Sahur / Seher

17.05.2020 / Din / Kültür / Sanat

Sahurda ne yapıyoruz? Rabbimizin bizden istediğini mi yapıyoruz yoksa kendi bildiğimizi mi okuyoruz? Bu konuya sahurun anlamıyla başlıyoruz.

Sahur / Seher

«Sözlükte “sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri” anlamındaki seher kelimesiyle aynı kökten gelen sahûr (sehûr, sühûr), dinî bir terim olarak oruç tutmaya hazırlık olmak üzere fecrin doğmasından önce yenen yemeği ifade eder.

“Sahura kalkın, zira sahurda bereket vardır” gibi sözleriyle sahur yemeğini teşvik eden Hz. Peygamber’in (Buhârî, “?avm”, 20; Nesâî, “?ıyâm”, 18-19, 24; Tirmizî, “?avm”, 17) uygulamalarıyla da sahura önem verdiği görülür. Bazı hadislerde sahurun tamamen terkedilmeyip bir yudum su ile bile olsa yerine getirilmesi tavsiye edilmiş, sahura kalkanların Allah’ın rahmetine ve meleklerin duasına mazhar olacağı belirtilmiş (Müsned, III, 12), sahur yemeği “mübarek gıda” olarak nitelenmiştir[1] (Ebû Dâvûd, “?avm”, 17; Nesâî, “?ıyâm”, 25-26).

Bazı hadislerde ifade edildiği gibi (İbn Mâce, “?ıyâm”, 22) sahurun tutulacak oruca güç yetirebilmek için vücuda besin sağlama amacı taşıdığı açık olmakla birlikte sahura kalkan müminin asıl hedefi Hz. Peygamber’in sünnetini yerine getirerek bu vaktin feyiz ve bereketinden yararlanmaya ve neticede Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak olmalıdır.

Sahurun, Müslümanların orucunu Ehl-i kitabın orucundan ayıran bir özellik olduğunu ifade eden hadis (Müslim, “?ıyâm”, 46; Ebû Dâvûd, “?avm”, 16; Nesâî, “?ıyâm”, 27; Tirmizî, “?avm”, 17) açıklanırken bu durumun Müslümanlara önceki ümmetlere göre sağlanan bir kolaylık olduğu, dolayısıyla Ehl-i Kitap’tan farklı davranarak sahura kalkmanın bu nimetin şükrü anlamına geleceği belirtilir.

Oysa sahuru son vaktine kadar uzatmanın ve iftarı ilk vaktinde yapmanın bütün peygamberlerin özelliklerinden olduğuna dair bir rivayet (el-Muva??a?, “?a?rü’?-?alât”, 46; Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, II, 470) söylenen hadisle çelişir görünmektedir.

Bu durumla ilgili İbn Âbidin’in aktardığı yorumdan da yararlanarak (Reddü’l-mu?târ, II, 420) önceki ilâhî dinlerde sahur uygulaması varken bir süre sonra terkedilmiş olduğu, dolayısıyla ikinci hadiste aslî haliyle ilâhî dinlerdeki hükme işaret edildiği söylenebilir. Buna göre birinci hadiste Resûl-i Ekrem’in kendi dönemindeki Yahudi ve Hristiyanları kastetmiş olması muhtemeldir.

Sahur vakti fakihlerin çoğunluğuna göre gecenin son yarısının, bazı Hanefî ve Şafiilere göre son altıda birinin başlangıcıyla tan yerinin ağarması arasındaki zaman dilimidir. Şafak sökmesi veya tan yerinin ağarmasıyla kastedilen ise sabah namazı ve orucun başlangıç vaktinin girmesidir.»[2]

Yukarıdaki sahur maddesinde birbiriyle çelişen iki hadisin zikredildiğine ve önceki peygamberler ve ümmetleri sahura kalkarlar mıydı yoksa kalkmazlar mıydı mevzusunun içinden çıkılamadığına şahit olduk.

Öyleyse hazır yeri gelmişken, bu konudaki düşüncemizi belirtelim: Ayetleri, Hadislerle izah etmek genellikle yanlış bir harekettir. İşin doğrusu, Hadisleri, ayetleri temel alarak, ayetlerle gözden geçirerek tefsir edip öyle karar vermektir.

Osmanlı ulemasından Ömer Nasuhi Bilmen Efendi de: “Bir hadisin uydurma olduğu nasıl bilinir” demiş ve bu soruya: “Muhkem olan bir ayete veya daha kuvvetli bir hadise veya kati olan akli bir delile aykırı olmasıyla bilinir” diyerek cevap vermiştir.[3]

Bu prensip benimsenmediği sürece, birçok söz Efendimize ait olduğu halde, hadis değildir diye ret edilecektir. Birçok söz de Efendimize ait olmadığı halde, maalesef hadis olarak kabul görecektir.

