Dost Dediğin
İnsanların büyüdükçe muhatapları ile aralarına dikenli teller ördükleri bir dünyada çocukça tepkiler verebildiğimiz kadar insanız.
İnsanların büyüdükçe muhatapları ile aralarına dikenli teller ördükleri bir dünyada çocukça tepkiler verebildiğimiz kadar insanız.
Filmin esas oğlanı değildim belki. Lakin sevgilinin bakışına mazhar olmuş, o serin nefesini ciğerlerimde hissetmiştim. Bu az saadet miydi?
Birbirini bağlayan, birbirini koparan, bazen de çarpıştıran yollar.. / Sahi yollar ne kadar etkili, hayat üzerinde
Sonra bir daha mahallede hiç görünmedi güvercinler. Nayloncu geçerken hiç bağırmadı. Ve bahar bir daha uğramadı memleketimize.
Bir Başkadır “Benim Memleketim”; onu ancak ben yazar, ben çizer, ben çeker, ben eleştirir, ben över ve ancak yine ben yererim.
Adına şiirler yazacaklar, şarkılar düzecekler. Aya, yıldıza, güneşe belki de çiçeğe benzetecekler. Oysa en çok kendisi. Çünkü o bir kadın.
Yaş aldı ömrümüz, yaşlandı bedenimiz. Ama hala çocukluğumuzdaki kadar tertemiz kalpler taşırız. Ve inanın bizler hala çok güzel çocuklarız.
Pişmanlık ne zaman sarar benliğini? / Delilik gelince mi gelmeden önce mi? / Uçurumun kenarında mı yoksa denizin dibinde mi?
Gerçeklerin önüne çektiğimiz hayal perdesini, itiraf /dürüstlük kılıcı ile yırttığımız zaman, gerçeklerin dünyasına dönmüşüzdür.
Odak noktamız ilk etapta kendimiziz. Narsistik bir fikir olarak değil. Eğer biz yok isek onların varlığı ve düşünceleri boşluktan ibarettir.
Toplum inşasının güçlü bir aktörü olan sinema, bugün ciddi ikonlar oluşturarak yeni medya kanalları ile de hormonlanıp önümüze sunuluyor.
Kendisinden büyük bir şeye ait olma motivasyonu insanda doğuştan var sanırım. Bir davası olması insana hayat enerjisi aşılayan bir şey.
Olumsuz düşünceler matrix’inden kurtulmanın ilk adımı “Beyaz tavşanı takip etmek” yani olumlu düşüncelerin peşinden gitmek.
Deniz olan yerin çok sırrı vardır... / Büyük dalgalarında sakladığı acılar. / Durgun, sakin sularında sevda dolu anılar…
Dilinde iki kor parçası, iki cümle: Gönül hanemde misafirim değil, evim ailemsin. Besmeleyle sevdim seni çocuk, bunu böyle bilesin.
Hiç gitmemiştim der gibi… Hoş geldin hüzün, hoş geldin yağmur... Oysa hiç bilemeyeceğim duvarın arkasını, Masmavi deniz, masmavi gökyüzü...
Yapmadığımız hataların değil, yaptıklarımızın da masumuyuz her birimiz. Çünkü hayat suçlu olmayı kabul edemeyeceğimiz kadar kısa.
Beyaz tavşanlar yapıcı olup olumluya, harikalar diyarına davet ederken, siyah tavşanlarınsa tam tersi etkisi olduğunu fark ediyoruz.
29 Nisan 1929’da Giresun’un Yağlıdere ilçesinin Kızılelma köyünde doğan Ubeydullah Durdu, Kuran’a adadığı hayatıyla akıllarda yer etti.
“Beyaz tavşan”ın, Neo’yu kendisine getireceği “harikalar diyarı”nın perisi. Başka bir literatürde Gönül Yusuf’unun Züleyhası.
Kelimelere düşmeden kalbe sığdı sevdamız. Küçükken öğretmişti annem. Aşkta mühim olan niyetti. Görmeden sevmek sanırım bu yüzden ibadetti.
Birkaç nefes ver ve sonra nefes al tekrar.. Birkaç nefes ver ve sonra nefes al yine. Ve işte sonunda elinde kocaman bir balon.
Hayat bazen elimizdekine şükretmekten alıkoyuyor bizi ve neden sonraki aşamanın geciktiğini sorgulayarak geçiyor ömrümüz.
Cümlelerinin nereye gideceğini kestiremiyorsan; hangi kelimeyi kullansam tam olarak hissettiğimi yansıtır diyorsan. Zordur başlamak.
Mesafeler sevgili. Gönlü kör insanların işi. Yüreğimize sarıp saklarsak birbirimizi. Yeşerir umutlar. Tohumun toprakta filizlenmesi gibi.