Yâsîn Suresi 18-19. Uçtu Uçtu Kuş Uçtu

21.06.2024 / Din

Konumuz, TI, YE ve RI harfleriyle yazılan tayr [dayr ve dâir] kelimesi üzerine olacaktır.

Ama önce, konumuzla ilgili literatürde yer alan ulaşabildiğimiz bazı bilgiler sunulacaktır:

Yâsîn Suresi 18-19. Uçtu Uçtu Kuş Uçtu

En Eski Kâhinler: Hitit Falcıları

Dr. Öğretim üyesi, Nursel Aslantürk Çankırı Karatekin Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı, Hititolog

Hititler, insanların başlarına gelen bütün felaketlerden, hastalıklardan, salgınlardan da tanrıları sorumlu tutar fakat bu felaketlerden de tanrılarını hoşnut ederek kurtulacaklarına inanırlardı. İşte, bundan dolayı da Hititler, tanrılarının isteklerini ve öfkelerinin nedenlerini öğrenmek için fala başvururlardı.

Kuş Falı

Anadolu kökenli kuş falı (MUŠEN: Muşen) Hititlerin en çok kullandığı fallardandı. Bu fal türünde özel olarak yetiştirilen fal kuşları kullanılırdı. Hitit metinlerinden, fal kuşlarının göçmen kuşları olduğunu ve bunların sayılarının kırkın üzerinde olduğunu öğreniyoruz. Ancak bu kuşların yanı sıra kartalların da fal kuşları arasında olduğunu yine metinlerden biliyoruz. Hitit fal metinlerinden bu falın LÚMUŠEN. DÙ (LU MUŞEN DU: Kuş uçuşunu izleyen kişi, fal esnasında, kâhin) veya LÚIGI.MUŠEN (LU IGI MUŞEN: Kuş bakıcısı, kâhin) tarafından uygulandığını öğrenmekteyiz. Falın uygulama şekline gelecek olursak: Kuş bakıcıları, kuşların konakladıkları, dağ, ırmak gibi yerlere giderek kuşların hareketlerini izlemiştir. Kuşların uçuşları, havalanmaları, havada karşılaşmaları, yere konmaları, gözlem alanının belirli bir yerine gidip gelmeleri, gagaları ve kanat çırpmaları bu hareketlerden yalnızca birkaçıdır. Falın sonuçları krala mektup veya habercilerle bildirilirdi. Bu fal türüne ait teknik terimler de vardır. Ancak bu terimlerin anlamlarını henüz tam olarak bilemiyoruz. Bu falı Hititlerin uyguladıkları diğer fallardan ayıran en önemli özellik uygulayan kişinin adının; falın sonunda belirtilmesi. Anadolu kökenli olan yani tamamen yerli olan bu kuş falının Etrüskler aracılığıyla da İtalya’ya kadar yayıldığı biliniyor. Hitit metinlerden kuş falına örnek olarak aşağıdaki pasajı verebiliriz: “Majesteleri seferden geri döndüklerinde tanrıların ayinlerini kutlayacaktır. Kral ve kraliçe Hattuşa’da kışlayacaklar; kral ve kraliçe, Halep kenti Fırtına Tanrısı’nın Şimşek Bayramı’nı orada Hattuşa’da kutlayacaklardır. (Ayrıca) Yıl Bayramı’nı da orada kutlamak istiyorlar. Bereket kuşlarını orada toplayacaklar. Çiğdem vakti geldiğinde, tanrılara çiğdem (çiçeği) koyacaklar. Ey tanrılar! Hattuşa kentini, kral ve kraliçe için Halep kentinin Fırtına Tanrısı’nın (Fırtına Bayramı’nı kutlamak ve) kışı geçirmek için kayıtsız şartsız uygun buluyorsanız, kral ve kraliçenin başına gelebilecek ölüm (veya) ciddi hastalıktan endişe etmememiz gerekiyorsa (ve) eğer kötülük ta oraya kadar yayılmayacaksa, ey tanrılar, Hattuşa’yı kral ve kraliçe için Halep kenti Fırtına Tanrısı’nın (Fırtına Bayramı’nı kutlamak üzere) kışlamaları için uygun buluyorsanız, (bu durumu) üçüncü günün büyü kuşları tespit etsinler. Kartal kalkıp uçtu; gagasını ileriye doğru tutuyor. Harrani kuşu (ise) yerde ve gagasını ters çevirmiş. Aliliya kuşu iyi parselden çıktı ve öteye doğru gitti. Arşintati kuşu uçarak yolun ötesine (geçti). Aramnanza kuşu öte tarafa doğru geçti. İkinci günde zaurlitinzi kuşu ...’den kartal ise ön taraftan iyi parselden geldi ve gitti. Bir tilki koşarak öteye doğru, yolun öte tarafına geçti gitti. Üçüncü günde aliliya kuşu öte tarafa doğru gitti; ama kartal dolaşmakta, gagası öteye dönük. Bir büyü yaptık aliliya kuşu iyi parselden çıktı ve gitti. Pattarpahi kuşu dolaşmakta, arrarani kuşu yolun ötesinde kanat çırparak öte tarafa gitti. (Kuş falcıları) piyatarhu ve GE6.ŠEŠ şöyle (yorumlarlar): (Kuşlar) olumlu işaret verdiler!”

Sonucunun tam olarak olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğu tespit edilemeyen yine bir başka kuş falı: “Kuş bakıcısının fal sorusu: Aynı (daha önce yapılmış faldaki gibi). Kuşlar falla saptansınlar. Huşa kuşunun TAR-uan hareketini gördük ve o iyice öne geldi. Ve o iki defa gitti. Şaluvaya kuşunu kıyı boyunca gördük. Onlar tekrar iyice yükseldiler ve uzaklaştılar; fal ile belirlendi.”

Burada hemen belirtmek gerekirse metinde geçen kuşların türünü bilemiyoruz. Fal sorusunu da ne yazık ki öğrenemiyoruz.

Hurri Kuşu Falı

Üçüncüsü ise Hitit metinlerinde MUŠEN HURRI (muşen hurri) olarak geçen hurri kuşu falıdır. Hitit metinlerinde LÚHAL (LU HAL) veya LÚAZU (LU AZU) olarak geçen kâhin tarafından uygulanan bu fal, MUŠEN HURRI (muşen hurri) denilen kuş türüyle yapılırdı. Bu falda kahinler yakaladıkları hurri kuşlarının iç organlarına bakıyorlardı. Hurri kuşunun ise bugün toy kuşu olduğu düşünülüyor. Hurri kökenli olan MUŠEN HURRI (muşen hurri) falının Mari metinlerinde de geçmesinden dolayı kökeninin Suriye olduğu sanılıyor. Dolayısıyla Hititler bu fal türünü eski Yakındoğu’nun gizemli bir uygarlığı olan Hurrilerden almışlardı. Belirtelim ki bu fal kuş falıyla karıştırılmamalı.»[1]

Bin Tanrılı Halkta Falcılık. Damla Koç

«Fal kelimesi etimolojik olarak Arapça Fa’l kelimesinden gelmektedir. Arapça anlamı “iyiye yorulan alamet” iken birçok dile benzer şekilde geleceğe dair farklı materyaller kullanarak iyi kötü haber almak” olarak geçmiştir. Fala dair bilinen en eski metin Irk Bitig adlı bir kitaptır. Kaliteli Çin kâğıdı üzerine yazılıp çok sağlam tutkalla birleştirildiğinden günümüze kadar korunmuştur. 114 sayfalık yazmanın 101. sayfasında kitabın adı açık bir şekilde Irk (Fal) Bitig (Kitabı) olarak geçmektedir.

Kuş Falı

40 kadar göçmen kuşun hareketlerinin gözlemlenip yorumlanmasına dayanmaktadır. Esasen Anadolu kökenli bir fal olup Etrüskler sayesinde İtalya’ya kadar yayılmıştır. Kuş falı bakan rahiplerin Kızılırmak ve Yeşilırmak vadisi, Bafra, Ceyhan, Seyhan ve Göksu deltasına giderek kuş gözlemlediği bilinmektedir.»[2]

FAL. Müellif: MEHMET AYDIN

Fal, çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatıdır.

Arapçada fâl (fe’l) “uğur ve uğurlu şeyleri gösteren simge” anlamına gelir. Batı dillerinde umumiyetle “gelecekten haber verme (kehanet)” anlamındaki Grekçe manteia (İngilizce’de mancy, Fransızca’da mancie) ekiyle yapılan ve fal türlerine göre değişen kelimeler kullanılmaktadır (geomancy = toprak falı; ornithomancy = kuş falı gibi).

Falda çeşitli araçlar ve teknikler kullanılmakta, buna göre de değişik fal türleri ortaya çıkmaktadır. Tarihin muhtelif devirlerinde çeşitli kültürlerde bilinen ve uygulanan başlıca fal türlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

Yıldız falı (horoscopy). İnsanın doğduğu günü dikkate alarak o günkü göğün durumu, yıldızların konumu ve insan üzerindeki etkilerinden hareketle onun kaderi hakkında yorum yapma işidir. Falın bu çeşidi, yıldızların konum ve tesirlerini inceleyerek insanın kaderini önceden bilmeyi amaçlayan astrolojiyle yakından ilgilidir.

El falı (chiromancy). Eldeki çizgilerden kişinin geleceğini okuma işidir.

Kuş falı (ornithomancy). Kuşların uçuş şekli ve seslerinden bir anlam çıkarmak suretiyle gelecek hakkında bilgi verme işidir.

Kâğıt falı (cartomancy). Üzerinde çeşitli şekil ve semboller bulunan kâğıtların muhtelif tekniklere göre açılıp dağıtılması ile ortaya çıkan sonucun yorumlanması işidir (iskambil ve tarot falı gibi).

İç organlar falı (haruspicy, aruspice, extispicine). Bazı hayvanların iç organlarına bakarak yorum yapma işidir (Karaciğer falı [hepatoscopie], bağırsak falı [extaspicy] gibi).

Kum (toprak) falı (geomancy). Kum, toprak, toz ve çakıl taşları ile tesadüfen tesbit edilen belli noktalar ve bunların şekilleri üzerine yapılan yorumdan ibarettir.

Zar falı (lithomancy). Taşlarla veya zarla yapılan faldır.

