Seher Vakti Sahur Eylemi

23.03.2023 / Din / Genel

Din, öncelikle Kur’an’dır. Dindar, her durumunu Kur’an’a danışandır.

Seher Vakti Sahur Eylemi

«Sözlükte “sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri” anlamındaki seher kelimesiyle aynı kökten gelen sahur sahûr (sehûr, sühûr) vakti, fakihlerin çoğunluğuna göre gecenin son yarısının, bazı Hanefî ve Şafiilere göre ise son altıda birinin başlangıcıyla tan yerinin ağarması arasındaki zaman dilimidir. Şafak sökmesi veya tan yerinin ağarmasıyla kastedilen ise sabah namazı ve orucun başlangıç vaktinin girmesidir.»[1]

«Peygamber Efendimiz, “Sahur yapın, zira sahurda bereket vardır” gibi hadisleriyle (Buhârî, “Ṣavm”, 20; Nesâî, “Ṣıyâm”, 18-19, 24; Tirmizî, “Ṣavm”, 17) sahurun önemini belirtmiş, sahurun terk edilmeyip bir yudum su ile bile olsa yerine getirilmesini tavsiye etmiş, sahura kalkanların Allah’ın rahmetine ve meleklerin duasına mazhar olacağını belirtmiş (Müsned, III, 12) ve sahuru “mübarek bir gıda” olarak nitelendirmiştir (Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 17; Nesâî, “Ṣıyâm”, 25-26).» [2]

«Bereket kelimesinin asıl anlamı “devenin bir yerde çöküp durması, orada kalıp beklemesi”dir. Bu manaya bağlı olarak iyi ve hoş karşılanan bir şeyin süreklilik arz edişine bereket denilmiştir. Söz konusu şey maddî ise tükenmemek anlamında bolluk, manevi ise saadet kelimeleriyle ifade edilmektedir. Bereket, ibadetlerle elde edilmeye çalışılan bolluk, genişlik, hayır ve saadet anlamlarına gelmektedir.

Kur’an mübarek bir kitap, mübarek bir nasihattir (el-En‘âm 6/92; el-Enbiyâ 21/50; Sâd 38/29) ve “mübarek bir gecede” indirilmiştir (ed-Duhân 44/3).

Bereket kelimesi ilgili bir hadisin meali şöyledir: “Sahura kalkın, çünkü onda bereket vardır” (Buhârî, “Savm”, 20; Müslim, “Sıyâm”, 45; Tirmizî, “Savm”, 17). Bu hadisteki bereket “ilâhî hayır ve ihsan, feyiz ve bolluk” anlamına gelmektedir.»[3]

Amr İbnu'l-Âs radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bizim orucumuz ile Ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli fark sahur yemeğidir." (Müslim, Sıyâm 46. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 15; Tirmizî, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 27).»[4]

«Hadislerde de ifade edildiği gibi (İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 22) sahurun tutulacak oruca güç yetirebilmek için vücuda besin sağlama amacı taşıdığı açık olmakla birlikte, sahura kalkan müminin asıl hedefi Hz. Peygamber’in sünnetini yerine getirerek bu vaktin feyiz ve bereketinden yararlanmaya ve neticede Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak olmalıdır.» [5]

Peygamber efendimizin sahur’u, “mübarek / bereketli / ahirete kalıcı, cenneti kazandırıcı bir gıda” olarak nitelendirmesi, sahur fiilinin maddî yiyeceklerle karın doyurmak değil, ebedi hayata bu dünyadan manevî ürünler yollamak olduğuna delildir.

Yine Peygamber Efendimizin, “bir yudum su ile bile olsa sahuru yerine getirin” demesi, o suyu içerken çektiğimiz besmele ve hamdele sayesinde sahur eyleminin bir nebze de olsa gerçekleşmesi, ayrıca kulluklarımızın hiçbirinin Yahudilerin ve Hristiyanların dinî törenlerine benzememesi içindir. 

«Sahur kelimesine, ebedi saadet anlamında felâh da denilmiştir (Müsned, IV, 272; İbnü’l-Esîr, III, 469).

Felâh kelimesinin, günlük başarıyı (Tâhâ 20/64) ve kişinin tedavi sonrasında hastalıktan iyileşmesini (Müsned, IV, 427, 430; Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 7) ifade eden kullanımlarına da rastlanmaktadır. Felâh, Kur’an terminolojisinde ahiret hayatında cehennemden kurtulup cennete girmeyi ve Allah’ın rızasını kazanmayı anlatmaktadır (el-Mü’minûn 23/1; el-Mücâdile 58/22). “Müflihûn / ebedî saadete erenler” ifadesi, Kur’an-ı Kerîm’de sadece müminler hakkında söylenmiştir.