Bu yüzden biz, mevzumuzla ilgili olan bir Hadis-i Şerifi aktaracağız ama onu ayetlerin ve ayetlerle tersleşmeyen hadislerin süzgecinden geçirerek dilimizin döndüğünce izah edeceğiz:

İbn Hüzeyme'nin naklettiğine göre Selman (r.a) şöyle anlatmıştır; Resulullah (s.a.s) bir Şaban ayının son gününde bize şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir ay'ın gölgesi üzerinize bastı. O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Allah o ayda oruç tutmayı farz kıldı. Geceleyin ibadet yapmayı nafile kıldı / Kur’an’ı tetkik etmeyi bir ganimet[4] kıldı. O, sabır ay'ıdır, sabrın karşılığı ise Cennettir. Ramazan ayı öyle bir aydır ki; evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da Cehennem ateşinden kurtuluştur. O ayda köle ve hizmetçilerinin yükünü hafifleten kimseyi Allah bağışlar ve Cehennem ateşinden kurtarır" (et-Tergîb, II, 94-95).

Efendimizin bu müjdesini, ilgili gördüğümüz ayetler ve hadislerle izah etmeye gayret edeceğiz:

Evveli / Önceliği Rahmettir:

Kişinin öncelemesi / yerine getirmesi gereken en temel görevi, Kur’an’ın kendisine neler önerdiğine bakmasıdır. Her zaman yapması gereken bu fiile, Ramazan ayında iyice yoğunlaşmasıdır.

Çünkü hadisteki rahmet kelimesiyle Kur’an kast edilmektedir. Şu ayetler, buna delidir:

 

Nisa 83

Kendilerine güven veya korkuya dayalı bir haber ulaşsa, onu anında yayarlar;

Oysa [yaymadan önce] onu elçiye ve kendilerinden olan yetkililere danışsalar,

İçlerinden o haberin manasını çıkarabilenler, bunun maksadını kesinlikle anlar. (16/43)

Üzerinizde Allah’ın fazlı ve rahmeti[5] olmasa, azınız dışında topunuz şeytana uyar. (43/36. 58/19)

 

En’âm 157                          

Yine demeyesiniz ki, öncekilere indirildiği gibi bize de kitap indirilseydi eğer,

Olurduk öncekilerden daha fazla hidayet üzere/verirdik dine daha çok değer. 9/124

[Bulmayasınız diye böyle bir kılıf / böyle bir bahane],

Size de geldi Rabbinizden, işte bir beyan/bir beyyine.[6]

O beyyine / o beyanname, bir hidayet kaynağıdır ve de bir rahmet;

Hiç kimse, Allah’ın âyetlerini yalanlayandan daha zalim değildir elbet.

Evet, kim daha zalimdir, [kişileri] Allah’ın ayetlerinden çevirenden?

 [İnsanları buluşturmamak için],[7] kişileri uzaklaştıranları ayetlerimizden, (41/26; 43/57, 58)

Azabın en fecisiyle cezalandıracağız engelleyici şu hareketleri yüzünden.

 

A’râf 52

İlme dayalı olarak, derinlemesine açıkladığımız bir kitabı,

Tabi ki onlara da verdik; [ama hiç ciddiye almadılar o hitabı].

Mümin olacak topluluklar için hidayet rehberi [o kitaptır]; 2/2, 97. 16/102

Bu kitap, onlar için bir rahmet kaynağıdır/bir sağanaktır.

 

A’râf 203            

O had bilmezlere (kafalarına göre)[8] bir ayet getirmediğinde sen,

Söylenirler: Onu (Rabbinden)[9] almak için biraz çaba sarf etsen…[10]

De ki: Tabi olurum ben ancak şuna;

Rabbim tarafından bana vahyolunana.

İşte bu Kur’an,[11] bizzat Rabbinizdendir/yalnız Ona aittir;Bu (vahiy),[12] müminlere basiretler, hidayet ve rahmettir.

               

Müslümanlar, Bakara 185’in bildirdiği gibi düşünmeliler, şunu akıllarının en müstesna köşesine iyice yerleştirmeliler: Ramazan ayı kutsal olduğu için Kur’an o ayda indirilmemiştir. Aksine, Kur’an o ayda indirildiği için bu ay kutsallık elde etmiştir. Açıkçası, keramet ayda değil Kur’an’dadır.

 

Bakara 185        

Öylesine şerefli bir aydır ki, oruç ayı Ramazan;

Bu ayda indirildi insanların yol göstericisi Kur’an.

Kur’an ki, hidayeti tam manasıyla açıklayan rehber;

Kur’an ki, doğruyla eğriyi birbirinden tam ayırt eder.

Bu aya şahit olan kişi oruç tutsun! [Allah böyle emreder].

İçinizden her kim hastalanırsa veya olur ise seferde,

Tutamazsa orucunu, sayıyı tamamlasın müsait günlerde.

Allah sizin için zorluk dilemez, sürekli kolaylık diler;

Nasıl ki O doğru yolu göstererek, size kılavuzluk eder.

