Öde Zekâtını, Kurtar İmanını

09.09.2024 / Din

Zekâtı ödemek; mala mülke tapmaktan, serveti putlaştırmaktan temizlenmektir.

Servet tekelimizdeyse, şirk hemen tepemizdedir.

Öde Zekâtını, Kurtar İmanını

Şirk’e düşmemek için zekât ödenmeli, şirk tehlikesi ivedilikle önlenmelidir.

«Zekât, İslâm’ın beş temel şartından biridir.» [1]

«Bütün Müslümanlar namaz, oruç, zekât ve hac ibadetleriyle mükelleflerdir.»[2]

«Kur'an; namaz (salât) ve zekât üzerinde ısrarla durarak, bu ikisine ayrı bir önem vermektedir.»[3]

Füssılet Suresi 6 ve 7, Zekâtlarını Ödemeyenlerin Müşrik Olduklarını Söylemektedir:

6. Ve veylün lilmüşrikîn. 7. Elleżîne lâ yu/tûne-zzekâte vehum bil-âḣirati hum kâfirûn.

Ozanca Bal Meal Füssılet 6-7      

Vay haline! [Allah’a] ortak koşanların;

(Yazıklar olsun, Ondan başkasına ilâhlık yakıştıranların).[4]          

Onlar zekâtı ödemeyenlerdir;

Onlar kâfirlerin ta kendileridir.

«Kişi, gönül rızası ile kendi ihtiyacından fazla olan malın bir kısmını muhtaç kimselere dağıtırsa, bu kimse, iman cemaatinin üyesi sayılır. Allah’ın kendisine verdiği maldan hiçbir fedakârlık yapmayan kişi ise, iman cemaatinden olamaz.»[5]

«Zemahşerî şöyle der: “İnsanın en çok sevdiği şey malıdır; mal canın yongasıdır. İnsan onu Allah rızası için harcayabiliyorsa bu onun, (inancındaki) kararlılığının, istikamet sahibi oluşunun, iyi niyetinin ve içtenliğinin en güçlü delilidir.”

Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm’dan dönenler (ehl-i ridde), önce zekât vermemek için birlik oluşturdular ve bu yüzden onlara karşı savaş açıldı, onlarla çarpışıldı. Ayrıca zekât toplamak üzere Müslümanlara görevliler gönderildi, zekât vermekten kaçınmaya kalkışanlar şiddetle uyarıldı, öyle ki zekât vermemek müşriklerin özelliklerinden biri olarak kabul edildi. Konumuz olan ayette de zekât vermemek, ahireti inkâr etmekle birlikte anılmaktadır.» [6]

Diğer Meallerin Genelinde De Füssılet 6-7’nin Çevirileri Hemen Hemen Aynıdır

Yüce Kur’an

O müşrikler, hac için yapılan harcamalardan müminleri yararlandırmıyorlar.

«Kureyşliler hac için gelenlere yemek ve su dağıtırlardı. Fakat Hz. Peygambere inananları bu hizmetlerden mahrum bırakmışlardı.»[7]

Abdulbaki Gölpınarlı Meali

Yazıklar olsun şirk koşanlara. Öyle kişilerdir onlar ki zekât vermezler…

Abdullah Parlıyan Meali

O'ndan başkasına ilahlık yakıştıranların vay haline. Onlar ki, zekât vermezler…

Ahmet Tekin Meali

Müşrikler vicdanlarını, servetlerini, sosyal bünyelerini arındıran, berekete vesile olan zekâtı vermeyenlerdir.

Ahmet Varol Meali

Ortak koşanların vay hallerine! Onlar ki, zekâtı vermezler…

Ali Bulaç Meali

Vay haline o müşriklerin. Ki onlar, zekâtı vermeyenlerdir…

Ali Fikri Yavuz Meali

Müşriklere de azap olsun!... O müşrikler ki, zekâtı vermezler…

Bahaeddin Sağlam Meali

(O’na) eş koşanların (müşriklerin) vay haline! O müşrikler ki, zekât vermezler. (Sosyal yardımlaşma bağlarına riayet etmezler.)

Bayraktar Bayraklı Meali

Ortak koşanların vay haline! Onlar zekâtı vermezler…

Besim Atalay Meali (1962)

Yazık eş koşanlara… Onlar zekât vermezler…

Cemal Külünkoğlu Meali

O'na ortak koşanların vay haline! Onlar zekâtı vermezler (karşılıksız infakta bulunmazlar).

Diyanet İşleri Meali (Eski)

Vay ortak koşanlara! Onlar zekât vermezler…

Diyanet İşleri Meali (Yeni)

Allah’a ortak koşanların vay hâline! Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir.

Diyanet Vakfı Meali

Ortak koşanların vay haline! Onlar zekâtı vermezler…

Edip Yüksel Meali

Vay ortak koşanlara! Ki zekâtı vermezler…

Elmalılı Meali (Orijinal)

Vay haline o müşriklerin ki zekâtı vermezler…

Hasan Basri Çantay Meali

Vay haline o Allaha ortak tanıyanların! Ki onlar zekât vermezler…

Hayrat Neşriyat Meali

(O'na) ortak koşanların vay hâline! Onlar ki zekâtı vermezler…

İlyas Yorulmaz Meali

Allaha ortak koşanların vay haline! Zekâtlarını vermeyenler ve ahireti de inkâr edenler onlardır.

Kadri Çelik Meali

Vay haline o müşriklerin! Onlar, zekât vermeyenler ve onlar ahireti inkâr edenlerdir.

Kuran Yolu Tefsiri

Allah’a ortak koşanların vay hâline!” Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir.

Mahmut Kısa Meali

Yoksullara, yardıma muhtaç kimselere verilmesi gereken zekâtı vermekten kaçınan ve insanların hesaba çekileceği öte dünyanın varlığına da inanmayan o müşriklerin vay hâline!”

Mehmet Türk Meali

Zekâtı vermeyen, ahireti inkâr eden ve Ona ortak koşanların vay haline!

