Humorumu Kaybettim, Hükümsüzdür

31.05.2022 / Sinema / Deneme

“Erşan Kuneri”yi seyreden, seyretmeyen herkesin fikir sahibi olduğu, belden aşağı diyerek hafifletilen senaryo dilinden bahsetmeye gelmeden evvel Cem Yılmaz’ın öfkesinden bahsetmek gerekebilir.

Humorumu Kaybettim, Hükümsüzdür

Bundan yıllar önce, sinema ve televizyon içeriklerinin gösterim sahasının azlığından mıdır yoksa bu mecralarda kullanılan, öyküleme ve hikâyeciliğin temeli olan 40 konunun tüm varyasyonlarının tüketilmediğinden midir bilinmez; sunulduğu kitlede daha iz bırakan filmler yapılırdı. Bu filmler de dram, korku, gerilim, romantizm ve komedi gibi unsurlar kullanılan ve anlatım dili ne olursa olsun, nispeten nev-i şahsına münhasır kalıyordu günümüze bakıldığında.

Bu zamanlarda eğer birisi korkutacaksa anlata anlata korkutur, ağlatacaksa sindire sindire ağlatır, güldürecekse (kendine değil) karakterinin haline güldürürdü. Her filme bu ana malzemelerden serpiştirilir, bu baharatla pişen yemek lezzetinden yenmez o sebeple seyredilirdi. Starlar kim oldukları ile değil filmlerindeki kimlikleri ile tanınır, ortaya koydukları eserlerde verdikleri ipuçlarından, neci ya da ne değilci olduğu anlaşılırdı.

Yine o zamanlarda oluşturulan dil de, arz edilen kitlenin değerlerine, toplumsal ortak bakış açısına ve adı konulmamış ilkelere bağlı kalınarak aktarılırdı. Gün geçtikçe belki de bizden yine yıllar evvel tiyatro, romancılık ve tek kişilik gösterilerin atası olan meddahların sundukları, temaşacılarından; eskiden bunun da bir ölçüsü vardı diye sitemkâr eleştirilere maruz kalıyorlardı.

meddah

Ölçünün bir ölçüsünün olmadığı ortada gibi. Böylece belki de ölçüyü arza maruz kalan talebeler kendilerinin belirlediği ve bunun sayı doğrusu gibi artı-eksi sonsuza gittiğini söyleyebiliriz. Bu Şartlar altında sıfır noktasına en yakın yer de muhatabını eğlendiren, düşündüren, korkutan, film, dizi, tiyatro, kitap vb. eserler başarılı kabul edilebilir kanaatindeyim.

Zamanında bir yapımın beyaz perdede yer bulması bile o yapımla alakalı belli bir kalitenin üzerine olduğuna delalet ederdi ve bu o film için sinemaya gitmeye asli sebepti. Bugün sinemada seyretmek için tereddütte kaldığımız işlerin dijitale “düşmesini” bekliyoruz.

Televizyonun ardılı ve/veya muadili olarak ortaya çıkan dijital medya platformlarına yol açan başta Youtube gibi amatör video kanalları ardına bugün Netflix, Amazon, Exxen, BlueTv vb. yerli yabancı birçok kanalla, seyirciyi gününde ve saatinde seyir şeklinden, dilediğin zaman dilediğin yerde haline evirildi.

Bu kolaylık ve kanal bolluğunun, üretilen işlerin kalitesine de etkileri oldu. Dün sinemacılığı ile övünenler bugün, “dijitale yaptıkları” işler de yeni bir özgürlük alanı oluşturup, şimdilik sadece seyircinin başta anlattığımız genel kanaati ile kendine kalan bir otosansürün kollarına bırakıldı. Toplumların neredeyse tümünde fark edilen, etik değişimin kimi için negatif kimisi için de pozitif etkisinden oluşan zıt kutupların çıkardığı şerare ortalıkta başka bir yangının sinyallerini vermeye başladı.