Sizden de sayılı günleri tamamlamanızı ve Onu ulu tanımanızı ister;

Umulur ki her biriniz kendisine şükreder/kulluğunu gereğince ifa eder.

 

İbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir: "Ramazan ay'ı girince Resulullah (s.a.s) ile Cebrail (a.s.) buluşurlar. Ramazan ay'ı çıkıncaya kadar her gece karşılıklı Kur'an okurlardı." (Buhari, Savm, 7).

İşin aslı şudur: Kur’an’ın tetkik edilerek baş tacı ve hayat tarzı edinildiği her gün mübarek ve her gece de kadir gecesidir.

Bu yüzden, işi bilenler her geceyi kadir bilmişler, onlar Müzzemmil 20’ye kulak vermişler, uykularına ara verip gecelerin bir kısmını Kur’an’ın tertiliyle geçirmişler, Kur’an’ı tetkik edip görevlerini öğrenerek bazı gecelerini kıymetlendirmişlerdir. Çünkü onlar, Efendimizin şu buyruğunu dinlemişlerdir: “Allah Teâlâ her gece gecenin son üçte birinde en yakın semadan şöyle seslenir: bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, istediğini vereyim! Benden bağışlanma dileyen yok mu, onu affedeyim.” (Buhârî, Deavât 14; müslim, Müsâfirîn 168-170)

 

Müzzemmil 20

Rabbin biliyor elbet, gecenin üçte ikisine yakın bir anda ayağa dikildiğini;

Bazen yarısında, bazen de üçte birinde, [yataktan kalkıp Kur’an’ı tertil ettiğini]; [73/4]

Biliyor yine Rabbin, seninle birlikte bir taifenin daha aynı fiili işlediğini.

Geceyi ve gündüzü Allah takdir ediyor;

[Her ikisine de plân ve programı o çiziyor].

Bildi Allah, [Kur’an’ın tamamının tertilinin] hakkını veremeyeceğinizi;[13]

[Bu yüzden bağışladı nisyanınızı ve hatanızı], kabul etti tövbelerinizi.

Okuyun artık Kur’an’dan, [ne kadarını kavramak] geliyorsa kolayınıza;

[Lüzum yok, çözemediğiniz ayetler hususunda zorlanmanıza].

Yine bildi ki Allah, içinizden kimileri hasta olacaktır;

Kimileri ise Allah’ın fazlını elde etmek için arzda dolanacaktır; 62/10

Kimileri de Allah yolunda [gazaya çıkacak kâfirlerle] vuruşacaktır.

[Bu yüzden] kolayınıza gelen yeri okuyunuz Kur’an’dan!

[İçinizde iyiliği öneren ve kötülüğü önleyen hayırlı bir gurup bulunsun her an]![14]

Namazı ayağa dikiniz!

Zekât[larınız]ı ödeyiniz!

Allah’a güzel bir borç veriniz! 2/245. 5/12. 57/11, 18. 64/17

Neyi gönderirseniz [Mevlâ’nıza], 36/12

[Ona] hayırdan ne sunarsanız kendi adınıza,

Onu, Allah katında daha da değerlenmiş bulursunuz; (2/261: 1 fiile 700 ödül)

Verdiğinizden kat kat daha fazla bir ecre kavuşursunuz

Allah’tan, [sahurlarda] istiğfar dileyiniz/

Seherlerde, suçlarınızı öğrenip gideriniz.

Allah, muhakkak ki fazlasıyla bağışlayıcıdır;

Çok merhametli/çok sevecen/çok acıyıcıdır.

 

Ortası Mağfirettir:

Kişinin, eksiklerini ve hayatına eklemesi gereken fiilleri, Kur’an’dan öğrenerek istiğfar yoluna sapması / üzerine düşen vazifelerini yaparak mağfiret olunmaya / bağışlanmaya uğraşmasıdır.

 

Âl-i İmrân 17                     

Zorluklara göğüs gerenler, sabırlı davrananlardır;

Allah’a verdikleri sözde duranlar/sadık olanlardır;

Mallarının [iyilerini/kalitelilerini][15] Allah yolunda harcayanlardır;

Yani seherlerde/sahurlarda bağışlanma talebinde bulunanlardır. 51/17-18

 

Hûd 3   

Rabbiniz[in kelimelerin]den,[16] istiğfar [çözümleri] edininiz![17]

Çok geçmeden[18] tam manasıyla Allah’a tövbe ediniz / yöneliniz! 11/52. 11/61. 11/90

Ki O da sizi belirli bir süre / ecelinize kadar dünyada güzelce yaşatsın;

[Ölümünüzden sonra ise], her fazilet sahibine kendi fazlından aktarsın.

Ancak yüz çevirir / kaçınırsanız [faziletli davranışlardan],

O zaman korkarım sizin adınıza o büyük günün azabından.

