Nefret Nesli

10.07.2020 / Deneme / Genel

Nefretle beslenen bir neslin yaşayacağı vitamin eksikliğine hangi besin takviyeleri gerekir ve kimlerdir bu nefret nesli?

Nefret Nesli

Hayatının büyük kısmını ya da tamamını aynı dönemde yaşamış insanların toplamı olarak kabul edebileceğimiz “nesil”, kısaca her dönemin kendi kuşağı olarak da tanımlanabilir.

Her nesil tabiatı itibari ile kendinden sonraki nesli biyolojik olarak dünyaya getirir ve manevi olarak yetiştirir. Hz. Adem’den bu tarafa böyle devam eden bu durum (aksini düşünenler buradan sonra yazıya devam etmeyebilir) yeni gelen her neslin, kabuğuna karşı tutumunun her daim negatif yönde seyretmesi ile devam edegelmiş. Manevi bakış açısı olan tutumlar, insanın kendi dışındaki her uyarandan ilham aldıkça yine kendi fikrinin dışındaki her duruş, düşünce, örf, adet, gelenek ve vs. nev-i şahsından utanan, bir diğerinin şahsı karşısında acziyet duyan hale getirmiştir insanı.

Peki kendi geleneğini, düşünceni, örfünü, adetini ne belirler ki insan bunun dışına çıktıkça başkalaşır? Bu başkalaşma her zaman kötü müdür? İçinde dünyaya geldiğiniz her toplum, başta dini inanışları olmak üzere belirli değerler üzerine bina eder hayatını. Özde, dini bakış açısı olgusu, dinin insanın hayatını düzenleme vasfı ile başroldedir her alanda. Sonra yine içinde bulunulan toplumun kendi genel ahlak kuralları, coğrafi şartları belirler insanın mizacını hatta biyolojik yapısını “aldığı gıdalar, ülkenin mevsimleri, denize olan mesafesi, yüksekliği”. Durum böyle iken ne zaman kendini, kendin yapan bu yapıdan uzaklaşırsan o kadar bocalarsın. Örnek; sıcak bir güney memleketi insanını belli bir yaşından sonra soğuk bir kuzey ülkesine bırakırsan vücudun vereceği tepkiler aşağı yukarı bellidir.

Bu tam da şu ara söylendiğinde, insanlarda oluşan kendini reddetme refleksi ile yadırganan “fıtrat”ın kendisidir de aslında. Yani insan yaradılışı icabı içinde bulunduğu kabın şeklini almaya müsaittir ve o kap eğer kodları dışında bir en, boy, yüksekliğe sahipse, ya dar ya da büyük gelecektir ki bu da insan konforunu kıyafetlerde sıkça tecrübe ettiğimiz üzere bozacak, hareketlerini kısıtlayacaktır.

Nesil ve neslin refleksleri üzerine olan bu girizgâh 20. yüzyılın tanımlamalarla dolu yapısında X, Y, Z kuşaklarının birbirleri arasındaki etkileşimi ve Z kuşağının gelecek üzerindeki plansızlığının üzerine biraz kafa yormak adınaydı.

Peki kısaca nedir bu X, Y, Z kuşakları? Son yüzyılda dünyaya gelen insan neslinin doğum seneleri üzerinden kategorize edilmesidir. Sessiz kuşak olarak adlandırılan ve son iki kuşağın ataları kabul edilen kuşak 1930’lu seneler ile 1940’lı senelerde dünyaya gelen diğer kuşakların sırasıyla anne-babası, dede-anneannesi, şeklindedir. Sonrasında X kuşağı gelir ki bu da 1940’lı ve 1960’lı senelerin içerisindedir. Y kuşağı 1980’den 1999’a kadar gelen nesli tanımlar ki bunlar daha çok ağabey, abla, amca, dayı, teyze, hala ve az da olsa Z kuşağının son döneminin anne-babalarıdır.