İşte bu zıtlaşmanın oluşturduğu farkındalığın nimetlerinden faydalanmak isteyenlerde eteklerindeki taşları birer birer dökmektense paldır küldür boşaltmaya başladılar. Bu sağanağın nimetlerinden son pay arayan, analogdan, dijitale geçişin sinyallerinin görülmeye başladığı zamanlara denk gelen “Gora” (2004) adlı filmiyle bizleri tanıştırdığı Erşan Kuneri isimli karakterini, sinemadan dijital platforma dizi olarak aktaran Cem Yılmaz oldu.

Sinema serüvenine “Her Şey Çok Güzel Olacak” (1998) adlı filmi ile senarist ve oyuncu olarak başlayan Cem Yılmaz bir çok sinema filminde yine bir çok farklı vasıfla karşımıza çıkarken, dijitale taşıdığı işler olan “Kara Komik Filmler” (2019) serisinden sonra şimdi de karşımıza “Erşan Kuneri” (2022) serisi ile olumlu olumsuz pek çok ses getirdi.

Karakterin mesleği icabı zaten içerisine yerleştirilebilen her yorumu kaldırabilecek türden olduğu için, düştüğü kötü yoldan kendini kurtarmaya çalışan bir şekil verilerek yaptığı, yaşadığı, ettiği, eylediği yine her işi işleyebilir hale getirilmiş. Böylece, “mesleğinin eski haline indiğinde zaten öyleydi, ne bekliyorsunuz?” fikri uyandırarak, değişim dönüşümünde ise, “bak Cem yine yaptı yapacağını; döşedi toplumsal mesajlarını mizahının içerisine...” dedirterek kendini nötralize ediyor.

Seyreden, seyretmeyen herkesin fikir sahibi olduğu, belden aşağı diyerek hafifletilen senaryo dilinden bahsetmeye gelmeden evvel, Cem Yılmaz’ın son gösterisine de yansıyan öfkesinden bahsetmek gerekebilir. Sanatkârları, özellikle de seyirlik sanatların icracılarının işleri ciddi performans gerektiren meslekler olması hasebi ile yaş aldıkça mental ve fiziki performans olarak düştükçe agresifleştikleri, bunların da kalemlerinden, canlandırdıkları karakterlerine yansıdığı sık rastlanan bir durumdur. Cem Yılmaz’da bu durum, bir de kafa karışıkları yaşadığı döneme gelmesinden sebep iyice diline ve mimiklerine vurmuş durumda.

Cem Yılmaz Erşan Kuneri Netflix Eleştiri

Gösterilerinden birinde anlattığı üzere babasının ona telkini olan “oğlum ne yapın edin elâlemi bize güldürmeyin” mottosundan yola çıkarak hep karakterler oluşturup onun üzerinden giden Cem Yılmaz, gösterilerinin kaçınılmaz odağı olan kendisini filmlerinin de odağına yerleştiriyor. Sosyal medyadan, konvansiyonel medyaya, mekân çıkışında karşılaştığı magazinciye kendisine her hitap edene Cem Yılmazca verdiği hicivli cevaplardan artık ağzına geleni söyleme noktasına geldiği sonucu çıkartılabilir. Büyük ihtimalle kendini seyretmekten alamadığı, jest ve mimiklerinden kılık kıyafetine bazen de acı ama gerçek devşirdiği şakalarına kadar “esinlendiği” ecnebi meslektaşlarına iyiden iyiye özenerek yaşadığı ülkenin değerler anlamında oralardan farklı olduğuna da içten içe üzülür halde.

Seyirciye ve gösterisine konu ettiği her şeye sahnede istediği gibi küfürler sallayabilen Ricky Gervais vari havanın burada karşılığı olmadığı ve seyredip gülenin dahi sonrasında “yok artık o kadar da değil” diyerek icabet ettiği dil burada yok. Yanlış anlaşılmasın bunda bir beis de yok. Misal Gervais’de buradaki dili kullansa hitap ettiği kitlede bu büyük karşılığı alamayacaktır. Böylece ben size değil filmlerimdeki karakterler vasıtasıyla yine film karakterlerime küfürler sallıyorum derken, filmlerine yerleştirdiği ve halktan olduklarına sonuna kadar inandığı figürleri kullanarak toplumda küfür etmek istediği herkese ağzına geleni söylüyor. Riskini en aza indirirken kıvrak zekâsı ve içinde bulunduğu toplumda oluşturduğu “Cem’dir ne yapsa yeridir” kârının dışına çıkmaya başlıyor.