 

Müslümanlar, seherlerde/sahur vakitlerine kadar bağışlanma çareleri ararlar/sabahlara kadar Kur’an’ı tararlar, edindikleri bilgilerle istiğfarın / affedilmenin peşinde koşarlar. 

Evet, Allah’tan bağışlanma dilemek, yani Ona yönelmek, ancak kelimelere dönüp Kitabın tümüne sahip çıkmakla, yani Kur’an’ın önerilerine harfiyen uymakla mümkündür.

Ayrıca bkz. 2/37, 124, 208. 3/39; 4/46; 5/13; 6/115. 11/3. 

 

Sonu Ateşten Azat Edilmektir:

Yerine getirdiği bu iki eylemin neticesi, kişinin takva tutumuna / kendisini ve ailesini koruma fıtratına / korunma ahlâkına ulaşmasıdır. Takvalı davranmasının semeresi ise bunları yerine getiren kimsenin cehennem ateşinden kurtulmasıdır.

Bakara 183

Müminler! Oruç yazıldı üzerinize;

Yazıldığı gibi sizden öncekilerinize.

Sebep olsun diye takvaya erişmenize /[19] isyandan ve haramlardan el çekmenize;

Korunma ahlâkıyla dört dörtlük donanarak cehennem ateşinden azat edilmenize. (2/24. 66/6)

Hasılı, Cennete kavuşmanın yolu takvalı davranmak / cehennem ateşinden koruyacak davranışlarda bulunmaktır.

 

«Oruç kelimesinin karşılığı Kur’an’da Savm’dır. Savm / sıyâm, “bir şeyden vazgeçip, onu bırakmak" demektir. Allah Teâlâ "Sakınasınız (muttaki) olasınız diye" sözü ile orucun şehveti kırdığı ve kötü şeylerden alıkoyduğunu bunun da takvayı doğurduğunu beyan etmiştir. Çünkü oruç taşkınlıktan, şımarıklıktan ve kötülüklerden menetmekte ve dünya ile ondaki makam ve mevkiin değersizliğini göstermektedir. Buna göre ayetin manası "Ben orucu size, kitabımda methettiğim ve kitabımın kendileri için bir hidayet rehberi olduğunu ilân ettiğim korunma ahlâkına sarılan kimselerden olasınız diye farz kıldım" şeklinde olur.»[20]

«Dilimizde oruç demek olan “sıyam, savm”, sözlükte nefsi meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun alıkoymak yani kendini tutmaktır.

 “Ben Rahman'a bir oruç adadım.” (Meryem 26) ayetinde bu manadadır.

Bu konudaki ayetlerden ve Peygamberimizin öğrettiklerinden anlaşıldığına göre şeriattaki manası ise, nefsin en büyük istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişki gibi bilinen zaruri ihtiyaçlardan, niyet ederek bütün gün kendini tutmaktır. Tam anlamıyla tarif edilmek üzere: Ehliyetli bir insanın, sabahın başlangıcından güneşin batışına kadar batın hükmünü taşıyan içine herhangi bir şeyi sokmaktan ve cinsi ilişkiden, ibadet niyetiyle nefsini alıkoyması yani kendini tutmasıdır.

İşte ey müminler! Size de oruç farz kılındı ki, korunabilesiniz. Oruç sayesinde nefsinize ve şehvetlerinize hâkim olma alışkanlığını elde ederek günahlardan, tehlikelerden sakınıp takva mertebesine erebilesiniz.

Çünkü oruç, şehveti kırar, nefsin heveslerini mağlup eder. Azgınlıktan, kötülükten meneder. Dünyanın adi lezzetlerini, makam ve yükselme davalarını küçük gösterir, hayatın lezzetini tattırır, kalbin Allah'a bağlılığını artırır, ona bir meleklik zevki ve saflığı bahşeder.

Oruç tutmayan, sabretmesini bilmez, nefsini normal şekilde kullanma yollarını gözetmez. Hele refah içinde yaşayanlar, hiç oruç tutmazlarsa, bütün hürriyetlerini şehevi arzularına kaptırırlar. Şunun bunun ırzına ve malına tecavüzden kendilerini alamazlar, haram helal seçmezler. Nihayet nefislerine de zulmederler, kendilerini de telef ederler.

Hadis-i Şerif’te: “Oruç, ateşten koruyan bir kalkandır.” (Buhari, Savm, 2; Nesai, Sıyam, 43; İbn Mace, Sıyam, 1, Zühd, 22, Fiten, 12) buyurulmuştur.»[21]

Kur’an’ın Sahurda İstiğfar Yapılmasını İsteyen ve Yapanları Öven İki Ayetini Bazı Müfessirlerin İzahlarıyla Birlikte Vererek Konuyu Bitireceğiz:

 

Âl-i İmrân 14-17

14.                        

İnsanlara süslü püslü/çekici gözüktü şehvetlerin sevgisi;

Birisi kadına düşkünlük o tutkunun, evlâtlaradır diğerisi.

