Bir Röportajın Anatomisi

23.02.2023 / Deneme

Tüm medya organları 11 gün boyunca mutat düzeninden çıkarak deprem özel yayınına geçtiler. Konvansiyonel medya tabiatı gereği sahaya epeyce sonra inebiliyor ve iyi ki de öyle.

Bir Röportajın Anatomisi

Deprem oldu! İki kelimeden oluşan herkesin dimağında saliseler içerisinde belki yüzlerce fikir, bir o kadar da görsel oluşturabilecek kadar açık ve net cümle. İstanbul’da yine her sabah kalkar kalkmaz alışkanlığımız icabı alarmı kapattıktan sonra şöyle bir kurcaladığımız telefonumuzdan aldık birçoğumuz haberi.

Benim için öğrendiğim en acı genel kültür bilgilerinden birisi artık “4. seviye alarm” durumunun ne demek olduğu. Günlerden beri resmi ve gayrı resmi tüm ağızlar derdimizin ne büyüklükte olduğunu yine kullanılabilecek tüm cümlelerle dile getirdi. Bu sebeple aslında deprem ve etkileri üzerine bir şeyler yazmak söylemek derdinde olmadım, yarım yamalak, sağdan soldan, envai çeşit fikre sahip bilim adamı ağzından alıntılayarak. Az bir şey anladığım televizyon sektörü temsilcilerinin deprem anında zeminle birlikte vücutları da titrerken verdikleri tepkilerden, afet neredeyse 6 Şubat 2023 sabah saat 04:00 sularından beri Türkiye ve komşu ülkelerde artçıları, öncüleri, enkaz çalışmaları, fırtınası, soğuğu ile devam ederken yatıkları yayınlarla söyleyip, gösterdiklerinden bir röportaj üzerinden anatomi çalışması yapmak istedim.

Neredeyse tüm kanallar 11 gün boyunca mutat düzeninden çıkarak deprem özel yayınına geçerek, sahadan, stüdyodan sürekli deprem üzerine içerik oluşturdu. Konvansiyonel medya tabiatı gereği sahaya ardılı olan sosyal medyadan epeyce sonra inebiliyor ve iyi ki de öyle. İnsanların tam manasıyla canı ile mücadele ettiği esnada üzerlerine onları kurtaracak bir murçtan daha hızlı çevrilen telefon kameraları ile birlikte bir de profesyonel objektiflerin altında kalması zaten betonlar arasında sıkışan canlarını daha da sıkacaktı.

Heyhat çok vakit geçmedi ki kepçeler ve hiltilerle birlikte canlı yayın araçlarımız da sahadaydı artık. Burada kısa bir parantez açmak isterim. Kimseye böyle bir durumdan haber çıkartmayın ya da bize en azında ne kadar üzerlerine almasalar da bir sorumluluk alanı olan televizyonlar aracılığıyla bilgilendirme yapmayın demiyorum zira üzerine yüksek lisans yaptığım mesleğimin icabının bunu gerektirdiğini bilecek kadar bu işi yaptım. Sözüm; sahaya indikten ve yıkımın ve getirdiklerinin an be an istatistik verilerinden, oradaki hayatta son durumun ne olduğuna kadar bilgilerin yerine oradaki “depremzedeler” ile yayın yapmalarına.

Bu çok açıklayıcı olmadı ise acı bir örnekle netleştireyim. Vefat eden kızının artık kurtarılamayacak durumda olduğunu anlaması ile cenazesine fiziki olarak da yalnız olmadığını hissettirmek için elini tutan babaya mikrofon uzatırken nelere dikkat edilmesi gerektiğinden bahsediyorum. TV100 Kanalı vasıtası ile Ece Üner’in canlı yayında gerçekleştirdiği 14 dakikalık röportajda televizyon etiğinden genel ahlak kurallarına ne kadar çok konuda göstermesi gereken hassasiyeti en hafif tabiri ile bir kenara bıraktığından bahsedeceğim.

Röportaja başlamadan yaptığı açılış konuşmasında vefat edenlerin rakamdan ibaret olmadığından bahsedip onlarında şuan sadece nasibimiz devam ettiği için nefes alanlardan farkı olmadığından dem vuracakken “hikayeleri olan ölüler, gömüldüler” minvalinde konuşarak zaten çamı çoktan devirir. Buraya kadar izafi denecek yaklaşımıma “abartma, söylemek istediğini herkes anlıyor” denilebilir. Kavramların, birleşerek oluşturdukları söylemlerin, günümüzdeki ehemmiyetini bunların manipüle edilerek kullanıldığında neleri sarsıp devirebildiğine hep beraber şahidiz herhalde. Bunları bir başka yazıda etraflıca konuşmak gerekir şerhi ile bir kenara bırakıp bu 14 dakika süren röportaj boyunca spikerin muhatabına kendi istediğini söylemesi için amiyane tabirle soruları nasıl kanırttığını anlatmaya çalışayım.

