Tüzel Kişilerin Hak Ehliyeti
Kişi ve mal toplulukları tüzel kişilik kazanmakla birlikte hak ehliyetine de sahip olurlar.
Sosyal bir varlık olan insanın karar verme süreçlerindeki karmaşık doğası reklamcılık süreçlerinde de doğrudan etkilidir.
Reklamcılık olgusu, toplumsal bir varlık olan insan ve insan ilişkilerinden bağımsız düşünülemez.
Reklamlar toplum üyelerine yönelik olduğundan, toplum üyeleri ekonomik, toplumsal ve kültürel yönlerden reklamlardan etkilenirler. Bu nedenle öncelikle bireyin tüketme eylemine ve bu eylemi gerçekleştirirken sosyal varlık olmasının önemine değinmek gerekmektedir.
Tüketim kavramına yakından bakıldığında, öncelikli olarak bireylerin toplumsal yaşamlarında tutum, değer ve yargıları kapsamında ihtiyaçlarını gidermeye çalıştıkları gözlemlenecektir. Rasyonel davranan bir tüketici, ihtiyaçlarına dönük olarak bilgi arayışına girecektir. Bu bağlamda tüketici kendisine daha düşük maliyetle bilgi verebilme potansiyeli olan reklamlara yönelebilir. Diğer yandan bireyin satın aldığı ve kullandığı mal ve hizmetler ile kendi kimlik ve kişiliğini içerisinde yer aldığı sosyal çevreye hissettirmeye, kendi farklılıklarını vurgulamaya çabaladığı bilinmektedir. Bu nedenle tüketim, sadece gereksinimlerin karşılanması olarak değil, mal ve hizmetlerin reklamlar aracılığıyla metalaştırıldığı, fetişleştirildiği, sembolleştirildiği ve idealleştirildiği bir yapıda anlam kazanır.
19. yüzyılın ortalarından 1930’lara değin geçen dönemde ulusal ve uluslararası pazarlara fordist üretim tarzı egemen olmuş; mali piyasaların da desteğiyle bir orta sınıf açığa çıkarken ve çalışanlar yeni icat edilen ulaşım ve haberleşme araçları ile elektrikli gereçleri satın almaya, zenginler de lüks tüketime odaklanmıştır. Kitlesel üretimle ürünler, insan yaşamını kolaylaştıran değerler olarak algılanmaya başlanmış, tüketim de sorgulanmaksızın benimsenmiştir. 1929 yılında yaşanan ekonomik kriz ve ardından gelen Büyük Buhran yıllarına değin tüketim, gereksinimlerin giderilmesi olarak algılanmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrası dönemde refah toplumu anlayışı önem kazanmıştır. 1950’li yıllara gelindiğinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde çoktan yerleşmiş olan bir modeli izleyen kitlesel tüketim, önce İngiltere’de, sonra Batı Avrupa’nın diğer ülkelerinde belirgin biçimde modern bir yaklaşımla gelişmeye başlamıştır. Tüketimi, 1957’de Gizli İkna Ediciler (The Hidden Persuaders) başlıklı çalışmasında ele alan ABD’li Vance Packard’a göre “Satın alma durumunda tüketici, ürün ile bilinçaltının ilişkide bulunduğu imaj ve dizaynlara, genellikle duygusal ve içten gelen yenilmesi güç bir his içerisinde tepki verir.” Packard’ın yaklaşımında bireylerin tercihleri, bilincinde olmadıkları faktörlerce belirlenmekte; uzman psikolog ve sosyo-psikologlar toplumsal tüketimi yönlendiren sembol manipülatörleri ve onların araştırma merkezleri için hizmet görmektedirler.
Bireylerin bilinçaltına gizlendiği varsayılan sekiz farklı ihtiyacın pazarlama sürecinde kullanımına dikkat çeken Packard, örnek olay ve piyasa araştırmalarından hareket ederek tüketimin etkilerini çözümlemeye çalışmıştır. Packard’a göre:
Toplumsal tüketim süreçlerini oluşturan, bireysel tüketim pratikleridir. Birey, toplumsallaşma süreci içerisinde tüketim-reklam ilişkiselliği içerisinde hedonist bireyselliğin inşası ile karşı karşıya kalır. Tüketim toplumunda bireyin ihtiyacı olan toplumsal bağlar, maddi olarak sahip olunanlar ile kurulur. Tüketim toplumunda bireyler öncelikle ne tükettiklerine göre sınıflanır, konumlandırılır ve tüketilenlerle statü belirlenir. Bu bağlamda kültür, imgeler, semboller ve akışkanlıklar gibi farklı boyutlar ön plana çıkar. Üretilmiş ve tüketicisine sunulmak üzere paketlenmiş bir malın televizyonda gerçekleştirilen reklamı, salt kendi başına bir tanıtım değil, aynı zamanda kurgu ve sembollerle yeni yani modern bir yaşama biçiminin vurgusudur da. Tüketime simgesel boyut içerisinden yaklaşan Anthony Cohen’e göre “Topluluk bir kişinin kültürü edindiği alandır.” ve ritüeller, normlar, kimlikler gibi simgesel sınırların icat edilmesine dayanır.
Ayrıca Bakınız