Felâh / ahiret yurdundaki ebedi saadet, gayba iman edip namaz kılanlara, kendilerine ihsan edilen nimetlerden başkalarını da faydalandıranlara, peygamberlere gönderilen kitaplara ve ahiret gününe kesin inananlara (el-Bakara 2/2-5), insanları hayra çağırıp iyiliği tavsiye edip kötülüklerden alıkoyanlara ve faiz almayanlara (Âl-i İmrân 3/104, 130), içki, kumar, şirk, fal ve ezlâm gibi şeytanî tuzaklardan uzak duranlara (el-Mâide 5/90), zulüm ve haksızlığı irtikâp etmekten kaçınanlara (el-En’âm 6/21, 135; Yûsuf 12/23), mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda savaşanlara (et-Tevbe 9/88), Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirip hayırlı işler yapanlara (el-Hac 22/77), namazlarını huşu ile ve devamlı şekilde kılan, boş sözlerden kaçınıp faydasız işlerle meşgul olmayan, ırz ve namuslarını koruyan, emanete riayet edip ahde vefası olanlara (el-Mü’minûn 23/1-10), Allah’ın emirlerine uygun hareket etmeye çalışan ve işlediği günahlardan dolayı tövbe kapısını çalanlara (en-Nûr 24/31), kendilerini küfür ve isyan gibi manevî kötülüklerden arındırmış olanlara (el-A’lâ 87/14; eş-Şems 91/9) vaat edilmiştir.»[6]

«Ve Kur'an'da geçen her felah, Mü'minûn 1'de olduğu gibi, kulun kendi fiiliyle ilişkilendirilmiştir (Krş: Mü'minûn: 1; Necm: 32 ve Nisâ: 49).»[7]

Hz. Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bize Ramazan ayında bir namaz kıldırdılar. Bize (o kadar uzun) bir namaz kıldırdılar ki "Felâh"ı kaçırmaktan korktuk.

Ona: "Felâh" nedir? diye soruldu:

Ebû Zer: Sahur’dur diye cevap verdi.

Hattâbî, Felâhla ilgili şu açıklamayı yapar: "Felâhın asıl manası bekadır / kalıcılıktır. Nitekim ezandaki “hayye alelfelâh” ifadesi de "felâh'a yani sizi cennette ebedi kılacak olan amele gelin" anlamındadır.

Sahur kelimesi suhûr şeklinde de gelmiştir. Sahur, geceleyin yenen ve içilen şeylerdir. Suhûr ise, mastardır ve fiilin kendisidir. Rivayetlerde umumiyet itibariyle sahur şeklinde gelmiştir. Ancak en-Nihâye'nin kaydına göre: "Doğrusu suhûr olmalıdır ki, bereket ve ecir manasına gelir. İmam Malik’in meşhur eserinde de “Sevap fiildedir, yemekte değildir” denilir (Muvatta, es-Salât fi'r-Ramazân).» [8]

İbn Hüzeyme'nin naklettiğine göre Selman (r.a) şöyle anlatmıştır; Resulullah (s.a.s) bir Şaban ayının son gününde bize şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir Ay’ın gölgesi üzerinize bastı. O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Allah o ayda oruç tutmayı farz kıldı. Geceleyin ibadet yapmayı nafile kıldı / Kur’an’ı tetkik etmeyi bir ganimet[9] kıldı. O, sabır Ay’ıdır, sabrın karşılığı ise Cennettir. Ramazan Ay’ı öyle bir aydır ki; evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da Cehennem ateşinden kurtuluştur. O ayda köle ve hizmetçilerinin yükünü hafifleten kimseyi Allah bağışlar ve Cehennem ateşinden kurtarır" (et-Tergîb, II, 94-95).

Efendimizin bu müjdesini, ilgilisi ve tefsiri olan şu ayetlerle izah etmeye çalışacağız:

EVVELİ / ÖNCELİĞİ RAHMETTİR:

Kişinin öncelemesi / yerine getirmesi gereken en temel görevi, Kur’an’ın kendisine neler önerdiğine bakmasıdır. Her zaman yapması gereken bu fiile, Ramazan ayında iyice yoğunlaşmasıdır.

