Öde Zekâtını, Kurtar İmanını
Zekâtı ödemek; mala mülke tapmaktan, serveti putlaştırmaktan temizlenmektir. Servet tekelimizdeyse, şirk hemen tepemizdedir.
“Oruç” kelimesi Kur’an’da “savm” olarak zikredilmektedir. Savm, Kur’an’da, 11 ayette 14 kere geçmektedir.
«Savm, “kaçınmak, geri durmak ve kendini tutmak” anlamına gelmektedir.»[1]
«Sıyam, savm kelimesinin çoğulu olup lügatte, “nefsi meylettiği şeylerden tutmak” demektir.»[2]
«Siyamın kök anlamı (S-V-M)'dır. Savm, bir şeyden kesin olarak sakınmak, korunmak anlamına gelmektedir.»[3]
«Oruç, sözlükte “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak” anlamına gelen bir kelimedir.»[4]
«Bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek anlamına gelen oruç ibadeti, bazılarına göre belirli bir süre yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma; bazılarına göre perhiz yapma, belirli yiyecekleri yememe; diğer bazılarına göre de sükût etme gibi şekillerde yerine getirilir.»[5]
«Orucun Arapçası “savm”dır. Savm kelimesi “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, nefsini bazı şeylerden engellemek” anlamında kullanılır. Fıkıh terimi olarak ise, imsak vaktinden iftar vaktine kadar, bir amaç uğruna ve bilinçli olarak, yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir.» [6]
Yâ eyyuhe-lleżîne âmenû kutibe ‘aleykumu-ssiyâmu kemâ kutibe ‘ale-lleżîne min kablikum le’allekum tettekûn(e)
Müminler! Oruç yazıldı üzerinize;
Yazıldığı gibi sizden öncekilerinize.
Sebep olsun diye takvâya / korunmaya erişmenize,
Haramlardan el etek çekerek ateşten azat edilmenize.
«Kur'an-ı Kerim'de geçmiş ümmetlere de orucun farz kılındığı haber verilerek orucun vazgeçilmez kadim bir ibadet olduğuna işaret edilmiştir.» [7]
BAKARA 183’DE SAVM, GELENEĞİMİZ VE GELECEĞİMİZDİR. TAKVÂYA ERMEK AÇIKÇASI ALLAH’IN EMİRLERİNE RAM OLMAK, DÜNYADA HARAMLARA BULAŞMAKTAN VE ÂHİRETTE ATEŞTE YANMAKTAN KORUNMAK İÇİN YERİNE GETİRMEMİZ ELZEM OLAN EN TEMEL AMELLERİMİZDENDİR.
Yorumumuzu Destekleyen Bazı Mealler ve Tefsirler:
“Ey iman edenler, sizden önceki (ümmet)lere de yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı (ve farz kılındı); umulur ki (bu sayede kötülük kirlerinden ve nefse esaretten) sakınırsınız (ve takvaya ulaşırsınız).”
“Ey iman edenler, oruç sizden öncekilere yazılı bir kanun haline getirilerek farz kılındığı gibi, size de yazılı bir kanun haline getirilerek farz kılındı. Umulur ki, Allah'a sığınarak emirlerine yapışır, günahlardan arınır, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarınıza ve özgürlüklerinize sahip çıkarak şahsiyetli davranır, dinî ve sosyal görevlerinizin bilincinde olur, sonunda da azaptan korunursunuz.”
BU AYETTEKİ SAVM, CEHENNEM ATEŞİNDEN ÇEKİNMEKTİR, O ATEŞE ODUN OLMAMAK İÇİN SON DERECE ÇABA SARF ETMEK, KENDİNİ YANMAKTAN MEN ETMEK / GERİ ÇEKMEKTİR.
«Kur’an-ı Kerîm’de orucun amaç ve hükümleri açıklanırken “ittikā” fiili kullanılmış, oruç yasaklarına uymanın Allah tarafından çizilen sınırlara riayet anlamına geldiği ifade edilmiştir (el-Bakara 2/183, 187). Bütün bunlar ve anılan fiilin Kur’an’daki kullanımları göz önüne alındığında orucun Allah’a kul olma bilincine varılabilmesi, mümine yaraşmayacak hal ve davranışlardan sakınılması ve kulluğun belirli bir disipline bağlanması açısından vazgeçilmez bir öneme sahip olduğu anlaşılır.
