
İsrail ve Filistin İlişkilerinin Tarihsel Süreci
İsrail ve Filistin arasındaki çatışmanın kökenleri, 19. yüzyılda, Yahudilerin Filistin'e göç etmeye başlamasına kadar uzanır.
29 Nisan 1929’da Giresun’un Yağlıdere ilçesinin Kızılelma köyünde doğan Ubeydullah Durdu, Kuran’a adadığı hayatıyla akıllarda yer etti.
Başlayalım hayat hikâyesine, Allah’ın adıyla;
Anlatalım Ubeydullah hocayı, kendi tarzıyla:
Osman ve Fatma oğlu Ubeydullah Durdu, 29 Nisan 1929’da,
Doğdu Giresun’un Yağlıdere ilçesinin köyü olan Kızılelma’da.
Tarla bahçe sürerken bir eli sabanda idi bir eli de Kur’an’da,
Bu vaziyette iken Kur’an’ı hıfzetti altı ay gibi kısa bir zamanda.
İlkokulu dışarıdan bitirerek diploma aldı 15 Kasım 1957 tarihinde,
16 Haziran 1967’ye kadar İmam Hatiplik yaptı Edirne’nin bir köyünde.
10 sene sonra görev aldı İstanbul Kasımpaşa’da Hacı Hüsrev Camii’nde.
Bu sıralardaydı diz çöküşü, şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun önünde.
Hocasına daha yakın olabilmek için gelmiş idi ama Balat semtindeki Hacı İsa’ya,
Mahmut Efendi, 29 Ağustos 1979 tarihinde vekili olarak gönderdi onu Bursa’ya.
Biri kız olmak üzere dört çocuğu vardı;
Mevlâ ikisini aldı, geriye iki oğlu kaldı.
10 Mayıs 1994’de veda etti İkizler camiine,
09.07.2006’da irtihal eyledi ahiret alemine.
Oğlu İhsan Durdu 1961 doğumlu
Babamın boyu sadece 1,50 civarındaydı. Ama bugüne kadar ondan daha büyük birini tanımadım.
Oğlu Abdurrahman Durdu 1963 doğumlu
Babamı gülerken görebilirdiniz ama sinirlenirken göremezdiniz.
Hocaların çoğuna hiç benzemezdi, kendisine kolayca erişebilirdiniz.
Helâl kazanıp helâl yemeye dikkat ederdi;
Kıyafetine dikkat eder, temiz elbise giyerdi.
Sohbet ederken, sözlerini şiirleriyle süslerdi.
O cemaatini, cemaati de onu ziyade severdi.
Bir kez görüşenler bile onu unutamıyorlar.
Onu, kendi sözlerinden birisiyle anıyorlar.
Giderken, hoş bir hatıra bıraktı dünyada.
Yaşıyor şimdi sevenlerinin hatıralarında.
Ahbapları, toprağa değil kalplerine gömdüler.
Dostları, dünyadan gidişiyle adeta tükendiler.
Torunu H. A. 1984 doğumlu:
Dedemi ilk torunu olmam ve bir süre yanlarında yaşamamdan dolayı diğer torunlarına nazaran onunla en çok zaman geçireni ben olmalıyım. Bu sebeple onun günlük hayatına dair detayları hatırlama imkanına sahip bulunuyorum. Dedemle ilk anılarım; camiden eve dönüşlerinde merdivenleri ağır ağır çıkarken ev halkına geldiğini haber vermek için sesli sesli Kuran okuması, eve girdiğinde cübbesinin ceplerinde şeker arayışım (çoğu zaman da turuncu paketli yumuşak bir şeker bulurdum), oturup da eline kitabını aldığında dizine başımı koyarak zincirli cep saatini kulağıma dayayıp onun tıkırtılarını dinleyişim, bazen de bana pamukmuş hissi veren uzun sakalları ile oynayışım... Bu sırada dedem hiç istifini bozmaz, ta ki ben usanana kadar sesini çıkarmazdı.
Dedem çok konuşkan biri sayılmazdı. Konuştuğu zamanlarda ise genelde namazlarımıza hassasiyet göstermemiz gibi konularda nasihatlerde bulunurdu. Fakat hiçbir zaman baskıcı, bunaltıcı bir tavır takınmazdı. O, sözlerinden öte samimi yaşantısı ile bizlerin manevi dünyasını şekillendirmiştir. İnandığı, bildiği hakikatleri insanlara aktarma konusundaki gayretleri, bunu yaparken tepki almaktan çekinmemesi beni çok etkilemiştir. Mesela bir otobüs yolculuğunda isek yerinden kalkarak şoförün yanına gidip oturur, halini hatırını sorduktan sonra bir şekilde muhabbeti namaza getirir, bunu yapmayı kendine vazife olarak görürdü. Bir kişiye olsun tavsiyede bulunmak için her fırsatı değerlendirirdi.
