Seyahat Rehberi: Singapur
Asya’nın incisi Singapur, zengin kültürü, eşsiz mutfağı ve doğayla iç içe şehir yapısıyla en çok ziyaret edilen ülkelerinden biridir.
Gümüşhane Üniversitesi dekanlarından Celaleddin Vatandaş’ın yazdığı “Vahiyden Kültüre”, inancî bakış açınızda yeni bir perde aralıyor.
Hz. Muhammed’le birlikte başlayan ve tamamına erdirilen Hak Din İslam’ın, kişisel algılar, toplumsal kültürler ve coğrafik farklılıklar sebebiyle belirli noktalarda nasıl farklılaştığı ve yanlış anlaşıldığı üzerine kaynakçalarıyla birlikte incelemeler içeren eser, dinin felsefeyle olan ilintisine de değinerek derinlemesine bir ön izleme sunuyor.
İslam’ın her ne kadar kitabı ve mesajı sahih olarak kalabilmişse de bazıları heva ve hevesleriyle dini karıştırıp bidat ve hurafeler icat etmişlerdir. Resulün ölümünün hemen ertesinde başlayan bu ikilem ve mücadele hızlanarak şu ana kadar devam etmiş ve günümüzde de devam etmektedir.
Bu sürecin kuşbakışı bir tarihi anlatımı olan ve a bir İslam kültür tarihi denemesi sayılabilecek “Vahiyden Kültüre”, konuya yakınlığı olan kişilerce faydalanılacak bir eser. Satın almak için tıklayabilirsiniz.
Çoğu zaman ifade edildiği gibi parlak, şanlı bir geçmişe sahip bir toplumun mensuplarıyız. Ancak geçmişin parlaklığının Rabb'imize karşı bir kul olarak sahip olduğumuz sorumluluk açısından bir anlam ifade etmediğini bilmemiz gerekir. Daha da önemlisi parlak, şanlı örtüler altında karanlık, şansız noktalar özellikle dikkate alınmalıdır ki bu çalışmanın amacı da kısmen bu olmuştur böylelikle sarhoş, uyuşuk düşünceler uyandırılabilsin.
Çeşitli menfaatler gereği İslâm'a dahil olanlar, menfaatleri sona erse dahi irtidâd etmezler. Her türlü dalavere ve entrikalarına İslâm örtüsü altında devam ederler.
Kaynaklar birbirine karıştı! Daha sonra gelen nesillerin beslenme kaynaklarına Grek felsefe ve mantığı, İran düşünce ve mitolojisi, Yahudi hurafeleri, Hristiyan metafiziği ve başka kültürlerin, medeniyetlerin tortuları karıştırıldı… Bu yabancı unsurların tümü Kur'an-ı kerim tefsirine, Kelâm ilmi'ne, Fıkıh'a, Fıkıh usûlüne de karıştırıldı. Ve işte o ilk nesilden sonra gelen nesiller, o karma karışık kaynaklarla muhatap oldular. (Seyyid Kutub, Kutub 18)
Felsefenin tamamen beşerî temelli bir düşünce ve inanç olduğunu, İslâm'ın ise İlahi bilgi ve buna bağlı inanç olduğunu bilerek, felsefeyi sırf tartışmalarda araç niyetiyle kullanmak amacında olanlardan bir kısmı fazla bir zaman geçmeden kendilerini felsefeye kaptırırlar. Artık bunlar için felsefe araç olmaktan çıkıp amaç durumuna gelir. Zamanla felsefeye olan ilgi, onun bakış açısıyla İslâm'ı yorumlama işi o noktalara gelir ki, İslâm'ı inanç noktasında savunma görevini üstlendiğini iddia eden birçok kelâmcı bütün düşünce ve tartışmalarında naslardan çok felsefeye dayanır duruma gelirler.