«Allah'ın birliğine inanmak ve insanlara karşılıksız yardımlarda bulunmak, İslam'ın iki temel buyruğudur. Bu itibarla, bu iki buyruğa kasıtlı şekilde karşı çıkmak, insanın Allah'a karşı sorumluluğunun ve sonuçta hayatın öteki dünyada da devam edeceğinin inkârı anlamına gelir.»[8]

Mustafa Çavdar Meali

Şirk koşan müşriklerin vay haline ki, onlar zekât vermiyorlar çünkü onlar ahirete inanıp güvenmiyorlar.

Mustafa İslamoğlu Meali

Yazıklar olsun Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştıranlara! Onlar ki, arınmak için ödenmesi gereken bedeli gönüllü olarak ödemezler.

Suat Yıldırım Meali

O'na eş, ortak uyduranların vay haline! O müşrikler ki zekât vermezler.

Süleyman Ateş Meali

(O'na) Ortak koşanların vay haline!" Onlar ki zekât vermezler.

Süleymaniye Vakfı Meali

Müşriklerin çekeceği var. Onlar zekât vermezler.

Şaban Piriş Meali

Ahireti inkâr ederek zekât vermeyen müşriklerin vay haline!

Ümit Şimşek Meali

Ortak koşanların ise başlarına gelecek var! Onlar zekât vermezler.

Yaşar Nuri Öztürk Meali

Vay haline ortak koşanların! Onlar zekâtı vermezler.

Ahmed Hulusi Türkçe Kur'an Çözümü

Onlar (o şirk koşanlar) ki Allah için karşılıksız bağışlamazlar.

Hamdi Döndüren Meali:

Allah’a ortak koşanların vay haline! Onlar zekât vermezler.

Hasib Asutay Meali:

(Allah'a) ortak koşanların vay haline! Onlar zekâtı vermezler.

Celal Yıldırım Meali:

Vay haline o ortak koşanların! Onlar ki zekâtı vermezler.

Fizilalil Kuran Meali:

O'na ortak koşanların vay haline! Onlar zekât vermezler.

Zekât Vermeyen Kimsenin Durumu

Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayete göre, şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v) vefat edince yerine Ebu Bekir halife seçildi. Onun halifeliği döneminde Araplardan bazıları İslâm dininden dönüp irtidat ettiler. Ebu Bekir de bunlarla savaşmak için ordu hazırlamaya başladı. Bunun üzerine Ömer, Ebu Bekir’e şöyle dedi:

Sen bu dinden dönenlerle nasıl savaşacaksın? Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmamış mıydı: “İnsanlar Lâ ilâhe illallah deyinceye kadar savaşmam emredildi. Kim Lâ ilâhe illallah der de Müslüman olursa, canını ve malını bizden korumuş olur. Ancak Allah’la alakalı suçları varsa onun hesabını Allah görür.”

Ömer’in bu sözüne Ebu Bekir şu karşılığı verdi: “Namazla zekâtın arasını ayıranlara yani namazın farz olduğunu kabul edip zekâta karşı çıkanlara ben mutlaka savaş açarım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah’a yemin olsun ki Resulullah (s.a.v)’e verdikleri bir yuları bile zekât olarak vermezler ise onlarla savaşırım.”

Bu sözler üzerine Ömer şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki zekât vermeyenlerle savaş konusunda Ebu Bekir’in fikrini kabul edişimin sebebi, Allah’ın onun kalbine doğruyu ilham ettiğini görmemdir. Onun hak üzere olduğunu böylece bilmiş oldum.” (Ebû Davud, Zekât: 1) [9]

«Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edince, ondan sonra Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) halife seçildi. Bunun üzerine bedevilerden bir kısmı "irtidat" etti. (Hz. Ebu Bekir halife olarak onlarla savaşmaya karar verince) Hz. Ömer, "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "İnsanlar lâilaheillallah deyinceye kadar onlarla savaşmaya emrolundum. Bunu söylediler mi, benden mallarını ve nefislerini korurlar. (İslâm'ın) hakkı hâriç artık hesapları da Allah'a kalmıştır!" demiş iken, sen nasıl insanlarla savaşırsın?" dedi. Hz. Ebu Bekir: "Allah'a yemin olsun, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Zira zekât, malın hakkıdır. Vallahi, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler, onu almak için onlarla savaşacağım" dedi. Hz. Ömer sonradan demiştir ki: "Allah'a yemin ederim, anladım ki, Hz. Ebu Bekir'in bu görüşü, Allah'ın savaş meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi. İyice anladım ki, bu karar hakmış." Buhâri, İ'tisâm 2, Zekâtı, İstitâbe 3; Müslim, İmân 32, (20); Muvatta, Zekât 30, (1, 269); Tirmizi, İmân 1, (2610); Ebü Dâvud, Zekât 1, (1556); Nesâi, Zekât 3, (5,14)[10]

«Hz. Ebû Bekir halife seçilince başta Müseylimetülkezzâb olmak üzere peygamberlik iddiasında bulunanlar ve irtidad eden kabilelerle uğraşmak zorunda kaldı. Bazı bedevî Arap kabileleri Medine’ye heyetler gönderip namaz kılacaklarını ama zekât vermeyeceklerini bildirdiler. Peygamber olduğunu iddia edenlerle savaşma konusunda bir ihtilâf bulunmamakla birlikte devlete zekât vermek istemeyenlerle mücadele hususunda Medine’de sahabeler arasında farklı görüşler ortaya çıktı. Hz. Ömer, “lâ ilâhe illallah” diyenlerle savaşmanın doğru olmayacağını söylerken bazıları o yıl zekât toplanmasından vazgeçilmesini teklif etti. Hangi sebeple olursa olsun isyan edenlerle mücadelede kararlı olan Hz. Ebû Bekir namaz ile zekâtı birbirinden ayrı düşünmenin doğru olmayacağını ve zekât vermekten kaçınanlarla savaşmanın şart olduğunu belirtti.»[11]

Münâfıkûn Suresinin 10’uncu Ayeti, Hz. Ebu Bekir’in Aldığı Kararı Teyit Etmektedir

Ozanca Bal Meal Münâfikûn 10.              