Kitap falı. Belli bir dilek ve niyetle bilhassa kutsal kitapları açıp bulunulan yerdeki ifadeleri yorumlama işidir.

Falın bunların dışında ateş falı (pyromancy), su falı (hydromancy), rüya yorumu (oneiromancy), astrolojik güçlerle etkilendiği söylenen vücut şekilleriyle ilgili fal (morphoscopy), başın şekline göre yapılan fal (phrenology), matematik uygunluklar falı (numerology), kura çekmek suretiyle yapılan fal (sortilege), çay falı (tasseography), kahve falı gibi fal türleri de vardır.

Hititler’de kullanılan başlıca fal çeşitleri talih falı (kin), kuşların uçuş falı (mušen), et falı (kuš), kızıl keklik falı idi (mušen hurri) (Dinçol, s. 6-10).

Eski Yunan’da rahiplerin yanında, gaipten haber vermekten ziyade gelecek için öğütlerde bulunma ve tanrıların isteklerini öğrenme niteliğine sahip “mantis” adını taşıyan kâhinler vardı. Bunlar Tanrı’nın isteklerini öğrenebilmek için başka usullere başvurmakla birlikte en çok kuşların uçuş tarzını inceleyerek yorumlar yaparlardı. (a.g.e., s. 222).

Manevi varlıklar ve beşerî olmayan yaratıklar tarafından gönderilen haberleri alma maksadı taşıyan falın (augury) eski Yunan ve Roma’daki klasik şekli kuşların uçuşunun tanrıların yönetiminde olduğu, ancak falcılarda da bir şifresinin bulunduğu inancına dayanır. Bütün diğer gizli haberler de “augurium” kelimesiyle ifade edilmiştir. Kuşların uçuşları, çığlıkları ve davranışları, Hint-Avrupa kavimlerinde olduğu gibi Yunan ve Romalılarda da uğur-uğursuzluk sebebi olarak görülmüştür. Bu husus Aristo’nun kuşlarla ilgili komedisinden de anlaşılmaktadır.

Eski Roma’da çok önemli bir rahip koleji vardı. Kuşların hareketlerini takip ederek onların verdiği işaretlerden dinî, dünyevî kararlar çıkaran rahipler, devlet memurlarının herhangi bir konuda ne yapmaları gerektiğini tavsiye edebiliyorlardı. Bu işleri “Libri Augurales” denilen kutsal prensipler düzenliyordu. Kuş falı ayinini ayrıntılarıyla tasvir eden çok sayıda Grek ve Latin metni vardır. Siyasî, askerî, dinî işlerle ilgili tanrıların tercihine delâlet eden işaretler bu falın malzemesidir. Kuş falı ayininin icrası esnasında rahip seçtiği kelimelerin vurgularına özen gösterir, böylece onun Tanrı ile insan arasındaki iletişimi sağladığına inanılırdı.

Uğurlu sayılanları yanında ölüm habercisi gözüyle bakılan güvercin ve baykuş Hindistan’da da kuş falı bakımından önemliydi.

Kilise literatüründe kâhin ve falcılara şu adlar verilmiştir:

Incantator. Kelimelerle kehanette bulunup hastaları iyi eder, ölenleri kutsar veya onlara beddua eder, hava şartlarını yönlendirir.

Arioli. Bir idolün etrafında dönerek mesleğini icra eder.

Aruspice. Bunlar kürek kemiği veya kümes hayvanlarının göğüs kemiklerini kullanarak falcılık yaparlardı.

Augure. Kuşların uçuş yönlerine göre fala bakardı.

Astrolog, genethliaci, mathematici. Yıldızlara bakarak falcılık yaparlardı.

Sortilegi. Kutsal metinden rastgele bir sayfa açıp fala bakardı.»[3]

UĞURSUZLUK. Müellif: İLYAS ÇELEBİ

«Sözlükte “işlerin ters gitmesine yol açtığına inanılan nesne, olay, fiil ve durum” anlamına gelen uğursuzluk kelimesi, “gören ve işiten kişinin nefret duyup reddettiği şey” demektir. Uğur ise insana mutluluk, iyilik ve şans getireceğine inanılan durumdur. Uğursuzluk, “insan ve hayvanlarla diğer bazı nesnelerin hareket, ses ve duruşlarını uğursuz sayma” şeklinde de tanımlanır.

Uğursuzluk bağlamında güvercin, karga, baykuş ve hüthüt gibi kuşların uçuşundan anlam çıkarma anlayışı çok eski bir geçmişe sahip olup Bâbil ve Mısırlılar gibi Yahudi ve Hristiyanlarda da mevcuttu. Cahiliye Arapları kuşların yanı sıra bir kısım özellikler taşıyan insanlarla kulağı yarık, boynuzu kırık hayvanları ve bazı sesleri de uğursuz kabul ederlerdi. Arapların başvurduğu yöntemlerin en yaygını kuş uçurtma şeklinde yapılanıydı. “İyâfetü’t-tayr” denilen bu yönteme göre sabahleyin evinden çıkan kişi uçan bir kuşun uçtuğu yöne göre o günkü işini yorumlardı. Kuş soldan sağa doğru uçarsa (sânih) uğurlu, sağdan sola doğru uçarsa (bârih) uğursuz sayılırdı. Uçan kuş görülmediği takdirde bir kuşu uçurmak suretiyle aynı işlem uygulanırdı (bk. İYÂFE).

Kur’an-ı Kerîm’de “tıyere” kavramı inkârcıların kendilerini haklı göstermek için başvurdukları bir bahane olarak zikredilir. Bu çerçevede Yasin suresinde (36/13-19) bir “karye” halkına (muhtemelen Antakya) gönderilen hak davetçileri (Taberî, XXII, 186-187) yaptıkları davete karşılık muhatapları tarafından yalancılıkla itham edilmiş ve uğursuzluk getirdikleri ileri sürülmüştür. Kur’an’da aynı mahiyette bir tepkiyi Hz. Sâlih’in kavmi Semûd ile (en-Neml 27/45-47) Hz. Mûsâ’nın muhatapları Firavun ve taraftarlarının (el-A‘râf 7/130-131) gösterdiği ifade edilmektedir.

Kur’an’da uğursuzluk telakkisinden menfi şekilde bahsedilmiştir. İnsanlar çevrelerinde gördükleri birtakım şeylerde ve tabiat olaylarında uğursuzluk bulunduğuna inanagelmiştir. Çağımızda da bu anlayışı benimsemiş pek çok kişiye rastlamak mümkündür. Ay ve güneş tutulması, köpeklerin uluması, baykuşun ötmesi, kedi ve köpeğin yürüyen bir kişinin önünden geçmesi, ayrıca merdiven altından geçmek, salı günü işe başlamak veya yola çıkmak, gece aynaya bakmak, tırnak kesmek vb. pek çok şeyde uğursuzluk bulunduğunun kabul edilmesi birer temelsiz inançtır. Kur’an-ı Kerîm’de açıkça beyan edildiği üzere Cenabı Hak fizik âlemin işleyişini kanunlara bağladığı gibi sosyal hayat için de kanun ve kurallar koymuştur. Canlı cansız bütün tabiat Allah’ın emir ve iradesi altındadır.»[4]

UĞURSUZLUK, Dinler Tarihi. Müellif: KÜRŞAT DEMİRCİ

Antropolojide bâtıl inançlar kapsamında görülen uğursuzluk kavramı insanların, hatta bazı durumlarda bütün varlıkların başına felâket getirdiğine inanılan birtakım olguları, olayları ve işaretleri ifade eder.

Tarihsel veriler bu inancın, insanla tabiat arasındaki ilişkinin animistik bir sebep-sonuç mantığı çerçevesinde örüldüğü tarih öncesi dönemlerden itibaren var olduğunu göstermektedir. Birtakım tabiat hadiseleri, hayvan veya insan hareketleri, bunların çeşitli görünümleri, gök cisimlerinin astrolojik durumları, şekiller, sayılar, renkler vb. pek çok fenomen eski çağlardan itibaren uğurlu-uğursuz diye iki kategoriye ayrılıp algılanmıştır. Bu anlayış kısmen dinî bir çerçeveye oturtulmuş ve genelde ilâhî güçlerin insanla iletişim kurma çabasının uzantısı olarak yorumlanmıştır.

Muhtemelen kâinatın veya tabiatın alışılmış düzenine aykırı görülen her fenomen uğursuz sayılmış veya tekin kabul edilmemiştir.

Tarihsel anlamda ortaya çıkış gerekçesi ne olursa olsun, antik dinlerde her uğursuzluğun ilâhî alanın ihmali veya ihlâli şeklinde vuku bulduğuna dair bir kabul vardır.

Kuşların uçuş yönü ve çıkardıkları seslerden yapılacak eylemin uğurlu veya uğursuzluğunun tespitini içeren kehanetler de yaygındı. Benzer örnekler İtalya’da Etrüskler, daha sonra Romalılar arasında yaygın biçimde uygulanmıştır. [5]

İYÂFE. Müellif: İLYAS ÇELEBİ

Cahiliye Araplarının kuş uçurmak veya iz sürmek suretiyle kehanette bulunma yöntemidir.

Sözlükte iyâfe “uğur tutmak amacıyla kuş uçurma; tiksindiği bir şeyi yiyip içmeme; su arama; öngörü sahibi olma” anlamlarına gelir. Ebû Amr kök harflerinin avf, Arap dilcilerinin çoğunluğu ise ayf olduğunu söylemektedir. Bu kökten türeyen âif de “herhangi bir yiyecekten tiksinen”, su arayan; öngörüsünde isabet eden; kehanette bulunan” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “ʿayf” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “ʿayf” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de geçmeyen kelimenin hadislerde âif ve iyâfe şekillerinde kullanıldığı görülür. Bir hadiste, Hz. İsmâil ile annesi Hâcer’in çölde su ararken Allah’ın lutfuyla zemzem suyuna kavuştukları, fışkırmasını seyrederken ondan içmek için havada dolaşan bir kuş gördükleri söylenmekte ve söz konusu kuş âif sıfatı ile nitelendirilmektedir (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 9). Mecdüddin İbnü’l-Esîr ve Ebû Ubeyde de Buhârî’de yer alan ifadelerin bu anlama geldiğine dikkat çekmişlerdir. Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde Medine halkının şehri terkedeceğini bildiren hadiste, geride yırtıcı hayvanlarla âiflerin (su arayan kuşlar) kalacağı anlatılmaktadır (III, 332, 341). Kabîsa b. Mehârik’ten gelen bir rivayette Hz. Peygamber, “İyâfe, tıyere ve tark büyü çeşitlerindendir” demiştir (Müsned, III, 477; V, 60; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 23). Burada “kehanet” anlamında kullanılan iyâfe için Ebû Dâvûd, “hattü’r-remil” karşılığını vermekte ve râvilerden Avf’ın da tarkı hattü’r-remil, iyâfeyi kuş uçurma şeklinde açıkladığını belirtmektedir. Ahmed b. Hanbel ise râvinin iyâfeye zecr, tarka hattü’r-remil dediğini kaydeder. İbnü’l-Manzûr âifin, Câhiliye dönemindeki anlamında değil “doğru tahminde bulunan kişi” anlamında kâhin karşılığında da kullanıldığını, zira Araplar’ın, maksadını edebî şekilde açıklayana “sâhir” dedikleri gibi öngördüğü zanda isabet edene de “kâhin” dediklerini belirtir (Lisânü’l-ʿArab, “ʿayf” md.).

