Motivasyon Suluğu

31.07.2023 / Deneme

Senelerce iktisat bilimi; sınırsız insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla karşılanması gibi saçma bir tanımla karşımıza çıkartıldı.

Motivasyon Suluğu

Hâlbuki kelime kökeni itibarı ile mealen ölçülü, itidalli, tasarruflu davranma demektir. Aynı tanım üzerinden çokça tartışılan konulardan da birisi olmuştur haliyle aklıselim tarafından, insan ihtiyaçlarının sınırsız olup olmadığı. Genellikle de bir bardak sudan yola çıkarak, ihtiyacımız olan kadar suyu içtikten sonra içmeye devam ettiğimizde olan aynı hazzı almak bir yana, artık zarar verecek hale gelmesi arasındaki farka da marjinal fayda deyivermişiz.

Bu iki tanıma ek ben bir de bu marjinallik yani matematiksel değişkenliğin ve kabaca sosyolojik tanımı olan genelin dışında kalanın yanında bir de neredeyse tüm dış etkenlere çırılçıplak maruz kalan modern insanın herkes gibi olmak isteğini yani “motivasyon suluğu etkisi”ni ekleyeceğim.

Nedir Bu “Motivasyon Suluğu Etkisi”?

Motivasyon suluğu etkisi, bir insanın susuzluğunu, vücudunun suya olan ihtiyacını anlayabilmesi, hissedebilmesi için herhangi bir yolla toplumda moda haline gelmiş plastik bir mataraya sahip olması gerekecek kadar beyinsiz olması şeklinde tanımlanabilir. Zira insan biyolojik olarak ortalama %60 sudan oluşur ve susuzluktan oluşacak rahatsız edici değişiklik halinde hücrelerinden aldığı yoksunluk sinyalini tanımlayıp uyarı verecek bir beyine sahip olan herkes susuzluğu halinde eline bir bardak su alır ve içer. Bunun için kendini su içmeye motive edecek plastik bir mataraya ihtiyacı yoktur.

İnsanların sürekli dilinde olan ve bir şekilde eskiye teşne ruh hali de sanki bundan sebeptir. Motivasyon suluklarının olmadığı dönemde insanlar ailece hatta kendimden biliyorum elinde bir su termosu soğuk suyu tek bir cam bardakla tüm pazarcı ve müşterilerine ikram edebiliyorken ortalama 100-150 kişinin tek bir cam bardağa ihtiyacı olduğu dönemden ailede herkesin beşer cam bardağa yine bir o kadar tabağa, pantolona, ayakkabıya, telefona, sayısız aksesuar, süs eşyası, internet abonelikleri, internet servis sağlayıcı abonelikleri, her yaz, her kış tatili, peynir, zeytin, yumurtalı hafta sonu ev kahvaltılarının yetmediği yerde ancak içinden sadece %50’sini tüketebildiğimiz serpme kahvaltılar, et tokatlayan, pilavlık pirinçleri hunharca savuran, içecekleri üç metreden ağzımıza döken, bugün hangi lezzet durağına uğrasak diyerek birbirimizi gazladığımız lokantalara evlere yazlık kışlık ayrı halılara, anne-baba- çocuk olarak sığamadığımız 75 metrekare evlerden en az 2 çocuk odalı, bir ebeveyn banyolu merkeze yakın manzara gören olmak şartı ile evlere, o evdeki çocuklara parçalanmak üzere öyle sadece doğum günü karne hediyesi olarak değil her market alış verişinde aldığımız oyuncaklara, gitmelere doyamadığımız, konser, tek kişilik, bin kişilik gösterilere, ne yani bir kahvede mi içmeyeceğiz diyerek bardağına servet verdiğimiz üçüncü nesil kahvehanelere ve evet daha nice sınırsız ihtiyaçlara sahibiz artık.

Evlerimizde çamaşırlarımızı ve bulaşıklarımızı yıkamaktan kurutmaya, kırışıklıklarını açmaktan üzerindeki tüyleri temizlemeye, zamanında mutfak robotu diye başlayıp gıdaları doğramaktan püre haline getirmeye, tencere içinde karıştırmaya kadar makine, bir dizüstü, bir masaüstü, bir koltuk altı (tablet) bilgisayar, serinlemek için klima, ısınmak için elektrikli ısıtıcı, süpürmek için elektrikli süpürge, seyretmek için salonda bir, mutfakta bir yatak odasında bir olmak üzere televizyonlarımız varsa gelen elektrik faturasına isyan edip ama bir şekilde ödeyebiliyorsak çok yakın geçmişte bunlardan neredeyse 10/1’ine sahipken ödeyemediğimiz faturalardan sebep elektriğimizi kesilmişse bunda bir gariplik yok mu?