Bugünlerde vatandaş gazeteciliği diye başlayıp kendilerinin basın mensubu olduğunu iddia eden sosyal medya medyacılarının sıkça başvurduğu “işine gelmediğinde” sorularla istediği kıvama getirene kadar karşısındakine cevabından başka her şeyi söyletmeye çalışmaları gibi senelerin televizyoncusu da objektif karşısında, sübjektif tavırlarla şöyle oldu değil mi? Aslında böyle, gibi yönlendirici sorularına geçmesi televizyon ve televizyoncuların da kural falan kalmadı kime göre, neye göre demeye başladığının göstergesi. Tamamının aslında neye hizmet ettiğini anlamadığım bu röportaj esnasında, kanal ekranı ikiye bölerek bir taraftan, babanın o acı halini sürekli döndürmesi, vefat eden kızının elini tutarken çekilen fotoğrafından kırparak saygısızca sürekli naaş ve babanın eline yakın plan yapması, yetmeyip, kızıyla aynı yerdeki mutlu bir karesini peşine koyarak seyredenlerin duygularını şaha kaldırarak, benzer yayınlar yapan diğer kanallara geçmesini engellemek için elinden geleni ardına koymaz.

Spikerin kilit sorusu, “Bina yıkıldı, ekipler tabi oraya ulaşamadı siz kendi imkanlarınızla onu oradan çıkartmaya çalıştınız”. Neresinden bakarsan tutarsız nereden bakarsan sübjektif. Ortada böylesine büyük bir kaybı olan baba varken sonrasında gelen bize kızınızı anlatır mısınız sorusuna, yutkunarak ve çok zaman kısılmış sesi kesilerek cevap veren adamı sürekli olmayan ya da eksik kalanlardan bahset dercesine zorlamak ne kadar doğru? Kaldı ki kendisine hiç de beklediği cevapları vermeyip yaşadıklarını tek tek anlatan görüşmeciye rağmen. Öyle ya artık televizyonculuk her zaman olduğundan daha fazla meta merkezli her zaman olduğundan daha da fazla kişiye özel.

Röportaj devam ettikçe istediğini alamayan spiker, binlerce kaybı olan vatandaştan ayırıp röportaj yapmaya değer olduğunu düşündürten kare üzerine ağdalı, dramatik bir dil ile bir tarafa ailesinin altı ferdinin yanına kızını defnetmiş babaya “anlamak isteyene çok ifade eden bir kare” diyerek yönlendirme adına röportajına devam ederken yine istediği cevabı alamaz, alamadıkça işin güncel televizyonculuk alanında “malzeme” verecek yönlerine konuyu çevirir.

Tam on ikiyi hedef alarak “Ben de kızınızın mezarına gittim gördüm ki orada da bekliyorsunuz değil mi?” sorusunu yöneltir. Bununla yetinmeyen tarzı ve tavrı ile bu sefer acısını kıyaslamak için “Tamam yedi kişi defnettiniz ama hepsi bir tarafa kızınız bir tarafa değil mi?” der. Üzerine daha dün kaybettiği kızından babasına “ona nasıl hitap ederdiniz yaşarken” sorusu gelir. Hepimiz için duygusal anlamda inanılmaz yıkıcı ve zaten yaşayan şahit olan herkes için de neredeyse aynı etkiyi yaşatmış hatta daha hali hazırda devam eden büyük bir felaketin içerisin de iken bu asla haber içeriği oluşturmayan yayını haber programı içerisinde yapıp başta olayın failini sonra televizyon başındaki şahitlerinin psikolojisi ile neden oynarsın. Cevabı sanki hepimiz biliyoruz ama ben yine de ismini koymak için kaleme de alayım “reyting”.

Röportajın istediği minvalde gitmediğine ve o yöne de dönmeyeceğini dramatik etkisini de konu uzadıkça kaybedeceğini düşünmüş olacak ki spiker kapanış konuşmasını yapmak üzere kameraya döner ve son bombasını patlatır. Acılı baba için “daha fazla zorlamak, daha fazla acısını deşmek içimden gelmiyor” der ve bir anda seyirci karşısın da kendisini nötrler. Yani seyirci 14 dakika boyunca deşileceği kadar deşilmiş röportajı seyretmemiştir. Finalde söylenen kapanış konuşması ile ona “bak ne kadar da hassas davranıyor” denilecektir.

Psikoloji de bununla ilgili de bir kural var mıdır Ece Hanım? Bilmiyorum ama bu ne bir habercilik ne de herhangi bir televizyonculuk örneği. Son zamanlarda özellikle akşam kuşağı ana haberleri esnasında spikerlerin haber odaklı ve yorumu seyirciye bırakan içerik oluşturulmasından doğması gereken tarafsız tavır bir yana bırakılmış görünüyor hem de tam da hassasiyetlere, hassasiyet eklenmesi geren zamanda. Elinin tersi ile teknik olarak seyircinin gözü olan kameraya bardak fırlatanlardan, sabah kuşağı haber içeriklerinde benzer tavırlarla bas bas bağırarak mehter çaldıranlara, histerik krizler geçirip  “böyle ders mi olur?” diyerek kendi çağırdığı misafiri azarlayanlara daha pek çoğu ile örneklendirebileceğimiz medya içeriklerine daha çok maruz kalacak gibiyiz.

Gerçi öyle ya, biz değil miyiz sabah kahvaltı saatinde cinayetlerin nasıl işlendiğini bize maktullerine bağıra bağıra anlattıran programlara teveccüh gösteren. Hal böyle iken medya kuruluşlarının hassasiyet diyerek bize pazarladıkları; dün Batı toplumlarının fiziksel sömürü ile içinden geçtikleri Afrika, Asya, Orta Doğu toplumlarının şimdi de insan hakları adı altında mental sömürüye geçmesinden öte bir hassasiyet değil gördüğümüz.



Kabafii Reklam Alanı