Din Bir Kamçıdır, Dindar Bir Dağcıdır

05.08.2022 / Din / Genel

Din, bu yaşamda acıtıcı ama asıl hayatta kurtarıcı bir kamçıdır.

Din Bir Kamçıdır, Dindar Bir Dağcıdır

İbn Miskeveyh’e göre, sıkıntılar karşısında sabretmek bir yiğitliktir.[1]

Din sarp bir yokuştur. Ödenmesi icap eden bir borçtur. Mümin borcuna sadık bir yiğittir. Sadakatinin karşılığı da cennettir.

Din, yüce Rabbin memnuniyetini ve cennetini kazanmaya zorlayan, başta acıtıcı ama sonunda azaptan kurtarıcı ve cenneti kazanmalarını kolaylaştırıcı bir kamçıdır.

Dinin Rabbi / efendisi olan Yaratıcı, insanlara sunduğu nimetlerden dolayı kullarından alacaklıdır. Din, dindarların Yaratıcılarına ödemeleri gereken minnet borcudur.  Dolayısıyla din, borcuna sadık insanlar açısından bir kamçıdır / borçlarını kapatmaya zorlayan bir baskı aracıdır.

Bu yazımızda, genelde dinin kolay olduğunu iddia eden yazılar içerisinden, tezlerinin aksini itiraf eden cümleleri bulacağız.[2]

Asıl önemlisi ise, inşallah Kur’an ayetleriyle, dinin ve dindarlığın zor süreçlerden geçmek olduğunu söyleyen ayetleri sunacağız.

“İslâm kolaylık dinidir” cümlesi, gerçekliği olmayan bir slogandır. Bu iddiamızın doğruluğunu bulduğumuz savlarla ve satır aralarında yakaladığımız itiraflarla ortaya koyacağız.

Kolaylık kelimesinin zıddı olan “zorluk, güçlük, darlık ve sıkıntı” anlamına gelen meşakkat kelimesiyle işe başlayacağız:

«Meşakkat, sözlükte “yarmak, iki parçaya ayırmak” anlamındaki şakk mastarından türeyen meşakkat “zorluk, güçlük, darlık ve sıkıntı” demektir.

Genelde, dinî ve hukukî hükümlerin tabii uzantısı olan zorlukları, özelde ise yükümlülüğün kaldırılmasına veya hafifletilmesine sebep olan sıkıntıyı ifade eden bir fıkıh terimidir.

Terim olarak meşakkat dinî ve hukukî hükümlerin içerdiği, bunların tabii uzantısı olan zorlukları da kapsamakla birlikte özelde yükümlülüklerin kaldırılmasına veya hafifletilmesine sebep olan ve normal şartlarda tahammül sınırını aşan sıkıntıyı ifade eder.

Âlimler arasında İslâm dininde insanları sıkıntıya sokma hedefi taşıyan hükümlerin mevcut olmadığı yönünde icmâ / fikir birliği, genel kabul oluşmuştur.[3] Fakat meşakkatin kaldırılması ilkesi, şer‘î / dinî hükümlerin bazı sıkıntılar içermediği anlamına gelmemektedir. Aksine bütün dinî-hukukî yükümlülüklerin bir tür meşakkat ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Nitekim “yükümlü kılma” manasındaki “teklif” kelimesi de “meşakkat” demek olan “külfet” kökünden türetilmiştir. Ancak şer‘î hükümlerin içerdiği meşakkat doğrudan hedef olmayıp hükmün konuş amacına hizmet eden vasıta konumundadır. İslâm âlimlerinin tespitine göre dindeki bütün hükümlerin nihaî amacı kulların yararını, yani dünya ve ahiret saadetini temin etmektir.

Teklif, yükümlü tutulan şahsı nefsinin arzuları dışına çıkaran bir olgu olduğundan arzulara aykırı davranmanın kişiye sıkıntı vermesi inkâr edilemez (Şâtıbî, II, 107-108, 119-121).

Soğuk havada abdest alma, sıcak günlerde oruç tutma, hac için yolculuk yapma gibi çoğunlukla o fiilin tabii bir parçasını oluşturan zorluğun ibadet sorumluluğunu düşürmekte etkisi yoktur. Çünkü bu tür ibadetler meşakkatleriyle beraber meşru kılınmıştır.»[4]

Hani “dinin kolay olduğunu iddia eden yazılar içerisinden, tezlerinin aksini itiraf eden cümleleri bulacağız” demiştik ya. İşte, aslı 25 sayfa ve 12309 sözcük tutan bir KOLAYLIK başlıklı bir incelemenin, 5 sayfasını ve 1953 sözcüğünü aşağıda buna bir örnek olarak sunacağız:

YÜSR / KOLAYLIK Bakara, 185; Kavram 123 Ahmet Kalkan

İmtihan için yaratılan insanoğlu, denemenin gereği olarak birtakım yükümlülükleri yerine getirecek, bazı güçlükleri göğüsleyecek, bazı zor gibi görünen ibadetleri yapacak, nefsinin çok arzu etmesine rağmen, sınavın bir gereği olarak bazı isteklerinden vazgeçecektir.

Dünyada insan nefsinin hoşuna giden çok şey vardır. Nefis onlara sahip olmak ister. Hatta onlara sahip olmak uğruna yanlış yollara sapabilir, meşru olmayan işlere meyledebilir. Nefis çoğu zaman dinin tekliflerini ağır bulur ve onları yerine getirme noktasında tembellik yapar. Nitekim müşrikler, kendilerinin Kur’an’a dâvet edilmelerini çok ağır bir teklif olarak kabul etmektedirler (42/Şûrâ, 13).

İmtihanın gereği bazı zorlukların, daha doğrusu nefsin ağır bulduğu birtakım güçlüklerin olması doğaldır.

İslâm’da gevşeklik yoktur. ‘Ne yaparsam yapayım, Allah beni affeder’ mantığı sakat bir mantıktır. Bize her türlü nimeti karşılıksız veren Rabbimiz, şükredilmeye lâyık değil midir? Allah’ın katındaki yüce makamları kaybetmek ve Allah’ın azabına uğramaktan daha korkunç bir kayıp var mıdır?

Kur’an-ı Kerim'de Kolaylık-Zorluk Kavramı

“Dinde zorlama yoktur” hükmü, dine girme konusundadır, yoksa, bazılarının zannettiği gibi, Müslüman kimsenin dinini yaşama konusuyla ilgili değildir. Bir insan, kendi hür iradesiyle İslâm’a girip Müslüman olduktan sonra, Allah ve Rasûlünün verdiği hükümde, başka bir alternatifi seçme hakkına sahip değildir (33/Ahzâb 36). Müslüman Allah’a teslim olan kimse demektir; bir Müslüman, Allah’a isyan eder, O’nun emirlerini mazeretsiz olarak yerine getirmezse, ahirette cezayı hak ettiği gibi, dünyada da İslâmî otorite tarafından cezalandırılır.

İnsanlar için esas zorluk, ahiret zorluğudur. Dünyadaki zorluklar, ahirete göre hem çok az ve hafif ve hem de geçicidir. Kıyametle başlayan öteki hayat, kâfirler için pek çetin ve zor gündür (25/Furkan, 26).

O sûra üfürüldüğü gün ve sonrası zorlu gündür; kâfirler için (hiç de) kolay değildir” (74/Müddessir, 8-10).

“Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecektir, ama dünyada kötü ameller yapıp da kitabını solundan veya arkasından alanlar için iş, hiç de kolay olmayacaktır” (84/İnşikak, 6-13).

Kolaylık-zorluk kavramı, psikolojik ve sübjektif bir kavramdır. Bazen en basit ve çok kolay görülen bir şey bir insan için dağları aşmak kadar zor gelebilir.

Dünya, ahiretten farklıdır, dünyada hiç zorluk olmayacak olsaydı, cennetin kıymeti azalır, dünyanın imtihan olduğu hikmeti ortadan kalkardı. Dünya, dünyevî zafer, insanlar arasında evrilip çevrildiği gibi, bir insan için de kolaylık ve zorluk da gelip geçicidir. Zahmetsiz rahmet olmaz.[5]

Ama, her rahmet, bedeli olan o zahmeti de güzelleştirir, zorlukları kolaylaştırır.

Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Sonra tekrar zorluklar çıkacaktır. Ama bu zorluktan sonra da yine bir kolaylık vardır (94/İnşirâh, 5-6).

Allah, her zorluktan hemen sonra bir kolaylık getirecektir (65/Talâk, 7).

Fıtrat dinindeki kolaylık ve hoşgörü prensibi, herkesin kendisine kolay geleni yapması anlamını taşımaz.

İslâm, kolaylık üzere bina edilmiştir; yaşanılabilirlik bu dinin tabiatında vardır. Ancak bu, bir başıboşluğu, her şeyin câiz ve serbest olabileceğini ifade etmez.

İman cesarettir, takva sahibi olmak güçlü olmaktır. Hayattaki zorlukların kolaylaştırılmasının adı İslâm'dır. İnsan zordan kaçmaya meyillidir. Ama bu şeytanî oyuna gelmeyen nice insan [zorluklar karşısında] sebat ve ısrar ederek başarılı olmuştur.

Sevgi dağları deldirir, olmazları oldurur. Esas sevgi, Allah sevgisi ve Allah için olan sevgidir. İman sevgisi, dünyadaki her zorluğu kolay ve güzel kılan esrarengiz bir güçtür. Zorlukların en büyüğü, fedakârlığın en yücesi, candan geçmektir. Ama Allah sevgisiyle dolu bir mümin şehadeti kolaylıkla arzular.

Günümüzde İslâm'ı yaşamak ve hayata geçirmekle ilgili zorluk, dinin ve dinî kuralların zorluğundan ileri gelmiyor; İslâm düşmanı egemen güçlerin ve tâğûtî düzenlerin, Müslümanların dinlerini yaşaması önüne sayısız engeller koymasından, baskı ve zulümlerinden kaynaklanıyor. Dinin yaşanması zorlaştırılıp haramlar, mecburi istikamet işaretleriyle topluma dayatılınca kısır döngü şeklinde hayatın her alanı da zorlaştırılmış oluyor.

"Lâ râhate fi'ddünya." İnsan, zaten dünyada tam ve mutlak bir kolaylık içinde yaşayamaz; bu kural, zengin-fakir, her dönem ve her yerdeki tüm insanlar için geçerlidir. Yoksa, cennetin kıymeti olmazdı. İnsan, hayatın zorluklarını ya Allah için çekecek ve bu zorlukları kolaylık ve güzelliklere çevirecek ve ahiret sermayesi yapacaktır.

İslâm’ın hükümleri ne zordur ne de çok basit. Müslüman da en küçük görevi zor kabul edip kaçan basitlikte ve tembellikte bir insan değildir. Allah’a iman edip O’na teslim olan insan, zorlukları aşacaktır.

İmtihanın gereği bazı zorlukların, daha doğrusu nefsin ağır bulduğu birtakım güçlüklerin, ya da zor zannedilen bazı görevlerin olması normaldir.

Eski ümmetler, başlarında peygamberler olduğu halde, çok büyük zorluklarla imtihan olmuşlardı. Habbâb İbnu'l-Eret (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.s.) Kâbe'nin gölgesinde bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk: "Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun?" dedik. Şu cevabı verdi: "Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah'a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindimi San'a'dan kalkıp Hadramût'e kadar gidecek, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz." (S. Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1; Ebû Dâvud, Cihad 107, hadis no: 2649; Nesâî, Zînet 98, 8/204)

Sorumluluk, iradeye bir anlamda zahmet yüklemek demektir, her zahmet de bir enerji tüketimini gerektirir.

