı. Buradaki Bizans birliklerini yenilgiye uğrattıktan sonra (18 Safer 13 / 23 Nisan 634) güneye yönelerek Busrâ’da bulunan Ebû Ubeyde, Şürahbîl ve Yezîd ile buluştu. Kısa bir kuşatmadan sonra Busrâ barış yoluyla ele geçirildi. Hâlid b. Velîd’in kumandası altında birleşen İslâm ordusu kuzeye doğru ilerlemeye başladı. İki ordu Kudüs’ün batısında Remle ile Beytülcibrîn arasındaki Ecnâdeyn mevkiinde karşı karşıya geldi. Hâlid b. Velîd İslâm ordusunun merkez kuvvetlerine Ebû Ubeyde’yi, sağ kanada Muâz b. Cebel’i, sol kanada Saîd b. Âmir’i, süvari kuvvetlerine de Saîd b. Zeyd’i kumandan tayin etti. Müslümanlar devrin en güçlü devletinin düzenli, iyi eğitilmiş ve Sâsânîler’e karşı kazandığı zaferlerle morali yükselmiş ordusuyla savaşmak durumundaydı. İslâm ordusunun en az iki katı olan Bizans kuvvetleri ayrıca silâh ve teçhizat bakımından da çok üstündü. Ancak savaş Müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı (28 Cemâziyelevvel 13 / 30 Temmuz 634). Bu muharebede 3000 düşman askeri öldürüldü; Müslümanlar ise sadece on dört şehit verdiler. Başkumandan Hâlid muharebenin neticesini bir mektupla Hz. Ebû Bekir’e bildirdi. Öte yandan Bizans İmparatoru Herakleios çok korkmuş ve endişeye kapılıp Humus’tan Antakya’ya kaçmıştır. Ecnâdeyn Savaşı ile Filistin ve Suriye’nin kapıları Müslümanlara açılmış, iki yıl sonra kazanılan Yermük zaferiyle de bölgenin fethi tamamlanmıştır[31]

Torunu ABDURRAHMAN b. HÂLİD b. VELÎD. Mustafa Fayda  

«Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Hâlid b. el-Velîd el-Mahzûmî, Meşhur kumandan Hâlid b. Velîd’in oğlu olup Hıms valisidir. Küçük yaşta Hz. Peygamber’i gören sahâbîlerdendir. On sekiz yaşında iken, Suriye’de Bizans egemenliğini sona erdiren ve Müslümanların bölgeye hâkim olmasını sağlayan savaş olan Yermük Savaşı’na katılmış ve 30-40 kişilik bir süvari birliğinin başında büyük başarı elde etmiştir. Hz. Ömer ve Osman döneminde, Suriye Valisi Muâviye tarafından Bizans’a karşı düzenlenen seferde İslâm ordusuna kumandanlık yapmış, bu savaşlardaki başarısından dolayı Suriye’de büyük bir şöhrete ulaşmıştır.»[32]

«Emevîler döneminde Abdurrahman İbn Velîd komutasında bir İslâm ordusu gazve için İstanbul’a gelen orduya da katılmıştır.»[33]

O uydurma iddiayı, şu tarihi gerçekler yeterince yalanladılar. Bunları bilmesek bile, o zina ürünü çocukların cehennemlik olacaklarını ilân eden hadisin kerih bir söz olduğunu gösteren, rabbimizin bir sürü kutsî hadisleri yani Kur’an’ı Kerim’de ayetleri var.

O sahte hadisin sahih cevaplarıa aşağıdaki ayetlerdir:

En’âm Suresi 164

Ozanca:

Allah’tan başka Rab mı arayayım? Mademki O her şeylerin Rabbidir;

İnsanların elde ettiği, [eğer iyilik ise lehine,[34] kötülük ise] aleyhinedir.

Hiç kimse başkasının vebalini çekmez; [bilesiniz]!

Eninde sonunda hepiniz, yüce Rabbinize döneceksiniz; 10/56

Anlaşamadığınız şeyleri[n içyüzünü, o gün] öğreneceksiniz.

İsrâ Suresi 15

Ozanca:

Kim doğru yolu seçer / izlerse, kendi lehinedir;

Kim de yoldan saparsa, sapkınlığı aleyhinedir.

Kimse başkasının günahını yüklenmez, [başkalarını dalâlete düşürmedikçe];[35]

(Hiçbir topluma) azap edecek de değiliz, kendilerine elçi / vahiy göndermedikçe.

Mü’minûn Suresi 101    

Ozanca:

Sûr’a / kalk borusuna üfürüldüğünde, nesep bağları / soylar soplar bir işe yaramazlar;

Ve [tartının başındaki melekler de kimseye, kimin oğlusun, kimin kızısın diye] sormazlar.