Çünkü hadisteki rahmet kelimesiyle Kur’an kast edilmektedir. Şu ayetler, buna delidir:

Nisâ 83

Kendilerine güven veya korkuya dayalı bir haber ulaşsa, onu anında yayarlar;

Oysa [yaymadan önce] onu elçiye ve kendilerinden olan yetkililere danışsalar,

İçlerinden o haberin manasını çıkarabilenler, bunun maksadını kesinlikle anlar. (16/43)

Üzerinizde Allah’ın fazlı ve rahmeti[10] olmasa, azınız dışında topunuz şeytana uyar. (43/36. 58/19)

En’âm 157                         

Yine demeyesiniz ki, öncekilere indirildiği gibi bize de kitap indirilseydi eğer,

Olurduk öncekilerden daha fazla hidayet üzere/verirdik dine daha çok değer. 9/124

[Bulmayasınız diye böyle bir kılıf / böyle bir bahane],

Size de geldi Rabbinizden, işte bir beyan/bir beyyine.[11]

O beyyine / o ayırt edici, bir hidayet kaynağıdır ve de bir rahmet;

Hiç kimse, Allah’ın âyetlerini yalanlayandan daha zalim değildir elbet.

Evet, kim daha zalimdir, [kişileri] Allah’ın ayetlerinden çevirenden?

 [İnsanları buluşturmamak için],[12] uzaklaştıranları ayetlerimizden, (41/26; 43/57, 58)

Azabın en fecisiyle cezalandıracağız şu engelleyicilikleri yüzünden.

A’râf 52

İlme dayalı olarak, derinlemesine açıkladığımız bir kitabı,

Tabi ki onlara da verdik; [ama hiç ciddiye almadılar o hitabı].

Mümin olacak topluluklar için hidayet rehberi [o kitaptır]; 2/2, 97. 16/102

Bu kitap, onlar için bir rahmet kaynağıdır/bir sağanaktır.

A’râf 203                            

O had bilmezlere (arzuladıkları)[13] bir ayet getirmediğinde sen,

Söylenirler: Onu (Rabbinden)[14] almak için biraz çaba sarf etsen…[15]

De ki: Tabi olurum ben ancak şuna;

Rabbim tarafından bana vahyolunana.

İşte bu Kur’an,[16] bizzat Rabbinizdendir/yalnız Ona aittir;

Bu (vahiy),[17] müminlere basiretler, hidayet ve rahmettir.

Müslümanlar, Bakara 185’in bildirdiği ve önerdiği şekilde hareket etmeliler ve şunu akıllarının en müstesna köşesine iyice yerleştirmeliler: Ramazan ayı kutsal olduğu için Kur’an o ayda indirilmemiştir. Aksine, Kur’an o ayda indirildiği için bu ay kutsallık elde etmiştir. Açıkçası, keramet ayda değil Kur’an’dadır. Bu yüzden, Kur’an, ecelleri gelinceye kadar her Müslümanın ellerinden hiç bırakmayacakları bir el kitabı olmalıdır.

Bakara 185                        

Öylesine şerefli bir aydır ki, oruç ayı Ramazan;

Bu ayda indirildi insanların yol göstericisi Kur’an.

Kur’an ki, hidayeti tam manasıyla açıklayan rehber;

Kur’an ki, doğruyla eğriyi birbirinden tam ayırt eder.

Bu aya şâhit olan kişi oruç tutsun! [Allah böyle emreder].

İçinizden her kim hastalanırsa veya olur ise seferde,

Tutamazsa orucunu, sayıyı tamamlasın müsait günlerde.

Allah sizin için zorluk dilemez, sürekli kolaylık diler;

Nasıl ki O doğru yolu göstererek, size kılavuzluk eder.

Sizden de sayılı günleri tamamlamanızı ve Onu ulu tanımanızı ister;

Umulur ki her biriniz kendisine şükreder/kulluğunu gereğince ifa eder.

İbn Abbas (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir: "Ramazan Ay’ı girince Resulullah (s.a.s) ile Cebrail (a.s.) buluşurlar. Ramazan Ay’ı çıkıncaya kadar her gece karşılıklı Kur'an okurlardı." (Buhari, Savm, 7).

İşin aslı şudur: Kur’an’ın tetkik edilerek baş tacı ve hayat tarzı edinildiği her gün mübarek ve her gece de kadir gecesidir.

Bu yüzden, kendilerini bilenler her geceyi de kadir bilmişler, Müzzemmil 20’ye kulak vermişler, uykularına ara vererek gecelerin bir kısmını Kur’an’ın tertiliyle geçirmişler, Kur’an’ı tetkik edip görevlerini öğrenerek gecelerini kıymetlendirmişlerdir.