Ölüm geldiği zaman sizlere:

“Rabbim! Tanısaydın da bana bir miktar daha süre,

Sadaka verip / sözüme sadık kalıp karışsaydım sâlihlere.” [12]

Diyeceğiniz gün / pişman olacağınız o dönem gelmeden,

Bir kısmını infak edin sizlere rızık olarak verdiklerimizden.

«İbn Abbas, “Zekât ve hac konusunda eksiği bulunan kimse, ölümü sırasında büyük bir pişmanlık duyarak ömrünün uzamasını isteyecektir” demiştir. Kendisine, “Dünyaya dönmek isteyenler, küfür ehli kimseler, değil midir?” diye sorulunca, delil olarak, yukarıdaki ayeti okumuştur (Tirmizî, Tâc, IV, 265).»[13]

«İbni Abbas (r.a.) bir keresinde: "Kimin haccedecek kadar veya zekât farz olacak kadar malı olur da bu farzları ifa etmezse, ölüm sırasında geri dönüş (rec'a) talep eder" buyurmuştu. Bir adam kendisine: "Ey İbnu Abbâs, Allah'tan kork, geri dönüşü kâfirler talep edecektir" dedi. İbnu Abbas (r.a): "Ben size bu hususta ayet okuyayım" dedi ve bu ayeti okudu»[14]

Zekât ile İlgili Bazı Ayetler

Ozanca Bal Meal Tevbe 60          

İnnemessadegâtü lilfügarâi velmesêkîni vel-âmilîne aleyhe vel-müellefeti gulûbihüm vefirrigâbi vel-ğârimîne vefî sebîlilâhi vebnissebîli. Ferîdaten minellâhi vellâhü hakîmün alîm.

Sadakalar / zekâtlar, [verilir] ancak [şu kimselere]:

Öncelikle fakirlere ve düşkünlere,[15]

Zekâtı toplayan vazifelilere,

Kalpleri İslâm’a ısındırılanlara,

Kölelikten kurtulacaklara veya kurtarılacaklara,[16]

Borçlarını ödemekte zorlananlara,

Bir de yolculukta çaresiz kalanlara…

Bu, Allah’tan [size] bir farzdır.

Allah, her şeyden haberdardır;

Hikmetle hükmeden hükümdardır.

«Sadaka kelimesi de terim olarak zekâtla eş anlamlıdır. Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, “Sadaka; Müslümanın altın, gümüş, deve, sığır, koyun, hububat, mahsul gibi mallarının zekâtıdır” der (Kitâbü’l-Emvâl, s. 24). Kur’an’da zekât kelimesi otuz ayette maarife olarak geçer ve bunların yirmi yedisinde namazla birlikte zikredilir. Kur’an’da sadaka terimi, hepsi de Medenî surelerde olmak üzere on iki ayette zekât anlamında kullanılmıştır.» [17]

«Sadaka; bir hadiseyi, olduğu gibi ve dosdoğru haber vermektir. "Sa-Da-Ka" kökünden türeyen kelimelerin tamamında; doğruluk, samimiyet, ihlâs ve bağlılık ön plandadır. Nitekim sıdk kelimesinin zıddı kizb-kâzib (yalan-yalancı) olarak ifade edilir. Sadaka, Allah Teâlâ (cc)'nın rızasını elde etmek için, samimiyetle ve ihlâsla herhangi bir şey vermektir. (Geniş bilgi için bkz. Râğıb el-Isfahani, el-Müfredat fi Garibi'l Kur'ân, İst. 1986, sh.408-410. Aynca, Seyyid Şerif Cürcanî, et-Ta'rifat, İst. ty. Kaynak Yay. sh.132).

İster farz ister vacip ister nafile olsun, mali ibadetlerini eda eden mükellef, imanında sadıktır. Şurası da unutulmamalıdır ki; sadakayı terk eden kimse, dünyevî hırs ve tamah içerisinde mahıv ve perişan olur. Feraset sahibi müminler, sadakaya riayet ederek, şeriata sadakat gösterirler.

Kur’an-ı Kerîm'de sadaka kelimesi, farz olan zekâtı ifade için de kullanılmıştır. Razi: "Allah Teâlâ (cc), mal kendisi ile mükemmel ve şer'i manada tam mal olduğu için zekâtı da sadaka diye adlandırmıştır. O halde sadaka, kulun imanında sadık ve mükemmel olduğunu gösteren bir sebeptir" demektedir. (Bkz. İmam Fahrüddin-i Razî, a.g.e., c. V, sh. 524). Dolayısıyla sadaka; mükellefin, imanında ve ikrarında samimi olduğunun delilidir.» [18]

«Sözlükte “haberin gerçek olması; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddî yardımları, bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Kur’an kişinin edindiği malı kendi başarısının ürünü diye görmemesi gerektiğini, bunun gerçek sahibinin Allah olduğunu ve kendisine imtihan amacıyla bir lütuf ve emanet olarak verildiğini hatırlatır (Âl-i İmrân 3/26; el-Enfâl 8/28; en-Nûr 24/33). Birçok ayet ve hadiste zengin müminlerin malında fakirler ve ihtiyaç sahipleri için hak/pay olduğu bildirilir (meselâ bk. el-Meâric 70/24-25; Buhârî, “ʿİlim”, 6; Müslim, “Îmân”, 10). Bu telakki ışığında dinen zorunlu kılınan malî vecibeleri yerine getirme çabası içinde olmak, ayrıca gönüllü olarak hayır yolunda harcama yapmak bir Müslümanın özelliklerinden kabul edilmiştir.

Fakihler ayet ve hadislerdeki kullanımlarını dikkate alarak beş tür sadakadan söz etmişlerdir. 1. İslâm’ın beş şartından ve farz ibadetlerden birini oluşturan sadaka (zekât). Birçok ayet ve hadiste kelime bu anlamıyla geçer. 2. Bedenin zekâtı olmak üzere ramazan ayının sonunda yerine getirilmesi vacip olan sadaka-i fıtır (fitre). 3. Kişinin kendi iradesiyle üstlendiği yükümlülük anlamındaki nezir gereğince hayır yolunda yapılması vacip olan harcama (adak sebebiyle tasadduk). 4. Belirli suç veya hataların telâfisi amacıyla Allah hakkı olarak ifası farz olan fidye ve kefaret kapsamındaki sadakalar. 5. Tatavvu sadakası (gönüllü bağış). İlk dört grupta yer alan sadakalar özel terimleriyle fıkıh eserlerinde ele alınmıştır.