Kişinin sahip olduğu ruhî ve bedenî donanımları insana yaraşır bir biçimde dengeli ve verimli kullanabilmesi için aklın ve ruhun bedene ait süflî arzuların güdümünden kurtarılması hayatî bir önem taşır. Zira insanın karşılaştığı maddî ve manevi sıkıntıların çoğu mideye bağlı isteklerin ve cinsel arzuların aşırılığını önleyememekten kaynaklanır. Bu isteklerin dengede tutulabilmesi ve taşkınlık eğilimi gösterdiğinde frenlenebilmesi için bilinçaltının sürekli biçimde denetlenmesi gerekir. Bu ise ancak ciddi bir irade eğitimiyle mümkün olur. Oruç bu eğitimin sıkı bir disiplin içinde yürütülebilmesi için çok uygun bir psikolojik ortam meydana getirir; yanlış istekleri kırar, insanı sahip olduğu bedenî ve ruhî potansiyeli kendisine ve başkalarına yararlı işlerde değerlendirmeye yönlendirir. İnsanın esasen helâl olan fiilleri bile kendi iradesiyle işlemekten vazgeçebildiği bu ortamda zina, hırsızlık, yalan söyleme, gıybet etme gibi haram, kötü, kendisine ve başkalarına zarar veren eylemlerden, kısaca gerek Allah gerekse kul haklarını ihlâl eden davranışlardan geri durması öncelikle gereklidir. Nitekim Resul-i Ekrem, hakkı verilerek tutulmaya çalışılan orucun mutlaka kişinin davranışlarına olumlu yansımaları olacağına dikkat çekmiştir (Müsned, V, 363; Buhârî, “Śavm”, 2, 10).»[8]
«Takvâ, Allah’a karşı gelmekten sakınmak ve Allah’ın azabından korunmak için gerekli önlemleri almak ve daima bu bilinç ile Allah’a derin bir saygı şuuru içerisinde bulunmaktır. Takvâ, bireyin Allah’ın azabından sakınabilmesi için gerekli önlemleri alması, kendisiyle cehennem ateşi arasına, Allah’ın emirlerini yapmak ve yasaklarından da kaçınmak suretiyle engel koymak, böylece cehennem ateşinden korunmaktır.»[9]
«Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ kelimesini Seyyid Şerîf el-Cürcânî, “Allah’a itaat ederek azabından sakınmaktır, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi korumak suretiyle gerçekleşir” şeklinde tarif eder (et-Ta’rîfât, “vķy” md.).
Takvâ, Kur’an’da ve hadislerde bazen sözlük anlamında, bazen da “Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma” anlamında kullanılır.
Genellikle peygamberler ümmetlerine, “Allah’tan sakının ve bana itaat edin” diye hitap etmiştir (eş-Şuarâ 26/108, 179). Peygambere itaat eden Allah’a da itaat etmiş olacağından (en-Nisâ 4/80) takvâ Allah’a ve resulüne itaat etme anlamını da içerir.
Kur’an’da takvâ sahibi müminlerden bahsedilirken Allah’ın onları cehennem azabından koruduğu anlatılır (ed-Duhân 44/56; et-Tûr 52/18; el-İnsân 76/11); bundan dolayı mümin Allah’ın kendisini cehennem azabından korumasını ister (el-Bakara 2/201; Âl-i İmrân 3/191).
Allah’a “ehl-i takvâ” denmesi (el-Müddessir 74/56) koruyan ve korunulan olmasındandır. “Ateşin azabından bizi koru” duasında (el-Bakara 2/201; Âl-i İmrân 3/16, 191) veya “Kendinizi, ailenizi ateşten koruyun” ayetinde geçen (et-Tahrîm 66/6) “koru” ve “koruyun” ifadeleri aynı kökten gelir.
Hz. Peygamber, “Allah’ım, senden sana sığınırım!” (Müslim, “Śalât”, 222; Tirmizî, “Da’avât”, 112); “Allah’ın gazabından Allah’a sığınırım” (Tirmizî, “Cihâd”, 26) diye dua ederdi. Takvâ da Allah’ın gazabından yine O’nun korumasına sığınmaktır. Kur’an’da müminlerin şeytandan, fitneden (el-Enfâl 8/25), cehennemden (Âl-i İmrân 3/131), kıyametten (el-İnsân 76/11) kendilerini korumaları istenir. Takvâ kötülük ve zarar gelen her şeye karşı ilâhî korumayı talep etmektir. Bu da günahlardan kaçınmak ve iyiliğe yönelmekle gerçekleşir.»[10]
«Âl-i İmrân 125’deki takvâ, “Allah’ın ve Resulünün emirlerine harfiyen uymak” anlamındadır.»[11]
«Takvâ, Resul’e tâbî olmak (3/50); açıkçası Resul ile gönderilen ayetlere uymak, ayetlerde emredilenleri yapmak ve yasaklananları bırakmaktır: (20/134).»
«Kök itibariyle [v-k-y] kökünden gelen ve “geçişli” fiil olarak “korumak” anlamına gelen [vekâ] kelimesi, [ittekâ] şeklinde beş harfli kalıpta “geçişsiz” fiil olarak “korunmak”, “sorumluluğunu bilmek”, “sorumlu davranmak”, “hassas ve bilinçli olmak” demektir. Buradan hareketle takvâ kelimesi de “korunmak”, “sorumlu davranmak”, “duyarlı olmak” gibi anlamlar içermektedir. “Korunmak” anlamındaki takvâ kelimesi, kötülüklerden korunabilme özelliğidir.»[12]
«Müttakî, kendi doğal yapısını koruyan kişidir. Müttekinin zıddı tağut yani sınırları aşan kişidir.»[13]
«Takvâ sahipleri / korunanlar, Allah’ın buyruklarına ve yasaklarına uygun davranan ve böylece kendi eylemlerinin kötü sonuçlarından kendilerini korumuş olanlar. Yahut güçlü bir himaye altına girerek korunup sakınmış olanlardır.»