Cahiliye şiirlerinde ve bazı kaynaklarda zaman zaman tıyere, zecr ve iyâfe kelimeleri birbirine yakın, hatta eşanlamda kullanılmışsa da aralarında fark vardır. Fahd’a göre tıyere ve zecr iyâfenin iki ayrı şeklidir (EI2 [İng.], IV, 290). Bazı âlimlere göre ise tıyere genel anlamda olup iyâfe (iyâfetü’t-tayr) ve zecr (zecrü’t-tayr) onun çeşitleridir. Bunların birincisinde kendiliğinden uçan, ikincisinde ise uçurulan bir kuşun hareketlerine bakarak anlam çıkarılır. Sabah evinden ayrılan kişi uçan bir kuşa bakar, eğer soldan sağa doğru uçuyorsa uğurlu sayıp tasarladığı işi yapar, sağdan sola doğru uçuyorsa aksini düşünüp işinden vazgeçerdi. Bazı âlimlere göre Cahiliye Arapları, tıyere tabirini ilk dönemlerde sadece kuşlarla sınırlı tutmamakta ve hem uğur hem de uğursuzluk için kullanmakta idiler. Daha sonraları tıyere sadece uğursuzluğa hasredilmiş ve işlemin yalnız kuş uçurulmasıyla ilgili olanına iyâfe, deve, at gibi başka hayvanlarla da yapılmasına zecr denilmiştir. Bazıları ise tıyereye başvururken sola doğru uçacağını anladığı kuşu kuş sesi ve hareketleriyle aksi istikamete yönlendirerek uğursuzluğu uğura çeviren kâhinlere zâcir demektedir (Cevâd Ali, VI, 788-798).

Câhiliye dönemi şairleri iyâfeyi çoğunlukla “kehanette bulunma” anlamında kullanmışlardır (Câhiz, III, 444-445, 458). Câhiz, o dönemde yaygın olmakla beraber iyâfenin gerçekliğine inanmayanların da bulunduğunu söyler (a.g.e., III, 449-450). Benî Esed ve Benî Leheb kabileleri içlerinden çıkan âiflerle meşhurdu. Bu hususta birçok kıssa anlatılmıştır (Kalkaşendî, I, 399). Meselâ Benî Esed’in iyâfedeki şöhretini duyan cinlerden bir topluluğun onlara gelerek kaybolan develerini bulmaları için kendilerinden bir âif istedikleri, Hz. Peygamber’in babasının iyâfe yoluyla fala bakan bir kadınla karşılaştığı ve onu bu işten vazgeçirmeye çalışmasına rağmen karşısındakinin ısrar ederek yolundan dönmediği anlatılmaktadır (Lisânü’l-ʿArab, “ʿavf” md.).

Taşköprizâde ve Kâtip Çelebi gibi ilim tarihiyle ilgilenen bazı âlimlere göre iyâfe, insanların ve deve gibi hayvanların izlerinden hareketle haklarında bilgi veren bir ilimdir. Araplar bu sayede yolunu şaşıran insanlara veya kaybolan hayvanlarına ulaşabiliyorlardı. Bu konunun uzmanı âifler gençlerle yaşlıların, sağlamlarla hastaların ve kadınlarla erkeklerin ayak izlerini birbirinden ayırabiliyorlardı. Kannevcî, kıyâfe ilminin “kıyâfetü’l-beşer” ve “kıyâfetü’l-eser” denilen iki kısımdan oluştuğunu, birincisinin insanların organlarını karşılaştırarak sonuca gittiğini, ikincisinin ise izlerinden istidlâlde bulunarak haklarında bilgi verdiğini ve kıyâfetü’l-eserin bir başka adının da “ilmü’l-iyâfe” olduğunu söylemektedir. Benî Müdlic ve Benî Leheb kabilelerinin âifleri bu hususta meşhurdu. Özellikle Resûl-i Ekrem’in soyundan gelenlere gösterilen hürmet dolayısıyla Benî Leheb âiflerinin tesbiti önemsenmiş, bu durum İslâmî dönemde kıyâfe ilminin gelişmesine yol açmıştır. Araplar birçok ilmi yabancılardan almış olmalarına karşılık sadece onlar arasında yayıldığı görülen bu ilmi kendileri bulmuş ve geliştirmiştir (Sıddîk Hasan Han, II, 436-437). Kaynaklarda, İmam Şâfiî ile Muhammed b. Hasan’ın özellikle kıyâfetü’l-beşer ilminde ünlü oldukları kaydedilmektedir.

Kuşların uçmasından anlam çıkararak bunu uğura veya uğursuzluğa yorma anlayışının temelinde, ölen insanların ruhlarının kuş şekline dönüşerek gökyüzünde dolaştığı inancı yatmaktadır. Hz. Peygamber iyâfe, tark ve tıyerenin büyü türü şeylerden ve asılsız olduklarını (Müsned, III, 477; V, 60; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 23) beyan ederek (Buhârî, “Ṭıb”, 19; Müslim, “Selâm”, 106-107) bunları yasaklamıştır (Ebû Dâvûd, “Eḍâḥî”, 21; Müsned, VI, 381). İz sürme şeklinde anlaşılan iyâfede ise âifin bilgisi, dikkatli bakışı, hâfıza gücü, feraseti, zekâsı söz konusudur ve insanlar arasında farklılıklar gösteren bu yetenekler eğitimle de geliştirilebilmektedir. Eğer bu usulü kullanan kişi gerçekten iyi niyetli biri ise yaptığının inanca taalluk eden bir yönü bulunmamaktadır; sadece başarılı olup olmadığı tartışılabilir.»[6]

Kuş ile İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları

Atasözleri

Alıcı kuşun ömrü az olur:

Başkalarına saldırmayı alışkanlık edinen kimsenin düşmanı çok olur.

Allah uçamayan kuşa alçacık dal verir:

Allah, yetenekleri kısıtlı olanlara durumlarına uygun bir yaşama düzeni verir.

Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş olmaz:

Kuşlar avlanmaktan kurtulamazlar, insanlar da çeşitli felaketlerle karşılaşabilirler.

Çay kuşu, çay taşı ile vurulur:

Her iş, ancak ve ancak o iş için gerekli araçla yapılabilir.

Garip kuşun yuvasını Allah yapar:

Garip ve kimsesiz kişiye Tanrı yardım eder.

Görgülü kuşlar gördüğünü işler, görmedik kuşlar ne görsün ki ne işler?

İyi eğitim alanlar aldıkları eğitimin gereğini yaparlar, iyi eğitim görmeyenler bir şey yapamazlar.

Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz:

Her zaman çıkar peşinde koşan kişi, tehlikelerden uzak kalamaz.

Her kuşun eti yenmez:

Herkes zorbalığa boyun eğmez, buna karşı gelecekler de çıkar.

Kanatsız kuş uçmaz:

Gereken koşullarla donanıp güçlenmeyen kişi amacına ulaşamaz.

Kış kışlığını, kuş kuşluğunu gösterir:

Her olay, her varlık özelliğini belli eder.

Kör kuşun yuvasını Allah yapar:

Garip ve kimsesiz kişiye Tanrı yardım eder.

Kuş kanadına kira istemez:

Kişi, kendi işi için zaten harcayacağı çabadan dolayı başkasından karşılık beklemez.

Kuş mu konduracak?

Yapacağı şey görülmemiş bir sanat eseri mi olacak?

Kuş uçmaz, kervan geçmez:

Kimsenin uğramadığı ıssız ve sapa yer.

Kuş vardır eti yenir, kuş vardır et yedirilir:

Öyle kişiler vardır ki acımadan en ağır işte kullanılır, öyle kişiler de vardır ki iş gördürmek şöyle dursun onlara hizmet edilir.

Kuşa kafes lazım, boruya nefes:

Bir şeyden yararlanmak için kullanılacak araç, onun niteliğine uygun olmalıdır.

Kuşa süt nasip olsa anasından olurdu:

1) yaradılışı bir şeyden yararlanmasına elverişli olmayan kişi ne kadar çabalasa o şeyden yararlanamaz; 2) kişi en yakınından sağlayamadığı faydayı başkasından hiç sağlayamaz.

Kuşu kuşla avlarlar:

Elde edilmek istenen kimse, daha önce elde edilmiş kimse aracılığıyla tuzağa düşürülür.

Kutsuz kuşun yuvası doğan yanında olur:

Talihsiz kişi, her an kendisine saldıracak güçlü kimselerle yan yana bulunur.

Leyleği kuştan mı sayarsın, yazın gelir, kışın gider:

Sürekli olarak bir iş üzerinde durmayan, maymun iştahlı olan kişiye kimse güvenmez.

Sebepsiz kuş bile uçmaz: [başlarına gelen felaketlerin müsebbipleri kendileridir]

Kılavuz ve yardımcı olmadan hiçbir iş başarılamaz.

Tek kanatla kuş uçmaz: [ahireti ötelemek dünyayı zindana çevirmektir]

Gereken koşullarla donanıp güçlenmeyen kişi amacına ulaşamaz.

Uçan kuş aç kalmaz: [cennetin anahtarı sâlih / Allah’ın istediği amellerdir]

Yaşam kavgası vermeyi bilen ne yapar yapar rızkını çıkarır.

