Öde Zekâtını, Kurtar İmanını
Zekâtı ödemek; mala mülke tapmaktan, serveti putlaştırmaktan temizlenmektir. Servet tekelimizdeyse, şirk hemen tepemizdedir.
Allah nezdinde mümin sayılabilmek için, kişinin, yaratıcısının kendisinden istediği vazifeleri mutlak surette yerine getirmesi gerekir.
Enfal Suresi 2
Gerçek müminler,
Esasen şu kimseler:
Hatırlatıldığında Allah kendilerine,
Bir ürperti / bir titreme gelir kalplerine. 22/35. 23/60. (13/21. 21/28. 23/57).
Tilâvet edildiğinde ayetleri /
Tatbik ettiklerinde önerileri,
Bu hareket imanlarını artırır / bereketlenir dinleri.[1]
Sırf Allah’a tevekkül ederler / yoktur başka vekilleri.
«Bil ki Allah Teâlâ’nın Enfâl 1’deki "Müminler iseniz Allah'a ve Resulüne itaat edin" buyruğu, imanın itaate götürmesini gerektirince, Cenâb-ı Hak bu hususu bu ayette, çok iyi bir biçimde açıklayarak, imanın, ancak sayılan görevler ifa edildiğinde kişide bulunacağını beyan etmek üzere: "İşte onlar, gerçek müminlerin ta kendileridir" buyurmuştur. İşte bu buyruk, sayılan hasletlerin "iman" ismine dahil olduğunun delilidir. Bu ayet, imanın, ancak bu beş temel husus mevcut olduğunda gerçekleşeceğini söylemektedir.» [2]
23 – Mü’minûn Suresi 1
1. Kurtuluşa, hiç şüphesiz ki şu müminler eriştiler; 87/14-15
2. Onlar ki, salâtlarında huşû/derin bir saygı içindedirler; 2/45
3. Onlar ki, anlamsız söz ve davranışlardan yüz çevirirler; 17/36. 25/72. 28/55.
4. Onlar ki, zekât ödeyebilmek için çalışır/faaliyet gösterirler; (69/34. 107/3)
5. Onlar ki, mahrem yerlerini [yabancılardan] muhafaza ederler. (91/9)
6. Ancak eşlerine/yani nikâhla sahip olduklarına[3] karşı sakınmazlar;
Zaten hem müminler [hem de başkaları] bundan dolayı kınanmazlar.
7. Kim ki bu sınırın ötesine geçmek ister,
İşte onlardır, had[lerin]i aşmış kimseler.
8. Onlar / felâha kavuşacak olan o müminler, [4]
Emanetlerine ve ahitlerine de riayet ederler;
9. Salâtlarına/namazlarını da titizlikle eda ederler;
10. İşte onlar [Firdevs’e] vâris olacakların ta kendileridirler. [23/11]
11. Onlar, o görkemli cennetlerin[5] mirasçıları olacaklar;
Firdevs cennetlerinde, sonsuza değin kalacaklar.
«Müminûn Sûresinin ilk âyetleri, ideal mü’minin portresini çizer.»[6]
«Sûrenin ilk ayetleri için söylenen Hadis-i Şerif’te Efendimiz aleyhisselâm: “Bana on âyet indirildi ki, cennete ancak durumu bunlara uyanlar girecekler” der.» [7]
5 - Maide Suresi 54
Ey iman edenler! İçinizden,
Her kim dönerse dininden,
(Bilsin ki) Allah yakında öyle bir toplum getirecek ki, (O) onları sever;[8]
Onlar da Allah’ı severler;
Müminlere karşı zilletli[9] / alçakgönüllüdürler;
Kâfirlere karşı, izzetli[10] / onurlu ve şiddetlidirler. (48/29)
Allah yolunda son derece gayret gösterirler;
Hiçbir kınayıcının kınamasından da çekinmezler…
Allah’ın, dilediğine bahşettiği fazlıdır bu özellikler.
Zira Allah, engin (lütuf)[11] sahibidir;
Her şeyi tüm ayrıntılarıyla bilendir.