Ahlâk ve fıkıh kitaplarında sadakayla ilgili olarak zikredilen başlıca kural ve tavsiyeler şöylece özetlenebilir: Sadaka verecek kişi niyetinde samimi olmalı, yalnız Allah’ın hoşnutluğunu gözetmeli, gösterişten kaçınmalı (Bakara 264, 272), sadakayı başa kakmamalı, sadaka alanı rencide etmemelidir (Bakara 262-263). Sadakayı açıktan vermek güzeldir, ancak gizlice vermek daha iyidir (Bakara 271). Sadaka verirken ihtiyaç sahibi yakınlar, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar, başkalarına el açma durumuna gelmiş olanlar ve özgürlüğüne kavuşmak isteyenler öncelikle görülüp gözetilmelidir (Bakara 177). Sadaka olarak verilecek mal helâl yoldan kazanılmış olmalı, verilecek kişiye en faydalı olanı seçilmelidir (Bakara 267). Kötü, çürük, yardım edilen kişinin ihtiyacını gideremeyecek derece bozuk şeylerin sadaka olarak verilmesi Kur’an ve Sünnette hoş karşılanmamış, İslâm âlimleri de bu tür şeylerin sadaka olamayacağını belirtmiştir. Sadakadan dönülmemelidir (Buhârî, “Hibe”, 14, 30, “Ḥiyel”, 14; Müslim, “Hibât”, 5).

Öte yandan hadislerde sadaka kavramının Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya vesile olan her türlü hayırlı söz ve eylemi içine alacak geniş bir kapsamda kullanılmasından, özveri ve yardım duygusu ile yapılabilecek işlerin maddî imkânla sınırlı olmayıp samimiyet ve dürüstlük temeline dayalı her davranışla sevap elde edilebileceği anlaşılmaktadır. Nitekim kişinin kendi ailesinin nafakasını temin etmesi, misafirlerine ikramda bulunması, eşiyle birleşmesi, meyvelerinden başkalarının faydalanacağı ağaç dikmesi, kötülüklerle mücadele edip iyilikleri tavsiye etmesi, din kardeşine selâm vermesi, güzel söz söylemesi, güler yüz göstermesi, özürlü kişilere yardım etmesi, cemaatle namaza katılmak için yürümesi, insanlara zarar veren bir nesneyi yoldan kaldırması gibi iyi davranışlar sadaka olarak nitelenmiştir (Bkz. Müsned, V, 154, 167, 178; Buhârî, “Meẓâlim”, 24, “Cihâd”, 72, 128, “Ṣulḥ”, 11, “Edeb”, 34; Tirmizî, “Birr”, 36; Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 12).»[19]

Ozanca Bal Meal Tevbe 103.                      

9.103 - Huz min emvâlihim sadegaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenul lehum, vallâhu semîun alîm.

Mallarından bir miktar sadaka alasın;

Böylelikle kendilerini [manen] paklayasın;[20]

«Zekât, sözlükte; ‘artmak, çoğalmak, temiz olmak, iyi, düzgün, uygun ve bereketli, verimli olmak’ gibi anlamlara gelmektedir.» [21]

«Sözlükte “artma, arıtma; övgü ve bereket” manalarına gelen zekât, terim olarak Kur’an’da belirtilen sınıflara ödemek üzere dinen zengin sayılan Müslümanların malından alınan belli payı ifade eder.»[22]

ŞİRK NECİSLİK / PİSLİKTİR (9/28). ZEKÂT İSE, İNSANI SERVETE ESARETTEN TEMİZLEYEN, DOLAYISIYLA ŞİRKTEN ARINDIRAN BİR AMELDİR.

Zekâtın Sermayeyi Değil Kişiyi Temizleyeceği Bilinmelidir

«Zekât, “temizlemek” demektir. Malı haramdan temizlediği için verilen sadakaya zekât denilmiştir.»[23]

«Zekât, dilde büyümek, artmak, bollaşmak anlamına gelir. Malın bollaş­masına neden olacağı için belli bir miktar sadaka vermeğe zekât denmiştir. Manen arınmak, büyümek, yücelmek anlamlarına gelen zekât, bir terim olarak zengin olan kişinin, malından belli bir miktarını fakirlere vermesi demektir ki adeta verilen miktar, geri kalan malı temizlemekte ve onun artmasına vesile olmaktadır.» [24]

HAMDİ DÖNDÜREN VE SÜLEYMAN ATEŞ HOCALARIMIZIN, ZEKÂTIN “MALI TEMİZLEDİĞİ” YORUMUNA KATILMIYORUZ. DOĞRU OLAN BİLGİLERİ VE YORUMLARI AŞAĞIYA AKTARIYORUZ:

Bir şeyin dinen helâl olması, hakkında herhangi bir yasağın, aksine bir delilin bulunmamasıyla da anlaşılır. Temiz ve güzel olan her şeyin helâl kılınıp sadece kötü ve çirkin şeylerin haram kılındığının bildirilmesi de bu anlamdadır. İslâm hukukunda araçların da amaçlar gibi meşru olması esastır. Bu sebeple helâl ve temiz kazanç teşvik edilmiş, haram, gayri meşru ve kirli (habis) yollardan elde edilen kazançlar yasaklanmıştır (Buhârî, “Zekât”, 29; “İcâre”, 20; “Büyûʿ”, 7-8, 15, 39, 113; “Ṭalâḳ”, 51; Müslim, “Zekât”, 44, 63-65; Tirmizî, “Zekât”, 28). [25]

«Zekât, helâl mala düşer.»[26]

«Zekât, meşru yollardan kazanılan mallardan alınan farz ibadettir (el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye, s. 113 [27]