Yabancı kuşun başı kanadı[nın] altında olur:

Bir topluluğa yeni katılan kimseyi çevresi hemen aralarına almaz, o yüzden bir süre yabancılık çeker, onlardan uzak durur.

Yaralı kuşa kurşun sıkılmaz:

Birinin düşkünlüğünden yararlanarak ondan öç almak doğru değildir.

Yavru kuş, yuvada gördüğünü yapar:

Aile içinde edinilen görgü, eğitimin temelidir.

Yerde yatan yumurta, gökte uçan kuş olur:

Bugün beğenmediğiniz, kendisinde yetenek bulmadığınız çocuğun zamanla bilgisi, görgüsü artar, toplumda önemli bir yeri olur.

Yırtıcı kuşun ömrü az olur:

Başkalarına saldırmayı alışkanlık edinen kimsenin düşmanı çok olur, bu düşmanlar onun canına kıyarlar.

Yuvayı yapan dişi kuştur: [müsriflerin yuvası olmaz]

Evin kadını anlayışlı, idareci ve tutumlu olursa ancak o zaman evde dirlik düzenlik sağlanır.

Zeyrek kuş iki ayağından tutulur:

İşini hile ile yürüten kimse sonunda yakayı ele verir.

Her Kuşun Eti Yenmez:

Ana fikir: İşlerimizde başarı elde etmek için, kişileri tanımalıyız. İnsanların fizyolojik özellikleri aynı olmakla birlikte, güçleri, duygu ve düşünceleri farklı farklıdır. Onların bu farklılığı nedeniyle de değerleri değişiktir. Başkalarıyla ilişiklerimizde, bu ayrıcalıkları mutlaka göz önünde bulundurmalıyız. Kişilerin kendilerine özgü özelliklerini bilmek, onlarla nasıl bir ilişkide bulunabileceğimize, onlardan hangi ölçülerde yararlanabileceğimize ışık tutar; böyle olunca da daha kısa yoldan amaca ulaşmamıza ve olumlu ilişikler kurmamıza yol açar. Aksi halde, işlerimizden olumlu sonuç almamız beklenemez.

Deyimler

Ağzıyla kuş tutsa...:

“Ne yapsa ne kadar çaba ve ustalık gösterse” anlamında kullanılan bir söz: “Aktör, o her günkü pırtısını giyip de sahneye çıkarsa, ağzıyla kuş tutsa seyirciye Demirhane Müdürü olduğunu yutturamaz.” -S. F. Abasıyanık.

Başına devlet (talih) kuşu konmak:

Beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek.

Bendeniz cennet kuşu:

Alay kendini tanıtırken kullanılan bir: Bendeniz cennet kuşu Tahir.

Bir kuşsütü eksik:

Her türlü yiyecek var.

Bir taşla iki kuş vurmak: [Ahireti umarak dünyayı da kurtarmak]

Bir davranışla birden çok yararlı sonuca ulaşmak.

Deve kuşu gibi başını kuma sokmak (gömmek):

1) bir tehlike, bir olay karşısında yararlı olmayacağı apaçık ortada olan kaçamak bir yola sapmak; 2) başkalarını aldattığını sanarak kendisini aldatmak.

Deve kuşu gibi (yüke gelince kuş, uçmaya gelince deve):

Uygun şartlarda terslik çıkaran.

Deve kuşuluk etmek: [Hak ve Hakikatlere karşı körelmek]

Deve kuşu gibi başını kuma sokup gerçeklerden uzak duracağını sanmak: “Bu harekete sadece şımarık gözü ile bakmak deve kuşuluk etmek olur.” -H. Taner.

İnsan kuş misali: [Dünyada kalıcı değiliz, uçup gidiciyiz]

Uzakça bir yere gidildiğinde söylenen bir söz.

Kargadan başka kuş tanımamak:

Bildiğinden veya öğrendiğinden kesinlikle şaşmamak.

Kukumav kuşu gibi düşünüp durmak:

Çok üzüntülü bir durumda düşünmek.

Kukumav kuşu gibi:

Tek başına, kimsesiz: “Çıkmış, kukumav gibi oraya tünemiş!” -A. İlhan.

Kuş gibi çırpınmak:

Çaresizlik içinde telaşlı davranmak: “Sokağa çıkmak, çocukların arasına karışmak için pencerede, kafeste kuş gibi çırpınırım.” -R. N. Güntekin.

Kuş gibi:

1) çok hafif; 2) çabuk iş gören, eline ayağına çabuk.

Kuş gibi (kadar) yemek:

Çok az yemek.

Kuş gibi uçup gitmek (uçmak):

1) çok kısa süren bir hastalıkla ölmek; 2) çok kısa sürmek, geçmek: “Baktım seneler kuş gibi uçuyor / Baktım sonum bir avuç toprak” -B. Necatigil.

Kuş kadar canı olmak: [İnsan Tanrı karşısında çok acizdir ama pek isyankârdır]

Küçük, cılız, güçsüz bir yaratık olmak: “Kaç gündür helak oluyor fukara, biraz dinlensin; kuş kadar canı var, temelli eriyip bitecek!” -A. İlhan.

Kuş kafesi gibi:

Ufak ve güzel (yapı).

Kuş kanadıyla gitmek:

Çok hızlı gitmek.

Kuş tüyü gibi:

Çok yumuşak (oturacak, yatacak yer).

Kuş uçurmamak:

Hiçbir şeyin veya kimsenin kaçmasına, geçmesine imkân vermemek:

“Zavallının yanına kimseyi sokmaz, bağından, bahçesinden kuş uçurmazmış.” -F. R. Atay.

Kuşa benzemek (dönmek):

Bir şey düzeltilmek istenirken komik veya biçimsiz bir duruma gelmek.

Kuşsütü ile beslemek:

Eksiksiz, özenle beslemek.

Kuşun kanadıyla haber salmak:

En hızlı bir biçimde haber vermek: “Görürseniz, duyarsanız kuşun kanadıyla haber salın demedik mi?” -M. İzgü.

Uçan kuşa borcu olmak:

Pek çok kişiye borçlu olmak: “Ben kimsenin hususi hayatına karışmayı asla sevmem ama şu Şahin Paşa, uçan kuşa borcu olduğunu herkes bilirken nasıl oluyor da kumarda bu kadar para kaybediyor.” -A. Ş. Hisar.

Uçan kuştan medet ummak:

Çok sıkıntıda kalıp en ufak bir yardımın herhangi bir yerden gelmesini beklemek, sıkıntılı bir durumdan kurtulmak için her türlü çareye başvurmak: “O birkaç gün içinde uçan kuştan medet umdum.” -R. N. Güntekin.

Üstüne kuş kondurmak:

Olağanüstü, o ana kadar görülmemiş bir şey yapmak: “Tahta döşetmek değil ya, üstüne bir de kuş kondurursan yine de burada oturulmaz.” -M. Ş. Esendal.[7]

TI, YE Ve RI Harfleriyle Yazılan Tayr [Dayr Ve Dâir] İçin Yapılan İzahlar:

Tedayyera:

«Tedayyera, (Min, Be ve Fî cer harfleri ile), uğursuz saymaktır. Kötümser / karamsar / pesimist olmaktır.»[8]

«Dâir (طَائِر), Havada uçan her kanatlıdır. Dâra-yedıyru, “uçtu, uçmaktadır” anlamındadır.»[9]

«Tâ’ir kelimesi, Arapçada kuş veya uçan şey demektir. Cahiliye döneminde Araplar, kuşun uçuş tarzına bakarak hayır şer yorum üretirlerdi. Kadim Arap kültüründe kuş ile kader-kısmet arasında da bir ilişki vardır.»[10]

«Tâir, tam sözcük karşılığı “kuş” ya da daha uygun bir ifadeyle “uçan şey / uçan yaratık”tır. İslam’dan önceki dönemlerde Araplar çoğu zaman kuşların uçuş tarzlarına, uçuş yönlerine bakarak olacaklar hakkında iyi ya da kötü anlamlar çıkarmaya, kısacası gelecek hakkında öngörüler, ön-yorumlar üretmeye çalıştıklarından tâir terimi zamanla deyimsel olarak “talih”, yahut iyi ya da kötü, ikisini de kapsamak üzere “kader” anlamında kullanılır olmuştur. Bununla birlikte, unutulmamalıdır ki, Kur’ânî “kader” kavramı, insan hayatına ilişkin haricî şartların ve olayların gidişinden çok, kişinin manevî / ahlaki tercihlerinin bir sonucu olarak bu hayatın izlediği yönü işaret eder, bir başka deyişle insanın manevî-ruhanî yazgısını ifade eder -ki bu da, Kur’an’da sıkça belirtildiği gibi, kişinin eğilimlerine, (ahlaken kötü olana karşı direnerek ya da tersine, iyi olana karşı bile-isteye ilgisiz kalarak) bilinçli tercihleriyle ortaya koyduğu tutum ve davranışlarına bağlıdır. Dolayısıyla, insanın manevî-ruhanî yazgısı (ya da kaderi) kendisine bağlıdır; kişiliğin genel gidişiyle ayrılmaz biçimde bağlantılıdır.»[11]

«Tâir, “uçan varlık” anlamına gelir. Aynı kökten türetilen tayr, “kuş” türünün ortak adıdır. İslâm öncesi Arap toplumu, bir şey yapmaya niyetlendiklerinde kuş uçururlar, o kuşun sağa-sola ya da yukarı-aşağı uçuşuna göre anlamlar çıkarırlardı. Bu işleme, kader ve kısmeti belirlemek ve geleceği okumak için başvururlardı (Râzî). Bu uygulamada kullanılan aracın adı ya da niteliği (tâir, tetayyur, tıyera) daha sonra “şans, talih, uğur, kader ve kısmet” anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır. Ebu Ubeyde tâiri “nasip, pay” olarak açıklamıştır.» [12]