Çünkü onlar, Efendimizin: “Allah Teâlâ her gece gecenin son üçte birinde en yakın semadan şöyle seslenir: bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, istediğini vereyim! Benden bağışlanma dileyen yok mu, onu affedeyim” (Buhârî, Deavât 14; müslim, Müsâfirîn 168-170) buyruğunu dinlemişler, yerine getirmişlerdir.

Müzzemmil 20 

Rabbin biliyor elbet, gecenin üçte ikisine yakın bir anda ayağa dikildiğini;

Bazen yarısında bazen de üçte birinde [uykudan uyanıp Kur’an’ı tertil ettiğini]; [73/4]

Biliyor yine Rabbin, seninle birlikte bir taifenin daha aynı fiili işlediğini.

Geceyi ve gündüzü Allah takdir ediyor;

[Her ikisine de plân ve programı o çiziyor].

Bildi Allah, [tayin ettiği bu saatin] hakkını tam olarak veremeyeceğinizi;[18]

[Bu yüzden, kabul etti her vaktinizdeki] yönelişinizi / kabul etti tövbelerinizi.

Kolay gelen devrenizde okuyun artık Kur’an’dan,[19]

[Hangi vakit][20] kolayınıza geliyorsa size zamandan;

Yine bildi ki Allah, içinizden kimileri hasta olacaktır;

Kimileri ise Allah’ın fazlını elde etmek için arzda dolanacaktır; 62/10

Kimileri de Allah yolunda [gazaya çıkacak kâfirlerle] vuruşacaktır.

[Bu yüzden] kolayınıza gelen yeri okuyunuz Kur’an’dan!

[İçinizde iyiliği öneren ve kötülüğü önleyen hayırlı bir bölük bulunsun her an]![21]

Namazı ayağa dikiniz!

Zekât[larınız]ı ödeyiniz!

Allah’a güzel bir borç veriniz! 2/245. 5/12. 57/11, 18. 64/17

Neyi gönderirseniz [Mevlâ’nıza], 36/12

[Ona] hayırdan ne sunarsanız kendi adınıza,

Onu, Allah katında daha da değerlenmiş bulursunuz; (2/261: 1 fiile 700 ödül)

Verdiğinizden kat kat daha fazla bir ecre kavuşursunuz

Allah’tan, [sahurlarda] istiğfar dileyiniz/

Seherlerde, suçlarınızı öğrenip gideriniz.

Allah, muhakkak ki fazlasıyla bağışlayıcıdır;

Çok merhametli/çok sevecen/çok acıyıcıdır.

ORTASI MAĞFİRETTİR:

Kişinin, eksiklerini ve hayatına eklemesi gereken fiilleri, Kur’an’dan öğrenerek istiğfar yoluna sapması / üzerine düşen vazifelerini yaparak mağfiret olunmaya / bağışlanmaya uğraşmasıdır.

 Âl-i İmrân 17                    

Zorluklara göğüs gerenler, sabırlı davrananlardır;

Allah’a verdikleri sözde duranlar/sadık olanlardır;

Mallarının [iyilerini/kalitelilerini][22] Allah yolunda harcayanlardır;

Yani seherlerde/sahurlarda bağışlanma talebinde bulunanlardır. 51/17-18

Hûd 3                   

Rabbiniz[in kelimelerin]den,[23] istiğfar [çözümleri] edininiz![24]

Çok geçmeden[25] tam manasıyla Allah’a tövbe ediniz / yöneliniz! 11/52. 11/61. 11/90

Ki O da sizi belirli bir süre / ecelinize kadar dünyada güzelce yaşatsın;

[Ölümünüzden sonra ise], her fazilet sahibine kendi fazlından aktarsın.

Ancak yüz çevirir / kaçınırsanız [faziletli davranışlardan],

O zaman korkarım sizin adınıza o büyük günün azabından.

Müslümanlar, seherlerde / sahur vakitlerinde bağışlanma çareleri ararlar / sabahlara kadar Kur’an’ı mesele mesele ve kelime kelime didiklerler, edindikleri bilgilerle istiğfarın / affedilmenin peşine düşerler.  Evet, Allah’tan bağışlanma dilemek, yani Ona yönelmek, ancak kelimelere dönüp Kitabın tümüne sahip çıkmakla, yani Kur’an’ın önerilerine harfiyen uymakla mümkündür (11/3). Allah, İstiğfar edenlere azap etmez (8/33).