«Müslüman, zekâtını helâl kazancından ve malının iyi cinsinden öder (Bakara 267). Hırsızlık, rüşvet, faiz ve ihtikâr gibi İslâm’ın haram saydığı yollardan kazanılan mallar zekâta tâbi değildir. Çünkü haram mal onu elinde bulunduranın mülkü kabul edilmez ve o malda tasarrufu önlenir (Yûsuf el-Kardâvî, I, 133-134).»[28]

«Cahiliye döneminde “artmak, çoğalmak” anlamında kullanılan zekât kelimesi, Kur’an’da “manevi yönden temizlenme, temiz olma; ruhsal kirlerden, günahlardan arınma, ruhi ve manevi yönden olumlulukların artması, çoğalması; bunların da arınmaya, Allah’a yaklaşmaya vesile olması anlamında ‘temizlenmek, temiz olmak, arınmak’ şeklinde izafi (bağıntılı) bir anlam kazanmıştır.» [29]

«Zekât vermek, kişinin maddî ve manevi varlığını temizlemeyi ve arıtmayı (“tathîr” ve “tezkiye”yi) sağlar (et-Tevbe 103).» [30]

Tevbe Suresi 103, Zekât Fiilinin Malı Değil Kişiyi Temizlediğini Bildirmektedir:

Hasan Basri Çantay Meali:

Onların mallarından sadaka al ki bununla kendilerini (günahlarından) temizlemiş, bununla onları(n hasenatını) bereketlendirmiş, (kendilerini muhlisler mertebesine yükseltmiş) olasın.

Hamdi Döndüren Meali:

Onların mallarından sadaka al ki, kendilerini temizleyesin, o mal ile onları paklayasın.

Bu ayete göre, Tebük seferine özürsüz olarak katılmayan münafıklar; “Ey Allah’ın elçisi! Bizi savaşa çıkmaktan, şu mallarımız alıkoydu. Onların hepsini sadaka olarak dağıt ve bizi temizle!” dediler. Hz. Peygamber: “Mallarınızdan bir şey almakla emrolunmadım” deyince, Tevbe 103 inmiş ve onların mallarından üçte biri, tatavvu’ sadakası olarak alınmıştır (Elmalılı, age, IV, 400).

Hasib Asutay Meali:

(Resulüm!) Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et.

Ali Bulaç Meali:

Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun.

Celal Yıldırım Meali:

Onların mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizler ve (günah ile kusurlarını) paklarsın.

Muhammed Esed Meali:

Bunun içindir ki, (ey Peygamber, bundan sonra artık) onların mallarından Allah için sundukları şeyleri kabul et, ki belki bunu yapmakla onların salah bulmalarına, arınmalarına önayak olursun.

Süleyman Ateş Meali:

Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al.

Yaşar Nuri Öztürk Meali:

Bunların mallarından bir sadaka al ki, onunla kendilerini iyice temizleyip aklayasın.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali:

Bunların mallarından bir sadaka al ki onunla kendilerini hem tathir edersin hem tezkiye…

Ömer Nasuhi Bilmen Meali:

Onların mallarından bir sadaka al, onunla kendilerini temizlemiş, tezkiye etmiş olursun.

Ali Fikri Yavuz Meali:

Onların mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini temize çıkarmış (günahlarından kurtarmış), mallarına bereket vermiş olasın.

Abdulbaki Gölpınarlı Meali:

Mallarından sadaka al da temizle, arıt onları o sadakayla…

Şaban Piriş Meali:

Mallarının bir kısmını kendilerini temizleyip, arındıracak sadaka olarak al.

Fizilalil Kuran Meali:

Mallarının bir bölümünü sadaka olarak al ve bu yolla onları temizle, günahlardan arındır.

Suat Yıldırım Meali:

Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.

Diyanet Vakfı Meali:

Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin.

Ozanca Bal Meal Müminûn 1-4

Vellezîne hum liz zekâti fâilûn(fâilûne).

1. Kurtuluşa, hiç şüphesiz ki şu müminler eriştiler; 87/14-15

2. Onlar ki, salâtlarında huşû/derin bir saygı içindedirler; 2/45

3. Onlar ki, anlamsız söz ve davranışlardan yüz çevirirler; 17/36. 25/72. 28/55.

4. Onlar ki, zekât ödeyebilmek için çalışır / faaliyet gösterirler;[31] (69/34. 107/3)

«Kur’an ve Sünnette namazla zekâtın genelde birlikte zikredilmesi, iki temel ibadet arasında yakın bağ kadar namazın şahsî-bedenî, zekâtın da içtimaî-malî ibadetleri temsil etmesi ve dindarlığın kemalinin bu iki kanaldaki sorumlulukların ifasıyla gerçekleşeceği anlamını taşır. Nitekim Kur’an’ın ifadesine göre zekât verme mümin, takvâ ve ihsan sahibi iyi kimselerin özelliğindendir. Zekâtın Allah katında ve sosyal hayattaki değerini bilen ve ahirette kurtuluşa ermek isteyen müminler zekâtlarını verirler ve dünyada safa sürmek için değil zekât verebilmek için çalışıp zengin olmak isterler (el-Mü’minûn 1-4). Allah’ın dostluğu da, ancak O’na inanmakla, namaz kılıp zekât vermekle kazanılır (el-Mâide 55; el-A‘râf 156).» [32]

Ozanca Bal Meal Neml 3

Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhıreti hum yûkınûn(yûkınûne).

O müminler ki namazı devirmezler / ayağa dikerler;

Arınıp yücelmek için ödenmesi gereken zekâtı öderler;

Zira onlar ahirete gönlü yatarak inananların ta kendileridirler.

Ozanca Bal Meal Lokman 4-5

4. Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhıreti hum yûkinûn.             

Muhsinler, salâtı / namazı ayağa dikenlerdir;

Arındırıcı ve yüceltici olan zekâtı ödeyenlerdir;

Ahiret [hayatına da] kesinkes iman edenlerdir.

5. Ülâike alâ hüden min rabbihim ve ülâike hümül müflihûn       

Rablerinden gelen hidayet üzere olanlar, işte bu kişilerdir;

İşte bunlar, evet bunlar, felâha / ebedi mutluluğa erenlerdir. 2/58, 83. 3/134, 148. 5/13. 7/161.