«Kur’an-ı Kerîm insanlığı en başta Allah’ın birliği inancına ve Allah’ı her şeyden daha çok sevme duygusuna ulaştırmak ister. Nitekim Bakara sûresinin 165. ayetinde “İman edenler ise en çok Allah’ı severler” buyurularak bu hedefe işaret edilmektedir. İnsanla yaratıcısı arasındaki en yüksek ilişki, sevgi düzeyine ulaşan ilişkidir. Allah’ı her şeyden çok seven insan bütün ilişkilerini bu sevgiye, dolayısıyla Allah’ın iradesine göre düzenleyeceğinden onun bütün ilişkileri bilinçli ve iradeli olacaktır. İslâm düşüncesinde hakiki sevgi Allah sevgisidir. Çünkü kişinin asıl varlığının sebebi, mazhar olduğu iyilik ve ikramların, maddî ve manevi nimetlerin aslı O’dur. En iyi, en güzel olan O’dur. Bütün iyilikler, güzellikler O’ndan gelir, bu sebeple sevilmeye en çok lâyık olan O’dur (bu konuda ayrıca bk. Bakara 2/165; Âl-i İmrân 3/31).
Allah sevgisi, O’nun yüceliğini ve nimetlerini düşünme neticesinde kişinin kalbinde meydana gelen bir duygudur. Bu duyguya sahip olanlar Allah’a karşı saygılıdırlar, O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınırlar. Allah yolunda ve din uğrunda gayret göstermekten, mallarını ve canlarını feda etmekten kaçınmazlar.
Allah’ın kulunu sevmesinden maksat onun doğru yolu bulmasını murat etmesi, ondan razı olması, itaat ve ibadetlerine bolca sevap vermesi, onu övmesi ve hayırlı işlerde başarılı kılmasıdır.
Müminlere karşı alçak gönüllü yani şefkatli, merhametli ve naziktirler. Onlara karşı kuvvete başvurmazlar; zekâ, yetenek, etki, servet ve diğer güçlerini müminlerin aleyhine baskı aracı olarak kullanmazlar.
Kâfirlere karşı vakarlıdırlar, yani İslâm düşmanlarına karşı sert, dirençli ve tâvizsizdirler; maddî menfaat karşılığında satın alınamayacak kadar üstün karaktere sahiptirler.
Allah yolunda cihat ederler, yani Allah rızasını kazanmak için hakkı ve adaleti gerçekleştirmeye gayret ederler; bu uğurda başlarına gelecek her türlü sıkıntıya katlanırlar; mal ve canlarını Allah yolunda harcamaktan çekinmezler. Cihat, samimi müminlerin en önemli özelliklerinden ve ayırıcı vasıflarındandır.
Hak uğrunda cihat ederken hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar; varlığına ve birliğine inandıkları Allah yolunda yürürler, O’nun hükümleriyle hükmederler, karşıtlarının muhalefet, eleştiri, itiraz ve alaylarına aldırış etmezler. Çünkü bunlar yaptıklarına karşılık olarak insanlardan ne bir ödül ne de övgü beklerler; sadece hakkı gerçekleştirmek, bâtılı yok etmek, iyiliği ve güzelliği yaymak, kötülüğü ve çirkinliği önlemek, böylece Allah’ın rızasını kazanmak için çaba harcarlar.»[12]
9 - Tevbe Suresi 71
Müminler ve mümineler, birbirlerinin velisidirler;
[Birbirlerine] ma’rûfu / iyi ve doğru olanı önerirler;
[Birbirlerini] münkerden / kötü ve yanlış olandan engellerler;[13]
Namazı ayakta tutar, zekâtı seve seve / gönüllü öderler;
Allah’a yani gönderdiğine,[14] [işte bu şekilde] itaat ederler.
Allah da, işte bu [itaatkâr olan kullarına] edecektir [her vakit] rahmet;
Çünkü Allah, her işinde mükemmeldir, her hükmünde eder tam isabet.