Ayrıca bkz. 2/37, 124, 208. 3/39; 4/46; 5/13; 6/115.

SONU ATEŞTEN AZAT EDİLMEKTİR:

Yerine getirdiği bu iki eylemin neticesi, kişinin takva tutumuna / kendisini ve ailesini koruma fıtratına / korunma ahlâkına ulaşmasıdır. Takvalı davranmasının semeresi ise bunları yerine getiren kimsenin cehennem ateşinden kurtulmasıdır.

Bakara 183

Müminler! Oruç yazıldı üzerinize;

Yazıldığı gibi sizden öncekilerinize.

Sebep olsun diye takvaya erişmenize /[26] isyandan ve haramlardan el çekmenize;

Korunma ahlâkıyla dört dörtlük donanarak cehennem ateşinden azat edilmenize. (2/24. 66/6)

Özetle, Cennete kavuşmanın yolu takvalı davranmak / cehennem ateşinden koruyacak davranışlarda bulunmaktır.

«Müttakîler, korunanlardır. Cenabı Hak bunları, bu kendilerini her kötülükten, her fenalıktan koruyan, her vazifelerini ciddiyetle başaran kimselerin hal ve şanını anlatıyor ve onların bütün islâm esaslarına sımsıkı tutunduklarını ve bu sayece murada erdiklerini gösteriyor. Muttaki takva sahibidir. Takva ise, Kur’an’da müteaddit manalarda irad edilir. Fahreddin Razi, bunları şöylece anlatır: Takva, iman, tövbe, itaat, ihlâs, suçları terk manasına gelir. Takva sahibi olmak, çok şerefli bir makamdır. Çünkü Kur’an’da: “Allah, takva sahibi olanlarla beraberdir” buyruluyor. Hazret-i Peygamber de: “Kim ki insanların en değerlisi olmak ister, takva sahibi (korunan kimselerden) olsun” buyurmuştur. Hazreti Ali de: “Takva, suç işlemek üzerinde ısrar etmekten ve itaatle övünmekten vazgeçmektir” demiştir.»[27]

«Takva, Allah’ın rızasını kazanmak ve felâh bulmak gayesiyle hareket etmektir. Bütün fiil ve hareketlerin gaye ve hedefidir.»[28]

«Oruç kelimesinin karşılığı Kur’an’da Savm’dır. Savm / sıyâm, “bir şeyden vazgeçip, onu bırakmak" demektir. Allah Teâlâ "Sakınasınız (muttaki) olasınız diye" sözü ile orucun şehveti kırdığı ve kötü şeylerden alıkoyduğunu bunun da takvayı doğurduğunu beyan etmiştir. Çünkü oruç taşkınlıktan, şımarıklıktan ve kötülüklerden menetmekte ve dünya ile ondaki makam ve mevkinin değersizliğini göstermektedir. Buna göre ayetin manası "Ben orucu size, kitabımda methettiğim ve kitabımın kendileri için bir hidayet rehberi olduğunu ilân ettiğim korunma ahlâkına sarılan kimselerden olasınız diye farz kıldım" şeklinde olur.»[29]

«Dilimizde oruç demek olan “sıyam, savm”, sözlükte nefsi meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun alıkoymak yani kendini tutmaktır. “Ben Rahman'a bir oruç adadım.” (Meryem, 19/26) ayetinde bu manadadır.

Bu konudaki ayetlerden ve Peygamberimizin öğrettiklerinden anlaşıldığına göre şeriattaki manası ise, nefsin en büyük istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişki gibi bilinen zaruri ihtiyaçlardan, niyet ederek bütün gün kendini tutmaktır. Tam anlamıyla tarif edilmek üzere: Ehliyetli bir insanın, sabahın başlangıcından güneşin batışına kadar batın hükmünü taşıyan içine herhangi bir şeyi sokmaktan ve cinsi ilişkiden, ibadet niyetiyle nefsini alıkoyması yani kendini tutmasıdır.

İşte ey müminler! Size de oruç farz kılındı ki, korunabilesiniz. Oruç sayesinde nefsinize ve şehvetlerinize hâkim olma alışkanlığını elde ederek günahlardan, tehlikelerden sakınıp takva mertebesine erebilesiniz.

Çünkü oruç, şehveti kırar, nefsin heveslerini mağlup eder. Azgınlıktan, kötülükten meneder. Dünyanın adi lezzetlerini, makam ve yükselme davalarını küçük gösterir, hayatın lezzetini tattırır, kalbin Allah'a bağlılığını artırır, ona bir meleklik zevki ve saflığı bahşeder.

