Dünyanın En Zor Mesleği: Kanalizasyon İşçiliği
Dünyanın en zor işlerinden biri olan kanalizasyon işçiliği, çoğu insanın farkına bile varmadığı önemli bir görevi üstleniyor.
1950'li yıllarda Ürgüp'te kütüphanecilik yapan Mustafa Güzelgöz’ün, topluma fayda sağlamak adına ömrünü adadığı cefakar hikayesi.
Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra çeşitli yörelerde köy öğretmenliği yapan Fakir Baykurt, kendi gözlemlerine dayanarak, genel itibariyle bu çerçevede yazdığı romanlarla hayatımızda yer edinmiş değerli bir yazarımızdır. Yılanların Öcü romanı sebebiyle hakkında kovuşturma açılan isim, 1969 yılında Türkiye çapındaki ilk öğretmenler boykotuna katıldığı için açığa alınmış ve 71 muhtırasından sonra uzun süre tutuklu kalmıştır.
Toplumun büyük iki yarasına parmak bastığı “Eşekli Kütüphaneci” isimli eserinde, Türk-Yunan ilişkilerine ve dönemindeki kitapsız toplumumuza ayna tutmuştur.
Mübadele yıllarında Ürgüp’ten göçe zorlanan büyükbaba ve büyükannelerinin ve bir daha buraya dönemeyen akrabalarının yerine bu güzel yerleri gezmek için Yunanistan’ın Larisa şehrinden peribacaları şehrine gelen Dimitrios Katsikas’in yolu bir şekilde Mustafa Güzelgöz ile karşılaşır.
Ürgüp’teki kitaplığı yönetirken otuzdan fazla köyün halkına eşekle kitap taşıdığı için Eşekli Kütüphaneci adını alan Mustafa Güzelgöz’ün hikayesi, Dimitrios’u fazlasıyla etkilemiş ve Ürgüp’te fazladan vakit geçirmesine sebep olmuştur. Çünkü Mustafa Güzelgöz, insanlara kitap okumayı sevdirmek için yıllarca çırpınmıştır.
Dimitrios ile Eşekli Kütüphaneci arasındaki sevgi köprüsü günden güne pekişip güçlenir. Bu arada Aziz ile kan kardeşi olmuşlardır ve akıllarında Ürgüp ile Larisa’yı “kardeş şehir” yapma fikri oluşmuştur. Ama bu sandıkları kadar kolay olmayacaktır.
Bu kitabı oluşturmak da Fakir Baykurt için çok kolay olmamıştır. Almanya’da tedavi olma sürecinde bu kitaba ait notlarını yanından ayırmamış ve gücü yettiğince notlar almaya devam etmiştir. 11 Ekim 1999’da vefat eden yazarımızı saygıyla anıyoruz.
Ben Literatür yayınlarından okudum. 148 sayfalık bir eser arkadaşlar. Okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Satın almak için tıklayabilirsiniz.
Hanife'ye, "Bugünden sonra benim gıymatlımsın; senden sorumluyum!" dedim. Bunu da nasıl düşündüm, nasıl dedim, şu gün oldu, hâlâ bilmiyorum. Daha önceden böyle sözleri, duyguları hiç bilmezdim. Şimdi açık seçik bildiğim bir durum var: Beni de bir ateş aldı. Yanıyorum; yangınım bilenler gibi değil. O günden sonra bende ne uyku, ne tünek kaldı. Alt kirpiğim üst kirpiğime değmiyor. Akşamı ediyorum. Sabahı edemiyorum. Başka bir fikir düşünemiyorum. Gece gündüz Hanife diye sayıklıyorum. (sf.30)
Mustafa Bey çevrede bakınan çocuklara adlarını soruyor. Söylüyorlar: Zekiye, Ramazan, Fatma, Güssün, Mevlüt, Dudu, Kadir, Pınar, Zehra. "Koyup gidenler nurda yatsın; bunlar ne güzel adlar böyle?" Onları sofraya çağırıyor: "Gelin, sıkışın aramıza! Gönlün sığdığı yere köy sığar!" diyor. Çocuklar kitaplara binip kimi kapıdan, kimi pencereden uçup gidiyor. (sf.55)
"Köylere kitap dağıtmaya sık sık gidiyorum. Bunun için yola çok erken düşüyorum. Yolda kimsecikler yokken, ortalık ıssızken düş kurmak hoşuma gidiyor. Peribacalarının başından kitaplarım güvercinler gibi fırlıyor. Gözümün önünde büyük mü büyük, geniş mi geniş bir resim oluşuyor. Bu resmi çok seviyorum." (sf.57)
'Yahu bir zamanlar eşekle, atla, katırla, sonra ciple kitap gelirdi. Çocuklarımızla, kadınlarımızla okur, yararlanırdık. Şimdi gelmiyor; acaba niçin gelmiyor?' diyen soran köylü de yok. Köylüler bence daha en az seksen yıl daha sürecek ağır bir uykunun içinde. Bizim bir şairimiz vardır; adı Fazıl Hüsnü Dağlarca'dır. Onun dediği gibi: "Öyle dalmış ki / Yüzyıllar süren uykusuna / Uyandırmazsan uyanacak değil." (sf.105)
Bu arada Mustafa Güzelgöz’ün yaşam hikayesi, görselleri ve hatta belgeseli için tıklayabilirsiniz.