Erşan Kuneri”yi film dili anlamında konuşmak aslında işin kolayına kaçmak olabilir. Erşan Kuneri toplumun talebine çekilen bir yoklama olarak düşünülebilir. Bakalım halk nereye kadar bu kaliteyi kaldırabiliyor diyen Cem Yılmaz, halkın; “tamam erkeklerin küfür etmesine alıştık ama kadınlara da her sahnede yerli yersiz sinkaflı sözler kullandırman dikkat dağıtıyor; filmin başkarakteri gereği belden aşağı simgesel ve imgesel sunularının da önüne geçiyor.” dedirtiyor. Sanki seriyi, geçtiği dönemin tüm belden aşağı, yukarı imalı şakalarını bir potaya koyup blenderdan geçirdikten sonra üzerimize dökmek için çekmiyor.

Bununla birlikte filmlerdeki karakterleri filmin yine içeriği icabı ettikleri iyi kötü her sözle senaryoya akabinde yine filmin anlatımına hizmet ediyorsa kabul edilebilir. Erşan Kuneri serisi için bu durum filmin içerisinde küfür kullanılmasından ziyade küfür kullanımının etrafında dönen bir hikâye halini almış. Zamanında bu şakaları yapar yaşta olanlara hatırlatıp, duymamış yaşta olanlara da ıslatıp tekrar sunarak senaryo anlamında işin kolayına kaçan Cem Yılmaz, çok sevdiği ve sanatında o da tıpkı kendisi gibi çalkantılar yaşayan Tarkan Tevetoğlu’nun TDK Deyimler Sözlüğü kitabını açıp oradaki deyimleri arka arkaya sıraladığı şarkılar yazması gibi geçmişin tozlu raflarında kalmış şakaları ile ne güldürüyor ne de düşündürüyor aslında.

O kadar ki sosyal medyadan kendisine gelen “maalesef çok kötü bir seri” yazıp sonuna da ağlamaklı emoji koyan takipçisine “hayır Osmancım değil. Yalnızca sana göre değil. Hepsi bu. Lütfen artık boş işleri bırak J Sevdiğin şeylerden bahset vaktini onlara ver hadi gülüm benim, canım, şeker kardeşim (kalp emojisi) Seni seviyorum bay” diye cevap verirken mesajı yazdığı tuşlara basma şiddetinin bile hissedildiği bir cevap yazarak öfkesini iyiden iyiye dışa vuruyor. Burada yazılan cevaptan nasıl bu kadar kesin bir çıkarım yapabildin diyenler olacaktır. Erkek jargonuna hakimsen, sona virgül esleri bırakılan hadi gülüm, hadi canım, hadi şeker kardeşim diyerek hitap ediyorsan, bu gücünün yeteceği bir kişiye git kendini bana dövdürmeden demenin tatlı dili olduğunu bilir.

Nihayet filmine eklemlendirdiği, siyasi, dini, sosyolojik tüm enstrümanlar öyle özenle de değil bas bayağı kör göze parmak edasıyla çalakalem yerleştirilmiş her bir konu yaşadığı dini, siyasi ve sosyolojik çalkantılarının da bir sonucu olduğu aşikâr. Zira gösterisinin dijital platforma yansımayan bölümünde gösteriyi canlı seyredenlerden rivayet; artık öyle inançla falan da pek işinin olmadığı sözünün arkasında bir hali var serisinin. Tamamen kendi tasarrufunda olan bir hareket tabii ki bu hakkı her zaman saklıdır.

Cem Yılmaz Erşan Kuneri Netflix Faqbadi

“Faqbâdi” bölümü ile Türk sinema tarihinin en klişe en bayağı en bayat şakası üzerinden dindar insanlara da laf sokmanın vermiş olduğu dayanılmaz “hafifliğe” kapılan Yılmaz’a, ne yaparsın kimileri dini kullanarak, kimileri ne kadar -çılık, -çülük varsa onu, kimileri de parayı kullanarak üfürüyor. Bu sebeple kimse uçkurunun esnekliğini başkalarında kusur arayarak aklamaya çalışmasın diyebilirim ancak. Sözüm, isteyen ne kadar meclis varsa oradan içeri.