Dindeki kolaylığın ölçüsü, Allah'ın hudududur. Allah'ın göstermediği kolaylıkları Allah adına, din adına göstermek dini tahrif etmeye kalkmaktır. Sözgelimi, halka kolay cennet vaatleri yapılmakta, bol keseden sevap dağıtılmaktadır. Meselâ, şuna benzer ifadeler çok duyulmuş ve yazılmıştır: "Filan kandil gecesinde şu şekilde, şu rekâtta nafile namaz bir yıl boyunca bütün günahların silinmesine sebep olur." (Halbuki, Peygamber sünnetinde ne kandil gecesi kutlamak ne de anlatılan rekât ve şekilde namaz vardır, ne de bol keseden vaatler.)

"Namaz kılmayan bir erkek, başını örtmeyen bir kadın, bu davranışlarla nasıl olsa kâfir olmaz, Allah affeder, o yüzden bu insanların davranışları eleştirilmemeli, din zorlaştırılmamalıdır; zaman sana uymazsa sen zamana uyarsın, sen Kitaba uymuyorsan, Kitabına uydurursun, taviz vermeden yaşanmaz, devlete karşı tavır alınmaz, herkesle iyi geçinmeli, kâfirlere karşı da hoşgörülü olunmalıdır..." gibi yaklaşımlar, dini kolaylaştırmak adına tahrif etmek demektir. Dine ilâveler (bidatler) ve bu şekilde dini zorlaştırmalar ne kadar büyük suçsa, dinden eksiltmeler, dini insanların arzu ve hevesine uygun hale getirecek tavizler de o oranda cinayettir. "Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah'ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine şeriat kıldılar? Eğer (azabın ahirete ertelenmesiyle ilgili) o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (helâk kararı) verilirdi. Gerçekten zalimler için acıklı bir azap vardır." (42/Şûrâ, 21)

Halktan, hatta hoca geçinenlerden bazıları, dini kolaylaştırma konusunda bir örnek verirler. Hemen herkesin defalarca duyduğu bu meşhur misal şudur: Bir köy imamı, yeni tayin olduğu köydeki câmiye cemaatin hiç gelmediğini görür. Günlerce bekler, dâvet eder, fakat köylüleri câmiye namaz kılmaya getirmeye muvaffak olamaz. Sorar bir gün cemaat olması gereken ama olmayan köylülere: “Niye namaz kılmak için câmiye gelmiyorsunuz?” diye. Onlar da “Aslında biz Müslümanız, namaz da kılmak istiyoruz. Fakat, abdest alırken ayaklarımızı yıkamak bize çok zor geliyor; ayakkabılarımızı çıkarmak istemiyoruz. Hem, ayakkabıyla da câmiye girilmez; bir kolayını da bulamadığımız için câmiye gelemiyoruz” derler. Hoca da: “Kolay! der, hiç bunun için câmi terk edilir mi? Siz ayaklarınızı yıkamadan abdest alın, ayakkabılarınızla câmiye girin, namazınızı kılın, öyle de olur, câizdir!” Köylü, bu kolaylaştırma ile ve bu şekilde abdeste ve câmiye alışır, namazlarını hep bu şekilde kılmaya devam ederler. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, o köyün imamı başka yere tayin edilir, başka bir imam da o köye. Köye gelen yeni imam, cemaatin ayaklarını yıkamadan abdest alması ve camiye ayakkabı ile girmesini çok yadırgar. “Bu nasıl iştir, böyle namaz olur mu? Size kim bu fetvayı verdi?” diye çıkışır. Onlar da eski hocalarının "câizdir" diye fetva verdiğini söyleyince, yeni imam, selefi olan eski imamı arar bulur ve ondan hesap sorar. Eski imamın verdiği cevap şudur: “Ben onları ayakkabıyla abdest alıp namaz kıldırmaya alıştırdım; sen de ayakkabılarını çıkarttır!”

Bu fıkramsı hikâye, olmuş veya olmamıştır; hiç önemli değil. Önemli olan bunun din gibi, nass gibi halk arasında benimsenmesi ve hatta dinin uygulanması için örnek teşkil edecek temel bir ölçü kabul edilmesidir. Bu hikâyeden çıkarılan hükme/hikmete göre dine çağrının yöntemi şöyle olmalıdır: “Din kolaylaştırılmalı, halkın istediği şekilde zor gelen görevler yumuşatılmalı, insanlar ısınsın diye dinin hükümleri yavaş yavaş, bazı tavizler verilerek uygulatılmaya çalışılmalıdır. Öteki türlü, kestirip atmak, taviz vermemek insanların câmiden namazdan soğumasına sebep olacağından yanlıştır. Usûl/metod ayakkabıyla namaza alıştırma cinsinden olmalı, dine ve ibadetlere dâvette bu yol takip edilmelidir ve ondan sonra da yavaş yavaş o hatalar/tavizler düzeltilmeli, sıra geldiğinde ayakkabı çıkarılmaya çalışılmalıdır. Öyle birdenbire yasaklar uygulanmaz, farzlar yerine getirilmez...”

Öncelikle söyleyelim ki, kıssa ve hikâyelerle, uydurmalarla din, ibadet ve tebliğ usulü belirlenmez. Kur’an’a ve Sünnete ters düşen hiçbir mantıkî öneri, hikâye din açısından delil olmaz, hatta, daha da ilerisi, bunlar dinin tahrif edilmesine vesile olacak bâtıl inanışlar ve tavırlardır. Allah’ın göstermediği kolaylığı, O’nun adına hiç kimse gösterme hakkına sahip değildir. Allah’ın dinini oyuncak haline getirme, onu kuşa çevirme dünyada ve ahiret açısından büyük hüsrandır. Abdestin nasıl alınacağını, namazın nasıl kılınacağını tayin ve tespit, Allah’a ait bir haktır. Kimse, kendi kafasından Allah ve Rasûlünün belirlediği hükmü değiştiremez, insanların arzusuna göre kolaylıklar icat edip dinden taviz veremez.

Müslüman, Allah’a teslim olan demektir. Aklını, hevâsını, çevresini, insanların isteklerini değil; Allah’ın hükmünü ölçü alan kimsedir. Onun kolay-zor ölçüsü de İslâm’dır; Allah’ın hükmü... “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme (özgürce farklı eylem yapma) hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (33/Ahzâb, 36)

Müslüman olmak için kendilerinin namaz, zekât ve cihatla mükellef tutulmamalarını şart koşan Tâif’lilere; Peygamberimiz’in, kesinlikle namazsız dinde hayır olmadığını belirterek böyle bir tavizi kabul etmediğini biliyoruz (Ahmed bin Hanbel, IV/218).

Dini, Allah'ın koyduğu ölçüleri hiçe sayarak kendi kafasına göre kolaylaştırmak, Allah'ın göstermediği kolaylıklara müsaade etmek, -hâşâ- Allah'tan fazla merhametli olmaya kalkmak demektir ki, bu Allah'a karşı isyan, dine karşı da zulümdür. Bu ifratın yanında, Allah'ın mubah kıldığı şeyleri haram kılan tefrit çizgisi de aynı oranda sakattır/bâtıldır.

Dün, tiyatro konusunda konulan sınırı belirlenmemiş yasakların ardından, bugün İslâmî tiyatronun farziyyeti derecesine, dün erkek çocuklarını dahi okula göndermeme ifratının ardından bugün kızların okuması hatırına başlarını açıversinler canım tefritine, dün vesikalık resmin dahi zarurete binaen ancak cevazından, bugün Altın Portakala aday hidayet filmlerine, dün telli çalgıların haramlığından bugün telli çalgıların, yanında dut yemiş bülbüle döndüğü orglar ve orkestralar eşliğinde verilen İslâmî konserlere, dün dinlenmesi “haram” olan radyodan bugün kurulması “farz” olan televizyon istasyonuna kadar bir yığın örnek, yukarıda vardığımız yargıyı sadece doğrulamakla kalmıyor, içine düşülen çıkmazı da bir kara mizah halinde gözlerimizin önüne seriyor.”

"Her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır." (94/İnşirâh, 5-6). Güçlük bittikten sonra değil; güçlükle beraber kolaylık. Güçlükle kolaylık net çizgilerle birbirinden ayrılmamış; tersine geçişli, her ikisi de belirli bir oranda bir arada bulunabilmektedir. Güçlüklerin, sıkıntıların arttığı dönemlerde, çözüm yolları yavaş yavaş açılır, sıkıntılar süreç içinde azalırken, kolaylık da artar.

Yaşadığımız sıkıntılar, hatta mağlûbiyetler; moralimizi bozabilir, yıpranmamıza neden olabilir. Ama bunlar kesinlikle trajedilere, çaresizliklere dönüştürülmemeli. Ne zorluk ne de kolaylık mutlaktır. Zorlukların aşılması, ancak doğrular üzerindeki ısrar ve sabırla mümkündür. Allah Teâlâ, bizi başardıklarımızla değil; yapıp ettiklerimizle hesaba çekeceğine göre, zor zamanlarda üzerimize düşeni yerine getirmeli, bütün gücümüzle cehdetmeli ve Allah'a tevekkül etmeliyiz.

Sürekli antrenmanla güçlenen kimseye, antrenmansız kimsenin zorlanacağı şeyler kolay gelir. "Kolay" değerlendirmesinin psikolojik yönü de unutulmamalı; Allah’ın zorluk yüklemediğine inanan, dünyanın imtihan dünyası olduğu bilincinde olan ve sabır gibi, kanaat gibi olgunluklara sahip olan kimse için başkalarının gözünde büyüttüğü ve onlara zor gelen hususlar çok kolay gözükecektir. Allah’ın yardımını düşünen ve onu hak etmeye çalışan kimse, hiçbir zaman güçsüz olmayacak ve gözüne hiçbir şey zor gözükmeyecektir. “Allah dağına göre kış verir.”

"Zorluklar, başarının değerini arttıran süslerdir."

"İnsanın en büyük dostu zorluklardır. Çünkü insanı karşılaştığı zorluklar güçlendirir."

"Bir işi, en zor yanından düşün ki, yaparken güçlük çekmeyesin."

"En zor üç şey vardır: Bir sırrı saklamak, bir yarayı unutmak, boş zamanı iyi kullanmak."

"Güçlükler, insanın ne olduğunu gösterir."

"Zorluk çeken rahat bulur."

"Bir kova taşımak, iki kova taşımaktan zordur."

"Hayatta en zor şey, amaçsız insanlarla birlikte yaşamak zorunluğudur."

"Zorluklardan korkup kaçan, eninde sonunda onun içine düşer."

"Her zorluğa ilgisizlik gösteren, hayatta çok zorluk çeker."

"Her yokuşun bir inişi vardır."[6]

DİN, YARATICININ KULLARINDAN ALACAĞIDIR.

«M. Gaudefroy Demombynes, din kelimesini Arapça’daki deyn (borç, yükümlülük) kelimesinin değişime uğramış şekli olarak düşündüğünü ifade eder (Mahomet, s. 504).

L. Gardet’ye göre de, İbrânî - Ârâmî dilindeki din (hüküm) ile Arapça asıllı deynin anlamları arasında sanıldığının aksine fazla bir farklılık yoktur.

Semantik bakımdan “belirli bir zamanda ödenmesi gereken borç” anlamındaki deyn giderek “örf, âdet” karşılığında din şeklini almış, daha sonra da “Allah’ın hükmü ve yönetimi” anlamını kazanmıştır (EI² [İng.], II, 293).»[7]

«Arapça bir kelime olarak "dal, ye, nün" harflerinden meydana gelen din sözcüğü, "Eğer siz ceza görmeyecek (medînin) olsaydınız..." (el-Vâkıa, 86)[8] ayetinde olduğu gibi “Kıyamet Günü’nde herkese dünyada yaptıkları iyiliklerin veya kötülüklerin karşılığının verilmesi” demektir.