«Tetayyur ifadesi, “uğursuzluğa uğramak” anlamında kullanılan mecazi bir ifadedir. Bu mecazın aslı şudur. Cahiliye Arapları, bir iş yapacakları zaman Kâbe civarında bir kuş uçururlardı. Eğer kuş, sağ tarafa doğru uçarsa, o işin hayırlı, sol tarafa doğru uçarsa hayırsız olduğuna inanırlardı. Bu bâtıl inanç, “başına kuş konmak, şans kuşu, hatta başına kuş pislemek” ifadeleriyle günümüze kadar gelmiştir. Uğursuzluk açısından güvercin, karga, baykuş ve hüthüt gibi kuşların uçuşundan anlam çıkarma anlayışı eski bir geçmişe sahip olup Bâbil ve Mısırlılar gibi Yahudi ve Hristiyanlarda da mevcuttu. Cahiliye Arapları kuşların yanı sıra bir kısım özellikler taşıyan insanlarla kulağı yarık, boynuzu kırık hayvanları ve bazı sesleri de uğursuz kabul ederlerdi. Arapların başvurduğu yöntemlerin en yaygını kuş uçurma şeklinde yapılanıydı. Bu yönteme göre sabahleyin evinden çıkan kişi uçan bir kuşun uçtuğu yöne göre o günkü işini yorumlardı. Kuş soldan sağa doğru uçarsa uğurlu, sağdan sola doğru uçarsa uğursuz sayılırdı. Uçan kuş görülmediği takdirde bir kuşu uçurmak suretiyle aynı işlem uygulanırdı. Cahiliye inancına göre karga garipliğe, hüthüt kuşu ise hidayete delâlet ederdi. Hz. Peygamber (s.a.v) “hastalığın kendiliğinden bulaşmadığını, kuşun uçmasıyla uğursuzluk meydana gelmediğini, safer ayında veya baykuşun ötmesinde uğursuzluk aranamayacağını (Buhârî), İslâm’da uğursuzluk anlayışının bulunmadığını, daima iyimser ifadelerin kullanılması gerektiğini (Buhârî) söylemiş, kuşun uçuşundan geleceğe yönelik kötü sonuçlar çıkarmanın şirk sayıldığını” (Ebû Dâvûd) ısrarla vurgulamıştır. Bk. (İsrâ: 13, Neml: 47, Yasin: 19).»[13]

«Cahiliye döneminde insanlar kuş uçurarak bir şeyin kendileri için iyi mi kötü mü olacağına karar veriyorlardı. Ayet, bir benzetme ile kişinin başına ne geleceğini bilmesi için kuşunun hangi yöne gittiğine bakmasına gerek olmadığını, zira herkesin kuşunun kendi boynuna asıldığını söylemektedir. Bu kuş, insanın çalışıp çabalamasından, yaptıklarından başka bir şey değildir.»[14]

«A’râf 131’deki tetayyür, tayr (uçma) kelimesinden türetilmiş olup bir olayı, nesneyi veya kişiyi “uğursuz sayma” (teşe’üm, teşâüm) anlamına gelir. Câhiliye döneminde oldukça yaygın bulunan bir hurafeye göre bir kimse yolculuğa çıktığında ilk karşılaştığı bir kuşun, kendisine göre sağ tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu yolculuğu için uğurlu sayar, sol tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu da uğursuz kabul ederdi. Yolculuğa çıkana da “ale’t-tâiri’l-meymûn” (uğurlu kuşla karşılaş) diyerek iyi dilekte bulunurlardı. Böylece tetayyür ve tıyara kelimeleri aslında hem uğuru hem de uğursuzluğu ifade etmekle birlikte giderek sadece uğursuzluk anlamında kullanılmaya başlandı.» [15]

Arapçada Uğursuz Anlamına Gelen Kelimeler:

«Şü’mâ, Meş-ûm (Uğursuz, şanssız, meşum, talihsiz, bahtsız, başarısız, hayırsız, umut vadetmeyen, kötü, felaket getiren, felaket tellalı. Uğursuz, şanssız felaket habercisi, berbat, lânetli); Ne’âb (Uğursuz, karga gibi öten, çok gaklayan karga yavrusu); Menkûd (Uğursuz, karayazılı, üzgün, şanssız, dertli); Bêrih (Uğursuz); Dayruşşimêl (Uğursuz sayılan kuş); Sevvedel-ümûr (Aşırı derecede uğursuz saymak); Lâhûs Melhûs, melêhıys (Her şeye el koyan haris kişi, uğursuz, sıyırılmış, geri zekalı, sıyrılmış, her şeye el koyan haris kişi); Nehıs, Menhûs (Şanssız, bahtı kara, yazısı kötü, kısmetsiz, uğursuz, berbat); Leıyn, Mel-ûn (Lanetli, melun, kovulmuş, iğrenç, yezit, uğursuz, lanetlenmiş, dehşetli, berbat, kötü, kahrolası, menfur, reddedilmiş, şeytani, nefret dolu, can sıkıcı, korkuluk, sıkıntıya yol açan, herkesin lanetlediği); VeHıym çoğulu evHâm (Sağlığa zararlı, hazmı zor, tehlikeli, vahim, kötü sonlanan, uğursuz, faydasız, hayırsız, zararlı, kötü); Abûs (Asık suratlı, kederli, somurtkan, huysuz, çatık, kaşlarını çatan, yüzünü buruşturan, küskün, kızgın, öfkeli, ters, sert, aksi, suratsız ekşi yüzlü, çatık kaşlı, sert bakışlı, tavizsiz, katı mizaçlı, uğursuz); Ayyêf (Kuşların uçuşunda uğursuzluk belirtisi gören); Şekâvetün (Şanssızlık, sıkıntı, kötü kader, haylazlık, şeytanlık, kötü şans, muziplik, yaramazlık, bedbahtlık); Ademü tevfiyg (Kör şans, kör talih, ıskalama); Hazzu âsir (Kör şans, kör talih, kötü şans); Hazzun nehs (Kör şans, kör talih); Hazzun seyyi’ (Kör şans, kör talih); Sûül-hazzı (Kötü şans, şanssızlık, talihsizlik); Sûül beht (Kötü şans, şanssızlık; Âga alê yeûg (Kötü şans getirmek); Nêibetün (Dert, çile, şans vb için iniş-çıkış, musibet, felaket); Şegvetün (Kısmetsizlik, kötü şans, talihsiz, kadersiz, mutsuz, şans getirmeyen, kısmetsiz, bahtsız, uğursuz); Şegıyy (Mutsuz, kötü, şanssız, bedbaht, alçak, perişan, kötü adam, sefil, hergele, yaramaz, berbat, kerata, haydut, haylaz, çok mutsuz, mendebur, çete mensubu, eşkıya, durumu çok kötü olan); Mekruh (Aksilik, zahmet, talihsizlik, kötü, iğrenç, terslik, pis, bela, çirkin, musibet, şanssızlık, tiksindirici, nefret uyandırıcı, felaket, nefret verici, kaza, nahoş, tatsız, rahatsız edici, sevimsiz, hoş olmayan, güçlük, mekruh, sıkıntı); Sû’ (Kötülük, zarar, hasar, felaket, fenalık, kaza, bela, çirkinlik, ziyan, eziyet veren her şey, ayıp, kötü olma, kusur, şanssızlık, şer); Mihnetün (Zorluk, sıkıntı, musibet, çile, bela ile sınama, güçlük, bela, dert, felaket, facia, yıkım, afet, büyük sıkıntı, mihnet, aksilik, talih-sizlik, şanssızlık, terslik, zorlu sınama, ateşten gömlek); Mahzur (Tehlike, mahzurlu, netameli, sakıncalı, zorluk, aksilik, tehdit, talihsizlik, bela, şanssızlık, terslik, felaket, kaza, sıkıntı, dert, külfet, huzursuzluk, korunulan şey, tekin olmayan, güvenilmez, mahzur, sakınca, meşakkat, zahmet); Mülimmetün (Felaket, afet, belâ, musibet, mihnet, fâcia, kaza, yıkım, badire, şanssızlık, talihsizlik, sıkıntı, zorluk, güçlük); Nûbetün (Bela, felaket, dert, aksilik, talihsizlik, şanssızlık, terslik, kaza facia yıkım afet, rotasyon, musibet, dönem); Menkûb (Felaketzede, çileli, kazazede, afetzede, şanssız); Mühfig (Başarısız, şanssız); Müasserun (Kısmetsiz, ahmak, şanssız, aptal, şapşal); Sey-üddâli’ (Kısmetsiz, şanssız, bahtsız, talihsiz); Raybel menûn (Şanssızlık, musibetler, felaketler, belalar, şanssızlık, kötü şans, kaderin cilvesi).[16]

ARAPÇADA “UĞURSUZ” KELİMESİNİN BU KADAR KARŞILIĞI VARKEN, ALINTI YAPTIĞIMIZ SÖZLÜKTE “DAYR” KELİMESİNİN NEREDEYSE HİÇ GEÇMEMESİ HAYLİ MANİDARDIR. BUNA RAĞMEN MÜFESSİRLERİN EKSERİSİNİN “DAYR” KELİMESİNİN AÇIKLAMASI OLARAK “UĞURSUZLUK” İFADESİNİ SEÇMESİ İSE PEK ENTERESANDIR.

ELİME GEÇEN KUŞU / FIRSATI KAÇIRDIM.

AYAĞIMA KADAR GELEN KISMETİ BİR ANDA ELİMDEN UÇURDUM.

KUŞUMUZ / KIZIMIZ YUVADAN UÇUP GİTTİ

YUVAMIZA BİR KUŞ DAHA KONACAK / İNŞALLAH BİR BEBEĞİMİZ OLACAK.

KURDUĞUMUZ ŞU CÜMLELER, “KUŞ” SÖZCÜĞÜNÜN DİLİMİZDE YAYGIN OLARAK KULLANDIĞIMIZI GÖSTERİYOR AMA GÜNÜMÜZDE SANIRIM HİÇ KİMSE KUŞUN SAĞA VEYA SOLA UÇMASINA GÖRE KENDİSİ İÇİN BİR YÖN BELİRLEMİYOR.