Geçmişin filozoflarına hayranlıklarının çok büyük olması nedeniyledir ki Farabî, Aristo'nun kitaplarını 40 veya 100 defa okuma ihtiyacı hisseder. Ona göre en mükemmel insan Aristo'dur; insanlığın "İlk Öğretmeni" (Muallim'ul Evvel) dir. O, filozof-peygamber karşılaştırması yapar ve üstünlük önceliğini birincisine verir. Bu görüşündeki delili de peygamberin, isteği ve arzusu olmadığı bir durumda vahiy aldığı, halbuki filozofun çalışıp, gayret sarfederek İlâhî bilgiyi (hakikatı) elde ettiği, bu nedenle çalışanın çalışmayandan her zaman üstün olacağı biçimdedir.
Allah'ın sadece zihninde tasarlanan varlık olduğu, gerçeği olmadığını iddia eden Sadreddin Konevi de İslâm Felsefesi'nin bünyesinde yerlerini alırlar. Yaşarlarken en yakın dost, arkadaş ve öğrencileri dinsizlerden, Yahudilerden, Hristiyanlardan vs. oluşan bu filozoflar daha sonraları büyük İslam düşünürleri olarak tanınacak ve Kültür İslâmı'nın mensuplarınca dinin kendilerinden alınmaya lâyık kişileri olarak görüleceklerdir.
Kur'an'da çok farklı anlamlarda kullanılan zikr, sûfîler tarafından sadece bazı kelime ve cümlelerin sürekli tekrarı biçiminde anlaşılır ve kabul edilir. Belirli sayılarda ifade edilen Allah, Sübhanallah, Allah-u Ekber gibi sözcükler diğer ibadetlerden (namaz, oruç, hacc vs.) daha çok rağbet gören ve tasavvufa özgü olan ibadet anlayışına dönüşür.
İmam Gazali: Halkın itikadının gevşeme ve imanlarının zayıflığı sebeplerini araştırdım. Karşıma dört sebep çıktı: Biri felsefe ile meşgul olanlardan, ikincisi tasavvuf yoluna girenlerden, üçüncüsü "Talim" davasına bağlananlardan, dördüncüsü de halk arasında ilimle tanınmış kimselerin davranışlarından gelmekteydi.
Halife seçildiğinde müslümanlardan kendisine itaat isteyen Hz. Ebubekir'in sözleri anlamlı ve İslâm'ın konuyla ilgili esasını bütün açıklığıyla ortaya koyucu mahiyettedir. Şöyle der o yüce zat: Ey insanlar ben sizlerin en hayırlınız olmadığım halde başınıza geçirilmiş bulunuyorum. İyilik yaparsam bana yardımcı olunuz. Kötülük yaparsam beni doğrultunuz... Ben Allah'a ve Resûlüne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Eğer Allah'a ve Resûlüne karşı gelip isyan edersem o zaman benim sizden itaat beklemek hakkım yoktur.
12. yüzyıl, ictihad anlayışının halk düzeyince kaybedildiği ve taklidin inanç ve yaşantıda etkin olduğu zamanı oluşturur. Daha önceki yüzyıllarda problemlerini kendilerine en yakın alime giderek, sorup çözümünü öğrenen halk, özellikle bu yüzyıldan sonra bir alime müracat yerine, yazılmış kitapları okuyup, fıkhî delillerin bağlayıcılık farklarını da dikkate almadan, kendi mezhebiyle ilgili kitaplardaki her bilgiyi nass gibi veya onun zorunlu tek sonucu gibi kabul etme anlayışına sahip olur.
Arap kökenliler, yani yerliler toplum içerisinde en şerefli ve üstün insan olduklarına inanır ve kendilerini sosyal tabakaların en üstünde kabul ederler. Çünkü peygamber kendilerinindi, Kur'an kendi dilleriyle inmişti ve yöneticiler kendilerinindi.
Kişisel yorumum: Bugün Türkiye Müslümanlarında da gördüğümüz bir gerçektir bu. Bazı cemaatlerin bulunduğu camilerde önce Arapça hutbe okutulması ve Kuran’ın Arapça okunmasının daha ehemmiyetli olduğunu söylemesi örnekleri.