Ozanca Bal Meal Nûr 37

Ricâlul lâ tulhîhim ticâratuv ve lâ bey'un an zikrillâhi ve igâmis salâti ve îtâiz zekâti yehâfûne yevmen tetegallebu fîhil gulûbu vel ebsâr.

O erleri, hiçbir ticaret ve kazanç kapısı, alıkoyamaz Allah’ı dile getirmekten;

Namazı ayağa dikmekten / kıyam haline dönüştürmekten ve zekâtı ödemekten;

Korkarlar [ancak], gözlerin dehşetten fıldır fıldır döneceği [çok korkunç] bir günden.

Ozanca Bal Meal Leyl 17-18

17. Veseyücennebühel etgâ. 18. Ellezî yü’tî mêlehû yetezekkâ.

Alevi sürekli artan ateşe (92/14) atılmaktan, en takvalı olan kişi kurtarılır / uzak tutulur

En takvalı / ateşten en çok çekinen kişi, dalâletten[33] arınmak için malından infakta bulunur.

«Allah Teâlâ’nın, “Mallarını Allah rızasını dileyerek ve içlerinden gelerek harcayanların / infak edenlerin misali, tatlı bir yamaçta bulunan, üzerine bolca yağmur yağan, bu sebeple ürününü iki misli veren bir bahçedir” (Bakara 265) buyurduğu ayette, bu kişilerin inançlarında kararlılık gösterdikleri ve bunu mallarını infak ederek imanlarını kanıtladıkları anlatılmaktadır.»[34]

«İnfak, dinî-ahlâkî bir terim olarak genellikle “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” demektir. Bu bakımdan infak, farz olan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içermektedir. Râgıb el-İsfahânî, infakı iyi ve kötü olarak ikiye ayırdıktan sonra iyi olanı “harcama yapan kişinin âdil olduğunu gösteren infak” şeklinde yorumlasa da (eẕ-Ẕerîʿa, s. 409) kelime yalın olarak kullanıldığı zaman meşru ve yararlı harcamaları ifade eder.

İslâmî telakkiye göre insanın sahip olduğu servetin asıl sahibi Allah’tır. O’nun emanet olarak verdiği bu servetten başkalarına infakta bulunmak gerekir (Nûr 33; Hadîd 7). Bakara suresinin 2. ayetinde Allah’a samimiyetle inanan müminlerin başlıca özellikleri sayılırken iman ve namazın ardından infak zikredilmiştir.

İnfak kelimesi umumiyetle karşılıksız yardımlar için kullanılır; nitekim Kur’an’da yaptıkları iyiliklerden dolayı bir karşılık beklemeyenler övülmektedir (İnsân 8-9). Bununla birlikte meşru alanlarda yatırım yaparak istihdam yoluyla insanların nafakalarını sağlamaya vesile olmak da infak kapsamında değerlendirilebilir. Serveti âtıl bırakıp (kenz) Allah yolunda harcamayanları ağır bir dille yeren ayetler (Tevbe 34-35) bu hususu da kapsamaktadır. Gazzâlî buradaki “kenz” kavramının malı veya parayı piyasadan çekmek, bunları Allah yolunda harcamanın ise piyasaya sürmek demek olduğunu belirtmiştir (İḥyâʾ, IV, 91-92, 95). Ayetlerde iyiliklerin sevabı genellikle bire on olarak gösterildiği halde Allah yolunda infakın sevabının bire yedi yüz oluşu (Bakara 261) bunun diğer ibadetlerden daha güç olduğunu göstermektedir.»[35]

Ozanca Bal Meal A’râf 156.         

Ve rahmetî vesiat kulle şey’(şey’in), fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûnez zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn(yu’minûne).

Her şeyi çepçevre kuşatmış / her yeri kaplamıştır benim rahmetim. 40/7

Yazacağım bu rahmetimi sırf müttakilere / kendilerini ateşten gerisingeri çekenlere; [36]

Yazacağım, [verdiğim rızıkların][37] zekâtını eksiksiz bir biçimde [yerlerine][38] ödeyenlere. 6/54, 147

Zira onlar şöyle kimselerdir;

Ayetlerimize iman edenlerdir.[39] 6/12

Ozanca Bal Meal Tevbe 11

Fe in tâbû ve ekâmus salâte ve âtuz zekâte fe ıhvânukum fîd dîn (dîni), ve nufassılul âyâti li kavmin ya´lemûn.

Ama tövbe eder / şirkten vaz geçerseler, [40]

Namazı ayağa diker ve zekâtı öderseler,

O zaman, dinde sizin kardeşlerinizdirler.

Zekât ile İlgili Bazı Hadisler

Behz b. Hâkim (r.a) babasından ve dedesinden aktararak şöyle diyor:

“Ey Allah’ın Peygamberi! İslâm’ın şartları nedir veya Müslüman olmam neyi gerektirir?” dedim.

“İrade ve isteklerimi Allah’a teslim ettim, Allah’a ortak koşmayı terk ettim deyip namaz kılıp zekât vermendir” buyurdu. (Müsned: 19162)

Zekât Vermemenin Cezası

2397- Ebu Zer (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v)’e geldim. Kâbe’nin gölgesinde oturuyordu. Beni görünce bana dönerek: “Kâbe’nin Rabbi hakkı için onlar zararda olan kimselerdir” buyurdu. Kendi kendime: “Eyvah benimle ilgili bir şey mi?” indirildi, diyerek; “Anam-babam senin yoluna feda olsun, kimdir onlar Ey Allah’ın Resulü!” dedim. O da şöyle buyurdu: “Malı çok olanlar ancak mallarını hayırlara ve iyilikle, sağındaki ve solundaki muhtaç ve fakirlere verenler müstesna buyurduktan sonra şöyle devam etti: Canım kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki deve ve sığırlarının zekatını vermeyen bir kimse kıyamet günü getirilir de o hayvanlar daha bakımlı ve semiz olarak o kişiyi ayaklarıyla çiğnerler ve boynuzlarıyla toslarlar. Sığır ve develer bir sefer o kimsenin üzerinden geçtiler mi yeni baştan tekrar çiğnemeye ve toslamaya başlarlar. Bu böylece insanların hesabı görülünceye kadar devam eder gider.” (Buhârî, Zekât: 3; İbn Mâce, Zekât: 2)

