Yapay Zekânın İş Dünyasındaki Yeri
Yapay zekâ, veri analizi ve kişiselleştirilmiş müşteri deneyimi gibi alanlarda sağladığı yeniliklerle yeni bir dönem başlatmış durumda.
Hayatımızın her alanında karşılaştığımız feminen arketipler, elbette ki sinema dünyasında da kadın karakterlerin oluşumlarında kullanılıyor.
Bu kullanımlar, yazılan karakterin doğal yapısı olmaktan ziyade, eserin alt metnini kuvvetlendirmek ve belirli konuları kendi üzerinde odak haline getirmek için oluşturuluyor. Özellikle günümüzde, film okumalarında sıkça başvurulan bir yöntem olarak, ister kadın olsun ister erkek, karakterler arketiplerine göre yorumlanıyor.
İşte yabancı sinemada 10 kutsal feminen arketipin temsili karakterler:
American Beauty filminde, Amerikalı manken Mena Suvari’nin oynadığı, güzelliği ile herkesin dikkatini çeken kolejli amigo kız Angela Hayes, bakire arketipinin en başarılı temsillerinden biridir. Ünlü aktör Kevin Spacey’in canlandırdığı, evlilik heyecanı sönmüş bir baba olan Lester Burnham’ın tüm sönmüş heveslerini yeniden hayata döndüren Angela Hayes, henüz kendi arayışında olan heyecanlı ve iyimser bir karakterdir.
Tam da bakire arketipinde yorumladığımız gibi, başkalarını memnun etme ve beğenilme ihtiyacını karşılamak için itaatkar bir tavır sergileyen Hayes karakteri, masumiyeti ve tecrübesizliği sebebiyle Burnham karşısında savunmasız kalmıştır.
King Kong filminin birçok uyarlaması mevcut tabi ki; ve bu uyarlamalarda da çeşitli aktrislerin canlandırdığı farklı isimde karakterler mevcut. Ama biz âşık arketipini 2005’teki son yapımda yer alan ve Naomi Watts tarafından canlandırılan Ann Darrow üzerinden değerlendireceğiz.
Bir zamanların popüler canavarlarından olan dev goril King Kong’un aşkı Ann Darrow, umutlu bir bakış açısına sahiptir ve mücadeleci ruhu ile odak noktası olmayı başarır. İfade biçimleriyle hem kendini hem de King Kong’u güvende hisettirir. Evet, istediğini elde etmiştir fakat belki de mantıksal açıdan birçoğumuzun “ne gerek vardı” diyebileceği bir dramın da içine çekilir.
Anne arketipi deyince aklımıza ilk olarak, Okja ve Parazit gibi dünyaca ünlü filmlerin yönetmeni Bong Joon Ho’nun bir başka muhteşem yapıtı “Mother” (2009) geliyor ve karakter olarak da, işlenen korkunç bir cinayette suçlanan oğlunu kurtarmak için katili aramaya başlayan, deneyimli oyuncu Hye-ja Kim’in canlandırdığı “mother” işleniyor.
Başkalarının ihtiyaçlarını kendinin önüne koyma davranışı sergileyen anne arketipinde olduğu gibi, filmdeki “mother”ın da oğlu için her fedakarlığı yapacak bir duruş sergilediğini görebiliyoruz. Birçok kısıtlamaya ve imkansızlığa rağmen, nasıl korumacı olabileceğini ve birilerini güvende hissettirebileceğini açık bir şekilde görebiliyoruz.
Mother filminde olduğu gibi ana karakterinden ismini alan Maleficent filminin Angelina Julie tarafından canlandırılan, aslında iyi yürekli olup da insanlardan gördüğü muamele ve ihanet sonrasında öfkeyle kendi kabuğuna çekilen Malefiz karakteri, hayatının bir sonraki aşamasında kim olduğunu yeniden keşfetme dürtüsünde olan cadı arketipinin başarılı bir temsilidir.
Gelecek nesillere odaklanma ve dünyayı daha iyi bir yer hale getirme vurgusunun Malefiz üzerinden mükemmel şekilde verildiği filmde, cadı arketipinin olumsuz yönü de ele alınmış ve Malefiz’in benlik duygusunu kaybetmesi, kendini boş, tatminsiz ve amaçsız hissetmesine de değinilmiştir.
Her ne kadar sinema karakterleri olarak inceliyor olsak da, filmimizde geçen ve Hilary Swank’in canlandırdığı cefakar ve fedakar öğretmen Erin Gruwell, aslında gerçekten yaşamış biridir fakat örnek şifacı arketipi ile herkesin izlemesi gereken bir esere konu olmuştur.
