Motivasyon Suluğu
Senelerce iktisat bilimi; sınırsız insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla karşılanması gibi saçma bir tanımla karşımıza çıkartıldı.
Eskiden ayıp denen bir şey vardı. Yine herkese göre değişmekle birlikte ayıplanan durumlar aşağı yukarı eskiden de bugünkü gibi belliydi.
Genel ahlak kuralları diye bir şey var mıdır? Ya da bunu temel ahlak kuralları olarak tanımlamak daha doğru mudur? Bir şeyin temeline, özüne inildikçe sadeleşmesi, konunun önemini azaltmadığı gibi ileriye dönük daha anlaşılır hale gelmesini sağlar.
Buradan yola çıkarsak, temel ihtiyaçlarımız olan hava, su ve gıda ihtiyaçlarımız gibi ahlak da temel bir ihtiyaçtır. Ahlakı tanımlamak için pek çok filozof kendini zorlamış her biri bu konudaki yorumlarını katmışken, biz sözlük manasından ilerleyelim derim.
Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre.
Ben de ukalalık yapıp bir yorum getirerek şunu söylemek isterim. Ahlaksızlık da bir ahlak biçimidir. Yani ahlak sadece genel kabul görmüş davranışları içermez. Bir örnek vermemiz gerekirse, yaramaz bir çocuğa tepki olarak “Onun ahlakı böyle” denilmesi gibi.
Ortaya önerme olarak bir tema koyalım. Bunun ne kadar doğru (ahlaklıca) ne kadar yanlış (ahlaksızca) olduğuna karar verelim. Bence daha yaygın tabiri ile “ayıp” denen bir şey var mı, yok mu? Bir bakalım.
İnsanların cinsiyetlerinden utandığı bir dönemde kadına “kadın”, adama “adam” derken bile laflarımızı türlü çeşit düşünerek seçerken, pembenin kadına yakıştığını söyleyen bir şampuan markası daha da ileri giderek, kadınlara has işleri bir bir sıralarken çok da cesurca davranmış diyebiliriz. Tabii ki pembeye bilinen manadaki masumiyet, tatlılık sıfatlarını atfettikten sonra, bu balonu patlatıp etrafı pembe bir toza dumana katarak yeni manalar yükler ve çok daha fazlası olduğunu söyler.
Pembeler içinde sahnede şarkısını söyleyen bir kadına dönüşen masum kız çocuğu artık çok daha özgüven sahibidir ve kadınlığın sembollerinden kabul edilen pembeyle daha birçok şey başarır. Hayallerinin peşinden giden kadın mücadele ederken yumruklar savurur. Hayat verirken de, pembe battaniyesinden anladığımız bir kız çocuğu dünyaya getirir (ileride renklere olan bu bakış biraz daha karışacaktır). “Hayatın izlerini gururla taşımaktır” diye tanımlanan sezaryen doğum izi seyircinin gözüne sokulur.
Burada işi biraz daha detaylandırmak gerekiyor. Görselini kullanırken de uzunca düşündüğüm bu karenin sebebini ve hikmetini anlamak adına göstermenin tam da bu yazının konusu olduğunu düşündüm. Bir şampuan reklamında kullanılmasındansa, bu görüntünün neden reklam edilmemesi gerektiği üzerine konuşmak daha evladır.
Kadınlar özeldir. Erkekler de özeldir. Haddi zatında insan özeldir. Bu özellik biri diğerinden farklıdır manasında değil, tam da her biri insan olması başlığı altında değerlidir.
Birilerinin özelini bu benimdir diyerek paylaşması sadece kendisini mi bağlar? Ya da paylaştıklarından toplum adına mesul mudur? Bunlar için bir cevabım olmadığından değil kendi cevabınızı kendi kulağınıza fısıldamanız için soruyorum. Kamu ve özel diye ayırılan, alanlar, mekânlar, hizmetler ve ürünler kullanımına sunuldukları çevre ile adlandırılmışlardır. Reklamların sunuldukları alanda geneli itibarı ile kamusal olmaları hasebı ile kadının öyle herkesin de görmemesi gereken bir halinin kamusallaştırılması ne kadar etik (ahlaki) ya da ayıpsızdır. Eskiden ayıp denen bir şey vardı, yine herkese göre değişmekle birlikte ayıplanan durumlar aşağı yukarı eskiden de, bugün olduğu gibi belliydi.