Dedem latife yapmayı da çok severdi. Sonradan ondan bahseden herkes tarafından yaptığı latifelerle anılmıştır. Bir gün iki delikanlı dedemi ziyarete gelmişler, kalkarken de “Hocam bizden bir isteğin var mı?” diye sormuşlar. O da “Var.” demiş. “Nedir hocam?” dediklerinde ise “Uludağ’dan iki çuval kar isterim.” deyivermiş. Tabi gençler, dedemin kendilerine takıldığını anlamamışlar ve ‘hocamız istediyse vardır bir bildiği, belki de canı kar helvası çekmiştir.” diye düşünerek tam iki çuval tertemiz kar toplamışlar. Ellerinde çuvallarla kapıya geldiklerinde biz şaşırıp kaldık. “O size şaka yapmıştır.” dediysek de “Yok, hocamız istedi.” diyerek bırakıp gittiler. Dedem eve gelip de biz olanları anlatınca hem şaşırdı hem de çok keyiflendi. Epey gülüştük. O gençlerin zahmete girmiş olmalarına üzülmüştüm ama bir yandan da dedemin sözüne bu kadar ehemmiyet etmeleri çok hoşuma gitmişti.
İçecek olarak çay yerine ıhlamuru tercih ederdi. Bir gün benden demlikteki ıhlamuru ısıtıp yanına getirmemi istemiş, ben de tamam deyip başka işe dalarak unutmuştum. Biraz zaman geçince “Kızım, şu demliği al da kaldır artık.” diye seslendi. Yanına gittiğimde baktım ki demlik yok. “Hangi demliği dede?” dediğimde “Demin getirmediğin demliği.” diyerek bana şaka yollu sitemde bulunmuştu.
Bildim bileli kronik hastalıkları vardı. Devamlı kullanması gereken ilaçlarla hayatına devam etmek zorundaydı. Özellikle son zamanlarında rahatsızlıkları epey artmasına rağmen hiç şikayetlenmemesi, ne olursa olsun ‘elhamdülillah’ demeyi adet edinmiş olması onun örnek alınacak özelliklerinden biriydi. Hastanede yattığı bir dönemde ziyaretine gelenlerden biri, bir tencere sarma getirmiş. Dedem de nasıl olduysa görmüş ve yemesi yasak olduğu halde canı çekerek aklı o sarmada kalmış. Gelenlerden biri “Nasılsın hocam?” dediğinde, “Dolapta sarma var, işte ondan yersem iyi olacağım.” diyerek o halde bile bizi güldürmüştü.
Dedemle son hatıram ise yoğun bakımda günlerdir hiç uyumadan yatarken yanına girdiğimde onu dünya iletişimi tamamen kopmuş, birtakım makineler vasıtasıyla hayatta tutulmaya çalışılan bir vücuttan ibaret olarak gördüğümde, bunun çok zoruma gidişi... Beni duyduğunu umarak eğilip kulağına fısıldadım: “Dedeciğim, asıl yurduna gitme vakti geldi. Sen orayı hastane odasına tercih edersin biliyorum.” dedim. Ben çıktıktan 10-15 dakika sonra doktorlar kalbinin durduğunu söyledi. Allah ondan razı olsun, rahmetiyle muamele buyursun.
Torunu Selman Durdu 1986 doğumlu:
Dedemin her davranışı latifelerle süslüydü. Küçükken bizi her uğurladığında ayağıyla güle güle yapışını unutamam mesela.
Yine unutamadığım hatıralardan birinde; Hüseyinalan köyünde bir ikindi namazı çıkışıydı. Dedem cemaatten sakalsız bir amcanın yanına yaklaşarak ve sözünü bir mâni ile süsleyerek adamın sakal bırakmasını tavsiye etti. Adam "benim hanım yumuşak seviyor, sakal çıkınca rahatsız oluyor" deyince dedem de "sen kısa sakal bıraktığın için sevmiyor, uzun sakalın olunca benimki gibi yumuşacık olur" diyerek adamı ve orada bulunan cemaati güldürmüştü.
Torunu Yavuz Talha Durdu 1990 doğumlu:
Ben yaşım gereği çok fazla şey yaşama imkânı bulamadım. Yaşadıklarımın büyük çoğunluğunu da hatırlamıyorum. Dedemle benim en çok hatırladığım anı Hüseyin alandaki evde oldu. Birinde dedem "Şu çayı tazeleyin artık" dedi. Yengemdi sanırım, "Hangi çayı baba?" diye sordu. O da yapıştırdı cevabı: "Hala getirmediğiniz çayı."