Din kelimesi ile aynı harflerden oluşan "deyn" kelimesi, borç anlamına gelmektedir. Aynı kökten gelen ve yüce Allah'ın sıfatı ya da ismi olarak kullanılan "ed-Deyyân", yapılan işlerin karşılığını veren, istediğini zorlayan, hesaba çeken, hiçbir ameli karşılıksız bırakmayıp hayra da şerre de karşılık veren demektir. (İbn Sîde, a.g.e., XIII, 155; el-Fîrûzâbâdî, a.y.; Mecdü'd-Dîn İbnu'l-Esîr, en-Nihâye fi Garîbi'l-Hadis, Beyrut 1399/1979, II, 148).»[9]

«Deyn, sözlükte mastar olarak “ödünç almak, ödünç vermek, emir ve itaat altına almak, ceza veya mükâfatla mukabelede bulunmak” manalarına gelir. Terim olarak da kişinin zimmetinde sabit olan borçları ifade eder. Kur’an-ı Kerîm’de deyn kelimesi, beş yerde (el-Bakara 282; en-Nisâ 11, 12) terim anlamında kullanılmıştır.»[10]

«Din, “kişinin mutlak mülkiyete ve hâkimiyete sahip olan Allah’a bağlı bir hayat sürdürmesi, Müslüman topluluğuna karşı görevlerini[11] yerine getirmesidir.” (el-Bakara 193; el-Enfâl 39).»[12]

«Sözlükte "ödünç almak, ödünç vermek, emir ve itaat altına almak, ceza ve mükafatla mukabelede bulunmak" manalarına gelen deyn, zimmette sabit olan şey diye tarif edilebilir. Bu tarife göre, zimmette sabit olan mali bir borç deyn olduğu gibi, kişinin ifa etmediği namaz, oruç, hac gibi dini borçları da deyn kapsamı içine girer. Deyn, ödenmekle sona erer. (İ.P.)»[13]

Açıklamalardan anlaşılacağı üzere din, semaların ve dağların omuzlamaktan korktuğu ama insanın gönüllü olarak üstlendiği bir borç / geri ödemek zorunda olduğu bir emanettir (33/72).

Kur’an’a göre dindar, gerektiğinde malını gerektiğinde de canını seve seve Allah için verebilecek bir yiğittir (9/111).

Hal bu iken, bazılarının diline doladığı, “dinimiz kolaylık dinidir” ve “Allah bizim için kolaylık dilemektedir” sözleri ne anlama gelmektedir?

İnsanların böyle söylemelerinin sebebi, Bakara 185’de geçen “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez” cümlesidir.

Ayetteki “Allah sizin için zorluk dilemez, kolaylık diler” cümlesi, harfi harfine doğrudur. Ama ayetteki (usr ve yüsr) zorluk ve kolaylık kelimeleriyle kast edilen mana, gerçekten bu mudur?

Bakara 185’i, diğer ayetlerle açıklamaya çalıştığımız durumda, ortaya çıkan yorum şudur:

Şehru ramadâne-llezî unzile fîhi-lkur-ânu huden linnâsi vebeyyinâtin mine-lhudâ velfurkân(i)(c) femen şehide minkumu-şşehra felyesumh(u)(s) vemen kâne merîdan ev ‘alâ seferin fe’iddetun min eyyâmin u?ar(a)(k) yurîdu(A)llâhu bikumu-lyusra velâ yurîdu bikumu-l’usra velitukmilu-l’iddete velitukebbirû(A)llâhe ‘alâ mâ hedâkum vele’allekum teşkurûn(e)

Ozanca Bal Meal Bakara 185

Öylesine şerefli bir aydır ki, oruç ayı Ramazan;

Bu ayda indirildi insanların yol göstericisi Kur’an.

Kur’an ki, hidayeti tam manasıyla açıklayan rehber;

Kur’an ki, doğruyla eğriyi birbirinden tam ayırt eder.

Bu aya şâhit olan kişi oruç tutsun! [Allah böyle emreder].

İçinizden her kim hastalanırsa veya olur ise seferde,

Tutamazsa orucunu, sayıyı tamamlasın müsait günlerde.

Allah sizin için [öte dünyada] zorluk[14] dilemez, daima kolaylık[15] diler;

Bunun için de sayılı günleri tamamlamanızı ve Onu ululamanızı ister;

Kendisi nasıl ki doğru yolu göstererek, size böyle hidayet / kılavuzluk eder,

Umulur ki her birerleriniz kendisine şükreder / bu emrini harfiyen ifa eder.

Evet, bu ayetteki Allah’ın bizim için istemediği zorluk, dünyada heveslerinin peşinde gezerken bu ve bunun gibi amelleri terk edenlerin kıyamet gününde yaşayacakları zor günleri, zahmetli halleridir. Aşağıda aktaracağımız ayetlerdeki “usr” kökenli kelimeler, Bakara 185’i, yukarıdaki şekilde yorumlayışımızın birkaç açık delilidir:

İslâm Dininin Bahsettiği Kolaylık, Cennetteki Rahatlıktır.

18 Kehf 88

Veemmâ men âmene ve’amile sâlihan felehu cezâen(i)-lhusnâ(s) vesenekûlu lehu min emrinâ yusrâ(n)

[Evet], iman edip sâlih davranırsa, veririz mükâfatın en güzelini; [16] 

Ve söyleriz ona, emirlerimizden [ahirette ona] en kolay gelenini.[17]

Ali Fikri Yavuz Meali

Amma her kim de iman edip iyi bir iş yaparsa, bunu da mükafat olarak en güzel akıbet (cennet) vardır ve ona emirlerimizden kolayını söyleyeceğiz (zorluk göstermeyeceğiz).”

Mahmut Kısa Meali

Allah’a ve gönderdiği mesaja iman edip güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlara gelince, onlara da yaptığı iyiliklerin karşılığı olarak, ahirette en güzel ödül verilecektir.

Muhammed Esed Meali

Ama inanıp dürüst ve erdemli davranışlarda bulunan kimseye gelince, böyle biri (yaptıklarının) karşılığı olarak [ahiret hayatının] nihaî güzelliğine, iyiliğine ulaşacaktır.

84 İnşikâk 8

Fesevfe yuhâsebu hisâben yesîrâ(n)

Ozanca Bal Meal İnşikâk 8

7. Her kimin ki kitabı sağından verilecek, 90/13-18

8. Onun hesabı, pek çok kolay görülecek;

9. O, [iman] ailesine sevinç içerisinde dönecek.[18]

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilip (azaptan kurtulacaktır.)

Bayraktar Bayraklı Meali

7,8,9. Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesaba çekilecek ve sevinçle ailesine dönecektir.

Cemal Külünkoğlu Meali

O (hiçbir zorlukla karşılaşmadan) pek kolayca hesabını verecek,

Diyanet İşleri Meali (Eski)

7,8,9. Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.

Hayrat Neşriyat Meali

7,8. O zaman kimin kitabı (amel defteri), sağ eline verilirse, artık kolay bir hesapla hesaba çekilecek!

İsmail Yakıt

İşte o, kolay bir hesapla hesaba çekilecektir.

4 Hz. Peygamber, hesabı kolayca görülmeyi detaylı bir hesaba çekilmeden sonucun bildirilmesi olarak tanımlamıştır. “İnceden inceye hesaba çekilen, azaba uğramış olur” (Buhari, İlim, 35; Müslim, Cennet, 79; Tirmizî, Tefsir, 84/1). Hz. Peygamber bazı namazlarında “Allah’ım hesabımızı kolay eyle” diye dua ederdi. (İbn Hanbel).

Mahmut Kısa Meali

Hiçbir zorlukla karşılaşmadan, kolayca hesabını verecek,

Mehmet Türk Meali

Hesabını kolayca verecek.

Ayetin tercümesi: “kolay bir hesaba tabi tutulacak” şeklinde de olabilir. Hz. Aişe’den: Peygamber (s.a.v): “kıyamet günü hesaba çekilen kimse, helâk olur.” buyurdu. Ben de: Ey Allah’ın Rasûlü! Allah, “(O gün) kitabı sağ eline verilenler, hesabını kolayca verecek” buyurmuyor mu? Dedim. O da: “o hesaba çekilme değil, sadece bir arzdır. Eğer bir kimse inceden inceye hesaba çekilecek olursa, helâk olur” buyurdu. (Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud)

Mustafa Çavdar Meali

O, çok kolay bir hesapla hesaba çekilecek. 21/101.103, 69/18...20

Suat Yıldırım Meali

7, 8, 9. Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür. Ve ailesine sevinç içinde döner.

Müminlerin iyilikleri kötülüklerinden ağır basarsa, kötülükleri affedilecek, bundan dolayı hesaba çekilmeyecekler [46,16]. Ama kâfirlerin hesabı çok zor olacaktır. Hz. Aişe (r.a) bir defasında namazın sonunda Efendimiz (a.s.)’ın “kolay hesap” istediğini duyunca, selam vermesini müteakip manasını sormuştu. Şöyle buyurdular: “Kolay hesap: kulun hesabının hemen görülmesi ve affedilmesidir. Âişe! Her kime hesap sorulursa o helâk oldu demektir.”

Ümit Şimşek Meali

Hesabı kolayca görülecek.

Peygamberimiz kolay hesap görülmesini, “sadece hesabın sunulması” olarak tanımlamış; “Hesaba çekilen, azaba uğramış olur” buyurmuştur. (Buhârî, Tefsir 84:1; Tirmizî, Tefsir 84:1)

92 Leyl 7

Fesenuyessiruhu lilyusrâ cenneti vereceğiz.

Ozanca Bal Meal Leyl 7

Ona en kolay yolu kolaylaştırırız;[19]

[En güzel olana / cennete ulaştırırız]. 18/88; 92/6, 9.

Ahmet Tekin Meali

En kolay olan için, ona kolaylık ihsan edeceğiz. Ona vicdan rahatlığı ve ahiret saadeti müyesser kılacağız.

Erhan Aktaş Meali

Ona en kolayı (cenneti) kolaylaştıracağız.

Hayrat Neşriyat Meali

5,6,7. Fakat kim (Allah yolunda) verir ve (günahlardan) sakınırsa ve o en güzel olanı tasdik ederse, artık (biz) onu, en kolay olana (Cennete) muvaffak kılarız!

Mahmut Kısa Meali

İşte ona, huzur ve mutluluğa giden ve sonu cennetle biten yolu kolaylaştıracağız.

Mehmet Okuyan Meali

Kolay olanı (cennete gitmeyi) ona kolaylaştıracağız.

Kur’an’ın Değindiği Zorluk, Ahirette Çekilecek Acılardır.

54 Kamer 8      

Muhtıîne iled dâi, yekûlul kâfirûne hâzâ yevmun asir(asirun).

Ozanca Bal Meal Kamer 8

[Kendilerini çağırmakta olan] davetçiye doğru panik içerisinde koşarlar;

Kâfirler: “Biz bugünü zor atlatırız” diye [ağlayıp sızlayıp] bağrışıp dururlar. (25/26. 74/8-10)

25 Furkân 26      

El mulku yevmeizinil hakku lir rahmân(rahmâni), ve kâne yevmen alel kâfirîne asîrâ(asîran).