«Müttəqilər / Allahtan korkanlar, pis amellerden çekinenlerdir.»[14]
«Orucun en mükemmeli, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayâli, fikri gibi bütün organlara dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Örneğin haramlardan, lüzumsuz şeylerden el çekmek ve her uzuvların her birisini kendisine mahsus kulluğa sevk etmektir (Mektûbât, 29. Mektûb, 252).»[15]
Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, şeytani dürtülere karşı direncinizi artırarak günahlardan, kötülüklerden korunabilmeniz için size de farz kılınmıştır.
Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki fenalıklardan korunursunuz.
«Orucun sayısız hikmetleri vardır: biri de haramlardan uzaklaşmaya vesile olarak, kişinin ebedî hayatını korur. Hülasa bütün bu gayeleri Kur’an, korunma (takvâ) kelimesiyle özetlemiş olmaktadır.»[16]
“Ey müminler! Oruç, size de farz kılınmıştır. Nitekim sizden öncekilere de farzdı. Artık kendinizi sağlama almalısınız.”
«Ayetteki “Bu sayede takvâya erersiniz” cümlesi, orucun gerekçesini teşkil eder. Zira oruç aç kalmak değil, ruhu beslemektir. Oruç tutmak kendini tutmaktır. Oruçla, imanı diri tutmaktır.»[17]
«Oruç / sıyam, hatasız yaşamayı öğreten bir kapıdır. Allah için bir yola girdiğinizi, bu yolda Allah’ın yasalarına uymanız gerektiğini öğretir. Çünkü Allah’ın yasalarına aykırı davranışlarda bulunursanız sıyamınızın bozulacağı aşikârdır. Her ne kadar insanlar sıyamı (orucu) sadece yemeden içmeden uzaklaşmak olarak bilseler de asıl sıyam (oruç), haramlardan uzaklaşmak, Allah’ın farz olarak emrettiklerini yapmaktır. Haramları işleyen, farzları yerine getirmeyen, gün boyunca yemese, içmese fark etmez. O sadece aç kalmış, sıyamı yerine getirmemiştir. Biliniz ki; sıyam sizi Allah’ın yasalarına göre yaşamaya hazırlayan eğitim kurumudur. Eğer sıyamla Allah’ın yasalarına göre yaşamaya hazırlanmıyorsanız; sıyam okuluna boşuna girmişsiniz demektir.»[18]
«İbadetlerin amacı, Allah’a yakınlık elde etmek, ahirete yatırım yapmak ve güzel ahlâk eğitimi almaktır. Oruç tutan ama sabretmesini bilmeyen kimselerin ibadetleri bir manada boşa gitmiş sayılır.»[19]
Bu yazımızda, 11 ayetten Bakara 183’ü açıklamaya çalıştık. Diğer ayetleri, tek tek ele almak niyetiyle sonraki yazılarımıza bıraktık.
[1] Tevakku Sözlük
[2] Mehmet Türk Meali Bakara Suresi 2. Ayet Açıklaması
[3] Bkz. Erhan Aktaş Meali Bakara 183 Açıklaması
[4] DİA, cilt: 33; sayfa: 415-416, Ali İhsan Yitik
[5] Hadislerle İslâm, II/403
[6] KUR’AN’I KERİM KAVRAM TEFSİRİ, Ahmed KALKAN
[7] Hadislerle İslâm, II/403
[8] DİA, cilt: 33; sayfa: 417-425, İbrahim Kâfi Dönmez
[9] Bkz. {Anadolu Üniversitesi İlâhiyat Önlisans Programı, TEFSİR, Doç. Dr. Ali Galip GEZGİN}
[10] DİA, cilt: 39; sayfa: 485-486, [TAKVÂ - Süleyman Uludağ]
[11] Beyânül-Hak, 3/173, Z. Duman
[12] Bkz. Mehmet Okuyan Meali, Bakara Suresi 2. Ayet Açıklaması
[13] Süleymaniye Vakfı Meali, Bakara Suresi 2. Ayet Açıklaması
[14] Bkz. Bunyadov-Memmedeliyev, Bakara Suresi 2
[15] Hayrat Neşriyat Meali Bakara Suresi 2. Ayet Açıklaması
[16] Suat Yıldırım Meali Bakara Suresi 2. Ayet Açıklaması
[17] Mustafa İslamoğlu Meali Bakara Suresi 2. Ayet Açıklaması
[18] Mehmet Çoban Meali Bakara Suresi 2. Ayet Açıklaması
[19] Hayatımızdaki İslâm, 1/116, Hayrettin Karaman