Torunu Fatma Durdu 1996 doğumlu
Karikatür Adam: Ubeydullah Durdu
Böyle bir başlıkla başlamak istedim yazıma. Dedem bana hep çok şirin gözükürdü. Ufak tefek, şirin (sinirlendi mi de tam sinirlenir yalnız) karikatür gibi bir adam. Benim onunla çok az anım var. Dedemin hastalıklarına denk geldi çocukluğum. Değişik bir sevgi beslerdim ona korkuyla karışık bir sevgi. Nedeni ise onun tam çözemeyişimdi. Ne zaman kızacağını ne zaman sevineceğini çoğu zaman kestiremezdim. Ben de mükemmel değilim. İnsanlarla zıtlaşmayı seven, dediklerinin tam tersini yapmayı seven bir yapım var. Özellikle emir cümlelerine tahammül edemiyorum. Galiba dedem de bunu farketti. Dedem hoca olmasına rağmen bana hiç namaz kıl, kapan demedi. Ben de daha çocukken -7 yaşlarımda- sırf o mutlu olsun diye onun yanında başörtü takardım. Yüzündeki gülümsemeyi görmek "Fatma has kızım" lafını işitmek beni mutlu eder ve gururlandırdı. Şimdi 24 yaşındayım manevi bir kardeşim var. Ona hiç namaz kıl demediğim halde beni görüp taklit etmeye başladı. Sevgi sayesinde benim ona onun bana olan sevgisi. Tıpkı dedemle olan ilişkimiz gibi. Bana sevgiyle İslami duygular öğretmeyi aşıldığın için çok teşekkür ederim dede. Sevgilerle...
Yeğeni Ekrem Durdu 1956 doğumlu
Ubeydullah amcamın benim hayatımdaki yeri çok farklıdır. Ben üç yaşımdayken 1959 yılında babamın vefatından sonra köydeki arazileri bizim kullanımımıza bırakmıştır, maddi ve manevî olarak hep yanımızda olmuştur. Okul yıllarımda, askerde ve düğünümde, ailemizle kendi ailesi gibi ilgilendi. O çok farklı bir insandı. Onu kelimelerle tarif etmek çok zor. Çevresindeki tüm insanlara maneviyat olarak mutlaka katkıları olmuştur. Ubeydullah amcam insanlara gerçekleri anlatırken sıkmadan, aralara espriler de katarak daha iyi anlamalarını sağlardı. Yukarıda da söylediğim gibi onu tam anlamıyla tarif etmek çok zor. Amcamı, gençlik yıllarımda ben de çok anlayamamıştım. Ama yine de saygıda hiç kusur etmemiştim. Amcam Ubeydullah hocanın ne kadar önemli birisi olduğunu maalesef kaybettikten sonra cenazesinde anladım. O gün Bursa'da trafik kilitlenmişti. Türkiye'nin değişik vilayetlerinden cenazeye gelen araçlarla doluydu etraf. Bursa'nın üst düzey mülki amirleri oradaydı. O güne kadar öyle bir cenaze hiç görmedim. İşte o zaman ne kadar önemli bir kişi olduğunu daha iyi anladım. O hayatı boyunca insanlara, dünyalarını ve ahiretlerini kazanmaları için hep güzel şeyler öğretmeye çalıştı. Mekânı cennet olsun, nurlar içinde yatsın İnşallah.
İhvanlarından Veli Karahancı 1968 doğumlu
Hocamla Bandırma’ya vaaza gidiyorduk, yola geç çıkmıştık, vaktinde varabilelim diye 120 ile gidiyordum. İrfaniye köyünün oralarda trafik polisi sağa çekmemi işaret edince, “Eyvah radar” dedim. Sağ tarafımda başını önüne eğmiş tespih çekmekte olan hocam kafasını kaldırdı ve bana şöyle dedi: “Orada varsa radar, neden hızlı gidiyorsun bu kadar?” dedi.
Ubeydullah hocamla umreye son gidişimizde hocam Mekke’de çok rahatsızlanınca kendisini hastaneye kaldırdık. “Hocam! Seni Türkiye’ye götürmemizi mi yoksa burada kalmayı mı istersin” diye sorunca bana dedi ki: “Nuh alehisselamın dünyada kaldığı zaman kadar burada kalmak istiyorum.”
Hocamdan manevi olarak çok istifade ettim. Kendisinden çok razıyım. Allah Teâlâ da kendisinden razı olsun. Mekânı cennet olsun. Rabbim, ahirette bizi buluştursun.
İkizler Camii eski dernek başkanı İsmet Saydam 1941 doğumlu
Rahmetli Ubeydullah hocamız 12 Eylül öncesi Yeşil’de Hasırcı mescidinde vaaz veriyordu. O caminin dernek başkanı: “Bu haftadan sonra bir daha gelmeyin, caminin bombalanmasından endişe ediyoruz” demiş. Ben o sıralar İkizler camiinin dernek başkanı idim. Kendisine: “Hocam bombalarlarsa bizim camiyi bombalasınlar. Yıkılırsa, bu millet her defasında yenisini yapar” dedim. 12 Eylül darbesi sonrası görevli bulunduğu İkizler camisinde bile vaaz vermesine müsaade edilmedi. Velhasıl hocamız çok sıkıntılı günler geçirdi ama yine de vazifesini hiç ihmal etmedi. Cenabı Allah hocamızdan razı olsun. Allah kendisine rahmet eylesin.
