Animizm: Doğa ve Ruhun Harmoni İçinde Varoluşu
Animizm, insanlık tarihinin en eski inanç sistemlerinden biri olarak kabul edilir ve dünyada çeşitli formlarda varlığını sürdürmüştür.
25 Aralık 2015 tarihinde, yani neredeyse tam 7 sene önceki yazımda bugün yapılanları öngörmüş ve çözümümü dile getirmiştim.
Bugün tekrar gündeme gelen ve maalesef ki korktuğum nüansların çok daha güçlü bir tabu oluşturmaya başladığı “anime alt kültürü”, basit gibi görünen fakat her basit gibi görünen mesele gibi aslında ciddi kelebek etkileri oluşturabilecek bir konudur. İşte zamanında dile getirdiklerim de bunun üzerinedir, buyurun:
Çoğu yaşdaşımın da izlemiş olduğu, Dragonball, Heidi, Pokemon, Tsubasa gibi animelerin etkisinde kalmış bir çocukluk geçirmiş olarak zaman içerisinde kendimi bilinçli olarak bu dünyanın içinde buldum. Özel olarak "anime" tabirini bile duyamayacağım o yaşlarda, bu tabirin uluslararası arenada çoktan popüler olduğundan bîhaber, bu çizgi filmleri hobi listeme ekledim. Zaman içerisinde, evlere ilk bilgisayarların girmeye başlaması ve hemen ardından gelen internet kullanımı ile bu dünyanın amatör bir parçası oldum.
Pek tabi, genel kültür, bilgi-birikim ve tecrübe açısından dipsiz bir kuyunun dibinde olan biri için, hala derin analizler yapabileceğim bir konu içerisine girmiyordu. Lise zamanlarında, olayın derinlemesine ayrıntılarını öğrenme merakı, üniversiteye geldiğimde ancak bir kulüp kurma isteği oluşturacak ve bir animesever gördüğümde heyecan uyandıracak bir hale getirmişti beni.
O saatten sonrası ise, tamamen yarı profesyonel bir şekilde bu işin üzerine eğilmekle ve bunun bir alt kültür olarak uluslararası düzeyde ne denli etkili bir unsur olduğunu keşfetmekle geçti. Bu durum beni, sadece "bir alt kültür olarak anime" ve ilgili alanlarında tez yazmaya itmedi; bu konuyla alakalı mükemmel bir projenin de içine sürükledi. Ve böylece olayın merkezinden durumu gözlemleme imkânım oldu.
"Hikikomori" sözcüğüyle karşılaştığım tezime başladığım ilk zamanlarda, kendisi de "Hikikomori" düzeyinde olan bir arkadaşımdan tavsiye istedim ve bana Welcome to the NHK isimli bir anime önerdi. İçine fazlasıyla kapanık, evinden yalnızca alışveriş ve cüzi bir hava alma sebebiyle çıkan hastalıklı bir adamın başından geçen traji-komik bir hikayeydi. Beni fazlasıyla etkiledi. Konuyla alakalı başka animeler keşfetmeye başladım. Japonya'nın toplumsal sorunlarıyla ilgili iğneleyici yapımlarla karşılaştım. "Sayanora Zetsubou-sensei" ve "Lucky Star" dizileri farklı bakış açılarından değerlendirilmiş diğer iki animeydi mesela. Birisinde, tamamen umutsuzluğa kapılmış bir hocanın öğrencilerinin dertleriyle uğraşmaktan sosyal bir hayata farkında olmadan adım atması, diğerinde bir lise öğrencisinin, bağımlılıkları sebebiyle davranış ve kültür açısından diğer arkadaşlarına nazaran fazlasıyla farklı olmasına rağmen yaşadığı eğlenceli gündelik yaşamı konu alınmıştı.