Ozanca Bal Meal Furkân 26

[Tüm] mülk, o gün mutlak Hak olan Rahman’ın mülküdür; 1/4. 40/16. 54/7-8. 82/19

İşte (o gün),[20] kâfirler için artık çok çetin geçecek bir gündür. 74/8-10

74 Müddessir 9      

Fe zâlike yevme izin yevmun asî(asîrun).

Ozanca Bal Meal Müddessir 9

8. Üfürüldüğünde (kalkış borusu olan) Nâgûr’a,

9. İşte o gün zorlu bir gündür; [sokulurlar suçlular zora].

[O gün işler sarpa sarmıştır/mücrimin işi hayli zor / hayli çetindir]; 25/26. 54/7-8

10. Kâfir [olarak ölen]lerin, zahmetsiz atlatabilecekleri bir gün değildir.

74 Müddessir/10

‘Alâ-lkâfirîne gayru yesîr(in)

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

(Ve hele) Kâfirler için (kıyamet ve mahşer) hiç kolay değildir. (Bunu başlarına gelince anlayacaklardır.)

Bayraktar Bayraklı Meali

8,9,10. Sûr'a üfürüldüğünde, işte o gün, çok çetin, çok zorlu bir gündür. Kâfirler için kolay değildir.

Diyanet İşleri Meali (Eski)

8,9,10. Sura üflendiği vakit, işte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür.

Hasan Basri Çantay Meali

9,10. işte o (vakit, o gün) kâfirlerin aleyhinde pek çetin bir gündür. Kolay değil.

İsmail Hakkı İzmirli

9, 10. İşte o gün, kâfirler için çetin bir gün olacak, kolay olmayacak.

Muhammed Esed Meali

Rahatlama günü değil, [şimdi] hakikati inkâr edenler için!

Ümit Şimşek Meali

Kâfirlere hiç de kolay değildir.

Kıyamet gününe dair ayetlerin tasvir ettiği güçlükler, bu ayette de bildirildiği gibi, kâfirler içindir.

92 Leyl 10

Fesenuyessiruhu lil’usrâ Zorluk çekeceği cehenneme girdiririz

8. Her kim cimrilik yaparsa / ahirete hazırlığı aksatırsa,

Zenginliğine güvenir / kendi kendine yettiğini sanırsa,

9. En güzeli yalanlar / cennet için hiçbir hazırlık yapmazsa,

10. İşte ona da en zor olanı kolaylaştırırız.

[Ateşe atarak eziyetlerle karşılaştırırız].

11. Malı ondan [ateşi] savamaz, [ameli] edildiğinde ret;

12. Hiç şüphesiz ki bize aittir, [cömertlere] etmek hidayet.

Abdulbaki Gölpınarlı Meali

Artık ona da en güç yolu kolaylaştırırız.

Kim, yoksullara verir, Tanrıdan korkup suçtan çekinirse, güzel sözü, yani Kur’an’ı, inancı, tevhit kelimesini, Müslümanlığı, cenneti gerçeklerse, ona en kolay yolu, yani dini, ibadeti, cennete girmeyi, Tanrı rızasına ermeyi, daha da kolay bir hale getiririz. Fakat kim nekeslik eder, zenginleşmeyi diler, güzel sözü yalanlarsa ona, güç olan ateşi, cehenneme girmeyi, azaba uğramayı kolaylaştırırız.

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

Biz ona da en zorlu (ve zararlı) olanı (kötülük yollarını ve azaba uğramasını) kolaylaştıracağız (böylece adım adım rezalet ve felaketlere hazırlayacağız).

Ahmet Tekin Meali

Ona da, en zor yolu, başarısızlığı, vicdan azabını, ahiret azabını kolaylaştıracağız.

Ali Bulaç Meali

Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.

Ali Fikri Yavuz Meali

Biz de onu, en şiddetli yola (ateşe) hazırlarız.

Erhan Aktaş Meali

Ona en zoru (cehennemi) kolaylaştıracağız.

Hayrat Neşriyat Meali

8,9,10. Ama kim cimrilik eder ve kendini (Allah'ın sevabına) muhtaç görmezse ve o en güzel olanı yalanlarsa, onu da en zor olana (Cehenneme) muvaffak kılarız!

İsmail Hakkı İzmirli

Biz ona güçlüğe götürecek yol için yine kolaylık veririz [6].

[6] Cehennem yollarını hazırlarız.

Mahmut Kısa Meali

Ona da, zorluk ve sıkıntıya giden ve sonu cehennemle biten yolu kolaylaştıracağız!

Mehmet Çoban Meali

Biz O’na da cehennemin yolunu kolaylaştırırız. O şımarıklıkla, azgınlıkla, kendini hiçbir şeye muhtaç görmeyerek hareket eder. Hâlbuki onun gittiği yol güçlüktür. Yolun sonunda hesabı geri dönülmez kayıpla biter.

Mehmet Okuyan Meali

Ona da zor olanı (cehenneme gitmeyi) kolaylaştıracağız.

KUMAR MEYSİRDİR / KOLAYLIKTIR AMA ALLAH ONU ARZULAMAMAKTA AKSİNE YASAKLAMAKTADIR.

2 Bakara 219

Yes-elûneke ‘ani-l?amri velmeysir(i)(S) kul fîhimâ ismun kebîrun vemenâfi’u linnâsi ve-ismuhumâ akberu min nef’ihimâ(k) ve yes-elûneke mâzâ yunfikûnekuli-l’afv(e)(k) kezâlike yubeyyinu(A)llâhu lekumu-l-âyâti le’allekum tetefekkerûn(e)

Ozanca Bal Meal Bakara 219

Sana uyuşturucuyu ve şans oyunlarını soruyorlar.

De ki: İnsanlar için her ikisinde de son derece büyük bir günah var;[21]

Nitekim her ikisi de insanlara birtakım faydalar da sağlar.[22]

Ancak her ikisinin de ism’i[23]/, yüklediği ağır yükler, (isr: 2/286)

Gelip geçici menfaatlerinden çok daha büyüktürler.

«Bu ayetteki “kolaylık” ve “kolay olmak” sözcüğünden türeyen kelime ile kast edilen kumardır. “Meysir” kelimesi, “yüsür” / “kolaylık” veya “yesar” / kolay olmak”tan[24] mimli mastardır. (Yazır, Elmalılı Muahammed Hamdi; Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, Sad. İsmail Karaçam ve Arkadaşları, II, 90).

“Yesr” mastarından, paylaşmak manasına da gelmektedir. (Cerrahoğlu, İsmail. - Koçyiğit Talat; Kur’ân-ı Kerim’in Meal ve Tefsiri, Ankara, 1984, I, 415).»[25]

«Cahiliye Arapları içki ve kumar meclislerini aynı zamanda fakir fukaraya ikram ve “meysir” adı verilen ve ayette yasaklanan kumar çeşidini fakirlere yardım için bir yol olarak görürlerdi. Veresiye bir deve alınıp, oklar çekilerek kumar oynanır, kaybedenler devenin bedelini öder; kazananlar ise etlerini orada bulunanlara bağışlarlardı. Kur’an, bu masum yüzlü kumarı dahi yasaklamıştır.»[26]

«İslâm öncesi Hicaz-Arap toplumunda daha çok kış mevsiminde ya da kıtlık günlerinde zenginlerin oynadığı en yaygın kumar türlerinden biri olan meysir aynı zamanda Araplar arasında bir övünç vesilesi kabul edilir ve bu oyuna katılmayan varlıklı kişiler kınanırdı. Oyunda kazananların payları daha çok fakirlere dağıtıldığı için meysir diğer kumar çeşitlerine göre daha sakıncasız ve yararlı sayılmaktaydı. (Tevfîk Fehd)»[27]

«Cahiliye devrinde Araplar on adet ok sapı ile bir nevi kumar ve şans oyunu oynarlardı. Bunların yedisinde bazı paylar yazılı idi, üçü de boştu. Güvenilir bir kimse, bir torbanın içinden bunları, katılanlar adına teker teker çekerdi. Dolu çıkanlar maldan hisselerini alır fakirlere verirlerdi. Boş çıkanlar ise bu malın parasını öderlerdi. Kumarların belki de en nezihi olmasına rağmen İslâm bunu da yasaklamış, ortaya mal ve para konarak oynanacak hiçbir şans oyununa izin vermemiş, fukaraya yardım edilecekse bunu herkesin, helâl kazancından ayırarak etmesini istemiştir.» [28]

Allah Teâlâ’nın, bizim için hep kolaylık dilediğini iddia ederek kulluğun zor olan kısımlarından uzak duranlar, Allah’ın bizim için istediği kolaylığın, zihinlerindeki rahatlıkla eşdeğer olmadığını bu ayet sayesinde anlamalılar.

DİN SIKI BİR SINAVDIR.

Ozanca Bal Meal A’râf 141.        

Hatırlayın! Kurtarmıştık sizi Firavun’un adamlarından;

Size, azabın en kötüsünü yaşatıyorlardı [hiç durmadan].

Ardışık olarak öldürüyorlardı oğullarınızı;

Hayasızlık için sağ bırakıyorlardı kadınlarınızı.

İşte bu sizin uğradığınız, oldukça ağır bir sınavdı;

Bu belâ/bu test, size Rabbiniz tarafından hazırlandı.

DİN BELÂLARDIR / ÇOK ÇETİN İMTİHANLARDIR.

Ozanca Bal Meal Bakara 155.                     

Sizi korku, açlık ve mallarınızdan eksiltmek suretiyle cidden deneyeceğiz;

Bazen canlarınızı alarak bazen de ürünlerinizi azaltarak imtihan edeceğiz; [29]

Bunlara sabredenleri müjdele; [ecirlerini eksiksiz, hatta fazlasıyla vereceğiz].[30]

«Yukarıdaki ayette açlık, mal ve can kaybı gibi musibetler yanında dünyevî korkular da Allah’ın insanları imtihan etmek üzere bu dünyada onları maruz bıraktığı sıkıntılar arasında zikredilmiştir (Bakara 155).

Ayette geçen ve “korkmak, kaygılanmak, endişe duymak” gibi anlamlara gelen havf kelimesi, insanın Allah katındaki durumu hakkında hissettiği korku ve kaygıları ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir.

“De ki: Ben rabbime isyan edersem kesinlikle büyük bir günün azabına uğrayacağımdan korkarım” (Hûd 63) mealindeki ayetteki korku hem günah işleme endişesini hem de uhrevî ceza korkusunu anlatmaktadır.

Kur’an’da, insanın mutlaka Rabbinin makamında durup hesap vereceğini bilerek bundan korkması ve ona göre davranması gerektiği (Hûd 103; İbrahim 14; er-Rahmân 46); “Allah’ın hidayetine uyan” (Bakara 38), “iyi bir mümin olarak kendini Allah’a teslim eden” (Bakara 112), “iman edip iyilik ve barış yolunda çaba harcayan” (En‘âm 48) ve “iman ettikten sonra istikamet üzere olan” (Ahkaf 13) kimseler (Yunus 62) için ahirette korkulacak ve üzülecek bir durum olmadığı bildirilir.

Hayr en-Nessâc Allah korkusunu bir kamçı olarak tasavvur etmiş, terbiyesizliği alışkanlık haline getiren nefsin, onunla yola getirileceğini belirtmiş, Ebû Bekir el-Vâsıtî ise havf ve recâyı kulun edebe aykırı davranışlara sapmasını engelleyen bir geme benzetmiştir (Kuşeyrî, s. 158).»[31]

«“Erkek olsun, kadın olsun mümin, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ / sınav eksik olmaz.”  Tirmizi, Zühd 57

Hadisteki “Allah’a kavuşuncaya kadar” ifadesi, “ölüm”den kinayedir. O halde, ölünceye kadar her Müslüman belâ ve musibetlere muhatap olacaktır. Buna hazır olmak gerekir. Bu, hayatın tabiî gereğidir. Sabrederek bütün bu halleri lehine çevirmek, müminin asıl görevidir.