KENDİ AÇIMDAN SÖYLÜYORUM: ÇAĞIMIZDA HERHANGİ BİR KARŞILIĞINI BULAMADIĞIM BU RİVAYETLERİN AYETLERİ YORUMLAMAKTA YOL GÖSTERİCİLİĞİNİ GÖREMİYORUM.  BU YÜZDEN, DAYR KAVRAMINDAN BAHSEDEN AYETLERİ, TARİHİ KAYNAKLARDA YER ALAN LAKİN GÜNÜMÜZDE HİÇBİR KARŞILIĞI BULUNMAYAN METİNLERE UYGUN BİR BİÇİMDE DEĞİL DE DİLİMİN DÖNDÜĞÜNCE KUR’AN’DA KARŞILIĞI BULUNAN VE TOPLUMDA HÂLÂ YAŞANAN OLAYLARA UYGUN BİR ŞEKİLDE ÇEVİRMEYE GAYRET EDECEĞİM:

BİRİNCİ AYET: A’RÂF 131

Fe-iżâ câet-humu-lhasenetu kâlû lenâ hâżih(i)(s) ve-in tusibhum seyyi-etun yettayyerû bimûsâ vemen me’ah(u)(k) elâ innemâ tâ-iruhum ‘inda(A)llâhi velâkinne ekśerahum lâ ya’lemûn(e)      

Ozanca Bal Meal A’râf 131.

Onlara bir hasene gelirse, “bu bizim içindir” derler / o nimeti hak ettiklerine inanırlar;

Bir seyyie isabet ettiğinde ise, bu belâları,[17] Musa’nın ve taraftarlarının üzerine atarlar.

Bilin ki Allah katında bu sorunlara sebep olanlar,

Kuşkusuz ki, Musa’yı ve taraftarlarını suçlayanlar.

Fakat geneli hatalarını bilmiyor [gibi davranıyor]lar.[18]

Hz. Musa ve Taraftarları Yüzünden Yüzleştiklerine İnandıkları Belâlar:

A’râf 130

Ant olsun ki, biz Firavun sülâlesini, senelerce kıtlıkla[19] sıktık;

Zikretsinler / kulluk etsinler diye, ürünlerinden kıstıkça kıstık. 10/88

A’râf 133.           

Gönderdik ayetleri üzerlerine ara ara, gönderdik tufan;

Gönderdik çekirge istilası / haşereler, kurbağalar ve kan.

Yine de hiç aldırmayıp kibirlendiler / büyüklük tasladılar;

Suç işlemeye devam ettiler / mücrim topluluklar oldular.

«Kur’an-ı Kerîm’de “tıyere” kavramı inkârcıların kendilerini haklı göstermek için başvurdukları bir bahane olarak zikredilir.» [20]

PEYGAMBERLERE DOLAYISIYLA ALLAH’IN YERYÜZÜNDE SAĞLADIĞI İLAHİ DÜZENE KARŞI ÇIKANLARIN, HAVADA-KARADA VEYA DERYA HERHANGİ BİR KARGAŞAYLA KARŞILAŞTIKLARINDA YAPTIKLARI İLK ŞEY, ASLINDA KENDİLERİNİN SEBEP OLDUKLARI AMA HİÇ DE HOŞLANMADIKLARI BU DOĞAL VEYA SOSYAL HADİSELERİN SORUMLULUĞUNU KATİYEN KENDİLERİ TAŞIMAMAK, BU BOZULMALARIN FATURALARINI ASLA ÜSTLENMEYİP, HEMEN ÜZERLERİNDEN TAYR ETMEK / SUÇU TOPLUMUN ISLAHI İÇİN ÇALIŞAN ELÇİLERİN VE ELÇİLERİN İZİNDEN GİDENLERİN ÜZERİNE UÇURMAKTIR.

KISACASI, HASENE SAYILAN OLAYLARA KENDİ MALLARI GİBİ SAHİP ÇIKMAK, SEYYİE SAYILAN VAKALARI İSE ALLAH’IN VE ONUN DOSDOĞRU DÜZENİNİN TARAFTARLARININ ÜZERİNE ATMAKTIR.

AYETTEKİ “TAYR” FİİLİNİ BİLMENİN TEK YOLU İSE, “HASEN” VE “SEYYİE” KELİMELERİNİN KUR’AN DİLİNDE NELER İFADE ETTİĞİNİ BULMAK VE ANLAMAKTIR:

«Hasene, insanın canı, bedeni ve şartları için elde ettiği bütün sevindirici nimetlere denir.»[21]

«Râgıb el-İsfahânî insanın ruhu, bedeni ve halleriyle ilgili olarak elde ettiği, kendini mutlu kılan nimet türünden her şeye hasene dendiğini, karşıtının seyyie olduğunu, bu kavramların her türlü iyilik ve güzelliği, kötülük ve çirkinliği ifade eden müşterek lafızlar durumunda bulunduğunu belirtmiştir (el-Müfredât). Ona göre hasene her türlü iyilik ve güzelliği, seyyie de bütün kötülük ve çirkinlikleri kapsayan lafızlar olup bunların Kur’an’da biri aklın ve dinin değerlendirmesine, diğeri insan tabiatınca hoş karşılanmasına göre iyiyi ve kötüyü ifade eden kavramlar şeklinde kullanıldığı görülür. A‘râf 95’de “Sonra biz seyyieyi kaldırıp yerine haseneyi getirdik” mealindeki ayette geçen seyyie  “yoksulluk, kıtlık ve hastalık”; hasene ise isyan ve inkârda direnen eski milletlere bir fırsat olmak üzere verilen “bolluk, zenginlik ve sağlık” anlamında kullanılmıştır (Taberî, IX, 5-6; Fahreddin er-Râzî, XIV, 154; Kurtubî, VII, 252).»[22]

«Hasene, yağış, ürün bolluğu ve refah gibi maddî nimetler; seyyie ise, kuraklık, kıtlık ve geçim sıkıntısı gibi maddî problemlerdir (bk. Zemahşerî, II, 144; İbn Atıyye, VII, 141; Râzî, XIV, 215).»[23]

«Seyyie, kötü hal ve hareketlerle kötü akıbet, ceza ve musibetleri ifade eden bir terimdir. Ayet ve hadisler ile diğer İslâmî kaynaklarda, seyyienin, üç anlam ve kapsamda kullanıldığı görülmektedir.

a) Mutlak olarak kötü ve çirkin iş, zararlı ve yıkıcı davranış;

b) Özel bir hal ve hareketin kötü niteliği;

c) Belâ, musibet, ceza gibi kötü akıbet ve sonuç; bu kullanımıyla “şer” ve “münker” kavramlarının eş anlamlısı kabul edilebilir.

Seyyie kavramının üçüncü kullanılışı genellikle geçim sıkıntısı, pahalılık, kuraklık, kıtlık, meşakkat, eziyet, belâ gibi insanın bedenî ve ruhî taleplerine aykırı olan, korkulan sonuçları ifade eder (meselâ bk. Taberî, IV, 178-179; Fahreddin er-Râzî, X, 188; Şevkânî, I, 549-550).

Nisâ 4/78’e göre Hz. Peygamber’in düşmanları iyi bir durumla karşılaştıklarında bunun Allah’tan geldiğini, başlarına kötü bir hal geldiğinde ise Hz. Muhammed yüzünden, onun yanlış düşüncesi ve kötü yönetimi sebebiyle (Taberî, IV, 176-177) böyle bir durumla karşılaştıklarını ileri sürerlerdi. Ayetin devamında, başa gelenlerin hepsinin Allah’tan olduğu bildirilmekte, Nisâ 79’da ise iyilik Allah’a, kötülük insana nispet edilmektedir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre haseneyi de seyyieyi de yaratan Allah’tır. Bununla birlikte kulun uğradığı bazı zararlar kendi günahları veya tedbirsizlikleri yüzünden meydana geldiği için, seyyie, bu ayette kula nispet edilmiştir (a.g.e., IV, 178-179; İbn Teymiyye, s. 41, 43, 111).» [24]

A’râf 131’deki “Dayr” İfadesini Satır Aralarında Da Olsa Doğru Tarif Eden Bazı Mealler:

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

Uğradıkları felaketler…

Emrah Demiryent Meali

Uğursuzluk (olarak nitelendirdikleri musibetler… yaşadıkları kuraklık ve kıtlık belası…

Orhan Kuntman Meali

Onların uğursuz saydığı şeyler (kıtlık ve sıkıntılar) …

Konuyla İlgili Olarak Şu Ayetlere Bakınız.

Nisa 79

“Başına gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük de kendindendir. Seni insanlara Resûl olarak gönderdik. (Senin hak Peygamber olduğuna) şahit olarak Allah yeter.”

Fussilet/50

“Andolsun ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona bir rahmet tattırırsak: Bu, benim hakkımdır, kıyametin kopacağını sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak O'nun katında benim için daha güzel şeyler vardır, der. Biz, inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve muhakkak onlara ağır azaptan tattıracağız.”

A’râf/95

“Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı» dediler. Biz de onları, kendileri farkına varmadan ansızın yakaladık.”

Tevbe/50

“Eğer sana bir iyilik erişirse, bu onları üzer. Ve eğer başına bir musibet gelirse, «İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız» derler ve böbürlenerek dönüp giderler.”

İKİNCİ AYET: İSRÂ 13  

Vekulle insânin elzemnâhu tâ-irahu fî ‘unukih(i)(s) venuḣricu lehu yevme-lkiyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ(n)

Ozanca Bal Meal İsrâ 13.

Her insanın uçuk kaçıklığını[25] / seyyiesini [26] / dini ret edişini sardık boynuna /

Zikir’e[27] sırt çevirmesini, yükledik kendisinin omuzuna; [bıraktık şahsi çabasına];[28]

Kıyamet gününde, (şerli amellerini) kaydeden bir dosyayı açıp çıkarırız karşısına.

«Seyyie, “günah işlemek, kötülük etmek, çirkin iş işlemek” demektir (el-Müfredât; Lisânü’l-Arab,.; Tâcü’l-arûs,; Kāmus Tercümesi,). Sadece işlemek değil, “bir kötülüğe aracılık etmek, bir çirkinliğe sebebiyet vermek de seyyie fiili (günah çeşidi 2/271) işlemektir (4/85).» [29]

İsrâ 13’de Geçen Dâirahû Kelimesine Verilen Doğruya Yakın Anlamlar:

Abdulbaki Gölpınarlı Meali

Her insanın yaptığı işleri…

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

Biz her insanın (can) kuşunu (ruhunu ve amel durumunu)

Ahmet Tekin Meali

Her insanın, uğurlu ve uğursuz saydıklarının, işledikleri hayır ve şerden paylarının sorumluluklarını…

Ali Bulaç Meali

Her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık,

Ali Fikri Yavuz Meali

Herkesin amelini…

Bayraktar Bayraklı Meali

Her insanın amelini boynuna doladık yani mahşere amelleri boynuna takılı olarak gelecektir.