Welcome to the NHK animesine nazaran diğer iki animede, iğneleme olduğu kadar toplumsal bir kabullenim ve o zâtları topluma katma ya da yabancı görmeme, bu şekilde cesaretlendirme olgusu da vardı. Bunun ciddi bir problem olduğu ve Japonya'da bununla mücadele ile ilgili çeşitli önlemler alınmaya çalışıldığını çeşitli makalelerden öğrenince, animenin popüler olduğu diğer ülkeler üzerinde de araştırma yapma gereği duydum.
Çeşitli coğrafyalarda normal görülen bu durumun, bazılarında ise yasaklama ve cezalandırma yöntemleri ile çözüme kavuşturulmaya çalışıldığı fark ettim. Hemen ardından, zaten halihazırda içinde bulunduğum anime dünyası sebebiyle de, ülkemiz içerisinde ufak çaplı araştırmalar yaptım ve anime alt kültürünün ne denli kabul gördüğünü tespit etmeye çalıştım.
Elde ettiklerimin sonucunda oluşturduğum tespit, ekonomik ve kültürel açıdan geç gelişen güzel ülkemizde, henüz "anime kültürü” açısından da belki yarım asır geride olunmasından dolayı hastalık düzeyinde bir bağımlılık olmadığı fakat yeni jenerasyon olarak adlandırılan X kuşağında, dış dünyadan korku ve asosyallik oluştuğu gözlemlenebiliyordu.
(Alttaki paragraf çok önemli. Gündemde olan konuya ilişkin):
Toplumun da çeşitli kesimleri tarafından keşfedilmiş olunup "Ya hu bunlar böyle garip garip çizgi filmler izliyorlar, psikolojileri bozuluyor!" diyerek yaftalanan bu garibim gençlik, maalesef ki "kabul görememe" korkusuyla sosyal medyadan harici bir iletişim ağı kullanmıyor. (Artık oradan da korkar hale getirildiler maalesef). Ya ilgi çekici olmak adına "aşırı garip" şeyler yapıyor ve itici karşılanıyor, ya da "aşırı garip" davranacak cesareti bulamayıp kendi dünyalarında kayboluyorlar. Türk kültürünün hafif baskın aile yapısı sebebiyle, içine kapanıklıkları ya da hobilerinin çocukça görülerek horlanması, onları bu hastalığa biraz daha yaklaştırıyor. Diğer uluslarda olduğu gibi, yakında psikolojik olarak incelenecek bir "Hikikomori vakası" meydana gelmek üzere. Bunun için üniversitedeki ders programları ve içerikleri bile değişebilir.
Pek tabi, işin şahsi kısmından sonra "Hikikomori" temasına oturtarak anlattığım bu alt kültür, tamamen bundan ibaret değil. Bu sadece, şu anki reel kısmı. İşin hayali boyutu ve içinde bulunduğum projeyle de yapılmak istenen, bir alt kültür olarak animenin, önce bireylere, sonrasında topluma, ardından ülkeye ve uluslararası düzeyde dünyaya ne denli katkılar sağlayabileceğini kanıtlamak.
Zaten animeyi dünyaya sevdiren adam olarak bilinen üstad Hayao Miyazaki'nin de deyimiyle, "animeler çocuk saflığında kalabilmek içindir". Bizim amacımızda bu minvalde, -ne kadar çocuk kalabilirsek, bu dünya o denli temiz olur- düşüncesini kalıplaştırıp, bütün ulusların ortak paydada bütünleşebileceği bir fikir oluşturmak.
Hayata, sevdikleri şey olan "anime" üzerinden, herhangi bir şekilde atılabilme imkânı bulacak gençlerin, -asosyallikten arındıktan sonra- edindikleri hayal güçleriyle dünyayı güzelleştirmek adına herkesten daha fazla çalışma azmedeceği inancını sürdürürken yazımı da yavaş yavaş sonlandırıyorum.
Konunun ciddiyetine varan ve yakından ilgilenenler, fikirsel ve maddesel olarak çeşitli önerilerde ve yardımda bulunabilirler.