Diğerleri ise kantar[22] dolusu gümüşler ile altınlardır;

Ekinler, atlar/binilen vasıtalar ve sürüsüyle davarlardır.

[Ama bu tutkuların hiçbirisi de sürekli değildir];

Bunlar, sadece şu dünya hayatının geçimliğidir;

Allah’ın yanındakilerse, arzulananların en iyisidir.

15.                        

De ki: Bunlardan daha hayırlısını size haber vereyim mi?

Sakınanlara ait olan [güzellikleri sizlere tarif edeyim mi]?

Altlarından nehirler geçen, cennetin güzelim bahçelerini,

Rablerinden sakınanlara ait olan ebedî istirahat yerlerini… 9/72

Onlar, zaman engeliyle karşılaşmadan orada kalacaklar;

Tertemiz eşlerle kaynaşarak hep bir arada yaşayacaklar; 2/25

Üstelik/hepsinden önemlisi,[23] Allah’ın rızasını da kazanacaklar. 9/72

Allah, böyle kulları görür;[24] [hâşiıynler, işte böyle yaşatılacaklar].[25]

16.                        

[Cennetlerin sakınıcı sahipleri] şu kimselerdir:

“Rabbimiz! Hepimiz iman ettik” diyenlerdir;

“Lütfen! Bizim için af” diyerek bağışlanma bekleyenlerdir;

Ve: “Bizi ateş azabından koru” diye[rek Ona niyaz ede]nlerdir.

17.                        

Zorluklara göğüs gerenler, sabırlı davrananlardır;

Allah’a verdikleri sözde duranlar/sadık olanlardır;

Mallarının [iyilerini/kalitelilerini][26] Allah yolunda harcayanlardır;

Yani seherlerde/sahurlarda bağışlanma talebinde bulunanlardır.[27] 51/17-18 (2/187)

«Sabır, doğruluk, vefa, yapıcılık, fedakârlık ve istiğfar (öz eleştiri,) sağlıklı bir kişiliğin temel öğeleridir. Bunları yapanlar, kozmik, ruhi ve sosyal dengeyi sağlarlar.»[28]

 

Mahmut Kısa Meali:

Özellikle de, zorluk ve sıkıntılar karşısında ümitsizliğe kapılmayan, zulme karşı mücadelesinde asla yılgınlığa düşmeyen, bıkıp usanmayan belâ ve musibetlere kahramanca göğüs gererek dayanıp, direnen, sabreden, söz, niyet ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, Allah’ın iradesine gönülden boyun eğen, malını, yeteneğini ve enerjisini Allah yolunda harcayan ve ruhların en dingin ve duyarlı olduğu o seher vakitlerinde Rablerine el açıp yalvararak bağışlanma dileyen o seçkin kullarını görmektedir ve en büyük nimetlerini onlara verecektir.

«Seher kelimesi, şafaktan önceki vakti gösterirken, aynı zamanda, -seher ve sühur telaffuzu ile- “kalbin nüvesi /özü”, “kalbin en iç /derunî kesimi” veya sadece “kalp” anlamına da gelir (karş. Lisânu'l-‘Arab, ayrıca Lane IV, 1316). Bence, yukarıdaki Kur’an ayeti -ve aynı zamanda 51:18. ayet- bağlamında, bu sonuncu çevirinin alışılmış anlayış biçimine tercih edilebileceği açıktır. Çünkü, şafaktan önceki ibadetin değeri üzerinde Hz. Peygamber tarafından durulmasına rağmen, Kur’an'ın, affedilmek için ibadete başvurmayı günün belli bir vaktine bağlamış olması pek makul görünmemektedir.»[29]

«Sehar / seher, şafakla gündoğumu arasındaki vakittir. Sehar ve suhr, “kalbin kalbi” manasındaki lubbe yakın bir anlam taşır. “Kalbin içi, özü” demektir (Lisân). Benzer bir kullanım için bkz: 51:18 ve not 13.»[30]

«Âl-i İmran’ın 17’nci ayetinde, seher vaktinde Allah’a dua edenlerin övülmesi, bu vaktin faziletini belirtir. Rivâyete göre Yakup (a.s) çocukları Mısır’dan dönünce, kendisinden Cenabı Hakk’a dua etmesini istemişlerdi. O, “Sizin için Rabbime daha sonra dua edeceğim” (Yusuf, 98) diyerek duayı seher vaktine geciktirmiştir.»[31]

Biz, Hamdi hocamızın bu izahına katılmıyoruz. Zira ayette övülen, seher vakti değil, seher vaktini değerlendiren müttakilerdir. Hz. Yakup’un duasını seher vaktine ertelemesi mevzusundan, hiçbir ayet bahsetmemektedir.