İnsanın, bizzat kendisinin hastalanması, ihtiyaçlarını giderememesi, işsizliği, çocuklarının ölümü, itaatsizliği gibi anne-babaya elem ve üzüntü veren halleri, yangın ve hırsızlık gibi sebeplerle mal ve servetinin bir kısmının veya tamamının telef olması ve benzeri hallerin her Müslüman kadın ve erkeğin başına geleceği, ancak sabredilmesi halinde, bunların günahlardan arınma vesilesi olacağı bildirilmektedir. Bu da belâ ve musibetlerin, hata ve günahlara kefâret olma özelliğini bir daha ortaya koymak demektir.

Netice olarak şunu unutmamak gerekir ki, bu dünya imtihan dünyasıdır. Allah katında derece sahibi olmanın bir yolu da belâ ve musibetlere uğramaktan geçmektedir. Bu durumda yapılacak iş, başa her ne gelmişse, onu sabır ve rıza ile karşılamaktır. Müslümanın asıl kazancı buradadır. Bir anlamda sabır, Müslüman için, her olumsuzluğu lehine çevirmeye imkân vermektedir.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem (yine) şöyle buyurmuştur:

“Mükâfatın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rıza gösterirse Allah ondan hoşnut olur. Kim de rıza göstermezse, Allah’ın gazabına uğrar.”  Tirmizî, Zühd 57. Ayrıca bk. İbnî Mâce, Fiten 23

Allah Teâlâ kullarını dünyada çeşitli imtihanlardan geçirir. Ancak bu, her defasında cezalandırma anlamında değildir. Allah, hayrını dilediği kullarını da belâ ve musibetlere uğratır. İmtihana tabi tutulan kul eğer sabrederse, günahları bağışlanır ve ahirete günahlarından arınmış olarak gider. Bu, kul için en büyük hayırdır. Hadisimiz işte bu gerçeği hatırlatarak, başına belâ ve musibet gelmiş olanları sabır göstermeye teşvik etmektedir. Başa gelen sıkıntılara da sabretmek ve rıza göstermek gerekmektedir.

Allah Teâlâ, böyle davrananlardan razı olur ve hesapsız sevap verir. Kim bunları hoş karşılamazsa, Allah’ın gazabına uğrar. Çünkü “Kötülük işleyen cezalandırılır” (Nisâ sûresi 123).

Başa gelen sıkıntı ve hastalıklara sabretmek, günahlardan arınmaya sebeptir.»[32]

Hadis-i şerif İslâm’ın ilk yıllarında Mekke’de Müslümanların ne kadar bunaldıklarını ne ölçüde sabra zorlandıklarını göstermektedir.

Hz. Peygamber burada, imanları uğrunda daha ağır imtihanlardan geçirilmiş insanlardan örnekler vermek suretiyle önce, onları “beterin daha beteri olacağı” noktasında bilgilendirmiştir.

Hz. Peygamber, her nimetin bir külfeti ve bedeli olduğunu, her külfetin de mutlaka bir nimete vesile olacağını böylece ortaya koyduktan sonra “Ama siz acele ediyor, sabırsızlık gösteriyorsunuz” buyurmak suretiyle o günkü Müslümanları sabra davet etmiş, her şeyin, Allah’ın takdirine bağlı olarak belli bir zamanı bulunduğu fikrini vermiştir.

O halde nasıl sabırla koruk, üzüm olursa, her sıkıntı da sabır ve zamanla geçer. Büyük neticeler büyük fedakârlık ister.

İslâmî hedeflere, devamlı kulluk yapmakla ve bu uğurda karşılaşılacak güçlük ve felâketlere göğüs germekle varılabilir.» [33]

«Ayette bahsedilen hususların yerine getirilmesinin zorluğu ortadadır. Mümin kişi, işte bu tür belâların tümüne gönül rızasıyla katlanmalıdır.

Çünkü sabır acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmedir.

Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur. Allah'ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin yasal olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musibetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.

Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez. Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caiz değildir. Bunlara karşı içten elem duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir.

Üstelik de asıl sabır, başa gelen musibetleri zoraki değil gönüllü kabullenmektir.

Hz. Peygamber (s.a.s); "Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda [şikâyet etmeden] gösterilen tahammüldür" (Buhârî, Cenâiz, 32) sözüyle, kişinin bir felaketle ilk karşılaştığı zamandaki sabrının önemini vurgulamıştır.

Bir felâketle karşılaşıldığında heyecana kapılmadan ve şikâyet etmeden başa gelene razı olup sabretmek müminlerin özelliklerindendir. Nitekim Cenabı Allah Kuran-ı Kerimde sabr-ı cemili (güzel sabır) emretmektedir. (Yusuf, 12/18). Rasulullah (s.a.s) Sabr-ı cemil şikâyet edilmeyen sabırdır” buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim'in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir. Sabrın gayesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Allah Teâlâ sabredenlere mükâfatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve onları övmüştür.

Müminler, çoğu zaman sırf inandıkları için Allah düşmanlarının zulüm ve kötülüklerine hedef olurlar; çeşitli işkencelere uğrar, onlarla savaşmak zorunda kalırlar. İşte bu durumda sabır, müminin güç kaynağı, imanının koruyucusudur. Hz. Musa’ya inananlara Firavun eziyet etmek isteyince onlar: "Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür" (el-Araf 7/126) diye dua etmişlerdi. Sevgili Peygamberimiz ve ilk Müslümanların, yapılan işkence ve eziyetlere nasıl sabır ve tahammül gösterdikleri bilinen bir husustur.

İbadetlerin nefsimize ağır gelen yönleri de sabırla hafifler. Böylece huzur içinde günde beş vakit namaz kılar, sıcak yaz günlerinde hiçbir sıkıntı duymadan oruç tutarız. Diğer ibadetler ve ahlâkî davranışlarda böyledir.

Hz. Peygamber (s.a.s); "Sabreden başarıya ulaşır”; "Sabır başarının anahtarıdır"; "Sabır bir ışıktır"; "Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir"; "Sana sıkıntı veren şeylere karşı sabretmende birçok hayır vardır" buyurarak sabrın faziletini anlatmıştır. Sabrın sonu selamettir. Nedeni şu ki, " Elbette Allah sabredenlerle beraberdir" (2/153, 155).»[34]

DİN ZORDUR, TIRMANMASI ÇOK YORUCU BİR YOKUŞTUR.

Din, dik bir bayırı bile isteye tırmanmaktır. Bedenen yorulmak ama kalben rahatlamaktır.

Ozanca Bal Meal Şems 8-20

8. Veren biz değil miyiz insana, iki göz [ve iki kulak];

9. Veren biz değil miyiz, ilaveten bir dil ile bir çift dudak?

10. Kahraman olsun diye, ona iki yüksek hedef göstermedik mi? 76/3

[Alınana sabrın, verilene şükrün zirve olduğunu bildirmedik mi]?

11. Yine de o    sarp yokuşu aşamadı.

12. Sen de biliyorsun sahi, akabe ne? / sarp yokuş neyin adı?[35]

13. Esiri bedelsiz salıvermektir / birisine sağlanan hürriyettir;[36] (7/157)

14. Kıtlık günlerinde [açlara-muhtaçlara] yemek yedirmektir;

15. Yakınlığı olan yetime [açmaktır kucak];

16. Toprakta yatana / evsiz barksız miskine [sermektir yatak].

17. [Bunlarla da iş bitmiyor, kolay değil öyle bu dimdik bayırı tırmanmak];                     

İman gerekiyor, sonra da sabrı kuşanmak ve merhameti yayanlardan olmak. 

18. Oldu / olur kişi imanlılardan, ancak bundan sonra; (7/157)

Sabrı ve merhameti de yaymalıdır bunların ardı sıra.

19. Ayetlerimizi örtenler, birbirleri için birer uğursuz arkadaştır;

20. O uğursuzlar, her taraflarından ateş çemberi ile kuşatılacaktır.[37]

Ayetlerde görüldüğü gibi din, yalçın kayalara tırmanmaktır. Dindar, engel ve engebe tanımayan bir dağcıdır.

KİŞİNİN BOŞANDIĞI EŞİNE NAFAKA ÖDEMESİNİN NESİ KOLAYDIR?

Cenabı hak, boşandığı eşine bebeğinin süt parasını karşılamak için nafaka vermenin fakir kişi için hem bir zorluk olduğunu söylemektedir hem de imkânı nispetinde eşine nafaka ödemesini istemektedir:

65 Talâk 7     

Li yunfık zû seatin min seatih(seatihî), ve men kudire aleyhi rızkuhu fel yunfik mimmâ âtâhullâh(âtâhullâhu), lâ yukellifullâhu nefsen illâ mâ âtâhâ, seyec’alullâhu ba’de usrin yusrâ(yusren).

Geniş imkâna sahip olan bu geniş imkânından harcasın. Rızkı kendisine ölçü ile verilmiş olan da Allah´ın kendisine verdiğinden infak etsin. Allah hiçbir benliği, kendisine verdiği şey dışında yükümlü tutmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.

Ozanca Bal Meal Talâk 7

[Bebeği hâlâ annesini emmekte olan eşinden boşanmış] varlıklılar,

İmkânları nispetinde nafaka versinler / artırabildikleri kadar artırsınlar.

Maddi imkânı kısıtlı olan kimseler,

Allah’ın kendilerine verdiği nispette nafaka versinler.

Allah yüklemez hiç kimseye, verdiği imkândan fazlasını;

Kolaylaştıracaktır, her zorluğun / her zahmetin bir sonrasını. 94/5, 6

DİN ALACAKLIYI KOLLAMAKTA, BORÇLUYU İSE ZOR DURUMA SOKMAKTADIR.

2 Bakara 280      

Ve-in kâne zû ‘usratin fenaziratun ilâ meysera(tin)(c) veen tesaddekû ?ayrun lekum(c) in kuntum ta’lemûn(e)

Ozanca Bal Meal Bakara 280

(Borçlu) kişi sıkışık durumdaysa, işi kolaylaşana kadar ona süre veriniz!

Bağışlamak / borcu silmek ise sizin için daha hayırlıdır, bedelini bilirseniz.

Borcun ödenmesini beklemek, hele hele ondan vazgeçmek kolay olmayacaktır. Yine de bu ayete göre borç veren kimse borçlu kişinin işini kolaylaştıracak, kendisi ise zorluğa katlanacaktır. Dünyada bu zorluğa sabreden, katlanan alacaklı şahıs, şu hayrının karşılığını ahiret yurdunda fazlasıyla alacaktır. Yaptığı işin kolaylığını / kolay karşılığını, cennet yurdunda ziyadesiyle yaşayacaktır.

Ahmet Tekin Meali

Eğer borçlu, darlık, ekonomik sıkıntı içindeyse, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek gerekir.
Darda olan borçlulardaki alacağınızı, imanda sadâkatin ve kemâlin ifadesi olan sadakaya, malî mükellefiyetlere sayarak bağışlamanız, bilirseniz eğer, böyle fazileti yüksek, mükâfatı büyük bir davranış, sizin için daha hayırlıdır.

DİN, PEYGAMBERİ ZOR ZAMANLARINDA YALNIZ BIRAKAN ASHÂBI KINAMAKTADIR.

9 Tevbe 117      

Lekad tâballâhu alen nebiyyi vel muhâcirîne vel ensârillezînet tebeûhu fî sâatil usreti min ba’di mâ kâde yezîgu kulûbu ferîkın minhum summe tâbe aleyhim, innehu bihim raûfun rahîm(rahîmun).