Besim Atalay Meali (1965)

Herkesin yaptığını dolamışız boynuna, kıyamet günü yazılmış olarak çıkarırız meydana;

Cemal Külünkoğlu Meali

Her insanın yaptıklarını kaydeden hayat defterini (Hard Diskini) …

Kur'an Yolu (Diyanet İşleri)

Her insanın sorumluluğunu…

Diyanet Vakfı Meali

Her insanın amelini (veya kaderini) …

Emrah Demiryent Meali

Her insanın amelini, kendi boynuna bağladık. (Yaptığı her amel kendi nefsine aittir, yaptıklarından dolayı da hesabını bizzat kendisi verir).

Hasan Basri Çantay Meali

Herkesin (dünyadaki) amel (ve hareket)ini…

Mahmut Kısa Meali

Biz her insanın cennet veya cehennemle noktalanan kaderini, onun kendi boynuna bağladık. Dolayısıyla her insan, yaptığı tercihlerle, kendi yazgısını bizzat kendisi belirler, sonucundan da yalnızca kendisi sorumludur.

Mehmet Çoban Meali

Her insana dünyada yaptıklarının sorumluluğunu yükledik.

Mehmet Okuyan Meali

Her insanın uçup (gittiğini sandığı davranışlar)ını boynuna bağladık.

Mehmet Türk Meali

Her insanın sorumluluğunu kendisine verdik.

«Bu ifadenin zahiri anlamı, “Her insanın kuşunu boynuna taktık” demektir. Mecazen “kaderini, sorumluluğunu kendi zimmetine verdik ve vebalini kendi nefsine bağladık” anlamlarında kullanılır.»[30]

Orhan Kuntman Meali

Her insanın (iyi kötü) amelini boynuna doladık,

Osman Fırat Meali

Her insanın kendini bağlayan amelini boynuna doladık.

Ömer Nasuhi Bilmen Meali

Her insanın amelini boynuna dolayıverdik

Suat Yıldırım Meali

Her insanın kuşunu / vebalini, kendi nefsine bağladık, (her insan yaptıklarına göre muamele görür).

Süleymaniye Vakfı Meali

Her insanın tâirini (uçup gider sandığı işlerini) boynuna bağladık.

Şaban Piriş Meali

Her insanın amelini boynuna dolarız.

Ümit Şimşek Meali

Biz her insanın hesabını kendi boynuna dolamışızdır.

«Antik Romalılar gibi Araplar da insanın kaderinin gizemlerini kuşların uçuşundan okumaya çalıştılar. Ve günümüzde çoğumuz gelecekteki kaderimizi benzer batıl inançlarla okumaya çalışıyoruz. Gerçek kaderimiz kuşlara, kehanetlere veya yıldızlara bağlı değildir. Bu bizim iyi ya da kötü eylemlerimize bağlıdır ve bunlar boynumuzda asılı kalır.»[31]

ÜÇÜNCÜ AYET: NEML 47

Kâlû-ttayyernâ bike vebimen me’ak(e)(c) kâle tâ-irukum ‘inda(A)llâh(i)(s) bel entum kavmun tuftenûn(e)

Ozanca Bal Meal Neml 47.         

Dediler: Sen ve yanındakiler ayrılık çıkarttınız /[32]

Bize Allah’tan gelmeyen sahte[33] bir din dayattınız;

(Salih dedi): Allah’ın nezdinde [kimin din düşmanı olduğu şu halinizle belli]dir.[34]

[Orada boynunuza asılacak sayfalarda mümin düşmanı olduğunuz belgelidir];[35]

Zaten, sizler [hiçbir mazeret sunamayasınız diye orada][36]

Sınanan bir toplumsunuz [şimdi henüz yaşarken burada]. 21/35

Neml 47’deki Tayyernâ ve Dâir İfadesinin Bazı Meallerdeki İsabetli Halleri:

Ahmet Tekin Meali

“Uğursuzluğa uğradık, kıtlığa maruz kaldık” dediler.

Ahmet Varol Meali

Uğursuzluğunuz / uğursuzluk olarak değerlendirdiğiniz başınıza gelen olaylar…

Ali Fikri Yavuz Meali

“Uğursuzluğa uğradık, (başımıza çeşitli musibetler geldi)”.

Emrah Demiryent Meali

 “Ey Salih) senin ve beraberinde olan kimselerin yüzünden, uğursuzluğa (çeşitli musibetlere) uğradık” dediler. (Salih,) “Size gelen (ve) uğursuzluk, (olarak nitelendirdiğiniz musibetler…

İlyas Yorulmaz Meali

 “Uğursuzluğunuz (başınıza gelen musibetler…”

Mahmut Kısa Meali

“Uğursuzluk diye nitelendirdiğiniz belâlar…”

Mehmet Çoban Meali

Kavmi; "Senin ve seninle beraber bulunanların yüzünden uğursuzluğa uğradık!" dediler. Salih onlara; "Uğursuzluğunuzun sebebi kendi yaptıklarınızdandır. Sizler Rabbim tarafından sürekli denenen bir topluluksunuz. Sürekli yanlışlıklar yapıyorsunuz. Şeytana uyuyor, arzularınızı, isteklerinizi baş tacı ediyorsunuz. Birbirinize kaşı saygısız sevgisiz davranıyorsunuz. Herkesin kendini düşündüğü ortamda ortaya iyilik güzellik çıkmaz. Çıkarlarınız birbiriyle çatıştıkça birbirinize düşüyor, başınıza gelenleri başkalarından biliyorsunuz. Hayır! Başınıza gelenlerin ve geleceklerin hepsi bizzat kendi suçunuzdur. Rabbim bütün bunların böyle olacağını kitabına yazmıştır. Başkasına suç atarak kurtulamazsınız!" dedi.

Orhan Kuntman Meali

“Uğursuzluğa uğradık. (Başımıza çeşitli belalar geldi).”

Süleymaniye Vakfı Meali

“Sen ve taraftarların yüzünden huzurumuz kaçtı” dediler. Salih: “Huzurunuzu kaçıran şey, Allah katındandır” dedi.

«Hz. Salih, peygamber olunca, kendisini yalancılıkla itham ettiklerinden, Cenabı Allah onlara kıtlık vermişti. «Uğursuzluk» dedikleri buydu.»[37]

«Salih (a.s.), peygamber olarak gönderilip kavmini yalnızca Allah’a kulluğa davet edince, bir kısım insanlar ona iman etti, bir kısmı ise inanmadı. Böylece birbiriyle çekişen, kavga edip duran iki grup ortaya çıkıverdi. Hz. Salih onlara nasihate devam etti. Buna rağmen onlar, Allah’ın kaza ve kaderini unutup uğradıkları tüm uğursuzlukları Hz. Salih ve ona inananlara bağladılar. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve kendilerinin de böylece imtihana çekilmekte olduklarını unuttular.»[38]

DÖRDÜNCÜ AYET: YÂSÎN 18-19

18. Kâlû innâ tetayyernâ bikum(s) le-in lem tentehû lenercumennekum veleyemessennekum minnâ ‘ażâbun elîm(un)

19. Kâlû tâ-irukum me’akum(c) e-in żukkirtum(c) bel entum kavmun musrifûn(e)

Ozanca Bal Meal Yasin 18-19

13. Onlara, şu bilinen şehir (Antakya) halkını darb-ı mesel ver;

Hani göndermiştik ya biz, oranın halkına da resuller/ elçiler.

14. Evet, vaktiyle biz onlara iki elçiyi birden gönderdik;

Onlar her ikisini de yalanlayınca, elçileri bir üçüncüsüyle destekledik.

Bunlar, oranın halkına dediler ki: “Bakınız biz,

Size Allah tarafından gönderilen resuller / elçileriz.”

15. Dediler: [Nebi değilsiniz]; sizler de bizim gibi sıradan birilerisiniz. 14/10… 50/2

Rahman’ın vahiy diye bir şey indirdiği yok; siz yalancının tekisiniz.

16. Dediler ki: Rabbimiz biliyor ki, hiç şüphesiz biz size gönderildik elbet,

17. Sorumluluğumuz, sadece tebliğden / ilahî bildirileri iletmekten ibaret.

18. Dediler: [Yeni bir zikir getirmekle],[39] “Bize bir bölünme / aramıza ayrılık[40] getirdiniz;

Şayet bu söylemlerinizi dillendirmeye hemen şu andan itibaren bir son vermezseniz,

Hiç çaresiz sizi recm ederiz / taşlarız;

Ve çok acı verici bir cezaya çarptırırız.”

19. Dediler ki: “Çatışmak[41] sizin suçunuz,[42] [zira çabanızı seyyie için harcıyorsunuz]; [27/46]

Size Allah’ın yeni bir Zikrinin gelmesini, [didişmek için bir sebep sayıyorsunuz]? 27/45

Sahiden müsrif bir kavim / İlahî vahye aykırı yaşamayı seçen bir topluluksunuz.”

«İsraf, nicelikteki aşırılıktan ziyade nitelikteki aşırılık, yani “Allah’ın rızasına uygun olmayan, O’na isyan sayılan yollara, sağduyunun ve kamu vicdanının uygun bulmadığı şekillerde harcamada bulunmak”; cimrilik ise “imkânları elverdiği halde Allah rızasına uygun olan yerlere harcama yapmaktan kaçınmak” şeklinde açıklanmıştır.»[43]

Yasin 18’i Doğruya Yakın Yorumladığına Tanık Olduğumuz Bazı Mealler:

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

Sizlerden dolayı uğursuzluğa (ve huzursuzluğa) uğradık.

Ahmet Tekin Meali

Sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık, kıtlığa maruz kaldık.

Emrah Demiryent Meali

(Onlar, elçilere) dediler ki: “Doğrusu biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık (zira siz, beldemize geldikten sonra yağmur yağmaz oldu).

