
Öde Zekâtını, Kurtar İmanını
Zekâtı ödemek; mala mülke tapmaktan, serveti putlaştırmaktan temizlenmektir. Servet tekelimizdeyse, şirk hemen tepemizdedir.
Bismillêhirrahmênirrahıym
1. Mülkü elinde tutan (Allah, bereketin kaynağıdır), ne mübarektir;
[Eşsizdir, hiç kimseyle mukayese edilemeyecek derecede cömerttir]. (35/15)
O her şeye kâdirdir / yapmayı dilediği ne varsa ona gücü yetendir.
2. O, ölümü ve hayatı yarattı ki sizi sınasın;
En güzel amel hanginizinkiyse ortaya çıksın.[1] (16/30. 39/10. 53/31-32)
O gerçekten güç ve şeref sahibidir; [2]
[Cezaya kadirdir fakat] çok affedicidir.
3. Odur yaratan, yedi kat göğü tabaka tabaka / eşsiz bir uyum içinde.[3]
Bu yüzden, hiçbir düzensizlik[4] göremezsin Rahmân’ın var edişinde. (Sun’allâh: 27/88)
Haydi, gözünü çevir de bir bak!
Görebilecek misin kusur / görebilecek misin çatlak?
4. Sonra bak yine arka arkaya / yönelt gözünü yüzlerce sefer;
Bakışın, her defasında bitkin ve bezgin bir vaziyette sana geri döner.[5]
5. Doğrusu kandillerle süsledik dünya semasını / astık oraya lâmba misali yıldızları;
Şeytanla [şan insanla]ra,[6] atma tutma / spekülâsyon aracı[7] kıldık bunları [ve burçları];
Yakıp kavuran bir azap hazırladık onlara/yakacağız bu şeytanları.
6. Rablerine (bu şekilde)[8] küfredenlere, cehennem azabı vardır;
Cehennem, varılacak yer olarak ne kötüdür/ne berbattır.
7. Şeytanlaşan o kişiler, atıldıklarında oraya,
Kulak kesilirler, onun kaynarken çıkardığı homurtuya.
8. Cehennem, öfkesinden kudurur neredeyse;
Oraya her ne zaman bir topluluk getirildiyse,
Sorarlar o topluluklara cehennemin bekçileri:
“Gelmedi mi size nezîr,[9] [Kitap getirmediler mi size Allah’ın elçileri]?
9. Dediler: “Evet, geldiydi nezir / elçiler kitap getirmişlerdi bize getirmesine;
Ama biz onları reddettik ve “Allah bir şey indirmemiştir” dedik [hepsine]. 40/50
Ve dedik ki: “Siz [Allah elçileri] değilsiniz; sürat
Sizler ancak, apaçık bir sapıklık içindesiniz.”
10. Dediler [şimdi: Şayet elçilere] kulak vermiş olsaydık,
Aklımızı da [gelen kitapları anlamak için][10] çalıştırsaydık,[11]
[Şimdi], şu kavurucu ateşe atılanlar arasında olmazdık.
11. (İşte),[12] günahlarını bu şekilde itiraf edecekler; 67/12
Rahmet yüzü görmesinler, gebersinler o cehennemlikler![13]
12. Var ya görünmedikleri yerlerde de Rablerine saygı gösterenler,
[Şu saatte] hem affedilirler hem de büyük bir ödülü elde ederler.
13. Sözünüzü ister sır gibi saklayınız, isterseniz dışa vurunuz;
O, göğüslerin en mahrem sırlarını bile, bilendir kuşkusuz.
14. Yaratan bilmez mi [yarattığını]?
[Bilir tabi gizli-açık neler yaptığını].[14]
O yaratıcı, tüm inceliklere vakıf olandır/
Her şeyden tam anlamıyla haberdardır.
15. Yeryüzünü zelil kılan / boyun eğdiren Odur sizlere;
Gezin yeryüzünün omuzlarında / gidin gidebildiğiniz her yere!
Yiyiniz [içiniz şimdilik] Onun rızkından!
Yalnız Ona döndürüleceksiniz [ardından].
16. Emin misiniz, göktekinin, sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden?
O zaman bir de bakarsınız ki (arz) çalkalanmaya başlamış birden.
17. Yoksa siz,
Göktekinin, üzerinize bir belâ kasırgası salmayacağından emin misiniz?
Benim terk ettirişim / kurban edişim nasılmış, o zaman bal gibi bilirsiniz.[15]
18. Bulunmuştu doğrusu, bunlardan önce de yalanlayanlar,
[Biletlerini kesince], nankörlüğün ne olduğunu anladılar.
19. Birbirlerine kenetlenerek üzerlerinde uçuşan kuşları görmezler mi?
[Saflar halinde nasıl uçuştuklarını merak etmez, gözlemlemezler mi]? 16/79
Onları (o şekilde havada) tutan, O Rahman olandır ancak;
Kuşkusuz O, her yeri görüp gözetlemektedir [köşe bucak].
20. Rahmân’a karşı,[16] size yardım edecek askeriniz kimdir?
Kâfirler, sonu kestirilemeyen bir aldanış içerisindedir.
