Din ve Ahlak
Diamond Tema ile Cemre Demirel’in Yer6 Film YouTube kanalında yayınlanan “Din ve Ahlak” konulu yayınına yönelik bir deneme yazısı.
Özgürlük elde edilinceye, aşk itiraf edinceye kadar..
Aralarında net bir seçim yapmanın birçoklarına göre zor olduğu iki önemli konu. Aşk ve özgürlük.
İkisine de zaman zaman çeşitli sebeplerle ihtiyaç duyuyor gibiyiz. Her iki konunun da insanın kendisine ve topluma yönelik birtakım olumlu sonuçları da bulunuyor.
Âşık olmak özgürlük konusuna göre toplum tarafından kabule daha yatkın duruyor. Çünkü aşk sonucunda bir yuva kurulması ihtimali, topluma karışma, toplumda yer edinme gibi sonuçlara yaklaşmış oluyoruz. Özgürlükte ise toplumdan kaçış, dışlanma çağrışımları daha bir ön plana çıkıyor.
Her nedense toplum, belki de kendi varlığını koruyabilme adına, birtakım kısıtlamaların benimsenmesine yol açıyor. Aşkın cazibesini ve duygusunu köreltebilecek örnekler sunuyor çoğu zaman. Sorumluluk yüklüyor. Sınırlar çiziyor. Baskı kuruyor. Aşkın yalın bir şekilde yaşanmasına ortam hazırlamaktan kaçınıyor.
Toplum fertleri de öğrenilmiş aşk, ideal aşk ya da muhtemelen kendilerince kişiselleştirilmiş öznel aşk arasında sıkışıp kalıyorlar.
Canlı türünün devamıyla da ilgili olan birtakım harika duyguları, zihnimizde mi yaşıyoruz, hormonlar bize oyunlar mı oynuyor diye düşünürken, aşkın acı meyveleri ile yüzleşmeye başlıyoruz. Herhangi bir nesneye yahut insan dışı bir canlıya beslediğimiz sevgiden farklı olarak aşk yalnızca bizim duygularımızla da bağlantılı olamıyor. Sevdiğimiz bir kediyi, çiçeği yahut yıllardır gözümüz gibi baktığımız şahane bir spor arabayı yalnızca kendi isteğimiz ve hür irademiz doğrultusunda sevmeyi sürdürebiliyoruz. Ama karşımızda bizim gibi bir insan olduğunda onun istek ve beklentilerini de dikkate almak zorunda kaldığımız bir sürece adım atmış oluyoruz. Eğer platonik bir aşk yaşamıyorsanız, aşkınızı itiraf ettiğiniz anda gizli bir hegemonya altına girmeye başladığınızı da düşünebiliriz. Karşılıklı antlaşmalarla bu baskıyı kırmayı denediğinizde aşk yerine sürdürülmeye çalışılan aile içi bir hukuk sistemi ile baş başa kalıyorsunuz.
Herhangi bir dostumuzla yıllarca görüşmeyip sonrasında bıraktığımız yerden dostluğu devam ettirme şansımız bulunuyorken, âşık olduğumuz kişiyi bir an bile zihnimizden çıkartmakla suç işliyormuş pozisyonuna düşüyoruz. Aşk bizi ve sevdiğimizi fark ettirmeden birbirimize tutsak ediyor. Ortak hayalleri tükettiğimizde kendi hayallerimize ayıracak zamanı bizden çalıyor.
Muhtemelen âşık olmadan önce sahip olduğumuz ve değerini bilemediğimiz bir şeyi ön plana çıkartmış oluyoruz böylece. Özgürlüğümüzü.
Tam da böyle olmalı belki de. Özgürlük aşktan sonraki adım olmalı. Özgürlüğün değerinin bilinmesi için tamamlanması gereken bir süreç olmalı aşk.
Özgürlüğe gelince, tam bir mahrumiyet sahası. Nesnelere, insan dışı canlılara ve günü kurtaran dostlara dönük bir yalnızlık alanı. Hiçbiri ile tam olarak bütünleşemediğimiz kalabalıklar. Hiçbirinin aşkın yerini tutmayacağını bildiğimiz varlıklar.
Öyle mi gerçekten? Evet, galiba insanların çoğu için geçerli. Ama tabi bunun dışında kalan asosyal insanlar da var. Hayatlarını bir şeyleri keşfetmeye, icat etmeye, düşünmeye, potansiyelini (kendini) gerçekleştirmeye adamış insanlar. İşte onlar için özgürlük aşktan çok daha değerli.
Çok önemli bir gerçeği de unutmamak kaydıyla. İnsan yeterli zamanı olduğunda değişebilen bir canlıdır.