Ozanca Bal Meal Tevbe 117

Elbette lütfetti[38] / yöneldi[39] Allah hem Nebî’ye / Peygamber’e;

Hem de şunlara: Zor zamanlarda o nebisinin izinden gidenlere, (Bakara 216)         

Ona [uymak için] göç edenlere ve [göçenlere] yardım edenlere,

İçlerinden bir kesimin kalpleri kaymak üzereyken [yanlış yönlere].

Sonra kabul buyurdu tövbelerini / yeniden iltifat etti kendilerine. [40] 5/52

Çünkü O, çok şefkatlidir, çok da merhametlidir müminler[in]e.

Ahmet Kalkan

“Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamber’i ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensar’ı affetti. Sonra da onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.”

Ayette geçen “zor saat” ifadesi ile Tebük Seferi kast edilmektedir. Surede, bu sefere katılamayan / savaşın zor saatlerinde peygamberin yanında bulunmayan üç samimi Müslüman sahabenin, şayet tövbe etmeselerdi ayaklarının kayacağını, iman dairesinden çıkacaklarını aktarmaktadır. Dolayısıyla imanı kurtarmanın yolunun, ancak güçlüklere sabretmekten, zorluklara katlanmaktan geçtiğini anlatmaktadır.

«Ayette, Tebük Seferi’ne katılmayan üç kişiden söz edilmektedir. Rivayetlere göre bu üç kişi Kâ‘b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebî‘dir. Hz. Peygamber seferden dönünce, sıhhî ve malî durumları elverişli olduğu halde sefere katılmayan ve hemen günahlarını itiraf edip tövbeye yönelmeyen bu üç kişinin yüzüne bakmadı. Müslümanlar da Resûlullah’a uyarak geçici olarak onlarla ilişkilerini dondurdular. 106. ayette kendilerinden, “Bir diğer grubun durumu ise Allah’ın hükmüne kalmıştır; ya onlara azap edecek veya tövbelerini kabul edecektir” diye söz edilen bu kişiler, yaklaşık elli gün süren çileli bir bekleyiş içine girdiler. Nihayet bu ayetin (Tevbe 118) inmesiyle tövbelerinin samimi olduğu ve Allah tarafından kabul edildiği bildirilince yüzleri güldü; her üçü de Resûlullah’ın ve Müslümanların arasına döndü. (Taberî, XI, 56-62; İbn Atıyye, III, 92-94).» [41]

HACC AMELİ DE AĞIRDIR, YAPARKEN MEVLÂ YARDIMA ÇAĞIRILIR.

3 Âl-i İmrân 97      

Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ(âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).

Ozanca Bal Meal Âl-i İmrân 97      

Apaçık ayetler oradadır;

Orada İbrahim’in makamı vardır;

Oraya giren kişi emin biri olmalıdır.[42]

Mekke’nin yoluna güç yetirebilen insanlar, o Beyt’i hac / ziyaret etmelidir; 22/7

Küfür eden / güç yetirebildiği halde haccetmeyen kişi, [şunu iyi bilmelidir]: (2/198)

«Haccın farziyetini belirten bu ayette ona güç yetirmekten söz edilir (Âl-i İmrân 3/97). Bunun anlamı, insanın hac için gerekli olan bütün imkânlara kavuşması, şartların da bunu kolaylaştıracak bir durumda bulunması demektir.» [43]

«Hacca niyet esnasında, “Ya Rabbi! Hac yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve benden kabul et” denilir. Meşakkatli bir ibadet olan hacca niyet edilirken onu kolaylaştırması için Allah’a dua edilmesi dikkat çekicidir.»[44]

«Hac yapanlar, günümüz şartlarında dahi, hac ibadetinin gençlikte yapılması gereken meşakkatli bir ibadet olduğunu teyit etmektedir.»[45]

«Peygamberimiz: “Allah üzerinize haccı farz kıldı” buyurunca; sahabeden birisi “Her sene mi ey Allah’ın Rasûlü?” dedi ve bunu üç defa tekrar etti. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Hayır, fakat “evet” demeyeceğime nasıl emin oldun? Vallahi evet deseydim vacip olacaktı, vacip olsaydı dayanamayacaktınız; terk ettiğinizde ise kâfir olacaktınız” buyurdu (Tirmizî; İbn Mâce).»[46]

«Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz şöyle buyurdular: "Kim kendisini Beytüllâhi'lharâm'a ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olduğu halde haccetmemişse, onun Yahudi veya Hıristiyan olarak ölmesi arasında fark yoktur” (Tirmizî, Hacc 3). Açıklama: Hadiste, hacc yapmaya yetecek maddî imkânı olup da hacca gitmeyenler çok ağır bir üslupla tehdit edilmektedir: Hıristiyan veya Yahudi olarak ölme tehlikesi, yani küfür üzere ölmek.»[47]

«İmam-ı Cafer Sâdık (a.s) da şöyle buyurdular: “Kim ki fakirlik, hacca engel bir hastalık, zalim iktidarların engellemesi vs. gibi sebeplerden ötürü değil de şartlar uygun olduğu halde sebepsiz olarak haccetmeden ölürse Yahudi ve Hıristiyan gibi ölmüş olur.»

«Uzaklığı ve çeşitli sıkıntıları münasebetiyle hac ibadeti için, nüsk ve nüsük (2/196) kelimeleri kullanılmaktadır (el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esraru't-Te'vîl, Mısır 1955, I, 36).»[48]

SABIR VE NAMAZ DA ZOR AMELLER / ŞEYTANLA YAPILAN MANEVİ CENKLERDİR.

Ozanca Bal Meal Bakara 45                        

45.                        

Dirençle / sabırla[49] ve salâtla / namazla, [Allah’tan] yardım isteyiniz [kendinize]!

Sabır ve salât kebîrah / çok zordur; [kolaydır] sadece içi saygıyla ürperenler[iniz]e. (2/153)

46.                        

Hâşiıynler / saygılılar, kendilerinin Rablerine kavuşacaklarını kesin bilenlerdir;

[Asıl hayattaki hesap kitap kaygısıyla, yaşarlarken] sırf O Rabbe yönelenlerdir. (2/54)

«Ahlâkın temel kavramlarından olan sabır, “acıya katlanma, sıkıntıya göğüs germe; Allah’a tevekkül ederek O’ndan gelen sıkıntılara katlanma; insanın kendisini, aklın ve dinin yapılmasını gerekli gördüğü işleri yapmaya veya yapılmasını yasakladığı, uygun bulmadığı davranışlardan uzak durmaya zorlaması; kişinin hayırlı amacına ulaşma yönündeki direnci” gibi anlamlarda kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “sbr” md.).»

Kur’an-ı Kerîm’de, rahatlık ve bolluk kadar sıkıntı ve darlık da bir hayat gerçeği olarak gösterilmiş (Bakara 155), Hz. Peygamber’e hitaben, “Azim sahiplerinin sabrettiği gibi sen de sabret” buyurulmuş (Ahkâf 35); Allah yolunda cihat eden müminlerin yiğit, sebatkâr ve kararlı tutumlarından verilen örnekle (Bakara 2/249-250) sabrın, zorluklar karşısında acizlik gösterip sıkıntılara teslim olmak anlamına gelmediğine; aksine, Allah’ın inayetine güvenerek güçlükleri aşma iradesini göstermek olduğuna işaret edilmiştir.

Terim olarak huşû “Allah’a gönülden saygı duyup bağlanmak, boyun eğip itaat etmek” demektir. Sabrın ve özellikle namazın yukarıdaki olumlu tesirinden nasibini alacak olanlar, ancak Allah’a huşû ile bağlanan, boyun eğenlerdir. 46. ayete göre onların Allah’a olan bu içten bağlılık ve saygılarının en başta gelen sebebi ise rablerine kavuşacaklarına, sonunda mutlaka O’na döneceklerine olan kesin inançlarıdır. Ancak bu inanç sayesindedir ki insan, rabbine kavuşmayı ve dolayısıyla ahiret kurtuluşunu dünyanın bütün nimetlerinden daha önemli görür ve bu uğurda her türlü meşakkate rıza gösterir.»[50]

«Alimler, sabır ve namaz hakkında birtakım görüşler belirtmişlerdir. Ayette sanki şöyle denilmiştir: "Dünyaya dair sevdiklerinizi bırakmaya ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dinini kabul etmeden dolayı kendisine dahil olmayı tabiatınızın zor ve güç göreceği şeylere mukabil sabır ile, yani nefsi lezzetlerden alıkoyma ile yardım isteyiniz.» [51]

«Ayette şöyle denilmiştir: "Dünyaya dair sevdiklerinizi bırakmaya ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dinini kabul etmeden dolayı kendisine dahil olmayı tabiatınızın zor ve güç göreceği şeylere mukabil sabır ile, yani nefsi lezzetlerden alıkoyma ile yardım isteyiniz. Hak Teâlâ’nın “lekebîratün” ifadesi, “bunlara bu çok ağır ve güç gelir” demektir ki, "Bu iş bana zor geldi" sözünden iştikak etmiştir. Yine Allah Teala: "Senin onları davet ettiğin şey, müşriklere zor ve ağır geldi" (Şurâ 13) buyurmuştur.» [52]

«Ayette, zorluklar karşısında insanı hem ruhen hem de dış hayatta güçlü kılacak iki temel ögeden yararlanmamız tavsiye edilmektedir.»[53]

SUÇ İŞLEYENİ BAĞIŞLAMAK DA ZOR İŞLERDENDİR.

42 Şûrâ 43      

Ve le men sabere ve gafere inne zâlike le min azmil umûr(umûri).

Ozanca Bal Meal Şûrâ 42-43

42.         

Ancak şu kişiler aleyhine (cezalandırmak için) yol vardır;

(Onlar), yeryüzünde haksız yere güç kullanıp [masumlara] saldıranlardır.

(İşte) böyleleri için, [hem dünyada hem de ahirette] acıklı bir azap vardır.

43.         

Yine de kim sabreder ve affederse, [bu elbette ki mühim bir erdemdir];

Şüphesiz ki şu sabır ve af, azim ve sebatla yapılması gereken işlerdendir.

Yaşar Nuri Öztürk Meali

“Sabredip bağışlayan bilsin ki bu, işlerin en zorlularındandır.”

«Sözlükte “engellemek, hapsetmek; güçlü ve dirençli olmak” anlamlarındaki sabır kelimesinin ahlâk terimi olarak “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belâlar karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet” gibi manalara geldiği, karşıtının ceza olduğu belirtilmektedir (İbrahim 21).

Bir kimsenin kendisine kötülük edenleri âdil bir şekilde cezalandırması haktır, ancak sabır göstermesi daha hayırlıdır. Sabır akıl ve zekânın, ceza acizliğin bir ifadesi sayılmıştır. Gazzâlî sabrı “din duygusunun nefsanî arzu ve tutkuların baskısına karşı direnç göstermesi” diye tanımlar (İhyâ, IV, 63).

İbn Miskeveyh sıkıntılar karşısında sabırlı olmayı bir yiğitlik olarak kabul eder (Tehzîbü’l-ahlâk, s. 106).

Süfyân es-Sevrî, Ebû Huzeyme el-Yerbûî ve Fudayl b. İyâz, bütün amellerin en faziletlisinin öfkelendiğinde hilim göstermek ve sıkıntılar karşısında sabırlı davranmak olduğunu söylemiştir (İhyâ, III, 176).» [54]

«Sabır, acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmedir. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur. Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür. Allah'ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşru olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musibetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.