Abdullah (r.a)’tan rivayete göre, şöyle demiştir. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Malı olup da zekatını vermeyen kimseye o malı kıyamet günü çıplak başlı bir yılan olup boynuna dolanacaktır. Kişi ondan kaçmaya çalışacak fakat yılan onu kovalayacaktır. Sonra, Resulullah (s.a.v) Allah’ın Kitabı’ndan bu sözün delilini getirip Âl-i İmrân 180. ayetini okudu: “Allah’ın kendilerine ikram edip verdiği malları infak etmekte cimrilik gösterenler, biriktirdikleri malların kendileri için hayır olduğunu zannetmesinler. Aksine bu onlar için pek kötüdür. Bu derece cimrice sarıldıkları şey kıyamet günü boyunlarına tasma gibi geçirilecektir…” (İbn Mâce, Zekât: 2; Tirmizî, Tefsirul Kur’an: 4)

Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayete göre, şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v)’den işittim şöyle diyordu: “Kimin develeri var da darlıkta ve bollukta onların zekatını vermiyorsa, Kıyamet günü o develer daha hareketli daha şişman bir halde gelirler ve geniş bir alana konulmuş olan sahiplerini çiğnerler, develerin sonuncusu gelince baştakiler tekrar gelerek çiğnemeye başlarlar, bu süre miktarı elli bin sene olan kıyamet günlerinde sürüp gider ve tüm insanların hesabı görülünceye kadar bu böylece devam eder gider daha sonra kişi gideceği yeri (Cennet - Cehennem) mutlaka görür.

Yine kimin sığırları olur da darlıkta ve bollukta onların zekatını vermezse o sığırlar kıyamet günü daha semiz daha hareketli ve daha haşin olarak getirilir ve sahiplerini ayaklarıyla çiğnerler, boynuzlarıyla toslarlar ve tırnaklarıyla onu çiğnerler sondakiler bitince baştakiler aynı şekilde çiğnemeye ve toslamaya başlarlar. Bu iş elli bin sene süren ahiret günlerince insanların hesapları görülünceye kadar devam edip gider ve o kimse gideceği yer neresi ise orayı da görür.

Yine kimin koyunları olur da bolluk ve darlıkta onların zekatını vermezse kıyamet günü o koyunlar daha hareketli daha semiz ve daha haşin olarak getirilir ve bu koyunlar sahiplerini tırnaklarıyla çiğnerler, boynuzlarıyla toslarlar boynuzlarında hiçbir eksiklik ve kırıklıkta yoktur. Koyunların sondakiler bitince baştakiler yine aynı şekilde çiğnemeye başlarlar yine bu iş elli bin sene sürer, ahiret günlerince insanların hesapları görülünceye kadar devam edip gider ve o kimse gideceği yer neresi ise orayı da görür.” (Buhârî, Zekât: 3; İbn Mâce, Zekât: 2)

Zekât Vermeyenden Zorla Alınır Mı?

Behz b. Hâkim (r.a)’den rivayete göre, şöyle demiştir: Babam dedemden aktararak Rasûlullah (s.a.v)’in şöyle söylediğini duymuştur: “Zekatını sevap kazanmak için verene, Allah karşılığını verir. Develerin zekatını vermek istemeyenlerden hem zekatını hem de (ceza olarak) develerin yarısını Allah’ın hakkı olarak alırız.” (Dârimi, Zekât: 2; Müsned: 19183)[41]

Zekât Vermeyen Kimselere Kıyamette Yapılacak Azap

617- Ebû Zerr (r.a.)’den rivâyete edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiştir: Ka’be’nin gölgesinde otururken onun yanına geldim. Benim gelmekte olduğumu görünce şöyle buyurdular: “Kâbe’nin Rabbine ant olsun ki kıyamet günü kaybedenler şunlardır: Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bir kimse ölür arkasında zekatını vermediği deve ve sığırları bırakırsa o deve ve sığırlar kıyamet günü bulunduğu durumdan daha semiz bir şekilde o kimsenin yanına getirilir ve onu ayaklarıyla çiğner, boynuzlarıyla vurur. İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar bu hayvanlar böyle yapar dururlar.” (Müslim, Zekât: 8; İbn Mâce: Zekât: 2)

Hz. Ali’den de “Zekât vermeyen lanetlendi” şeklinde bir rivayet vardır.[42]

Ahzâb Suresi 64, lanetlenen tiplerin, kâfirler olduğunu duyurmaktadır:

İnnellâhe leanelkêfirîne ve eadde lehüm seıyran

Allah, kâfirlere elbette lânet ediverdi;

Onlar için, çılgın bir ateşi hazırlayıverdi.



[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 44. cilt, 197-207. ZEKÂT (الزكاة) Müellif: MEHMET ERKAL

[2] Kur'an-ı Kerim Ansiklopedisi, A. TOKSARI

[3] Kur'an-ı Kerim Ansiklopedisi, A. BARDAKOĞLU

[4] (M. İslâmoğlu)

[5] Cuma Konuşmaları, 3/6, Mevdûdî, M. Han Kayani

[6] Diyanet - Kuran Yolu - FUSSİLET SURESİ 6-7

[7] YÜCE KUR’AN ve Açıklamalı – Yorumlu Meâli, Prof. Dr. Abdülkadir Şener, Prof. Dr. M. Cemal Sofuoğlu, Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, T.D.V. İZMİR 2011

[8] https://www.kuranmeali.com/  Muhammed Esed Meali Açıklaması

[9] Sünen-i Nesai, Tercüme: Abdullah Parlıyan

[10] Kütüb-i Sitte Hadis ansiklopedisi, www.mucahid.net

[11] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2008 İstanbul, 35. cilt, 91-93. Ridde Olayları. Müellif: MUSTAFA FAYDA

