Kitap İncelemesi: Doppler

23.05.2022 / Kültür / Sanat / Genel

Norveç’in en çok okunan yazarlarından Erland Loe’dan, merak uyandıran, huzursuz eden, duygu yüklü ama bir o kadar komik bir eser.

Kitap İncelemesi: Doppler

Kitabımızın kahramanı Andreas Doppler adeta bir başarı abidesi! Güzel bir evi ve iyi bir işi olan iki çocuklu aile babası karakterimiz, bir gün ormanda dolaşırken bisikletten düşüyor. Otların arasında yarı baygın bir halde uzanırken, içine uzun zamandır hissetmediği bir huzur doluyor. Neredeyse hiç tanımadığını fark ettiği babasının ölümü iyiden iyiye içine otururken, yeni banyo için fayans seçimi gibi banal düşüncelerden ve beynini kemiren o anlamsız çocuk şarkılarından kurtuluveriyor.

İşini, evini ve ailesini terk edip ormana taşınan Doppler, avladığı bir geyiğin yavrusuyla arkadaşlık kurup ona Bongo ismini veriyor. ‘Avcı toplayıcı’ bir yaşama geçiş yapmaya çalışan kahramanımız, yağsız süt krizine girince, bir adım daha ileri gidip takas ekonomisine geçiyor.

An elk is for life... Not just for Christmas

Oldukça ince bir eser olan Doppler, trajikomik olay örgüsü ve ana karakterin mizahi düşünceleriyle birlikte bir çırpıda bitecek kitaplardan bir tanesi. Kapital dünyanın sunduğu çeşitli ürünler ve hizmetlerle refah seviyesi üstlere çıkmış olduğu sanılan insanoğlunun, kaçınılmaz özüne dönme isteğine değinen yazar, herkesi kendi içerisinde derin düşüncelere dalmaya zorluyor.

Okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum.

Kitapta İlgimi Çeken Bazı Kısımlar

Kürkünü tarağımla tımarlarken, insanların binlerce yıldır eğlence olsun diye değil, hayati bir ihtiyaçtan dolayı geyik avladığını anlattım ona, pedagojik bir biçimde. Hayvan topluluklarının sınırsızca büyümesi felaketlere yol açar, dedim; ne dediğimi ben de pek bilmiyordum, buna benzer bir şeyi ya bir yerlerden duymuştum ya da bir yerde okumuştum, o yüzden böyle söyleyiverdim. Geyikler çoğaldığında, hem fiziksel hem de zihinsel hastalıklar yayılır, dedim, sonunda ormanda keyifsiz bir ortam oluşur. Gözünde bir canlandır bakalım, dedim yavruya… Salgın hastalıktan mustarip, ruh sağlıkları bozuk bir sürü geyik yiyecek için dövüşüyor, böğürterek sağa sola saldırıyor, ormanın tüm yasalarını ve geyiklerin etik kurallarını ayaklar altına alıyor. Böyle olmasını kimse istemez.

Kişisel yorumum (K.y.): Bir yerlerden duyduğumuz ya da bir yerlerden okuduğumuz bilgiler… Ne kadar manidar bir söylem değil mi? Nereden duymuş ya da okumuş olduğumuzun bile önemi olmadan, “benim muhatap alabileceğim bir makamdan işte” gibi basit bir argümanla oluşturduğumuz bir kültürü yaşamak zorunda kalıyoruz. Çoğu zaman, o şekilde oluşturulan ve kabul etmemek için diretsek de içinde yaşamak zorunda olduğumuz bir kültürü.

Annen bir süre sonra aranızdaki bağı merhametsizce kesecekti. Seni kendinden uzaklaştıracak ve çekip gitmeni isteyecekti. Çünkü geyikler böyledir. Çok iyiymiş gibi görünür, sonra da çocuklarınıza bok gibi davranırsınız. Çok hayvansınız.

K.y.: Yazar, insanın fiziksel boyuta taşıdığı vahşi doğasını, zamanla akıl yoluyla nasıl mantığa vurduğunu ve doğal hayatın rutin döngüsünü kendi etik kurallarıyla nasıl şekillendirmeye çalıştığını vurguluyor bence burada.