«Rasûlüllah Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ her gece gecenin son üçte birinde en yakın semadan şöyle seslenir: bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, istediğini vereyim! Benden bağışlanma dileyen yok mu, onu affedeyim.” (Buhârî, Deavât 14; müslim, Müsâfirîn 168-170[32]

«Seher, gecenin altıda birinin son vaktine denir.»[33]

«Allah’a itaatlerin kıymetçe en büyüğü iki şeydir: Birincisi, insanın malı ile hizmetidir ki, Cenabı Hak bu hususu, "infak edenler" diye belirtmiştir. İkincisi ise insanın nefsi ile hizmetidir ki, Cenabı Hak bu hususu, "Seherlerde Allah'tan mağfiret isteyenlerdir" buyruğu ile belirtmiştir.»[34]

«İçinde her çeşit nimet bulunan bu güzel cennetler, herkese ait değildir. Dünyanın her an durmadan değişen ve geçici olan iştah çekici şeylerine sevgiyle bağlanmaktan sakınıp, kötü akıbetten korunan muttakilere mahsustur. İttika ise, kuru laftan ve gösterişten ibaret bir korunma değildir. Allah, kullarının içini dışını ne yapıp ne işlediklerini görür. İmanlarını şüpheden uzak olarak ikrar ve itiraf edip bu sayede günahlarına mağfiret dileyen, hiçbir lezzete imkan bırakmayan ateş azabından korunmalarını niyaz eden, sabırlı, sözlerinde, niyet, davranış ve işlerinde dürüst ve doğru olan, huşu içinde ibadet ve itaate devam eden, mallarını Allah yolunda infak eden, karanlıkların aydınlığa, gafletlerin açıklığa ve uyanıklığa dönüştüğü o seher vakitlerinde istiğfar eyleyen kullarını görür ve gözetir, güzel yurdu ve en büyük rızasını böyle kullarına verir.»[35]

«Sehr ve suhr şeklinde de okunan seher kelimesi, şafaktan (fecirden) önceki vakti ifade eder. İbn Abbas’tan bu ayette geçen “seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dileyenler” ifadesiyle sabah namazını kılanların kastedildiği rivayet edilmiş olup (Râzî, VII, 202), Arap dilinde seher kelimesinin fecirden sonrasını da içine alır biçimde kullanıldığını gösteren şiirler bulunması (İbn Atıyye, I, 412) bu anlayışı destekler niteliktedir. Öte yandan Muhammed Esed, Kur’an’ın affedilmek için ibadete başvurmayı günün belli bir vaktine bağlamış olması anlayışının pek isabetli görünmediğini ileri sürmekte ve “seher” veya “suhur” kelimesinin “kalbin nüvesi, özü”, “kalbin en iç, derunî kesimi” veya sadece “kalp” anlamına da geldiğine işaret ederek ayetin bu kısmına “bütün kalpleriyle af dileyenler” manasını vermeyi tercih etmektedir.»[36]

 

Zâriyât 17-18

10.         Kahrolsunlar itirazcılar/burunlarının dikine gidenler!

11.         Onlardır gömüldükleri bataklıkta debelenen gafiller;

12.         Onlardır din günü ne zaman diyerek kafa şişirenler.

13.         Onlar, o gün [geldiğinde] ateşte azap görecek;

14.         Onlara: “Tadın [çıkardığınız] fitnenizi[37] denilecek

İşte bu, sizin acele gelmesini istediğiniz gerçek.[38]

15.         Müttakiler / aksilikten ve gafletten sakınanlar,

Cennetlerde ve pınarların başlarındadırlar.

16.         [Zira] onlar, Rablerinin kendilerine verdiklerini/mesajlarını alırdılar;

Bu cennete girmeden önce, cidden Allah’ı görür gibi davranırdılar.

17.         Geceleri pek az uyurdular / İsrâ / gece mesaisi yapardılar;

18.         Seherlerde / sahurlarda istiğfar için kelime arayışındaydılar;[39]

19.         Servetlerinde, isteyebilen ve isteyemeyen (yoksul)lar için bir hak bulundururdular.

 

«Hücû', az bir uyku ve bilhassa gece uykusu demektir. Ayetteki (???) olumsuzluk edatı olarak kabul edilirse ayetin anlamı: “Bazı geceler biraz bile uyumaz, gecenin tamamını ihya ederlerdi” olur.»[40]

«Eshâr, (t. sehar, sehr, suhr) şafakla gündoğumu arasındaki vakit. Sehar ve suhr, lubb’e yakın anlamda “kalp” ya da “kalbin özü, içi” anlamına gelir (Lisân). Kelimenin sihr ile aynı kökten gelmesi tesadüf değil.

Çünkü seher vakti, uykunun insanı teslim aldığı, en çok büyülediği vakittir. Uykunun büyüsünü bozanlar müjdelenmektedir.»[41]

«Gecenin altıda birinin son vaktidir.»[42]

«Bu ifade onların, gece ibadetine kalkıp, buna gayret gösterdiklerine, amellerinin daha çok, daha ihlaslı olmasını istediklerine, kusurlarından ötürü istiğfarda bulunduklarına bir işarettir ki, bu şerefli, cömert, iyi kimselerin yoludur. İyiliğin en ilerisini yapar, yine de bunu az görür, kusurlu yaptığını söyleyerek mazeret beyan eder.