Fâtır Suresi 18

Ozanca:

Suçu ağır gelen kimse, yardım istese birinden taşıtmak için onu,[36]

Hiç kimse yüklenmez o kişinin bu günahını/bu tür sorumluluğunu. 35/14

[Yardım istediği kişi, oğlu-kızı gibi] en yakını bile olsa,

Yüklenmez[ler günahını, ne kadar yalvarsa ne kadar yakınsa].

Sakındırabilirsen sakındırırsın ancak, Rablerinden saygıyla ürperenleri;

Caydırabilirsen caydırırsın sadece, namazı devirmeyerek ayağa dikenleri.

Arınan kişi, kendisi için arınır; [herkes arınmaya bakmalıdır];

[Zira] dönüş / eninde sonunda varış, sırf Allah’ın huzurunadır.

«Ancak kötülükte çığır açanlar hem kendi günahlarından sorumlu hem de günahı işleyenlerin kötülüklerinden sorumlu olur.»[37]

Zumer Suresi 7

Ozanca:

Küfrederseniz, biliniz ki Allah size ihtiyaçsızdır;

Öyle olduğu halde, kullarının küfrüne rızasızdır.[38]

Lâkin şükrederseniz [O Mevlâ’nıza],

Razı olur bu durumdan sizin adınıza.

Hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenecek değildir;

Eninde sonunda, hepinizin dönüşü [kesinlikle] Rabbinizedir.

(O vakit),[39] yaptıklarınızı size haber verir;

Zira O, gönüllerde ne varsa hepsini bilir.

Necm Suresi 38

Ozanca:

38.         Hiçbir günahkâr, başkasının sorumluluğunu taşımayacak; (6/164)

39.         İnsanın, harcadığı emeğinin dışında hiçbir hakkı olmayacak;[40]

40.         Ve elbette ki onun çabası, yakında gözler önüne konulacak.

41.         Neticesinde, (yaptıklarının)[41] karşılığı ona tastamam sunulacak; (46/19)

42.         En nihâyet (varlık bilgisinin)[42] sonucu, Rabbinde noktalanacak.

43.         Güldüren de Odur, ağlatan da;

44.         Öldüren de Odur, yaşatan da. (10/56)

Yukarıdaki ayetleri görmezden gelir, veledi zina ile ilgili bahsi geçen sahte ifadeyi doğru kabullenir, o sözü itibarlı kılar ve Hadisi Şerif sayarsak, hem yukarıdaki ayetleri yok hükmünde kabullenmiş hem de Velid bin Mugîre’nin oğulları Velîd ile Hâlid b. Velîd’i, kızları Fâhite ile Fâtıma’yı ve torunu Abdurrahman’ı üstelik de sahabe olmalarına rağmen, asla cennet yüzü göremeyeceklerine inanmış olacağız.

Bu hususta, kendi tavrımızın ne olacağını iki kuralla ortaya koyacağız:

Birinci kuralımız, İmam Ebû Hanîfe’nin de belirttiği gibi, Kur’an’ı esas almak ve Kur’an’ın açık ifadelerine aykırı hükümler taşıyan rivayetlerin Hz. Peygamber’e ait olmadığını kabul etmektir (el-?Âlim ve’l-müte?allim, s. 26).[43]

«Muhaddisler, sahih / sağlam Hadisleri çürüklerinden ayırmak için, onları doğruluğundan şüphe edilmeyen meşhur Hadislerle ve Kur’an’ı Kerim’le karşılaştırdılar. Onlara uyanları kabul ettiler, eşleşmeyenleri terk ettiler.»[44]

İkinci kuralımız Zümer 17-18’e kulak vermektir:

Kullarım şunlardır ki, [her] sözü dinlerler / duyarlar;

Ama sözün en güzeline[45] [Allah’tan olanına] uyarlar.[46]

Allah’ın kendilerini doğru yola ilettikleri, işte bunlardır;

Onlar, akıl etme yetilerini kâmil manada kullananlardır.



[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1997 İstanbul, 15. cilt, 27-64. HADİS (??????) Müellif: M. YAŞAR KANDEMİR

[2] Bkz. Hasenat.net. Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - KALEM SURESİ 13

[3] Hamdi Döndüren Meali, Bakara 26 Açıklaması

[4] ŞÂMİL İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ [MEKKE], Ömer TELLİOĞLU

[5] ????????? ??????? ??????? ????? ??????????? ????? ?????? ???? ??????????????? ??????? 43/31: Hamdi Döndüren Meali: Onlar, “Bu Kur’an, şu iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” dediler.