Sinematografik olarak biraz daha renklendirilen karakterimiz, birbirleriyle savaş halinde olan çeşitli etnik grupların bir araya geldiği “istenmeyenler” sınıfına öğretmen olarak atanır. Başlangıçta iletişim kurmakta ne kadar zorlansa da, sağlıklı ilişkiler kurmakta üstüne yoktur ve sınıfta doğal bir alan oluşturarak onları kendileri ile yüzleştirir. Filmde hep birlikte kederin dönüşümüne şahit oluruz.
Belki değerlendirmeye alınabilecek birçok rahibe arketipi bulunabilir ama ilham kaynağı olarak en vurucu etkiyi, siyahi kadın oyuncuların piri Whoopi Goldberg tarafından canlandırılan, bir salon şarkıcısı iken büyük bir suç örgütünden kaçarak tanık koruma programı kapsamında bir süreliğine rahibe kılığına girmek zorunda kalan Deloris karakterinde görürüz.
Ruhunuzu her ne kadar İlahi olana teslim etseniz de, yine İlahi’ye ait olan dünyadan da vazgeçmemek gerektiğini, bakış açısını değiştirerek daha fazla insanın kalbine dokunulabileceğini gösteren filmde, karakterimizin mevcuttaki yolu ile bulduğu yol arasında düştüğü çelişki de değerlendirmemizi doğrulayan bir başka özelliktir.
Kraliçe arketipini, yaşamış bir kraliçe üzerinden vermek haksızlık olmaz sanırım. Aslında, tarihte yaşamış her kraliçe için de bu arketipin geçerli olduğunu söylenemez zaten. Çünkü asıl mesele, içselleştirilen karakterin dışa vurduklarıdır.
Fakat Elle Fanning’in canlandırdığı, 18. yüzyılda bir Rus kralı ile evlenerek, kişisel mutluluğu ve Rusya’nın geleceği arasında kalan Catherine karakteri, yaptığı seçimler, çevresine karşı elde ettiği edinimler ve tecrübelerle ülkede kısa sürede adından söz ettirerek, doğal bir kraliçe ruhu taşıdığını ispat etmiş olur. O, belirlediği hedefler doğrultusunda doğrudan eyleme geçebilmekte ve motive olabilmektedir.
Yine gerçek hayattan esinlenerek oluşturulan filmde Julia Roberts’ın canlandırdığı, yaşadığı sıkıntılardan dolayı ne iş olsa yapmaya hazır olan Erin Brockovich, çok kötü şartlarda başladığı bir işte, yine de parasını hak etmek için elinden geleni fazlasıyla yaparken bazı dosyalarla karşılaşır ve bir takım düzenbazlıkları ortaya çıkarır.
Bağımsız bir kadın ruhunu temsil eden savaşçı arketipinde olduğu gibi, filmdeki baş kahramanımız da savunmasız ve mağdur olanların yanında olarak kendini gösterir. Mücadelesinde kimsenin yanında olmasını beklemeden, tek başına büyük bir sorumluluk almaya hazırdır.
Margot Robbie’nin canlandırdığı ve hepimizin bildiği üzere Joker’e Stockholm sendromu ile aşık olan çılgın kadın Harley Quinn, neredeyse vahşi kadın arketipini en can alıcı şekilde veren karakterdir. Ama buradaki “vahşi”lik, sadece görünümü ya da davranışları ile ilgili değildir.
Kendini belirli bir sürecin ardından iyice tanıyan, benliğini olduğu gibi kabul eden ve negatif yönleriyle yüzleşen yapısıyla, tutku ve yaratıcılık üzerine yaşar. Ölümden asla korkmaz.
Milla Jovovich tarafından canlandırılan ve her ne kadar kurgusal hikayesi itibariyle laboratuvar yapımı eşsiz bir güç olsa da, insani düşünceyi de zamanla sentezleyerek, akıl, öngörü ve saf güç açısından üstünlüğü kabul edilen Leeloo, bilge kadın arketipinin başarılı temsillerinden birisidir.
İsmi dolayısıyla her ne kadar yaşlı bir görünüm hayal edilse de, aslında bilgelik yaşla ölçülmez. Karakterimiz tüm evrenle derinden bağlantılıdır. Tüm yaşantılara uyum sağlar ve doğru yönlenmeleri için rehberlik eder.