Orhan Kemal ve Nazım Hikmet'in Dostluk Hikayesi

05.02.2025 / Kültür / Sanat / Tarih

Orhan Kemal ve Nazım Hikmet... Türk edebiyatının iki unutulmaz ismi ve aynı zamanda edebiyatın o sıcak dostluk hikayelerinden biri!

Orhan Kemal ve Nazım Hikmet'in Dostluk Hikayesi

Mavi Gözlü Dev, 1940 yılında Orhan Kemal’in de içinde olduğu “Bursa Hapishanesi”ne gelir.

Onun hapishaneye gelmesi herkesin dikkatini çeker. Adeta herkes “Nazım Hikmet geliyor!” diye heyecanlanır. Özellikle de Orhan Kemal“üstadı” ile tanışacaktır.

Bana hapishane bahçesinde dikilmiş zambakların yeşil yaprakları üzerindeki karlar erimiş gibi, umumi afla serbest bırakılmışım, cezamın bitmesine kadar olan yıllar birden tükenmiş gibi geldi. Herkes gibi ben de ona gıyaben hayrandım. Herkes gibi kendimi bilmeden onu seviyordum. Muazzam koca şair…

Pencereden karla örtülü yeşil zambak yapraklarına yine bakarken Necati nefes nefese kaleme geldi: ‘Nâzım Hikmet’i az önce getirdiler!

Nazım Hikmet ve Orhan Kemal

İyice hatırlıyorum, kalemimi elimden düşürdüm. O kadar heyecanlıydım ki başım dönüyordu.

Kapı açıldı, gülümseyerek çıktı. Göz göze geldik. Mavi gözlerinde, gülümsemesinde tertemiz apaçık çocuksu bir şey vardı. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşünürmüş gibi durakladı sonra Necati’yi gördü. Ona doğru gitmek istedi fakat Necati, Nazım’a doğru koşarak beni takdim etti. Nazım askerce topuklarını birleştirerek ve yüzüne ciddi bir ifade vermeye çalışarak kendini takdim etti: ‘Ben Nâzım Hikmet!

İşte karşılaşmamız böyle oldu, böylece talebesi oldum.” diye o günü anlatır Orhan Kemal…

26 Eylül 1943’te Bursa Cezaevi’nden tahliye olurken büyük ustayı bir şiiri ile selamlamaktan kendini alamaz ve Nazım Hikmet’e şiirini yazar.

NÂZIM HİKMET’E

 

Sen

“Promete’nin çığlıklarını

Kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam”

Sen benim mavi gözlü arkadaşım

Kabil değil unutmam seni.

 

26 Eylül 1943

Seni yapayalnız bırakıp hapishanede

Bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken

Koşacağım memlekete.

Ve tren

Bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek,

Gözü yaşlı bir genç kadına

Beş senenin ardından

Kocasını getirecek.

 

O dem ki boş verip istasyon halkına

Yanaklarından öperken sevgilimi

Sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın

İçimden bana

 

O dem ki yürekten her şey atılacak

Ekmek – kin – hasret

Fakat Nâzım Hikmet

Sen şu kadar kilometre uzakta kalmana rağmen

Aydınlık yüreğimin duvarına dayayıp sarı saçlı başını

Batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını.

 

Günler geçecek

Ekmek derdi çökecek omuzlarıma.

Fabrika.

Makinalar.

Tezgâhım.

Sana şekerkamışı, portakal yollayacağım.

Karım yün çorap örecek.

Her hafta mektup yazacağız.

-Askere almazlarsa eğer-

 

Unutabilir miyim seni?

Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini

Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz

Müthiş anların küfrünü!

-Radyonun yanındaki duvara

Kurşunkalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin-

 

Unutabilir miyim seni?

Hâlâ beton malta boylarında duyuyorum

Takunyalarının sesini!

 

Unutabilir miyim seni hiç?

Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,

Hikâye, şiir yazmayı

Ve erkekçe kavga etmeyi senden!

Bir hapishane hücresinde başlayan bu dostluk, edebiyatımıza iz bırakan satırlarla devam etmiştir. Genç Orhan Kemal, Nazım’ın teşvikleriyle yazmaya cesaret buldu; Nazım ise dostunun içindeki o büyük yeteneği ilk görenlerden biriydi.

Nazım Hikmet ve Orhan Kemal Bursa Cezaevinde