Sabır acıdır. Fakat sonucu tatlıdır. Hz. Peygamber (s.a.s); "Sabreden başarıya ulaşır”; "Sabır başarının anahtarıdır"; "Sabır bir ışıktır"; "Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir"; "Sana sıkıntı veren şeylere karşı sabretmende birçok hayır vardır" buyurarak sabrın faziletini anlatmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s); "Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür" (Buhârî, Cenâiz, 32) sözüyle bir felaketle ilk karşılaştığı zamandaki sabrın önemini vurgulamıştır.

Cenabı Allah Kuran-ı Kerimde sabr-ı cemili (güzel sabır) emretmektedir. (Yusuf 18). Rasulullah (s.a.s) Sabr-ı cemil şikâyet edilmeyen sabırdır” buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim'in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir. Sabrın gayesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir.

Müminler, çoğu zaman sırf inandıkları için Allah düşmanlarının zulüm ve kötülüklerine hedef olurlar; çeşitli işkencelere uğrar, onlarla savaşmak zorunda kalırlar. İşte bu durumda sabır, müminin güç kaynağı, imanının koruyucusudur.

İbadetlerin nefsimize ağır gelen yönleri de sabırla hafifler. Böylece huzur içinde günde beş vakit namaz kılar, sıcak yaz günlerinde hiçbir sıkıntı duymadan oruç tutarız. Diğer ibadetler ve ahlâkî davranışlarda böyledir. Aşağıdaki ayetler bunu göstermektedir:

"Her kim sabreder ve suç bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir" (eş-Şurâ, 42/43); "İçinizden mücahitleri ve sabredenleri belirtelim diye sizleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de denetleriz” (Muhammed 31).

Çoğu zaman insan nefsine uyar; Allah Teâlâ'nın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak ona zor gelir, nefse hoş gelen fena arzularını tatmin etmek ister, iyilik ve faziletlerden kaçınır. Meselâ; cebindeki parasını eğlence ve zevkleri için harcamak, bir yoksula vermekten daha hoş gelir. Bir çocuk için oyun oynamak, ders çalışmaktan daha ilgi çekici görünür. Gezip tozmak, çalışıp kazanmaya tercih edilir.

İşte bu durumda, insanın, kendisine zor gelse bile, iyi olanı, faydalı olanı seçmesi, sabır ve tahammülle onu yerine getirmeye çalışması çok güzel bir davranıştır.

Ayrıca insanlar hayat boyunca, bolluk veya yokluk içinde kalabilir, sağlıklı iken hastalanır, sel, deprem, yangın gibi felâketlerle karşılaşabilir; bütün bu durumlarda insanın en büyük dayanağı sabırdır. Cenabı Hak bu konuda şöyle buyurmuştur: "Doğrusu kim Allah'tan korkar ve düştüğü felâkete sabrederse; muhakkak ki Allah iyilik edenlerin mükafatı boşa, çıkarmaz" (Yusuf 90).

Peygamberler sabrın en büyük örnekleridir. Çünkü onlar bütün güçlükleri sabırla karşılamışlardır. Dileğimiz Allah (c.c.)'ın bizi, "belâlarına çok sabreden ve nimetlerine çok şükreden" kullarından eylemesi olmalıdır (İbrahim 5).

Ayrıca Cenabı Hak şöyle buyuruyor:

"Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele" (el-Bakara 155).

Bu ve benzeri ayetlerden Allah Teâlâ'nın insanları çeşitli sıkıntılara uğratarak imtihan ettiğini ve bu imtihanı sabredenlerin kazandığım öğreniyoruz.

Sabırla bütün zorluklar halledilmekte, her türlü engel aşılmaktadır. Onun için atalarımız: Sabırla koruk, helva olur" demişlerdir.»[55]

DİNDAR ZORLUĞU OMUZLAYAN, KOLAYLIĞA İSE SONRASINDA ULAŞANDIR.

Mümin, Mevla’sının desteklemesi[56] ve kolaylaştırması[57] sayesinde zoru başarandır.

Ozanca Bal Meal Muhammed 7.                             

Müminler! Yardım ederseniz Allah’(ın dinin)e,[58]                          

(Allah da) yardım eder siz[lerden böylelerin]e.[59]

Ayaklarını da sabit tutar; [sağlam bastırır sırat köprüsüne].

Şu Soruları Sorarak Mevzumuzu Vuzuha Kavuşturalım:

Hz. İbrahim’in ateşte yakılmayı göze alması kolay mıydı? 21/68-69. 26/69-77. 29/16-24. 37/83-98.

Yine Hz. İbrahim’in oğlunu bıçak altına yatırması kolay mıydı? 37/99-110

Hz. Nuh’un oğlunu boğulmaktan kurtaramaması kolay mıydı? 11/42-47

Ashâb-ı Kehf’in, mağaraya sığınmaları kolay mıydı? 18/9-20

Hz. Lut için yurdundan kovulma girişimi kolay mıydı? 7/80-82

Hz. Meryem’in, zina iftirasıyla suçlanması kolay mıydı? 19/27-28

Hz. Musa ile Hz. Harun’un Firavun’a karşı çıkması kolay mıydı? [60] 20/42-46

Ashâb-ı Uhdûd’un ateş dolu çukurlarda yakılması kolay mıydı? 85/1-8

Sürgününün ve ölümünün tasarlanması, Efendimiz için kolay mıydı? 8/30. 9/13

İMAN EDİLECEK, FİTNE / ÇİLE ÇEKİLECEK SONRA RAHATA ERİLECEKTİR.

Ozanca Bal Meal Ankebût 2-3

2.           

Sırf “iman ettik” demekle insanlar,

Hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sanırlar? 75/36

3.           

Ant olsun, fitneledik / sınadık biz kendilerinden öncekileri; 2/214.  3/142, 179. 9/16. 23/115,

[Böylece] bilecek / seçip ayıracak Allah, doğrular ile eğrileri. Bkz. 29/11

4.           

Yoksa (inandık dedikleri halde yine)[61] kötülük yapanlar,          

Bizi atlatabileceklerini / kandırabileceklerini mi sandılar? (2/8. 27/82. 29/10)                  

Ne berbat hüküm veriyor / ne kötü akıl yürütüyorlar.[62]

«Fitne (fetn, fütûn), sözlükte “değerli madenleri saf olup olmadıklarını tespit etmek amacıyla ateşte eritmek” demektir. Mastar olarak nimet veya sıkıntı ile denemektir. Kur’an’da genellikle “insanın isyan veya sabrını ölçmeye yönelik her tür ilâhî imtihan” anlamına gelmektedir.»[63]

«Fitne kelimesi, sözlükte “altın ve gümüş gibi değerli madenleri saflığını anlamak için ateşte eritmek” manasına gelen fetn (fütûn) kökünden türemiştir. İmtihan etmek, iyi veya kötü şeylerle denemektir. Maddî ve manevi sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etmektir.

Fitnenin, “inanç uğruna maruz kalınan ağır işkence” anlamında kullanımı da oldukça yaygındır (meselâ bk. Câhiz, s. 29, 30, 32, 40).

İbn Manzûr da fitne için, “insanın isyankârlığını olduğu kadar sabır ve metanetini de ortaya koyup sonuçta Allah’ın mükâfatına nail olmasına fırsat veren imtihan” şeklinde bir açıklamaktadır.

Fitnenin Kur’an’da başlıca şu manalara geldiği görülür:

Sınama / belâlar / çetin imtihanlar: (el-Bakara 2/102; Tâhâ 20/40, 85, 90, 131).

Müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları ve şirke döndürmeyi amaçlayan baskılar: (el-Bakara 2/191, 193, 217; en-Nisâ 4/91).

Sapıklık, sapma, saptırma: (el-Mâide 5/41, 49; es-Sâffât 37/162).

Azap, işkence, ateşe atma: (el-Ankebût 29/10; ez-Zâriyât 51/13, 14; el-Burûc 85/10).

Düşman saldırısı: (en-Nisâ 4/101).

Allah’ın kullarına farklı imkânlar vererek birbirlerine karşı niyet ve tutumlarını ortaya çıkarması: (el-En‘âm 6/53; el-Furkan 25/20; bk. Taberî, VII, 206-207; XVIII, 193-194).

Günah: (et-Tevbe 9/49).

Şeytanın hile ve tuzağı: (el-A‘râf 7/27).

Şeytanın zayıf ruhlu kişilere aşıladığı bâtıl inanç ve kuruntu: (el-Hac 22/53);

Taberî, Arap dilinde fitnenin asıl anlamının “deneme ve sınama”, özellikle de “ateşe atarak deneme” olduğunu hatırlatır ve öteki kullanımların temelde bu mana ile ilişkili bulunduğuna işaret eder. Deneme bazen, insanlar için daima bir risk taşıyan mal mülk, evlât, sağlık gibi nimet sayılan şeylerle olduğu gibi yokluk, hastalık, musibet, şeytan veya düşman tasallutu gibi sıkıntılarla da olmaktadır (Câmi?u’l-beyân, I, 461-462; XVI, 162, 196-197, 200, 235). Bu husus özellikle, “Sizi bir fitne olmak üzere şerle de hayırla da deneyip sınarız” mealindeki ayette (el-Enbiyâ 21/35) açıkça belirtilmiştir.

“İnsana bir hayır dokunursa pek memnun olur; bir de fitneye maruz kalırsa çehresi değişir -dinden yüz çevirir-” (el-Hac 22/11) ayetindeki fitne hayrın zıddı olup, Taberî’ye göre geçim sıkıntısı, musibet ve işkence gibi zorlukları ifade eder (Câmi?u’l-beyân, XVII, 122).

Fitne kavramının ifade ettiği deneme ve sınamanın çeşitli şekillerine Kur’an’da işaret edilmiştir. Fitne Allah tarafından kullarına yöneltilen bir imtihan olabilir. Allah, insanların iman ve ahlâktaki samimiyetlerini kanıtlamaları için bir imtihan olmak üzere onları hayırla da şerle de deneyip sınar (el-Enbiyâ 21/35). İnsanlar dünya hayatının geçici güzellikleriyle imtihan edilirler (Tâhâ 20/131). Mal ve evlât birer imtihan vasıtasıdır (el-Enfâl 8/28; et-Tegabün 64/15). Bol rızık veya genel olarak bir nimet de fitnedir (ez-Zümer 39/49; el-Cin 72/17). İnsanlar kederle (Tâhâ 20/40), çeşitli belâlarla da (et-Tevbe 9/126; el-Hac 22/11) imtihan edilirler. İnkarcıların Müslümanlara karşı olumsuz tavırları da Müslümanlar için bir fitnedir ki, böylece onların sabırları ve İslâm’a bağlılıkları denemeden geçirilmiş olur (el-Furkan 25/20).

Ayrıca Kur’an-ı Kerîm’de şeytanın hile ve tuzağı (el-A‘râf 7/27), şeytandan gelen bâtıl inanç ve kuruntu (el-Hac 22/53), Firavun’un Mûsâ’nın dinine girmelerini önlemek için kavmine işkence etmesi (Yûnus 10/83), düşmanların Müslümanlara saldırarak onları öldürmesi veya esir alması (en-Nisâ 4/101; bk. Taberî, V, 243), Yahudilerin, Hz. Peygamber’i Allah’a kulluktan uzaklaştırıp kendi isteklerine boyun eğdirmeye kalkışmaları (el-Mâide 5/49; bk. a.g.e., VI, 274) gibi olaylar fitne kelimesiyle ifade edilmiştir.