Şimdi ne yani bu saydıklarına sahip olmayacak mıyız canım diyorsunuz kendi kendinize ve haklısınız da artık bunlar temel ihtiyaçlarımız. Bir erkeğin evde olmazsa olmazı tek bir takımın maçını seyretmek için üç ayrı platforma üye olması gereken, bir kadının “nasıl yani şu topalak gövdeli süpürge olmadan mı evi süpüreceğim canım öyle de temizlik mi olur” dediği dünya da kesinlikle ama kesinlikle bunlar temel ihtiyaç.

Nasıl olur da bir genç, logosu ilk günahı temsil eden yarım elma gönül alma marka telefonun en üst modeline sahip olamaz. Oysa onunla ne piyasalar yapacaktır ve evet bir kez ısırıldığında o elma, artık cennetten kovulur ve o günaha müptela olursun yoksa nasıl telefon açıp internette sosyal medya vasıtası ile sörf yaparsın. Şimdi seyredeceğim her bir dizi için ayrı bir dijital platforma üye olmazsam nasıl yaşarım dediğinizi de duymuyorum sanmayın. Oysa biz değil miydik, saat 00:00 a kadar aynı kanala bakıp o saatten sonra düdüğü çaldığında ya yatakta uykuya ya da eğer elektrik ve ya mumumuz varsa saatlerce muhabbet edebilen. Şimdi her birimiz evinde sinema perdesi büyüklüğünde televizyonlar da oynayan sayısız film, dizi eğlence düttürüsü açıkken gözümüzü elimizdeki telefondan ayırmadan uyuya kalan ihtiyaç sahipleriyiz.

A noktasından B noktasına ulaşmak tarihin her döneminde en zaruri ihtiyaçlardan olagelmiştir. Şimdi iki tıkla üzerinde en kısa seyahate onlarca bazen yüzlerce lira verdiğimiz iki tekerleklik elektrikli ilkel taşıma araçlarından bunların araba versiyonlarına, taksi, otobüs, metro, metrobüs, tren, hızlı tren, uçak ve daha nice toplu taşıma aracı bir yana kendi sahibi olduğumuz arabalara kadar tek başımıza neredeyse seyahat etmemiz bizi tüketici yapmaz tabi ki. Bu arabalar zamanı itibarı ile ihtiyaç için alınırken bir den bire insanlara ek ticari metaya dönüşünce bir de baktık ki ne görelim insanların ulaşamayacağı fiyatlara ulaşmış ne kadar da şaşırtıcı değil mi kâr amacı ile alınıp satılması son kullanıcıya kadar inen bir malın fiyatının artması. İçinde oturmak bir yana aman alalım da bak sonra değerlenince satarız diyerek  ya da insanların ümüğüne basar kirasını alırız diye biriktirilen evlerin fiyatlarının çıldırması çok garip değil mi?

Ne yapacaktık kazandığımız paranın değerini de mi korumayalım diyen mal sahiplerinin içinden geçenleri gözlerinde görmüyorum zannetmeyin. İşini bilip tüm bu mal ve hizmetleri bize ihtiyaç diye yutturanlara hiç kızmayın, Burada saymadığım sayamadığım tüm bu mal ve hizmetler bize kâh pandemi gibi kâh soğuk sıcak savaşlar gibi vasıtalarla öyle yutturuldu ki sokağa çıkar da birisiyle bir metreden yakın konuşursan ölürsün denile bir ortamda dahi vazgeçemedik de uzaktan alışverişlerle bize bunu yutturanların maliyetlerini düşürdüğümüz gibi göz göre göre fiyatlarının artmasını seyredip adamlar ne yapsın diyerek hak verdik.