Oruç tutmayan, sabretmesini bilmez, nefsini normal şekilde kullanma yollarını gözetmez. Hele refah içinde yaşayanlar, hiç oruç tutmazlarsa, bütün hürriyetlerini şehevi arzularına kaptırırlar. Şunun bunun ırzına ve malına tecavüzden kendilerini alamazlar, haram helal seçmezler. Nihayet nefislerine de zulmederler, kendilerini de telef ederler.

Hadis-i Şerif’te: “Oruç, ateşten koruyan bir kalkandır.” (Buhari, Savm, 2; Nesai, Sıyam, 43; İbn Mace, Sıyam, 1, Zühd, 22, Fiten, 12) buyurulmuştur.»[30]

 

Kur’an’ın sahurda yapılması gereken görevi bildiren iki ayetini izahlarıyla birlikte vererek konuyu bitireceğiz:

Âl-i İmrân 17

Es sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâr(eshâri).

Ozanca. Âl-i İmrân 14-17

14.                        

İnsanlara süslü püslü/çekici gözüktü şehvetlerin sevgisi;

Birisi kadına düşkünlük o tutkunun, evlâtlaradır diğerisi.

Diğerleri ise kantar[31] dolusu gümüşler ile altınlardır;

Ekinler, atlar / binilen vasıtalar ve sürüsüyle davarlardır.

[Ama bu tutkuların hiçbirisi de sürekli değildir];

Bunlar, sadece şu dünya hayatının geçimliğidir;

Allah’ın yanındakilerse, arzulananların en iyisidir.

15.                        

De ki: Bunlardan daha hayırlısını size haber vereyim mi?

Sakınanlara ait olan [güzellikleri sizlere tarif edeyim mi]?

Altlarından nehirler geçen, cennetin güzelim bahçelerini,

Rablerinden sakınanlara ait olan ebedî istirahat yerlerini… 9/72

Onlar, zaman engeliyle karşılaşmadan orada kalacaklar;

Tertemiz eşlerle kaynaşarak hep bir arada yaşayacaklar; 2/25

Üstelik / hepsinden önemlisi,[32] Allah’ın rızasını da kazanacaklar. 9/72

Allah, böyle kulları görür;[33] [hâşiıynler, işte böyle yaşatılacaklar].[34]

16.                        

[Cennetlerin sakınıcı sahipleri] şu kimselerdir:

“Rabbimiz! Hepimiz iman ettik” diyenlerdir;

“Lütfen! Bizim için af” diyerek bağışlanma bekleyenlerdir;

Ve: “Bizi ateş azabından koru” diye[rek Ona niyaz ede]nlerdir.

17.                        

Zorluklara göğüs gerenler, sabırlı davrananlardır;

Allah’a verdikleri sözde duranlar/sadık olanlardır;

Mallarının [iyilerini/kalitelilerini][35] Allah yolunda harcayanlardır;

Yani seherlerde/sahurlarda bağışlanma talebinde bulunanlardır.[36] 51/17-18 (2/187)

«Seher, fecrin doğuşundan önceki zamandır. Bir kimse, bu vakitte yemek yediği zaman “tesehhara” denilir. Bil ki bu kimselerden kasıt, geceleyin namaz kılıp, sonra bunun peşine istiğfar ve dua edenlerdir. Çünkü insan ancak namaz kıldıktan sonra dua ve istiğfar ile meşgul olabilir. Öyle ise "seherlerde Allah'tan mağfiret isteyenler" ifadesi, onların istiğfardan önce gece namazı kıldıklarına delâlet eder. Seher vakti, uykunun en tatlı olduğu zamandır. Kul, bu lezzetten yüz çevirip ibadete yönelince, itaati en mükemmel bir seviyeye ulaşır. İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edildiğine göre, Allah Teâlâ, bununla sabah namazını kılanları kastetmiştir.

Allah’a itaatlerin kıymetçe en büyüğü iki şeydir:

Birincisi, insanın malı ile hizmetidir ki, Cenabı Hak bu hususu, "infak edenler" diye bildirmiştir.

İkincisi ise insanın bedeni ile hizmetidir ki, Cenabı Hak bu hususu, "Seherlerde Allah'tan mağfiret isteyenlerdir" buyruğu ile belirtmiştir.»[37]

Zâriyât 18      

Ve bil eshârihum yestağfirûne.