Burada bundan daha ince, daha güzel şöyle bir diğer izah da yapılabilir: Allah Teâlâ, onların az uyuduklarını beyan buyurup, uyuma da kişilerin tabiatları gereği olunca, "onlar istiğfar ederler" buyurmuştur ki bu, o az uykudan bile onların istiğfar ettiklerini ifade eder. Burada bir başka sorunun cevabı olacak şöyle diğer bir incelik daha vardır: Allah Teâlâ onları az uyudukları için methetmiş, çok uyanık durdukları için övmemiş ve meselâ, "Onlar, çok uyanık dururlardı" dememiştir. Külfet olan ve gayreti gerektiren şey, uyumak değil, uyanık durmak olmasına rağmen, bunun böyle ifade edilmesindeki hikmeti, onların uykularının bile bir ibadet olduğuna bir işarettir. Çünkü Allah Teâlâ onları, az uyudukları için methetmiştir. Az uyumak ise, onlara başka bir ibadetle meşgul olmayı sağlamıştır. Bu da seherlerde istiğfar etmektir, yine bu, kendilerini beğenmekten ve kibirlenmekten onları menetmektir. Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis daha vardır:

Ayette, onların hiçbir vakitte ibadetten uzak kalmadıklarına, çünkü geceleri sanki hiç uyumadıklarına, seherin hemen başında ise istiğfarda bulunduklarına bir işaret vardır. Böylece burada, kendilerinden herhangi bir günah çıkmadan bile, onların istiğfar ettikleri beyan edilmektedir. Çünkü onlar, seherlerde uyanıktırlar. Dolayısıyla o vakitte günah işlemeye ayrılmış bir zamanları yoktur.

İstiğfar kelimesinin bir manası, dille mağfiret talebinde bulunmaktır. "Ey Rabbimiz, bizi bağışla" demek gibi.

Bir manası da fiil ile mağfiret talebinde bulunmaktır. Buna göre mana, "Seherlerde onlar, mağfiret talebiyle, başka bir fiil işlerler" şeklinde olur. Bu da ya namazdır ya da onun dışındaki diğer ibadetlerdir.»[43]

«Ayetlerdeki “Müttakiler, dünyada iyi amel işleyen kimselerdendiler. Güzel ameller yapar ve güzel yaparlardı, onun için mükafata ve sevaba layık olmuşlardı” cümlesi, Rablarının onlara cennet vermesinin sebebini gösterirken, takvanın da yalnız menfi, eylemsiz bir mahiyette olmayıp aynı zamanda güzel işler yapmak manasında müspet bir mana ifade ettiğini de anlatır.

Onun için bu güzel şeyler şöyle açıklanıyor:

“Geceden pek az uyurlardı. Birazı hariç geceleri kalk namazı kıl!” (Müzzemmil 73/2) ayetinin manasına göre amel ederler, Allah şevki, ahiret endişesi ile gözlerine uyku girmez, ibadet eder, vazife yaparlardı.

Hucu', az uyku ve özellikle gece uykusu, demektir. Ayet metnindeki mâ edatına olumsuzluk bildiren şu mana da verilmiştir: “Bazı gece biraz bile uyumazlar, gecenin hepsini ihya ederlerdi.”

Ve seher vakitleri onlar istiğfar ederlerdi. Yani geceleri öyle ibadet etmekle birlikte sanki günah ile vakit geçirmiş gibi seher vakitleri de yatmaz, kusurları için af dilerlerdi. Ayetteki “onlar” zamiri ile ifadede kasır vardır. Yani dua ve istiğfarın en güzel zamanı olan seher vakitleri öyle icabet ve kabule şayan istiğfarı onlar, o iyi kimseler yaparlar.»[44]

«Ayetlerde, takva sahiplerinin ahirette erişecekleri mutlulukların kısa tasvirine yer verilmekte ve onların bu güzelliklere lâyık görülmelerinde etkili olan bazı özelliklerine değinilmekte, geceleri ibadetle geçirmenin değeri üzerinde durulmaktadır.»[45]

Rabbimiz, cümlemizi yemek yiyip yatanlardan değil, seher vaktinde istiğfar ederek ona değer katanlardan eylesin.



[1] Mübarek Gıda olarak nitelendirilmesi, onun maddî yiyecekler değil, manevî ürünler olduğuna delildir. Maddenin sonraki paragraflarındaki çözümsüzlükler, aslında sahurun en baştan maddî olarak algılanmasından doğan çaresizliktir.

[2] TDV İslâm Ansiklopedisi, 35. cilt, 538-539, SAHUR (??????) Müellif: İBRAHİM KÂFİ DÖNMEZ

[3] Bkz. DÎNÎ BİLGİLER, 23, ÖMER NASUHİ BİLMEN

[4] «Ganimet, “bir şeyi zorluk çekmeden elde etmek” demektir» {TDV İslâm Ansiklopedisi, 13. cilt, GANİMET (???????) Müellif: MEHMET ERKAL}.