Talebin arzı değil de arzın talebi oluşturduğu bu çılgın piyasa şartlarını kendimiz oluşturduk. Eğer eliniz de dakikalar içinde bitirmeniz gereken kahvenizi saatlerce sıcak tutacak 500 bardak kahve değerinde termosunuzla dolaşıyorsanız, ihtiyacımız diyerek fiyatları ulaşılabilir halde iken bunun bizi yakalamak için zoka olduğunu anlamadan yılda iki kere tatil onlarca kere gezme tozma yeme içme yapıp şimdi fiyatları delirdiğinde isyan ediyorsanız bir kere daha düşünün; işçiyseniz hangi maaş tüccarsanız hangi kâr marjı yeter.

Şimdi kusura bakmayın ama kendi elimizle su içmemiz gerektiğini anlamak için bile tonla para verdiğimiz plastik şişelere ihtiyaç dediğimiz dünya da hiçbir diktatör, hiçbir seçilmiş ya da dayatılmış yönetici bize uygun asgari geçimin ücretini belirleyemez. Çok kolay bir örnekle kendi ülkemizde 2001 senesinde 139.950.000 TL olan asgari ücretle litresi 1.000.000 TL olan mazottan 139 litre alabiliyorken şimdi 11.434 TL olan asgari ücretle 323 litre alabiliyoruz. Yine 2001 senesinde aynı asgari ücretle 466 ekmek alabiliyorken bugünkü asgari ücretle 1.950 adet ekmek alabiliyoruz.

Bu örnekleri daha birçok mal ve hizmetle artırabiliriz ama ben mazotu hani o her şeyin fiyatının artmasına sebep en temel maliyeti ve her daim Türk’ün vazgeçilmezi ekmeği baz alarak kıyaslamaya çalıştım. Demek ki temel ihtiyaçlarımızı karşılamamızı geçmişe göre çok daha sağlayacak gelire de sahip olsak üretenden, satana ve dahi gözünü dahi kırpmadan tüketenler de vahşileştikçe elimizdeki bizi karşılayamaz oluyor. Tabi bununla birlikte sebebi aslında belli olan ama izahı olmayan ev ve kira fiyatlarından araba fiyatlarına birtakım ihtiyaçlarda ulaşılmaz hale geliyor. Gerçi öyle ya tüm bunlara rağmen tarladan, madene, üretimin temel mekanizmaları olan fabrikalardan, mühendislik faaliyetlere alın teri dökmeye o kadar motiveyiz ki nasıl olur da çalışmadan geçinemeyiz hem de daha 18’imizde?  

İnsan o kadar kolay bana ne der ki her şeye. Bana ne kardeşim denetlesinler bana ne arkadaş üretsinler bana ne ben mi düşüneceğim ekonomiyi benim yerime düşünsünler bana ne yahu üretmezsen tüketmen gerektiğin de bulamazmışsın ben insanım, vatandaşım, bir yolunu bulacaklar. Kim bu yolu bulacak olanlar, uzaydan gelen yaratıklar mı yoksa birbirimizi her fırsatta kazıklayan, işimizi layıkıyla yapmayan, önümüze getirilen her türlü saçma sapan mal ve hizmete hayatımız pahasına böbrek satıp ulaşmaya çalışan 2 yaşına kadar mecbur kalınmadıkça anne sütünden başka hiçbir şeye ihtiyacı olmayan çocuğa burnundan gelinceye kadar bir şeyler tıkıştıran, tatili 5 yıldızdan aşağı saymayan, yemeği ille de sokakta en pahalısından isteyen bizler mi?

Mandırada affınıza mağruren tezek koklamayı kendine zül addeden gencin peynir fiyatından şikayeti kadar mantıklı dertlerimiz, yarın yapımında çalışacağı yola küfreden mühendislik öğrencisi kadar mantıklı %300 kârı beğenmeyen tüccarın dükkân kirasına isyanı. Her suçumuza bir sebep her günahımıza bir kulbumuz var ben miyim her şeyi düzeltecek tek başıma diyerek.

Benden söylemesi herkes gibi olmak yolunda, herkes aynı “ihtiyaçlar” için varını yoğunu veriyor ve eğer su içmen gerektiğini sana hatırlatacak bir beyin yerine “motivasyon suluğuna” ihtiyaç duyuyorsan, evet senin ihtiyaçların sınırını suistimal edecek aç gözlü de çok olur böylece o ihtiyaçlara ulaşmanı sağlayacak maddi kaynaklar değil senin ihtiyaç zannettiklerindir asıl mesele.