Ozanca. 51 Zâriyât 17-18

10. Kahrolsunlar itirazcılar/burunlarının dikine gidenler!

11. Onlardır gömüldükleri bataklıkta debelenen gafiller;

12. Onlardır din günü ne zaman diyerek kafa şişirenler.

13. Onlar, o gün [geldiğinde] ateşte azap görecek;

14. Onlara: “Tadın [çıkardığınız] fitnenizi[38] denilecek

İşte bu, sizin acele gelmesini istediğiniz gerçek.[39]

15. Müttakiler / isyandan ve ateşten sakınanlar,

Cennetlerde ve pınarların başlarındadırlar.

16. [Çünkü] onlar, Rablerinin kendilerine verdiklerini / ilahi mesajlarını alırdılar;

[Katımdaki] bu cennete girmeden önce, cidden Allah’ı görür gibi davranırdılar.

17. Geceleri pek az uyurdular[40] / İsrâ / gece mesaisi yapardılar;

18. Seherlerde / sahurlarda istiğfar için kelime arayışındaydılar;[41]

19. Servetlerinde, isteyebilen ve isteyemeyen (yoksul)lar için bir hak bulundururdular.

«Ayetlerde, takva sahiplerinin ahirette erişecekleri mutlulukların kısa tasvirine yer verilmekte ve onların bu güzelliklere lâyık görülmelerinde etkili olan bazı özelliklerine değinilmekte, geceleri ibadetle geçirmenin değeri üzerinde durulmaktadır.»[42]

«İstiğfar kelimesinin bir manası, zikirde bulunarak dille mağfiret talebinde bulunmaktır. Bir manası da fiil ile mağfiret talebinde bulunmaktır. Buna göre mana, "Seherlerde onlar, mağfiret talebiyle, başka bir fiil işlerler" şeklinde olur. Bu da başta namaz olmak üzere diğer ibadetlerdir.»[43]

«Bu ayetler Rablerinin onlara cennet vermesinin sebebini gösterirken, takva sahibi olmanın eylemsiz bir durum olmayıp, güzel işler yapmak manasına geldiğini anlatıyor. Onun için bu güzel işler / sâlih ameller şu şekilde açıklanıyor: Gece pek az uyurlardı. Allah şevki, ahiret endişesi ile gözlerine uyku girmez, ibadet eder, vazife yaparlardı. Hatta bazen hiç uyumazlar, gecenin tamamında hiç yatmazlar ve seher vakitlerinde istiğfar yaparlardı.»[44]

Rabbimiz, cümlemizi yemek yiyip yatanlardan değil, seher vaktinde istiğfar ederek vakte değer katanlardan eylesin.



[1] Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35. cilt, 538-539, SAHUR, Müellif: İBRAHİM KÂFİ DÖNMEZ

[2] Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35. cilt, 538-539, SAHUR, Müellif: İBRAHİM KÂFİ DÖNMEZ

[3] Bkz. DİA, cilt: 05; sayfa: 488-489 [BEREKET - Günay Tümer]

[4] Riyazus Salihin, 1235 Nolu Hadis

[5] TDV İslâm Ansiklopedisi, 35. cilt, 538-539, SAHUR. Müellif: İBRAHİM KÂFİ DÖNMEZ

[6] Bkz. DİA, cilt: 12; sayfa: 301, [FELÂH - Adil Bebek]

[7] Hayat Kitabı KUR’AN, Şems 9, Mustafa İslamoğlu

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/341.

[9] «Ganimet, “bir şeyi zorluk çekmeden elde etmek” demektir.» Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi, 13. cilt, GANİMET, Müellif: MEHMET ERKAL.

[10] Ayetteki Allah’ın rahmeti, indirdiği zikri olan Kur’an’dır. Bkz. 2/105. 3/8, 73-74. 6/157. 10/57. 7/203. 12/11. 16/64. 16/89. 31/3. 40/54. 45/20

[11] Buradaki beyyine, Kur’an’dır. * «Kur’an, tamamen veya kısmen bilinmeyen hususlara kılavuzluk yaparak onların bilinmesini sağlar. Bu sebeple ona “doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan ayıran belge, gerçeği açık bir şekilde ispatlayan kesin delil” anlamında beyyine denir.» Bkz. DİA, cilt: 06; sayfa: 97, [BEYYİNE - Bekir Topaloğlu]

[12] Sadef: Buluşma /karşılaşma /tesadüf ile ilgili. Bkz. S. Mutçalı, 474-475

[13] (Hacı İnan)

