Tüzel Kişilerin Hak Ehliyeti
Kişi ve mal toplulukları tüzel kişilik kazanmakla birlikte hak ehliyetine de sahip olurlar.
Reklamcılık, ekonomik açıdan önemli bir sektördür ve birçok boyutta ekonomiye katkıda bulunur.
İnsanın var olduğu ilk andan itibaren gerçekleşen tüketim eyleminin ticarileşmesi; kişinin ürettiklerinin, kendisinin ve ailesinin gereksinimlerini karşılamadığı noktada başlamıştır. İnsan gruplarının dağınık, birbirlerini tanımayan ve diğerlerine ilişkin güvenlerinin olmadığı bir tarih kesitinde malların değiş-tokuşu, tüketim sürecinin ilk basamağını oluşturmuştur.
Bir yandan ödeme aracı olarak altın ve gümüş paranın kullanılmaya başlanması, diğer yandan da ilk yazılı metinlerin ortaya çıkması ticareti, sistematikleştirmiş ve kara ya da deniz yolu ile ulaşılabilen diğer uygarlıkların ürettiklerini tüketmek mümkün hale gelmiştir.
Reklamın ekonomik boyutta etkileri üzerine olumlu ya da olumsuz çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Bir tarafta reklam yoluyla insanların doğal arzularının tahrip edildiğini, ihtiyaç duydukları mallar hakkında kendilerine yanlış bilgiler verildiğini, tüketicilerin hisleriyle oynandığını ve bu nedenle de ekonomik kaynakların boşuna harcandığını ileri sürenler yer almaktadır. Bu bağlamda reklam:
Diğer tarafta da reklamın, malların verimli olarak ve büyük miktarlarda dağılımını sağladığı, malların değerlerini artırdığı ve bu sayede reklamın tüketicilere, işletmecilere ve tüm ekonomiye büyük katkıları bulunduğunu iddia edenler göze çarpmaktadır.
Reklama getirilen eleştirilerin başında “Reklam tekel yaratır.” görüşü yer alır. Reklam masraflarının ağır ve tarafgir/bir ürünü kayıran nitelikte olmasının, yeni işletmeleri pazara girmekten alıkoyduğu görüşü burada öne çıkar. Reklamın “maliyetleri yükselttiği” görüşüne göre reklam nedeniyle üretimin maliyet masrafları (imalat, taşıma, finansman, depolama vd.) ve satışın maliyet masrafları (kitle iletişim araçlarına ve diğer talep yaratıcı eylemlere yapılan masraflar) artar.
Reklamın “kaynakların uygunsuz biçimde dağılımına sebep olduğu” düşüncesi, reklamın kaynakların dağılımında dengesizliğe yol açtığını savunur. Reklam nedeniyle kaynaklar daha çok özel malların üretimine ayrılmakta, kamu açısından yararlı mallar için ise çok az kaynak kalmaktadır. Reklamın “tüketicileri kandırdığı, egemenliklerini zedelediği ve tüketicilerde arzu edilmeyen istekler yarattığı” görüşü, reklamları, tüketicileri akla mantığa uygun olmayan biçimde davranmaya itmekle suçlar. Tüketicilerin neleri satın alacaklarını üreticiler dikte ettiklerine göre, tüketici egemenliğinin anlamı kalmamıştır.
Reklama olumlu yönleri ile yaklaşanların argümanlarını ise şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
ABD’li iktisatçı John K. Galbraith, dünya genelinde piyasa oluşturma sürecinde tüketimin rolüne dikkat çeker. Galbraith’ın “tekno yapılar” olarak nitelediği büyük ölçekli, bürokratik yönetim biçimine sahip sanayi örgütlenmeleri, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren artan uluslararası rekabet karşısında kendilerini fiyat oluşturucu piyasaların kargaşasından koruyabilecekleri yöntemlerin arayışına girmişlerdir.
Reklam harcamalarının tüketici talebi teorisinin doğrudan bir parçası olması gerektiğini ve bu tarz bir bütünleşmenin ihtiyaçların gerçekliğinin sorgulanmasını zorunlu kıldığını savunan Galbraith, konuyu “Bir toplumun artan bir şekilde bolluk içinde olması, bütün ihtiyaçların tatmin edildiği anlamına gelmez; arzu ve istekler süreç içerisinde tatmin edilmek üzere yeniden yaratılmaktadır.” değerlendirmesiyle özetlemektedir.
Gerek kişilerarası iletişimden geçerek kendi ihtiyaçlarının dışında tüketime giren, gerekse reklamların etkisiyle ihtiyaçlarının ötesinde satın almaya yönelen birey, özünde kendisine sunulan/dayatılan yapay taleplerin etkisiyle bir ikilem yaşamaktadır: “Neden bunu tüketiyorum?”
Ürün yaşam eğrisi, ürünün piyasaya girişi ve piyasayı terk edişine değin geçen süreci ele alır. Bir ürünün pazarda tanıtılması, henüz tüketiciler tarafından bilinmeyen bir mal ve/veya hizmet olarak pazara sunulmasıyla başlar.