Daha çok üzerinde duracağımız “Z” kuşağı içine doğdukları özellikle teknolojik gelişimin daha önceki nesillerin gördüğüne nazaran ses hızına çıktığı döneme denk gelmeleri ile öncekilerin yaşadığı bir takım zorlukları duydukça kendilerini oldukça şanslı addederler. Bu şans onlar için özellikle bilgisayar ve internet teknolojisinin görece nimetlerinden sınırsız faydalanmaları ile beyinlerinden her defasında bir tık uzaklaştıklarını fark ettirmemektedir.

Beynine biyolojik olarak daha çok ihtiyaç duyan “Y” nesli bile bu furyaya kendini kaptırmış, teknolojik her hangi bir yenilikten uzak kalmaktan “Z“ kuşağının alaycı yaklaşımlarından ve iş imkânlarının ellerinden alınması korkusundan daha da bir sarılmış “Z” nesli ile yarışır olmuştur. Bu hissiyat belli bir aşamadan sonra farklı sıkletlerin anlamsız rekabetine dönüşmüş ve bunun adına da kuşak çatışması denilmiş. Bu çatışma başta tatlı bir fikir beyanı münazarasıyken (burada özellikle fikir alışverişini kullanmıyorum, zira tek taraflı olan bu ilişkiyi alışveriş olarak tanımlamak zor) egoların devreye girmesi ile münakaşaya, oradan da kavga ve karşılıklı restleşmelere dönüşüyor.

Tecrübe denen olgunun kendisi bir başına insanın karar alma organlarını etkileyen baş aktörken, bir anda tecrübesiz olan tarafa karşı bir silah, bir tehdit hissiyatı vermesi “ben bilirim” diyen alfa olma çabasındaki “Z” neslinin şartlandırılmış güdülenmelerinin kendilerini kuşatması tatminine dönüşmüştür. Kendilerine her fikir beyanında bulunan X ve Y kuşağı mensuplarını yaftalamalar yaparak “bizi anlamayan ve/veya anlamak istemeyen” dinozorlar, çokbilmişler ve yakın dönem tabiri ile boomer’lar olarak reddetmişlerdir.

Kuşaklar arasındaki rekabet dozu aşılmadığı sürece her dönemin kendi bilgi ve becerileri ile bir konu hakkında doğru yol izlemenin aracı olabilecekken, sürekli ret halinin kavgası, yerinde saymaya, bir süre sonra da geri kalmaya sebep olacaktır. Her durumu uçlarda yaşamak gerekir “sınırlarınızı aşın” mottosu ile büyüyen kuşakların “haddini bilmez” bir tutumda bulunması da normaldir.

Bu yazıdaki haddini bilmez tabirini gören bir “Z” kuşağı mensubunun “sen kim oluyorsun da bize had bildiriyorsun.” dediğini duyar gibiyim. Ama bilinmesi gereken haddin aslında kapasite olduğu ve kapasitesi üzerinde yani istiap haddi üzerinde yük alan bir kamyonun yükünü boşaltacağı yere varamadan amortisörleri ve motorunu zorlayacağından yolda kalacağı gibi kendilerinin de o parlak geleceklerini göremeden metallerinin yorulacağı gerçeği ortadadır. Kendimize olduğumuzdan fazla anlam yüklemek bizi aslında bir başka dinozora, çok bilmişe dönüştürür ki bunun altı boomer’ların ki kadar dolu da değildir.

Şimdi hangi enstrümanlar aracılığı ile bir nesil, nasıl anlamaktan çok reddetmeye, dinlemekten çok cevap vermeye, görmekten çok bakmaya, sevmekten çok nefret etmeye programlanıyor ve bu yazılımı yükleyenler tarafından kendi aracılıkları ile sürekli “update” edilmeye mecbur bırakılıyorlar?