Kur’an’da “ashâbü’l-uhdûd” diye anılan müminler de inkarcılar tarafından ateşe atılmak suretiyle işkenceye tâbi tutulmuş ve fitneye maruz bırakılmıştır (el-Burûc 85/10).

Bazı ayetlerde, müşriklerin Müslümanları dinlerinden vazgeçirmek ve onları tekrar putperestliğe döndürmek maksadıyla giriştikleri yıkıcı faaliyetler, münafıkların farklı metotlarla da olsa aynı yöndeki girişimleri de fitne kavramıyla ifade edilmiştir (et-Tevbe 9/47-48; bk. a.g.e., X, 145-147). Bizzat Resul-i Ekrem bile Mekke’de iken bu amacı taşıyan bir fitneye mâruz bırakılmak istenmiştir (el-İsrâ 17/73; bk. a.g.e., XV, 129-130). Mekke döneminde yoğun baskılarla uygulanan bu fitne faaliyetleri hicretten sonra da bilhassa Medine dışındaki Müslüman kabilelere yönelik olarak sürdürülmüş, bunlardan bir kısmının putperestliğe dönmesine sebep olunmuştur (en-Nisâ 4/91; a.g.e., V, 201-202).»[64]

Netice olarak, dindarlık zorluktur ama ahirette faydası sayılamayacak kadar çoktur. Dinsizlik ise cidden kolaylıktır ancak gerçek hayatta hiçbir faydası yoktur.

Rabbimiz bizi dünyada zora koşuyor, devamlı antrenman yapmaya zorluyor. Neticesinde ahirette şampiyon olmamızı, altın madalyayı kazanmamızı arzuluyor.

BAŞKA YOLU YOK

Müslümanlar!

Zorlukları gönüllü üstleneceğiz

Güçlüklere sabredip direneceğiz

Şeytanı ne yapıp ne edip yeneceğiz

Kolaya ancak o vakit ereceğiz

Cennete ancak böyle gireceğiz.



[1] Tehzîbü’l-ahlâk, s. 106. Bkz. DİA, cilt: 35; sayfa: 338-339, [SABIR - Mustafa Çağrıcı]

[2] Çünkü eskiden beri şu genel kabul mevcuttur: «Âlimler arasında İslâm dininde insanları sıkıntıya sokma hedefi taşıyan hükümlerin mevcut olmadığı yönünde icmâ / ittifak oluşmuştur.» bkz. TDV, 29. cilt, 357-360. MEŞAKKAT

[3] Evet, istenen şey zorluğun yaşanması değildir. Ama hedef, zorlukların üstesinden gelinmesidir. Hedef, zorluklarla mücadele edilmesi / zorluklara sabredilmesi ve neticesinde cennetin elde edilmesidir.

[4] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2004 Ankara, 29. cilt, 357-360. MEŞAKKAT, Müellif: ŞÜKRÜ ÖZEN

[5] Bu yazının bütününün içinde şöyle bir cümle de mevcuttur: Hak din kolaylıktır, onda zahmet yoktur.

[6] Y Ü S R / K O L A Y L I K Bakara, 185; Kavram 123, Ahmet Kalkan

[7] TDV, cilt: 09; sayfa: 313, [DİN - Günay Tümer]

[8] Fe lev lâ in kuntum gayre medînîn (medînîne). Ozanca Bal Meal: “Eğer siz, bize hiçbir şekilde borçlu olmadığınıza inanıyorsanız,”

[9] ŞAMİL İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, 107-113, M. Beşir ERYARSOY

[10] DİA, cilt: 09; sayfa: 267, [DEYN - Mehmet Âkif Aydın]

[11] Vazife Ödev Zorunluluk Sorumluluk Sorumlu Misyon Amaç

[12] DİA, cilt: 09; sayfa: 314, [DİN - Günay Tümer]

[13] DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ, T.C. BAŞBAKANLIK DİYANET İSLERİ BAŞKANLIĞI

[14] Kıyamet Günü’nde azap görmenizi istemez. Bkz. 5/6: Allah, sizi [Kıyamet Günü’nde] zora sokmak istemiyor. Sizi tertemiz yapmayı ve üzerinizdeki nimetini tamamlamayı diliyor. (Nimet: 5/3, 20. 14/16. 33/9)

[15] Kıyamet Günü’nde cenneti kazanmanızı ister.

[16] Hasenat.net. KUR’AN SÖZLÜĞÜ: Allah'ın vadettiği güzel mükâfat: 92/6, 9. * Hüsnâ’yı / en güzel yeri / cenneti veririz: Talâk/4,7; Müddessir/10; İnşikâk/8; Leyl/7,10.

[17] Cennete girmesini emrederiz

[18] Bunlar eşlerinden dostlarından kaçmayacaklar.

[19] Mehmet Okuyan Meali: Kolay olanı (cennete gitmeyi) ona kolaylaştıracağız.

[20] (Sıtkı Gülle)

[21] «Rasûlüllah s.a.v. buyurdular: "İçki müptelâsı, günah yönüyle puta tapan gibidir." {Kütübi Sitte 6965}. Bir başka hadiste de: "Hamr, bütün ahlâksızlıkların anasıdır ve büyük günahların en büyüğüdür. [Çünkü] onu içen, annesine, teyzesine ve halasına saldırabilir" der.» {Kütüb-i Sitte, İbrahim Canan, 8/159-161}. * «Efendimiz, mümin kimsenin hamr kullanamayacağını söylemiş (Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1, Hudûd 1; Müslim, İmân 104), ayrıca şöyle buyurmuştur: “İçkiye düşkün olanlar, Cennete giremezler” (Nesâî, Eşribe 46; İbn-i Mâce, Eşribe 3; Müsned II, 203; Elbânî, Silsiletül-ehâdîsissahîha).» {Âyet ve Hadislerle Meâl, 1/399, not: 178}.

[22] «İçkinin fayda hanesine şunları yazmak mümkündür: Ticarî ve ekonomik getirilerinin bulunması ve kullanana geçici zevk vermesi.»  {Kur’an Yolu}. * «Şam’dan ucuza alınıp Hicaz’da yüksek kârla satılan şaraptan elde edilen gelir veya içki ve kumarın sağladığı geçici haz.» {DİA. Mustafa Baktır}.

[23] «İsm, “işleyene ceza gerektiren, insanı hayır ve sevaptan alıkoyan fiil veya bundan doğan sorumluluk” anlamına gelir (Ebü’l-Beka, s. 40).» {DİA, Adil Bebek}. * Hamr, yani aklı örten / dumura uğratan her şey bu ayetteki “ismün kebîrun” ibaresiyle kesin olarak yasaklanmıştır. Oysa bazı kişiler bu ayeti uyuşturucuları yasaklamaya başlayan ayetlerin ikincisi olarak kabul ederler ve bir kısım asılsız şeyler söylerler.

[24] Tevakku Sözlük

[25] İSLAM HUKUKU AÇISINDAN ŞANS OYUNLARI VE PİYANGO, YÜKSEK LİSANS TEZİ, ERZURUM – 2008

[26] Mustafa İslamoğlu Meali Açıklaması

[27] Süleymaniye Vakfı Meali Açıklaması

[28] Diyanet Vakfı Meali Açıklaması

[29] «İmam Şafii, “Ayetteki korku, Allah korkusu; açlık, Ramazan orucudur. Malın eksilmesi, zekât ve sadakalardır. Nefsin/bedenin eksilmesi hastalıklardır. Meyvelerin eksilmesi ise evlâtların ölümüdür” demiştir.» {Bahrul-Medîd, 1/483, İbn Acîbe, Ter: Dilaver Selvi}.

[30] (3/57. 4/114, 173. 16/97. 39/10. 41/8. 57/18)

[31] 1997 TDV İslâm Ansiklopedisi, 16. cilt, 528-531. HAVF Müellif: MUSTAFA KARA

[32] Riyazüs Salihin, Erkam Medya © islam&ihsan | 2013 - 2022

[33] Riyazüs Salihin, Erkam Medya © islam&ihsan | 2013 - 2022

[34] Şamil İslâm Ansiklopedisi

[35] «Ayetteki akabe kelimesi maddî yokuş değildir. Yapılması, insanın nefsinde büyük mücadele isteyen amelleri ifade eden mecazi anlamda kullanılmıştır.» {Kur’an-ı Kerîm Ansiklopedisi, I/19, Doç. Dr. Selahattin Polat, Tercüman Yayınları}

[36] «Bu ayetteki “bir boynu kölelik zincirinden kurtarmak” ifadesinin sadece köleyi hürriyetine kavuşturmak anlamına gelmediği, herkesin iyi ameller işleyip kötülüklerden sakınarak Allah’a tam manasıyla kulluk ederek kendini cehennem azabından kurtarmak anlamına da geldiği tefsirlerde belirtilmiştir.» {Kur’an-ı Kerîm Ansiklopedisi, I/19, Doç. Dr. Selahattin Polat, Tercüman Yayınları}

[37] Sarp yokuşa tırmanmayanlar: 76/24; 77/18, 19; 83/36; 91/14. İleriye atılmayanlar: 89/29, 30; 90/11

[38] H. Uysal

[39] M. İslâmoğlu

[40] H. Uysal.

[41] Kur’an Yolu Tefsiri, Diyanet

[42] «“İbrahim'in makamı; her kim oraya girerse (tecavüzden) emin olur” ifadesi bir haber cümlesi ise, “İbrahim'in makamı (Mescid-i Haram)'na girip sığınan kimseyi artık emin bırakınız; ona tecavüz etmeyiniz” manasındadır.» {Talat Koçyiğit ve İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri}

[43] 1996 TDV İslâm Ansiklopedisi, 14. cilt, 397-399. Haccın Hikmeti. Müellif: TAHSİN GÖRGÜN

[44] 1996 TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 14. cilt, 389-397. Hacla İlgili Fıkhî Hükümler. Müellif: SALİM ÖĞÜT

[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/299-300.

[46] Allah’ın Kelâmı, 576, not: 4; Mehmet Türk

[47] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 5/297-298, İ. Canan

[48] ŞAMİL İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, Nureddin TURGAY

[49] «Sabır, şerefsizliğe katlanmak değil; güçlüklere göğüs germektir.» {Çağımızın Kur’an Bilgisi, 2/464, M. Sadeddin Evrin, Ankara 1973}.

[50] Hasenat.net. Diyanet - Kuran Yolu - BAKARA SURESİ - 2.45

[51] Hasenat.net. Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - BAKARA SURESİ - 2.45

[52] Hasenat.net. Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - BAKARA SURESİ - 2.45

[53] Diyanet İşleri Meali (Yeni)

[54] DİA, cilt: 35; sayfa: 338-339, [SABIR - Mustafa Çağrıcı]

[55] Şamil İA

[56] İN TENSURULLÂHE YENSURKÜM

[57] BİR ADIM ATANA ON ADIM HİDAYET ETMEK VE AYAĞINI DİNDE SABİTLEMEK

[58] (S. Ateş)

[59] Allah’a yardım ederseniz siz [ilk önce], “Allah da size yardım eder [zamanı gelince].”

[60] Mehmet Çoban Meali: Tâhâ 26. "Görevimin zorluğunu biliyorum. Yıllarca Firavun kavminin arasında kaldım. Onların nasıl zorba bir topluluk olduğunu bilirim. Bana işimi kolaylaştır"

[61] (M. İslâmoğlu)

[62] M. İslâmoğlu

[63]  Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi 1996, 13. cilt, 149-153. FİTEN ve MELÂHİM, Müellif: İLYAS ÇELEBİ

[64] TDV İslâm Ansiklopedisi 1996, 13. cilt, 156-159. FİTNE, Müellif: MUSTAFA ÇAĞRICI