İnsanın fiziksel boyuta taşıdığı vahşi doğası

Ama bisikletçilerde bir kabına sığmama hali var. İnsan, toplumdan dışlanmış bir biçimde yaşamaya zorlanıyor, sağlıklı kişiler için bile giderek daha motorize bir hale gelen yerleşik trafik sisteminin bir köşesine itiliyor. Bisikletçiler eziliyor; bizler sessiz azınlığız, avlanma alanlarımız giderek azalıyor, bize dar gelen bir kalıba sokulmaya çalışıyoruz; kendi dilimizi konuşmamıza izin verilmiyor, yer altında yaşamaya itiliyoruz. Ama kendinizi hazırlayın, çünkü mantıksızlık ortada; bisikletçilerin artan öfkesi ve saldırganlığı kimseyi şaşırtmasın. Bir gün, bisikletçi olmayanlar şişkoluktan arabaya zar zor inip binerken, bizler onları bütün gücümüzle geri püskürteceğiz.

Teletabiler. Korku ve endişe. Affedersiniz ama bu berbat ve sözde sevimli yaratıklar, İngiliz psikologlar tarafından, çocukların akıl almaz dürtülerini ve merakını tatmin etmek için hazırlanmışmış. İki yaşındaysanız belki olur ama geri kalanların işine yaramaz. Tinky Winky! Dipsy! La la! Po! Teletabiler. Teletabiler. MERHABA deyin! İnsanın hepsini gübre makinesinde öğütesi geliyor.

Düşünülebilecek en mantıksız şeyi ele alın, onu aklınıza gelen en büyük sayıyla çarpın, buyurun size kızım, diyebilirim.

İnsanlardan hoşlanmıyorum. Yaptıklarından hoşlanmıyorum. Temsil ettiklerinden hoşlanmıyorum. Söylediklerinden hoşlanmıyorum.

İyi günde, kötü günde, demiştik evlendiğimizde. Sorun, aynı günün, biri için iyi, diğeri içinse kötü olabilmesinde elbet.

Keşke daha küçük bir cinsel organım olsaydı. Karımın özlemini çekmeyeceği türden, ufak, çelimsiz bir organ. Ama işte insan, kısmetine hangi organ düştüyse onunla yaşamak zorunda. Bu tür organları küçültme imkanı sunan bir e-postaya ya da bir ilana hiç rastlamadım.

Bir sürü şey yaptım. Çok başarılı oldum. Bok gibi başarılıydım.

…Başarılarla yattım, başarılarla kalktım. Başarılarla uyudum. Başarı soludum ve yavaş yavaş yaşamımı yitirdim. Şimdilerde olana bitene böyle bakıyorum. Allah çocuklarımı benim kadar başarılı olmaktan korusun.

Henüz keyfi yerinde bir delikanlıyken, Afrika’daki insanların acı çekmesinin kabul edilemez olduğunu anlamıştım. Yine bir gece oturmuş “The Wall”u dinleyip bunu hissediyordum. Pek çok şey gözüme kasvetli ve haksız görünüyordu ve bunun sonunun hiç gelmeyeceğini düşünüyordum ama sonra durum birdenbire değişti. Geldiği gibi gidiverdi. Bugünlerde anımsamıyorum bile. Zamanımı Afrika’dakilere harcayacak halim yok sanırım.

Karım İbsen’e, aslında tiyatroya çok düşkün; hiç mi hiç eleştirel değildir, her şeyi seyreder ve hepsinin iyi olduğunu düşünür. Tiyatro oyunları iyidir çünkü tiyatro oyunlarıdır, diye düşünür.

Oğlumu seviyorum. Onunla birlikte olmaya dayanabiliyorum.

Kızların sorunu bu işte: Nerede durduklarını kestirmek mümkün değil. Uzun süre sorun olmayan bir şey birdenbire yanlış oluyor. Hem de zırt diye.

Hepimiz dünyadaydık. Sıramızı savdık, elimizden geleni yaptık ama yine de faydasız bir biçimde faydasız olduk. Bu bitince alıp başımızı gideceğiz. Gazete yazıları bizimle gelmeyecek.

Bence özgür gençliğine sıkı sıkı sarılmalısın. Çılgınca şeyler yap, eğlenmene bak. İğrenç şeyler yap, bokunu çıkar.

Bu bir seferberlik. Bizler, son nefesimize kadar savaşacak askerleriz. Akıllılığa karşı. Aptallığa karşı. Çünkü ortada bir savaş var. Bir savaş.