Oysaki sen değil miydin, “A.R.O.G” da bundan bir milyon yıl önceye döndüğünde yılanı görüp “hiç evrim geçirmemiş aynı yılan” diyerek, evrimcilere laf çakan, “CM101MMXI FUNDAMENTALS” gösterisinde reenkarnasyona “kafa” atan, “Yahşi Batı” filmi ile Aziz Vefa karakterinin Amerikan başkanına Osmanlı Türkçesi kullanarak söylediği dörtlük ile milliyetçi havasından olacak, mahallesinden gördüğü baskının eseri ekleme bir diyalog yazarak, üfürülen Faqbâdi’ye pozitif bilime güvenin dedirterek “dindarlar, sarıklılılar, hocalar”ın öyle pozitif ilimle bilimle işi olmaz; onlar ancak birbirini üfürür demeye getirmiştir.

Çok fazla niyet okumuşsun diyeceklere şimdiden; ben niyet okumam. Film ve medya okurum der, sabahlara kadar da sebebini açıklarım. Yine tüm seri boyunca belden aşağı, yukarı ne kadar şakası varsa art arda en az üç kere olmak kaydı ile bazen on kere tekrarlayarak seyreden de, “yeter anladık şakanı” dedirtiyor. İranlı yönetmek karakteri Ameen Faryadi ismini o kadar çok tekrarlıyor ki artık bıkkınlık veriyor. Cem Yılmaz’ın filmlerde kullanılan küfür için karakter eğer öyle bir tipse farklı konuşması sakil durur iddiasının da ötesinde bir sıklık ve ulu orta kullanıldığından belki de artık herkesin kulağını tırmalar hale geliyor.

Sonuçta, bu karakterlerin gerçek hayattaki karşılıkları dahi bu dile kendi ortamlarında geçerken, dijital platform dahi olsa milyonlara ulaşabilen bir ortamda herkesin yüzüne haykırmıyorlar. Özetle, dozunda kullanımdan overdose etkisine geçiş haliyle yayınlandığı coğrafyadan tepki getiriyor kendisine.

Dizi, öyle bölüm bölüm incelenip tek tek analiz edilecek bir yapıdan ziyade, sekiz bölüm art arda seyredildiğinde tek bir film gibi algılanacağı yapıda olduğundan tek yazıda topluyorum. Kendisini, benim gibi daha evvel seyretmekten keyif alan bir çok kişiden de aldığım ve arkasında durduğum tepki, lütfen sanat tayfası doğrudan siyasileşmektense, siyaset üstü bir dille kendi hicivlerini işlerinin içine yedirseler ve tek kanaldan gitmeseler iyi olacak  tepkisi var.

Siyaset, komedinin malzemesi ise eğlendirebilirken, komedinin, siyasetin malzemesi haline gelmesi şuan sadece Cem Yılmaz’ın sorunu olmadığını da ayrıca belirtmek isterim. Özetle Cem Yılmaz özel hayatından, içinde bulunduğu sosyal çevreye yine mesleğinde yeni bir dil oluşturamamanın ızdırabına, seyircide geçmişte oluşturduğu seviyeden uzaklaşmaya başlaması ile kendisine kadar duyduğu öfkeyi ve içinde olmak istediği statüyü elde edememesi ile kendine olan öfkesini, kaleminden, filmlerine ve oyunculuğuna kadar fazlası ile hissettiriyor.

Seriyi seyrettikten sonra insan şöyle bir iç geçirip nerede o eski yapımları olan, “Her Şey Çok Güzel Olacak” (1998), “Gora” (2004), “Hokkabaz” (2006) ve bu tadı alabildiğiniz diğer işlerin Cem Yılmaz’ı ve insanın “Cem Yılmaz, Cem Yılmaz gerginsiniz bugün…” diyesi geliyor.

Cem Yılmaz Her Şey Çok Güzel Olacak