[14] (M. İslâmoğlu)

[15] “Onu kendin derlesene derler” {Âyet ve Hadislerle Meâl, 1/ 588}. * “O mucizeyi sen gerçekleştirseydin bari diye alay ederler” {M. Yıldız}

[16] Kur’an Yolu

[17] (M. İslâmoğlu)

[18] «İhsâ, bir Hadis-i Şerif’in diğer bir varyantında “muhafaza” anlamındadır» {Buhârî, Deavât, 68, VII, 169; Müslim, Zikr 6, III, 2062}. * Abdullah-Ahmet Akgül: “Sizin bunu ihsâ edemeyeceğinizi (vakitleri ayarlamakta zorlanacağınızı) bildi.”

[19] Mehmet Okuyan Meali Açıklaması: Bu ifade “Kur’an’dan kolay olanı, kolayınıza geleni, kolayınıza geldiği zaman, kolay ulaşılanı okuyun” şeklinde de anlaşılabilir.

[20] “Kur’an’ı, artık kolayınıza geldiği zaman okuyun.” «Suredeki bütünlüğün bozulmaması için Mâ teyessere'deki ”mâ”yı, fiile mastar ve vakit anlamı yükleyen bağlaç (mevsul) saymak gerekir» {Süleymaniye Vakfı Meali}.

[21] “Küntüm hayra ümmetin ühricet linnêsi”; “Hayruküm men teallemel-gur-êne vallemehû”

[22] [2/267. 3/92]

[23] Kelime için bkz. 3/39; 4/46; 5/13; 6/115. 14/24. 18/27, 109. 31/27. 42/24. 66/12.

[24] Bkz. 3/17

[25] Bkz. Nisâ 17: “sümme yetûbûne min garibin

[26] M. İslâmoğlu

[27] TANRI BUYRUĞU — TERCÜME ve TEFSİR, 1/17, Ömer Rıza Doğrul

[28] TANRI BUYRUĞU — TERCÜME ve TEFSİR, 1/149, Ömer Rıza Doğrul

[29] Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - BAKARA SURESİ 183. Hasenat.net

[30] Elmalılı - Hak Dini Kuran Dili - BAKARA SURESİ 183. Hasenat.

[31] «Kantar, “sınırsız bir ölçü” demektir. Mecazen, “yerle gök arası [dolusu] mal” anlamında kullanılır.» {Allah’ın Kelâmı, 430, not: 4, Mehmet Türk}. * Bu da demek oluyor ki kâfirler, dünyayı topyekûn ele geçirseler de doymayacaklar; daha fazlasını isteyecekler.

[32] Âyet ve Hadislerle Açıklamalı Meâl, 1/170

[33] Koçyiğit ve Cerrahoğlu

[34] [98/8]

[35] [2/267. 3/92]

[36] Müslümanlar, seherlerde/sahur vakitlerine kadar bağışlanma çareleri ararlar/sabahlara kadar Kur’an’ı kelime kelime didiklerler, edindikleri bilgilerle affedilmenin peşine düşerler.  Evet, Allah’tan bağışlanma dilemek, yani Ona yönelmek, ancak kelimelere dönüp Kitabın tümüne sahip çıkmakla, yani Kur’an’ın önerilerine harfiyen uymakla mümkündür. Bkz. 11/3. Ayrıca bkz. 2/37, 124, 208. 3/39; 4/46; 5/13; 6/115. Allah, İstiğfar edenlere azap etmez (8/33).

[37] Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir – ALİ-İMRAN SURESİ 17. Hasenat.net

[38]Azabınızı” {M. İslâmoğlu}. * İslâmoğlu’nun yorumu esas alındığında, “Tadınız hak ettiğiniz azabınızı” anlamına gelebilir.

[39] S. Parlak

[40] «Hücû', az bir uyku ve bilhassa gece uykusu demektir» Bkz. Mehmet Türk Meali 18. Ayet Açıklaması

[41] Dünyada yaşarlarken, kelimelere / ayetlere bakarak, neleri yapacaklarını ve neleri yapamayacaklarını araştırır / hayat tarzlarını oluştururdular.

[42] Diyanet - Kuran Yolu - ZARİYAT SURESİ 18. Hasenat.net

[43] Fahreddin Razi - Tefsiri Kebir - ZARİYAT SURESİ 18. Hasenat.net

[44] Elmalılı - Hak Dini Kuran Dili - ZARİYAT SURESİ – 15-19. Hasenat.net