Kime göre ayıp? Neye göre ayıp? Ahlaki sorusunun akla geleceğini bildiğimden söylüyorum bunu. Kanaatimce ayıp, ahlaki, gayrı ahlaki diyerek adlandırdığımız mevhumlar, kendi başımızayken muhasebesini “el alem ne der” diyerek “bir şey için ayıp dersem ne denir” ya da “ahlaki” dersem ne denir diye düşünmeden kendimize verdiğimiz cevapta saklıdır. Bu tarz bir görüntünün tek başımızayken bizde uyandırdığı kanaat nedir?
Kadınların, erkeklerin, özetle insanların mahremiyeti sadece kendilerine mi aittir dediğimiz de herkesin “bana ne, bu onun hayatı” diyerek işin içinden çıkılamayacağını artık görmüş olmamız gerekir diyorum sadece. Yani ben ameliyat izimi bir reklamda gösterdiğimde sadece kendimin değil tüm “kadın” başlığına bir vurgunun nesnesiyim demeli. Reklam sektörünün her mana da kullanmayı en sevdiği ve bu sebeple de tüketimle en fazla özdeşleşen kadınlar ve çocukları istismarına neden birçok mevzuda olduğu kadar hassasiyet gösterilmez.
Şampuan reklamı başlığı: Kadının kendine olan güveni.
Peki burada kadının annelik duygusu neden elinde, kucağında bir çocukla anlatmak yetmez de, Sezar Kesiği’ni gösterme ihtiyacı duyarız. Bu reklamların dikkat çekme ve üzerine konuşturma derdinden başka bir şey değildir ve başarmıştır ki şu an burada üzerine yazı yazıyoruz.
Reklam bir süre sonra pembe adıyla kadına sınır tanımamayı salık verir ki bahsettiği sınır nedir? Bir sürü gri siyah erkeğin içinde kadının neden pembe ile parlaması gerekmektedir?
Toplumsal cinsiyet başlığı yapılandırılırken cinsiyetlere rollerini vermeye çalışan tüm medya kanalları bu zamana kadar kadınla özdeşleşen “pembe”, erkekle özdeşleşen “mavi” renklerini değiştirme güdüsüyle erkeğe gri ve siyah bırakırken her iki rengi de kadına verir? Bugün “evet gayet de pembeyiz ne var bunda?” dedirtir. Acaba kadın gerçekten erkeği kendine bir ölçü aracı görmekte midir? Yoksa aldığımız tüm bu değerler bombardımanı mı bizi buna iter? Bazen bir şeyler anlatmanın en doğru yolu muhatabına konu ile ilgili kendi beyin fırtınasını yapmayı sağlamaktır.
Artık biyolojik mananda ki cinsiyetten ziyade bize sunulan cinsiyet modeline uymamız gerektiği kanaati oluşuyor insanda.
Zaten renkler üzerinden cinsiyet belirlenmesi de söz konusu değildir. Reklama göre ve bize “pembeye bir de şimdi bak” diyerek mavili ve pembeli kadınları bir arada sunar.
Reklamların genel mana da ticari bir mecra olduğunu kabul edersek, onlara olan bakış açımız da duygusallıktan ziyade nesnel olmalıdır diye düşünüyorum. Şampuan reklamı üzerinden kadınlara kimlik dayatmak ve teşhirine prim vermek bir yana insana maddi değer dahi biçebilen tüketimin bir parçası olmayı bu hali ile kabul etmek çokta doğru değil. Toplumun yapılanmasının en temel parçası insanın, bebeklikten itibaren sıklıkla maruz kaldığı reklamda insan mahremiyetinin bir değerinin kalmaması, yine toplumun yapılanmasında temel bir problem olarak karşımıza çıkacak. Bir şeylerin ayıp kalması, mahrem olması, kötü bir şey değil. Aksine özel olanın değerinin de bu şekilde muhafaza edilmesidir. Yakın geçmişte “el alem ne der” diyerek yapılamayan işlerin bu türlüsü şimdi yapılanlara “yanlış” dersem “el alem beni muhafazakar, tutucu, modernist olmayan” diye tenkit eder diye çekindiğimizden söyleyemez hale geldik. “Eskiden ayıp diye bir şey vardı ve bu iyiydi” demekten “el alem ne der” diyerek çekinmiyorum.