[6] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 43. cilt, 33-34, VELÎD b. MUGIRE (?????? ?? ???????) Müellif: MUSTAFA FAYDA

[7] Bkz. ŞÂMİL İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ, [MÜDDESSİR SÛRESİ], Ömer TELLİOĞLU

[8] Hamdi Döndüren Meali Açıklaması 

[9] Hamdi Döndüren Meali Açıklaması 

[10] Hamdi Döndüren Meali Açıklaması 

[11] “(Şenlendirdi halkın meclislerini)” İ. İsmail Hakkı

[12] “Yani 26. âyetteki Segar’a atacağım” {Bkz: H. B. Çantay}

[13] İ. İsmail Hakkı

[14] Sihir: Velid b. Mügıyre, Efendimizi sihirbaz olarak nitelendirirken, büyünün tarifini de yapmış oluyordu. Çünkü o Efendimizi suçlarken: “Andolsun, Muhammed’den öyle tatlı, öyle bir kelâm işittim ki üstü bol yemişli, kökü çok sulak yemyeşil bir ağaç sanki. O, her söze galip gelecek. Kendisi asla yenilmeyecek” ve “Görmüyor musunuz? Kişiyi ailesinden, evlâdından ve kölesinden ayırıyor. O halde o, olsa olsa bir sihirbazdır” diyordu. {Bkz: H. Basri Çantay, 3/1111-1112, not: 23}.

[15] H. Basri Çantay; Âyet ve Hadislerle Meâl

[16] Kur’an Dili, 875448, 5458; Râğıb, Müfredât

[17] Bkz: 5/18

[18] “Beşer için levvâhadır/insanın derisini kavuran veya ona çok susayandır” {Hacı İnan}.

[19] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 43. cilt, 33-34, VELÎD b. MUGIRE, Müellif: MUSTAFA FAYDA

[20] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 43. cilt, 37, VELÎD b. VELÎD Müellif: CEMAL AĞIRMAN

[21] ŞÂMİL İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ, Ahmed AĞIRAKÇA

[22] M. İSLAMOĞLU, Hayat Kitabı KUR'AN

[23] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1997 İstanbul, 15. cilt, 289-292, [HÂLİD b. VELÎD], Müellif: MUSTAFA FAYDA

[24] Tebyînül-Beyân, Hakkı Yılmaz

[25] Tebyînül-Beyân, Hakkı Yılmaz

[26] Tebyînül-Beyân, Hakkı Yılmaz

[27] Tebyînül-Beyân, Hakkı Yılmaz

[28] Hamdi Döndüren Meali, Sebe 32 Açıklaması

[29] Hamdi Döndüren Meali, Zümer 36 Açıklaması

[30] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 43. cilt, 485-486

[31] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1994 İstanbul, 10. cilt, 385, [ECNÂDEYN SAVAŞI] Müellif: HAKKI DURSUN YILDIZ

[32] DİA, cilt: 01; sayfa: 163, [ABDURRAHMAN b. HÂLİD b. VELÎD - Mustafa Fayda]

[33] Hamdi Döndüren Meali, Bakara 195 Açıklaması

[34] [2/286]

[35] [16/25]

[36] “Yük” kelimesini, “suç” olarak yazdık.

[37] Hasib Asutay Meali Açıklaması

[38] Ancak, kaşınırlarsa hâliyle dışlanırlar: 13/11. * 17/23: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi kaza etti / emretti / sırf kendisine ibadet etmenize hükmetti" {Şamil, Kaza-Kader maddesi}.

[39] (Halil Uysal)

[40] Bkz: 4/95. 5/35, 64. 8/74. 10/105. 17/13, 19. 18/46. 20/14. 29/6. 37/60-61, 74. 69/34. 79/34-35. 84/6. 87/1 

[41] (M. İslâmoğlu)

[42] (M. İslâmoğlu)

[43] Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, 1994 İstanbul, 10. cilt, 498-501, EHL-i BEYT (??? ?????) Müellif: MUSTAFA ÖZ

[44] EBÛ HANÎFE, Prof. Dr. Muhammed EBÛ ZEHRA, 123, Mütercim: Osman KESKİOĞLU, Can Kitabevi 1981

[45] Zümer 23, Diyanet Meali: Allah, hadîsin / sözün en güzelini; ayetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Zümer 55, Celal Yıldırım Meali: Rabbinizden size indirilen en güzel hadîse / en güzel söze (Kur’an’a) uyun.

[46] Diyanet Vakfı Meali Açıklaması: Sözün en güzeli kuşkusuz Kur’an’dır. * Hadis-i Şerif: Allah kelâmının diğer sözlere üstünlüğü, Allah’ın yarattıklarına üstünlüğü gibidir” (Tirmizî, Sevâbül-Kur’ân).