Özellikle 20. YY’ın en büyük ve hâlâ en ilkel icatlarından birisi olan internet ve türevi olan sosyal medyanın etkisi mutlak surette bir numaraya yerleşebilir. Kısmen konvansiyonel medyanın etkisi aracılığıyla hazır bilgiye, sadece dinleme ve seyretme aracılığıyla düşünmeye sevk edilen “Z” kuşağına bu konuda overdose yapan sosyal medya, içerisinden hiçbir filtreleme ve muhakemeye tabi tutulmadan verilen bilgiyle “çok öğrenmiş ve çok bilmiş” bir son kullanıcı oluşturmayı başarmıştır. Bunun farkına varan uyaran bombardımanı, markalar, düşünce kuruluşları, siyasal organlar vb. aynı mecrayı kendi propaganda aracına dönüştürmüş ve istedikleri gerçeği alıcının da bunu herhangi bir filtreleme ve muhakemeye tabi tutmayacağını bildiklerinden, kendi doğruları ya da kasti dezenformasyonla suna gelmişlerdir.

Sorgulayan ama kendi dinamikleri ile kendi istediklerini sorgulayan, öğrenen ve gelişen ama mutlak surette yine kendi doğruları ve bilgileri ile öğrenen sosyal medya kullanıcısı mutlak surette kolay lokma olacak ve müptela vasfı ile takipçi olacaktır. Bu şekilde sorgulayan ve fakat enaniyet dinamikleri ile hareket eden “Z” nesli bu kararları kendi aldığına öyle inanacaktır ki “Wag The Dog” Başkanın Adamları (1997) filminin o unutulmaz diyaloğuyla.

- Nereden biliyorsun?

- Televizyon söylüyor.

Bilinci nispetinde, nereden biliyorsun sorusunun cevabı; internet, akabinde sosyal medya öyle diyordan öteye gitmiyor. Son yirmi senenin ilgi anlayışının “ya hayran ol ya da nefret et” aralığında olduğunu düşünürsek bu mevcutla gelişen dimağlar da ya hayran olmayı ya da nefret etmeyi tercih ediyor artık.

Hayranlıksa ölümüne, nefretse öldüresiye şeklinde hırslanan bu nesil nefretin ne kadar güçlü ve sansasyonel bir duygu olduğunu gördükçe, ona daha da bağlanarak özdeşleşip kendine hak görmeye başlaması da nefret olgusunun servis sağlayıcılarının da aynı zamanda zırhı olmaya başlıyor. Eğer nefret etme hakkım elimden alınırsa, alandan da nefret ederim. Aynı nesle, sevgi ile işlenen nefret, eğer “A”yı seviyorsan asla “B”ye ilgi duyamazsın ve hak veremezsin. Bu kuşağa “benim işime gelir” dedirten de muhakemenin gerçekten rasyonel bir şey olması ve bu rasyonalitenin de aynı zaman da kafa yormak demek olduğunu bilen, bir tık ile yiyen, içen, gezen, seven, okuyan, dinleyen, öğrenen vs. nesle zor geliyor olmasıdır.  

Enaniyet duygusu ile akıl alma fikrinin genç dimağlardan silinmesi, kendi sosyal ve kültürel hafızasını tek başına edindiği düşünceler ile yapılanmasına sebep oluyor. Oysaki fikir zenginliği, istişare kabiliyeti yine kendi doğrunu, içinden bulunduğun dönem için oluşturmada insana olan büyük yardımı dokunacağı gerçeği aşikârdır. Tabi ki nesilleri bu şekilde kurgulayan yapı toplumsal hafızanın önce resetlenmesini sonra da kendi kurgusuyla kodlanmasını ister. Artık bunlar öyle gizli güçler şeklinde esrarengiz yapılar değildir. Zira artık sorgulayan fakat kendi hüviyetinden çok sunulan soruları sormaya hazır bir kuşak oluşmaya başlamıştır.