[12] «Kur’an-ı Kerîm’de sâlih kavramı, biri “iyi, hayırlı iş ve davranış”; diğeri ise “dinî ve ahlâkî bakımdan iyi davranışlara sahip kişi” olmak üzere iki manada kullanılmıştır. İlk manasıyla 93, ikinci manasıyla 32 yerde geçmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Mu’cem). Ankebût suresinin dokuzuncu ayetinde, iman edip sâlih işler yapanların sâlih kişiler arasına alınacağının belirtilmesi de sâlihlerden olmanın, iman şartını da içerdiğini göstermektedir. Âl-i İmrân 114’de; sâlihlerin nitelikleri, “Allah’a ve ahiret gününe iman, iyiliği emredip kötülüğe karşı çıkma ve hayırlarda yarışma” diye sıralanmıştır. Dünyada Allah’a ve O’nun peygamberine itaat edenlerin Allah’ın kendilerine bir lütfu olarak ahirette beraber olacakları ‘güzel arkadaşlar’ arasında, nebiler, Sıddıklar ve şehitlerle birlikte sâlihler de anılmıştır (4/69). Râzî, itikadı doğru ve Allah’ın emirlerine itaat edip günahlardan korunan her insanın sâlih bir kimse olduğunu belirtir (Mefâtîĥu’l-ġayb, X, 174).» {DİA, 36/32, Mustafa Çağrıcı}.

[13] Hamdi Döndüren Meali Açıklaması

[14] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, 4/325

[15] Miskin: «Hz. Ömer, fakiri Müslümanın yoksulu, miskini ise Ehl-i kitabın yoksulu olarak tefsir etmiştir.» {Özgün Bir Kur’an Yorumu, 253, Ali Galip Zengin}. * «Ebû Hanîfe’ye göre, miskin fakirden daha yoksuldur çünkü “miskin”, yokluğun hareketsiz bıraktığı kimseye denir.» {El-Ahkâmu’s-Sultâniyye, 135, İmam Mâverdî, Çeviren: Dr. Ali Şafak, Bedir Yayınevi, 1976}.

[16] Ali Ünal. * “Hürriyetlerine kavuşmak isteyen kölelere” {Meal, 169, Ömer Dumlu – Hüseyin Elmalı, Eylül 2005}. * «Kur’an, esirlerin serbest bırakılması için sadece tavsiyede bulunmakla kalmamış, aynı zamanda, kölelerin azat edilmesi için her yıl devlet bütçesinden ödenek ayırma zorunluluğu da getirilmiştir.» {Bkz: Hz. Muhammed’in Evrensel Mesajları, 106, Prof. Dr. Âdem Apak, Ensar Neşriyat, İstanbul 2014}.

[17] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 44. cilt, 197-207. ZEKÂT (الزكاة) Müellif: MEHMET ERKAL

[18] KELİMELER KAVRAMLAR 2/117 120, Yusuf Kerimoğlu, inkılâb yayınları, dördüncü baskı

[19] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2008 İstanbul, 35. cilt, 383-384. SADAKA (الصدقة) Müellif: ALİ DUMAN

[20] «Ayette kastedilen mana, “bunların zekâtlarını kabul et, fakat münafıklarınkini alma” anlamında olabilir.» {Beyânül-Hak, III/586, not: 6}.

[21] KUR’AN’DA ZEKÂT KAVRAMININ ETİMOLOJİK VE SEMANTİK ANALİZİ, Doç. Dr. Şehmus DEMİR, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 28, Erzurum, 2007

[22] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 44. cilt, 197-207. ZEKÂT (الزكاة) Müellif: MEHMET ERKAL

[23] Hamdi Döndüren Meali Füssılet 7 Açıklaması

[24] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 23/190-202.

[25] TDV İslâm Ansiklopedisi, 1998 İstanbul, 17. cilt, 175-178. HELÂL, FIKIH. Müellif: FERHAT KOCA

[26] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 23/190-202.

[27] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 44. cilt, 197-207. ZEKÂT (الزكاة) Müellif: MEHMET ERKAL

[28] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 44. cilt, 197-207. ZEKÂT (الزكاة) Müellif: MEHMET ERKAL

[29] KUR’AN’DA ZEKÂT KAVRAMININ ETİMOLOJİK VE SEMANTİK ANALİZİ, Doç. Dr. Şehmus DEMİR, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 28, Erzurum, 2007

[30] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 44. cilt, 197-207. ZEKÂT (الزكاة) Müellif: MEHMET ERKAL

[31] Kur’an Dili: “Onlar ki zekât vermek için çalışırlar.” * Âyet ve Hadislerle Meâl: “Zekât vermek için çalışırlar.” * Yaşar Nuri Öztürk: “Zekâtı vermek için faaliyettedir onlar.”

[32] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2013 İstanbul, 44. cilt, 197-207. ZEKÂT (الزكاة) Müellif: MEHMET ERKAL

[33] 23/106: Kâlû rabbenâ galebet aleynâ şıkvetunâ ve kunnâ kavmen dâllîn. Derler ki: "Rabbimiz, bahtsızlığımız bize baskın çıktı. Sapıp gitmiş bir topluluk olduk biz."       

[34] Diyanet - Kuran Yolu - FUSSİLET SURESİ 6-7

[35] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2000 İstanbul, 22. cilt, 289-290. İNFAK (الإنفاق) Müellif: MUSTAFA ÇAĞRICI

[36] [Tahrim 6]

[37] [Bakara 3]

[38] [Tevbe 60]

[39] Âyetlere iman “dil ile” konuşulur ama “eylem ile” ortaya konulur.

[40] PEYGAMBERLERİN TÖVBESİ Murat PADAK https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay: «Şüphesiz ki hata ve günahların en büyüğü küfür, şirk ve nifaktır. Bunlardan vazgeçip Müslüman olmak da en büyük tövbe sayılmıştır. Tevbe 11 ve Tevbe 74’de İslam’a girmek tövbe kelimesi ile ifade edilmiştir.»

[41] Sünen-i Nesai, Tercüme: Abdullah Parlıyan

[42] Sünen-i Tirmizî, Tercüme: Abdullah Parlıyan