Cemaatinden Mehmet Taştekin 1948 doğumlu
Ubeydullah hocam, derdi İslâm olan bir İslâm alimi idi. 12 Eylül ihtilali olduğunda Soğanlıköy’de hiçbir camide Cuma namazı kılınmamış, sadece hocamın vazifeli olduğu İkizler camiinde Cuma namazı kılınmıştı.
Hocam, kalp kırmadan, tatlı diliyle insanları ikaz ederdi. Bir Ramazan ayında hocamla birlikte bir terzi dükkanında otururken, hocam dükkânın dışında sigarasını tüttüre tüttüre giden bir genci fark etti. “Evladım, gelir misin bir dakika” diye onu içeriye çağırdı. Adını ve hatırını sorduktan sonra: “Evladım! Ramazan ayındayız. Sen bu mübarek ayda Rabbinin rızasını kazanmak istemez misin” diye söze başlayarak ona değerli nasihatlerde bulundu. Genç sigarasını yere atarak ve hocamıza teşekkür ederek oradan ayrıldı.
Hocamız, derdi İslâm olan, çok gayretli bir insandı. Rabbim kendisine gani gani rahmet eylesin.
Genç cemaatinden Murat Korkmaz 1964 doğumlu
Bir gün Diyarbakır'dan dayım bizi ziyarete geldi. Dayımı Ubeydullah hocanın namaz öncesi vaazına götürdüm. Ubeydullah hoca her zamanki gibi şairane sözler kullanarak vaaz veriyordu. Yılbaşı’na yakın olduğumuz için yılbaşı ile ilgili nasihatleri vardı. Sözlerinden birisi aklımdan hiç gitmiyor, "Yılbaşı’nda kim yerse hindi, bütün günahlar boynuna bindi."
Sonra camiden çıktık. Dayımı Ubeydullah hocayla tanıştırdım. Ubeydullah hoca, dayıma "Muhterem senin adın ne?" dedi. Dayım da "Benim adım İsmet" dedi. Ubeydullah hoca da "İsmeet, sakal sana oldu kısmet" dedi. Dayım bana dönüp "Yeğenim çabuk kaçalım buradan, yoksa hoca bana sakal bıraktıracak" dedi. Tabi Dayım kaçamadı sonunda sakalı bıraktı. Hocamın hepimizde emeği var Allah Ubeydullah hocama rahmet eylesin, mekânı cennet olsun inşallah.
Genç cemaatinden İlhan Saydam 1967 doğumlu
Ubeydullah hocamıza Rabbimden rahmet diliyorum. Makamı âli, efendimiz aleyhisselama komşu olsun inşallah. Hocamızla pek çok hatıralarımız olmasına rağmen su misali akıp giden yıllara bırakılan yaşanmışlıklar, bizim için büyük bir bahtiyarlık vesilesidir. Rahmetli hocamız çok esprili ve güler yüzlü bir insandı.
Hocamız bir gün bize 4-5 kişi ile birlikte akşam yemeğine gelmişti. Sofraya oturuldu ilk önce çorbalar geldi. Hocam oh oh elhamdülillah diyerek çorbayı içti. Babam: “Hocam tekrar çorba ister misin?” diye sorunca Ubeydullah hocam babama: “İsmet Efendi beni çorbayla doyurup diğer yemekleri sen mi yiyeceksin?” demiş ve bizi güldürmüştü.
Bir başka anı da hocamız Bursa’ya yeni geldiğinde birkaç hafta geçmişti. Hocam insanımızın eksikliklerini yanlış şeylerini, Kötü alışkanlıklarını Söyledikten sonra, “Tamam yeni geldik ama bu ne hız hocam demeyin” dedi cemaate. “Duracağız duracağız ama İslamiyet sofrasını da kuracağız” tekerlemesini söylemişti...
Bir başka anı da rahmetli hocamla ilgili bir gün cemaatten bir abimize çay içmeye gitmiştik. Yatsı namazından sonra misafir odasında otururken ev sahibi çayları getirmeye gitti. Rahmetli hocam büfenin içindeki üzerinde kadın resimleri bulunan fincanları görmüş ve onları teker teker kırmıştı. Ev sahibi Ramazan abimiz bunu çok olgunlukla karşılayıp tebessüm etmişti. Allah hocamıza gani gani rahmet eylesin mekânı cennet olsun inşallah.
Hazırlayan: Abdurrahman Durdu
19 Ekim 2020