[5] Ayetteki Allah’ın rahmeti, indirdiği zikridir yani Kur’an’dır. Bkz. 2/105. 3/8, 73-74. 6/157. 10/57. 7/203. 12/11. 16/64. 16/89. 31/3. 40/54. 45/20

[6] Buradaki beyyine, sözlü beyan olan Kitaptır.

[7] Sadef: Buluşma/karşılaşma/tesadüf ile ilgili. Bkz. S. Mutçalı, 474-475

[8] “Arzuladıkları” (Hacı İnan)

[9] (M. İslâmoğlu)

[10] “Onu kendin derlesene derler” {Âyet ve Hadislerle Meâl, 1/ 588}. * “O mûcizeyi sen gerçekleştirseydin bari diye alay ederler” {M. Yıldız}

[11] Kur’an Yolu

[12] (M. İslâmoğlu)

[13]İhsâ”, bir Hadîs-i Şerif’in diğer bir varyantında “muhafaza” anlamındadır. Buhârî, Deavât, 68, VII, 169; Müslim, Zikr 6, III, 2062

[14] “Küntüm hayra ümmetin ühricet linnêsi”; “Hayruküm men teallemel-gur-êne vallemehû”

[15] [2/267. 3/92]

[16] Kelime için bkz: 3/39; 4/46; 5/13; 6/115. 14/24. 18/27, 109. 31/27. 42/24. 66/12.

[17] Bkz: 3/17

[18] Bkz: Nisâ 17: “sümme yetûbûne min garibin

[19] M. İslâmoğlu

[20] Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - BAKARA SURESİ 183. Hasenat.net

[21] Elmalılı - Hak Dini Kuran Dili - BAKARA SURESİ 183. Hasenat.

[22] «Kantar, “sınırsız bir ölçü” demektir. Mecâzen, “yerle gök arası [dolusu] mal” anlamında kullanılır.» {Allâh'ın Kelâmı, 430, not: 4, Mehmet Türk}. * Bu da demek oluyor ki kâfirler, dünyayı topyekûn ele geçirseler de doymayacaklar; daha fazlasını isteyecekler. Zıkkım yiyesiceler…

[23] Âyet ve Hadislerle Açıklamalı Meâl, 1/170

[24] Koçyiğit ve Cerrahoğlu

[25] [98/8]

[26] [2/267. 3/92]

[27] Müslümanlar, seherlerde/sahur vakitlerine kadar bağışlanma çareleri ararlar/sabahlara kadar Kur’an’ı kelime kelime didiklerler, edindikleri bilgilerle affedilmenin peşine düşerler.  Evet, Allah’tan bağışlanma dilemek, yani Ona yönelmek, ancak kelimelere dönüp Kitabın tümüne sahip çıkmakla, yani Kur’an’ın önerilerine harfiyen uymakla mümkündür. Bkz. 11/3. Ayrıca bkz. 2/37, 124, 208. 3/39; 4/46; 5/13; 6/115. Allah, İstiğfar edenlere azap etmez (8/33).

[28] Bahaeddin Sağlam Meali 17. Ayet Açıklaması

[29] Muhammed Esed 17. Ayet Açıklaması

[30] Mustafa İslamoğlu Meali 17. Ayet Açıklaması

[31] Hamdi Döndüren Meali

[32] Âyet ve Hadislerle Meâl

[33] Hasib Asutay Meali

[34] Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir – ALİ-İMRAN SURESİ 17. Hasenat.net

[35] Elmalılı - Hak Dini Kuran Dili - ALİ_İMRAN SURESİ 17. Hasenat.net

[36] Diyanet - Kuran Yolu – ALİ-İMRAN SURESİ 17. Hasenat.net

[37]Azabınızı” {M. İslâmoğlu}. * İslâmoğlu’nun yorumu esas alındığında, “Tadınız hak ettiğiniz azabınızı” anlamına gelebilir.

[38] S. Parlak

[39] “Seher” kelimesi “sihr ile aynı kökten gelir {İslâmoğlu}. [Bu yüzden seher, Kelimelerle/ilâhî vahiyle meşgul olmanın en etkili saatidir. Zira sihr, ayırmayı ve etkilemeyi ifade eder]

[40] Bkz. Mehmet Türk Meali 18. Ayet Açıklaması

[41] Mustafa İslamoğlu Meali 18. Ayet Açıklaması

[42] Hasib Asutay Meali

[43] Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - ZARİYAT SURESİ 18. Hasenat.net

[44] Elmalılı - Hak Dini Kuran Dili - ZARİYAT SURESİ – 15-19. Hasenat.net

[45] Diyanet - Kuran Yolu - ZARİYAT SURESİ 18. Hasenat.net