21. Allah rızkınızı keserse, size rızık sağlayabilecek olan kimdir?
Doğrusu[17] kâfirler, küstahlık ve nefret içerisinde debelenmededir.
22. Hangisi ulaşır hedefe, yüzüstü yere kapaklanıp sürünen mi? (17/97)
Yoksa dosdoğru bir yolda sağa sola sapmaksızın yürüyen mi?
23. De ki: O [Rahman], sizi inşa edendir;
Size işitme organı, gözler ve kalpler bahşedendir.
[Şükretmeniz gerekirken hepiniz],
Ne kadar azdır şükredenleriniz.[18] 34/13
24. Sizi yeryüzünde ekin gibi bitiren Odur;
Sonunda toplanacağız yer, huzurudur.
25. Diyorlar: Bu vaat ne vakit / ne zaman götürüleceğiz huzuruna?
Doğru söylüyorsanız, ikna edici bir cevap veriniz buna. 75/40
26. De ki: Ancak Allah katındadır bu bilgi / bu ilim;
Ben yalnız [sizi] aydınlatıcı bir vazgeçiriciyim.
27. Onlar ne vakit ki o [vaadin gerçekleştiği]ni yakından görecek,
Kâfirlerin yüzü, [işte tam o esnada] mosmor kesilecek;
[Elçilerle] iddiaya tutuştuğunuz o an, işte bu andır denilecek.
28. De ki: Baksanıza! Allah beni ve yanımdakileri helâk etse,
Veya bizim hepimize acısa / merhametiyle muamele etse,
[Bu Onun bileceği bir şeydir;[19] razıyız her ne gelirse Allah’tan];
Peki, siz kâfirleri kim kurtarabilir o vakit, ızdırap veren azaptan?
29. De ki: O Rahman’dır; bizler Ona iman ettik;
Ve Ona tevekkül ettik / hayat rotamızı Onun istediği istikamete çevirdik.
[Sizler elçilere: “Derin bir şaşkınlık içindesiniz” demiştiniz]; 67/9
Kimin apaçık bir sapıklığa saplandığını yakında bileceksiniz.
30. De ki: [Ey nankörler]! Bakar mısınız?
Suyunuz (yeryüzünden) büsbütün çekiliverse, ne yaparsınız?
Size kim yeniden tertemiz bir su getirebilir, [cevaplar mısınız]?
[1] İbn Ömer (R.A.) diyor ki: -Resûlüllah (A.S.), Tebareke Sûresini okumaya başladı, bu ayete gelince: «En güzel amelde bulunan, Allah'ın haram kıldığı şeylerden en çok sakınıp uzak kalan ve Allah'a itaat ve ibadette en fazla sürat gösteren kimsedir” buyurdu (Kurtubî).» {Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, 12/6289}.
[2] Elmalılı, L. Cebeci ve S. Kılıç
[3] M. İslâmoğlu
[4] “Gelip geçicilik göremezsiniz” veya “Rahmân’ın yaratışının önüne geçemez, Ona yetişemezsiniz.” Fâte (tefêvüt) için bkz. El-Beyân, 1756, Arif Erkan.
[5] “Gökyüzü damının ne direği vardır ne de duvarı; fakat her dam çöker de o durur.” {Divan, C. Rûmî, Çeviren: Abdülbâki Gölpınarlı}.
[6] M: İslâmoğlu: “Şeytanlığa soyunanlar.” * A. Tekin: “İnsanların ve cinlerin şeytanlarının bir değer ifade etmeyen tahminlerine konu yaptık.”
[7] M. İslâmoğlu. * Hasib Asutay Meali: Bunları şeytanlara taşlamalar (yıldızlardan ayrılan ışıklı alevler) yaptık.
[8] M. İslâmoğlu
[9] Nezîr, sadece elçilerin niteliği değildir, öncelikle kitapların bir vasfı, özellikle de Kur’an’ın bir sıfatıdır: 41/1-5
[10] [2/242]
[11] Bkz. Ennühê: 20/54. * “Zira sahih nakil ve selim akıl, sahibine iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden ayırmayı telkin eder” {Hayat Kitabı, 697, M. İslâmoğlu}. Bir Hadis: “Hiç kimse kendisini doğruya ulaştıran veya değersiz olandan alıkoyan akıldan daha üstün bir kazanç elde etmemiştir.” {Kur’an-ı Kerîm Ansiklopedisi, I/20, Doç. Dr. Hasan Şahin, Tercüman Yayınları}.
[12] (M. Yıldız)
[13] M. Öztürk
[14] Bkz. [3/5. 14/38. 20/7. 40/16, 19. 41/40. 67/13-14. 87/7].
[15] “[Ben kime neyi istersem onu mutlaka yaptırırım]. Yakında bileceksiniz, [istediğimde] nasıl bıraktırırım”. “Nasıl bıraktırdığımı günün birinde bilirsiniz; O zaman, bir süreliğine de olsa, hepiniz kuzu kuzu yola gelirsiniz”.
[16] N. Boleli ve N. Beki
[17] N. Boleli ve N. Beki
[18] M. İslâmoğlu
[19] M. Yıldız