Mahmut Kısa Meali

Gerçekten de o zalimler, isyanlarından dolayı birtakım belalara, felâketlere maruz kaldılar. Bunun üzerine, iyice küstahlaşarak, “Yeter artık!” dediler, “Doğrusu biz, sizin yüzünden uğursuzluğa uğradık! Ortaya attığınız iddialarla, insanları birbirine düşürüp fitne çıkardınız. Yoksulları, köleleri, zayıfları, efendilerine karşı kışkırtarak anarşi çıkardınız. Ayrıca, ilahlarımız aleyhinde ileri geri konuştuğunuz için başımıza musibetler, felâketler yağmaya başladı. Eğer bu işe bir son vermezseniz, her işimizde Allah’ın hayata karışıp durduğunu hatırlatmaya devam ederseniz, gözünüzün yaşına bakmadan sizi ölümüne taşa tutacağız ve hem sizi hem de size inanacak olan herkesi en korkunç işkencelere mahkûm edeceğiz! Ya bunu böylece kabul eder, bizi sever, bizimle birlikte bizim gibi aynı hayatı yaşarsınız, ya da çeker gider, ülkemizi terk edersiniz!

Süleymaniye Vakfı Meali

Halk dedi ki; “Sizin yüzünüzden biz, paramparça olduk.

Ümit Şimşek Meali

Onlar “Biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık,” dediler.

Ümit Şimşek Meali Yâsîn Suresi 18. Ayet Açıklaması

Toplumların içinde bulunduğu kötü durumların suçunu kendi kusurlarında aramak yerine dine ve din davetçilerine yüklemek gibi, insanlığın hiç de yabancı olmadığı bir çaba sergilediler.

Bunyadov-Memmedeliyev

(Antakiyalılar) dedilər: “Biz sizdə bir nəhslik gördük. (Sizin ucbatınızdan bizi bədbəxtlik basdı, bizə uğursuzluq üz verdi. Gəlişinizlə aramıza nifaq düşdü, yurdumuzun bərəkəti çəkildi, yağışımız kəsildi).

Yasin 19’u Doğruya Yakın Yorumladığına Tanık Olduğumuz Bazı Mealler:

Gâlû dâ-iruküm me’aküm…

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

"Uğursuzluğunuz sizinle beraberdir (huysuzluğunuz ve huzursuzluğunuz kendi küfrünüz ve kötülükleriniz sebebiyledir).

Abdullah Parlıyan Meali

“Bir uğursuzluk, bir huzursuzluk, bir yanlışlık varsa, bu sizdendir.

Ahmet Tekin Meali

Peygamberler:
“- Sizin uğurlu ve uğursuz saydıklarınız, hayırdan ve şerden payınız, rızkınız, nerede olursanız olun kendi iradî tercihlerinizden kaynaklanmaktadır.

Mahmut Kısa Meali

Buna karşı elçilerimiz, “Sizin uğursuzluğunuz, sizinle beraberdir! Başınıza gelen kötülükler, bizzat sizden kaynaklanıyor!” diye cevap verdiler, “Size güzelce öğüt verildi diye mi siyasi, ekonomik, toplumsal, ekolojik… buhranlara, felaketlere uğradınız? Hayır; gerçekte siz, ilâhî buyrukları reddeden, hak hukuk tanımayan ve her türlü ahlâkî sınırı aşan azgın bir toplum olduğunuz için bunca felaketlere uğruyorsunuz!”

Orhan Kuntman Meali

Elçilerimiz: "Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. (Başınıza gelen ve gelecek belalar, sizin şirk ve küfrünüzün birer cezasıdır)

Süleymaniye Vakfı Meali

Elçiler dediler ki, “sizi parçalayan sizde olandır. Doğrular hatırlatıldı diye paramparça oldunuz öyle mi[*]? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz.”

Süleymaniye Vakfı Meali Yasin Suresi 19. Ayet Açıklaması

Bir topluma Allah'ın bir elçisi geldiği zaman çözülme ve parçalanma kaçınılmaz olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "İnsanlar tek bir topluluktu; Allah onlara, müjde veren ve uyarıda bulunan nebiler gönderdi. Onlarla birlikte gerçeği içeren kitap da indirdi ki, ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında hakemlik yapsın. Kitapta ayrılığa düşenler kendilerine Kitap verilenlerden başkası olmadı. O açık belgeler geldikten sonra birbirlerinin haklarına göz diktikleri için böyle oldu. Sonra Allah inanmış olanları, anlaşamadıkları konuda, kendi izniyle doğruya ulaştırdı. Allah düzenine uyanı doğruya yöneltir." (Bakara 2/213).

«Hz. Salih, peygamber olunca, kendisini yalancılıkla itham ettiklerinden, Cenabı Allah onlara kıtlık vermişti. «Uğursuzluk» dedikleri buydu.»[44]



[1] https://www.magmadergisi.com/yasam-haberleri/en-eski-kahinler-hitit-falcilari

[2] https://arkeopolis.com/bin-tanrili-halkta-falcilik/

[3] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1995 İstanbul, 12. cilt, 134-138.

[4] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2012 İstanbul, 42. cilt, 51-52. UĞURSUZLUK Müellif: İLYAS ÇELEBİ.

[5] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2012 İstanbul, 42. cilt, 52-53. UĞURSUZLUK, DİNLER TARİHİ. Müellif: KÜRŞAT DEMİRCİ

[6] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2001 İstanbul, 23. cilt, 497. İYÂFE (العيافة) Müellif: İLYAS ÇELEBİ

[7] www.nkfu.com/kus-ile-ilgili-atasozleri-deyimler-anlamlari-aciklamalari-icinde-kus-gecen/

[8] Tevakku Sözlük

[9] Râgıb el-İsfehânî'nin el-Müfredât fî Garîbi'l Kur'ân. https://www.kuranmeali.com/Aciklama

[10] İsmail Yakıt İsrâ Suresi 13. Ayet Açıklaması

[11] Muhammed Esed Meali İsrâ Suresi 13. Ayet Açıklaması

[12] Mustafa İslamoğlu Meali İsrâ Suresi 13. Ayet Açıklaması

[13] Mehmet Türk Meali A’râf Suresi 131. Ayet Açıklaması

[14] Erhan Aktaş Meali İsrâ Suresi 13. Ayet Açıklaması

[15] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576-577

[16] Tevakku Sözlük 

[17] [7/130, 133].

[18] [En’âm 33. A’râf 51. Hûd 59. Nahl 71. Neml 14. Ankebût 47, 49. Lokman 32. Mü’min 63. Füssılet 15,28. Ahkâf 26]

[19] «Ayette geçen sene (çoğulu olan sînîn) kelimesi, başında belirlilik (el-) takısı bulunduğunda, “kuraklık” anlamına da gelir. Bu sebeple anılan kelime, meâlimizde “kuraklık yılları” şeklinde çevrilmiştir.» {Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576}.

[20] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2012 İstanbul, 42. cilt, 51-52. UĞURSUZLUK Müellif: İLYAS ÇELEBİ.

[22] TDV, 16. cilt, 376-377. HASENE (الحسنة) Müellif: MUSTAFA ÇAĞRICI

[23] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576-577

[24] DİA, cilt: 37; sayfa: 79, [SEYYİE - Mustafa Çağrıcı]

[25] Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi'l Kur'ân: “Her insanın kuşunu / kendisinden uçan amelini boynuna bağladık.”

[26] Seyyiesini: 7/131 ve Neml 46: De ki: Ey kavmim! Hasene peşinde koşmak varken, niye seyyie hususunda acele ediyorsunuz? Rahmete erişmeniz istiğfarla olasıyken, sizler niye [kelimelerle / ayetlerle] Allah’tan af dilemiyorsunuz?

[27] 36/19: Ein zükkirtüm… ZİKİR KELİMESİNİN AYETLERDE KUR’AN VEYA KİTAP ANLAMINDA GEÇTİĞİ YERLER: 69:48. 73:19. 74:49. 76:29.  14:52.  40:13. 44:58.  2:63. 2:231.  5:7. 5:11.  5:110.  7:69. 7:171. 3:58. 7:63. 7:69. 12:42. 12:104. 13:28. 15:6. 15:9.  16:43. 16:44. 18:28.  18:83.  18:101. 20:42.  20:99. 20:124.  21:2. 21:7. 21:36. 21:42.  21:50.  21:105. 23:71. 23:110.  24:37. 25:18.  25:29. 26:5.  29:45.  36:11.  36:69. 37:3.  37:168. 38:1.  38:8. 38:32. 38:87.  39:22.  39:23.  41:41.  43:5.  43:36.  43:44. 53:29. 54:17. 54:22. 54:25. 54:32. 54:40. 57:16.  58:19. 63:9. 65:10. 68:51. 68:52. 72:17. 77:5. 81:27. 36:19.

[28] [2/281. 10/52. 14/22. 17/15. 18/29. 25/17-18. 39/24, 61. 43/36-39. 50/27. 52:21]

[29] Bkz. DİA, cilt: 37; sayfa: 79, [SEYYİE - Mustafa Çağrıcı]

[30] Mehmet Türk Meali İsrâ Suresi 13. Ayet Açıklaması

[31] Yusuf Ali (İngilizce) İsrâ Suresi 13. Ayet Açıklaması

[32] Neml 45: FE İZÊHÜM FERÎGÂNİ YEHTESIMÛN: Ant olsun! Soydaşları Salih’i, sırf Allah’a kul olun diye gönderdik Semûd (kavmin)e. Fakat o da ne! [Birleşecekleri yerde] ikiye bölündüler ve hasım oldular birbirlerine.

[33] VEMÊ ENZELERRAHMÊNÜ MİN ŞEY’: 36/15. VE İZÊ RAEVHÜM GÂLÛ İNNE HÊÜLÊİ LEDÂLLÛN: 83/32

[34] 7/131. 36/18-19

[35] Bkz. 17/13 

[36] [28/47] 5/19. 4/165. 30/57. 66/7. 77/36. * 40/52: O gün, mazeretleri fayda vermez zalimlere; 30/57; 77/36. Lânet onlaradır ve yerleştirilirler en kötü yerlere. 11/18; 40/46.

[37] Diyanet Vakfı Meali Neml Suresi 47. Ayet Açıklaması

[38] Neml Sûresi 45 Türkçe Meali, Ömer Çelik. https://www.kuranvemeali.com/neml-suresi

[39] [43/36-44]. * «Dayyera (ilâ): Bir haberi, bir mesajı zamanında göndermektir.» {Tevakku Sözlük}

[40] [27/45]

[41] [27/45]. * Süleymaniye Vakfı Meali: Elçiler dediler ki, “sizi parçalayan sizde olandır.” Bkz. 98/4.

[42] [17/13]. Bkz. 42/30: “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir”

[43] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 138

[44] Diyanet Vakfı Meali Neml Suresi 47. Ayet Açıklaması