«İki yüzlü davranan kimselere hâkim olan özellik, kötülükleri körükleyip iyilikten alıkoymak iken yürekten müminlerin temel vasfı iyiliği özendirmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmaktır. Münafıklar Allah yolunda harcamada eli sıkı davranırken müminler zekâtlarını verirler ve ayrıca cömertçe gönüllü bağışlarda bulunurlar, hatta imkânları elverdiği için daha fazla yapamadıklarına üzülürler. Münafıklar namaza üşenerek gelirler, müminler ise namazlarını bir kulluk yükümlülüğü sayarak içten gelen bir istekle kılarlar. Allah yolunda savaşmak gerektiğinde münafıklar türlü mazeretlerle yan çizmeye çalışırlar, müminler ise canlarını ve mallarını esirgemeden böyle bir çağrıya koşarlar, bu yolda asla yılgınlık göstermezler. Münafıklar Allah’ı ve O’nun mesajını umursamazlar, O’na ve vaat ettiklerine candan inanan müminlerle alay ederler, müminler ise Allah ve resulüne mutlak itaat gösterirler.»[15]
İşte, mümin kişileri bu şekilde tanıtıyor ayetler;
Duyanlar edenler, inşallah bu ilkelere riayet ederler.
[1] "Bunlar, iman edenlerdir. Allah'ın zikriyle gönülleri huzur ve sükûna kavuşur. " (Ra'd, 28). "... sonra da hem derileri hem kalpleri, Allah'ın zikrine (yatışıp) yumuşar..." (Zümer,23). Buna göre mana, "Deriler, Allah'ın azabının korkusundan dolayı ürperir, diken diken olur. Daha sonra da onların derileri ve kalpleri, Allah'ın mükâfatını umduklarında yumuşar" şeklinde olur.
[2] Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - ENFAL SURESİ 3. Hasenat.net.
[3] M. İslâmoğlu. * Muhammed Esed: “Eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kınanmazlar.”
[4] «Felâha ermek; umduklarına nail olmak, korktuklarından da emin olmak demektir» {Hamdi Döndüren Meali. Hasenat.net}.
[5] M. İslâmoğlu
[6] Hayat Kitabı KUR’AN, 659
[7] (Tirmizî, Tefsîru Sûre, 23/1; A. İbn Hanbel, I, 34). Bkz. Kur’an Dili, 5/3426; Kur’an Meâli, Kral Fehd Mushaf-ı Şerif Basım Kurumu
[8] (S. Ateş)
[9] «Gazâlî’ye göre insan alçakgönüllü olmaya çalışırken tevazu sınırını aşarak kendini aşağılık (mezellet) durumuna da düşürmemelidir (İhyâ III, 368-369). Râzî de gerçek müminlerin inananlara karşı alçak gönüllü ve şefkatli, inkârcılara karşı güçlü, dirayetli ve onurlu olduklarını bildiren âyette (5/54) geçen ezille kelimesini açıklarken bunun “alçalma ve küçülme” olarak anlaşılmaması gerektiğini söyler (Mefâtîhu’l-gayb, XII, 21-22). Bu açıdan bakıldığında izzetle kibrin farklı iki kavram olduğu anlaşılır. İzzet müminin kendi varlığının hakikatini bilmesi, tanıması ve ona dünyevî ihtiyaçlarını gerektiği kadar sağlamasıdır; kibir ise kişinin kendini doğru tanımaması ve olduğundan büyük görmesidir. Şu hâlde izzet şeklî olarak kibre benzerse de mahiyet itibariyle ondan farklıdır (a.g.e., XXX, 16-17). Kişi izzeti, kendi nefsini başkalarından üstün görme eğiliminin bir ifadesi olarak değil sahip olduğu dinden ve temsil ettiği, inanıp bağlandığı yüce değerlerden gelen bir güç ve onurun ifadesi olarak görmelidir. İnsan, İslâm’dan ve onun kazandırdığı değerlerden uzaklaşması halinde izzetten de yoksun kalır (Gazâlî, el-Maksadü’l-esnâ, s. 51).» {DİA, Mustafa Çağrıcı}.
[10] İzzet kelimesi, kâfirlerin şişinmelerini ve kibirlenmelerini, hakikate burun kıvırmalarını, afra tafralarını anlatmak için de kullanılır. Bkz. 2/206. 38/2
[11] (M. İslâmoğlu)
[12] Diyanet - Kuran Yolu - MAİDE SURESİ 54. Hasenat.net
[13] Muhammed Esed Meali: “İyi ve doğru olanın yapılmasını özendirir, kötü ve zararlı olanın yapılmasına engel olurlar.”
[14] Bkz: 3/32. 4/80 ve 20/134
[15] Diyanet - Kuran Yolu - TEVBE SURESİ 71. Hasenat.net