Bu yapılar artık bilinirlikleri ile saklanır, kendi kendilerini alaya alarak kamufle eder hale gelmişlerdir. 2020 senesinde yaşayan bir “Z” kuşağı mensubu için elindeki tüm doğrular kendi eseridir ve o kadar bilgedir ki kimse onu yönlendirmemiştir ve yönlendiremez. Son hali ile neden bu kuşak için alfabenin son harfi seçildiği de ortaya çıkmaya başlar. Bundan sonra yetişen, yetiştiren bir nesilden ziyade fikren ve biyolojik olarak kısır bir nesil ile insanlık nihayetlendirilecektir. Maksat bu iken iyi biliyoruz ki ayetle sabit.

Âl-i İmrân Suresi - 54 . Ayet meali ile “tuzak kurdular, Allah (c.c)’da onların tuzaklarını bozdu. Evet, Allah (c.c) en iyi tuzak bozucudur.” (diyanet.gov.tr). İnsan nesli üzerinde böyle bir tuzak tezahürü varsa buna karşılık mutlaka, insanoğlunun kendini koruma kabiliyeti gereği nefsini müdafaa edecektir.

Oluşturulan bu nefretin bir yerlerde vücut bulması gerekmektedir. Bu vücut bulma hadisesinin en basit yolunu, her daim elimiz de olan dijital imkanlar vasıtası ile nispeten gizli ve bir o kadar da kontrolsüz bir şekilde başta sosyal medya ile ardına da bu tekil fiiliyatın, bir birini tanımayan birlik olmuş kişilerin etraflarına gerçek hayatta kusması şeklinde görüyoruz. “Sokaklara dökülmek” tabiri artık kendi ile aynı fikirde olmayana karşı bir duruş haline gelirken, aslında adı üzerinde gerçekten dökülen, başta inanıldığı düşünülen fikir, ideoloji, bakış açısından, çok farklı yola sapan bir karmaşaya dönüşür. Sonrasında nefretle yola çıkanların, kendilerinin de neden orada olduklarını sorgular hale gelmesine sebep olur.

Kahramanlarının dünyayı kurtardığı bir nesilden, V for Vendetta, Joker, Tyler Durden’ın yaptığı gibi yok etmenin kahramanlık sayıldığı bir nesle dönüşmek insanın mecburi istikameti olmamalı diye düşünüyorum. Herkes önüne geleni kabul etmek zorunda değil tabi ki öte yandan muhakeme kabiliyeti ile filtre edilmiş ekstra bilginin de kimseye zararı dokunmaz. Böylece size son kuşaksınız sizden ötesi yok diyenlere inat gerçek duruş sergilemek, geçmişten ve gelenekten ders ve güç alarak geleceği son model tasarlama ile olur.

Burada nefret olgusu ile kendine “Z” kuşağı yaftası yapıştırılanlar ve öyle olduğunu kabul edenlere, tümüyle bir ithamda bulunmak değil niyetim. Neticesi itibarı ile “Z”kuşağına bu kadar nefreti yükleyen ya da yüklenen bu nefretten haberdar dahi olmayan ebeveyn X ve Y kuşakları da eserleri ile gurur duymalılar.

Bulduğumuz her imkânı birbirimize kin ve nefret kusmak için kullanmak yerine istişare ve meşveret alanına çevirmek bizim elimizde. Öfke ile beslenen nefret, algıların kapanmasına yanlışı da doğruyu da yerinden gözlerimizle görüp kulağımızla işitmemize engel olur ki bu da cehalete açılan kapıdır.

Ben bilirim demek için önce öğrenmek, öğrenmek için de tüm algıları açarak hareket edip, algılananları da mantık süzgecinden geçirmek ile olur. Kibir bizi ancak “seninle daha fazla konuşmak istemiyorum” cümlesine kadar taşır ve sonra orada bırakır ki tam orada yalnızlaştırarak, birlik ve beraberlikten uzaklaşmamıza sebep olur.

Ne kadar herhangi bir yerde birisinden nefretle ağzımızdan ya da elimizden dökülenlere dikkat edersek o kadar fazla doğru olana yaklaşır ve aydınlanırız. Bilvesile satırlarıma son verirken X kuşağının ellerinden Z kuşağının gözlerinden öperim. Kalın sağlıcakla.

 



Kabafii Reklam Alanı