(Nisa 46) Davar Olmayı Değil Duvar Olmayı Arzuladılar

22.08.2023 / Din

YAHUDİLER, PEYGAMBERLERİN KENDİLERİNE SADAKAT GÖSTERMELERİNİ BEKLEYEN SADAKATSİZ ZALİMLERDİR.

(Nisa 46) Davar Olmayı Değil Duvar Olmayı Arzuladılar

Bu yazımızda üzerinde duracağımız ve Allah’ın izniyle manasının doğrusunu bulmaya çalışacağımız ifade, Nisâ 46’da geçen RÂ’INÂ ifadesidir.

Şunu peşinen söylemeliyim ki, Yahudi cemaatinin bir sürü gibi güdülmek istediklerine inanmak, Nisâ 46’yı bağlamından koparmaktır. Kast edilen manayı asla anlamamaktır.

AYETİN YAYGIN MANALARINDAN BİRİNİ İZAHI İLE BİRLİKTE VERELİM:

Diyanet İşleri Meali (Yeni)

“Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ” derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.”

«“Râ’inâ” Arap dilinde “Bizi gözet”, “Bize bak” demektir. Yahudiler, bu kelimeyi İbranicede hakaret ifade eden bir anlama çekiyorlardı. Bir başka yoruma göre ise, peygamberimize hitaben “Çobanımız” anlamına gelecek bir şekilde hakaret kastederek “Râ’înâ” şeklinde söylüyorlardı.»[1]

BAZI ÇEVİRİLERİ VE BELİRTİMLERİ EKLEYELİM:

“SÜRÜMÜZÜ GÜT” ANLAMI VERENLER:

Ali Fikri Yavuz Meali

Yahudilerden bir kısmı, şöyle derler: “RAİNA= bizi gözet= bize çobanlık et!”

«Yahudiler, “Bizi gözet, bize çobanlık et!” gibi iki manaya gelen raina kelimesini, Rasûli ekreme hakaret için ikinci manayı kastederek kullanıyorlardı.»[2]

«Yahudilerin sözlerinin manası, "Sen bizim koyunlarımızın çobanısın" demektir. (Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb.).»[3]

“ÖZÜMÜZÜ GÜT” ANLAMI VERENLER:

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

Kimi Yahudiler, "Raina-Bizi güt (şuursuz koyun sürüsü gibi bizi yönet)" derler.

Abdullah Parlıyan Meali

Yahudilerden öyleleri var ki, “Bizi güt, bizi gözet a çoban” derler.

Ali Bulaç Meali

Kimi Yahudiler, 'Raina' ‘bizi güt' derler.

Ali Ünal Bakara Suresi 104 Meali

“Bizi de gözet çobanımız!”

Bahaeddin Sağlam Meali

Yahudi olanlardan bazıları, “ey çobanımız, bizi kolla” derler.

Bayraktar Bayraklı Meali

Yahudi itikadına mensup olanların bir kısmı, bizi güt” derler.

Edip Yüksel Meali

Yahudilerin bir kısmı "Raina (çobanımız ol)," derler.

«Raina, (çobanımız ol, bize çobanlık et) sözcüğü koyun gibi güdülmeyi ve kör taklitçiliği ifade eder.»[4]

Erhan Aktaş Meali

Yahudilerin bir kısmı, “Râina / Bizi güt” derler.

İlyas Yorulmaz Meali

Yahudilerden bazısı "Bizi yönet" diyorlar.

İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu Bakara Suresi 104 Meali

“Bizi koyun gibi sür”

İsmail Yakıt Bakara Suresi 104 Meali

“Bizi gözet/otlat, güt”

Mahmut Kısa Bakara Suresi 104 Meali

“Râinâ!” Bizi koru, sürüsünü güden çoban gibi bizi yönlendir!

Mustafa Çavdar Meali

Yahudileşenlerden “Raina”, “Bizi güt” diyenler…

Osman Fırat Meali

Yahudilerden öyleleri var ki, "Râ’inâ / bizi güt" derler.

Şaban Piriş Meali

Yahudilerden, “bizi güt” diyenler…

Yaşar Nuri Öztürk Meali

Yahudilerden öyleleri var ki, davar güder gibi güt bizi" derler.

Mustafa Altınışık

"Bizi güt" diyorlar.

Mustafa Cemil Kılıç

"Davar güder gibi güt bizi!" derler.

Süleymaniye Vakfı Meali

Kimi Yahudiler kelimeleri başka anlamlara çekerek: “râinâ” = bize çoban ol!” derler.

«Râınâ cümlesinin anlamlarından biri "bizi güt" diğeri "bizi gözet" şeklindedir. "Bizi güt" sözünde bir iğneleme vardır. Yani "Sen bizi hayvan güder gibi gütmek istiyorsun, öyleyse güt." demiş olurlar.»[5]

«Râinâ, “bizi güt” veya “bizi gözet” demektir. “Bizi güt” diyen kişi, hayvan yerine konabilir. Ama “unzurnâ/ bizi gözet” sözü başka anlama çekilemez.»[6]

İTİRAZIMIZ

BİRİNCİSİ: “BİZİ GÜT” DİYEN KİŞİ SESLENDİĞİ ŞAHSI DEĞİL, KENDİSİNİ HAYVAN YERİNE KOYAR.

İKİNCİSİ: ÜNZURNÂ İFADESİ DE TÜRKÇEYE ÇEVRİLDİĞİNDE, KÜÇÜK BİR LÂF CAMBAZLIĞIYLA “BİZE NAZAR ET / BİZE NAZAR DEĞDİR” BİÇİMİNDE SAÇMA SAPAN BİR ANLAMA ÇEKİLEBİLİR.

Hakkı Yılmaz Bakara Suresi 104 Meali

“Râinâ (sen bizim çobanımızsın/sen bizi güt biz seni güdelim).”

BİR İTİRAZ

«Türkçe meâlcilerden bazılarının “Râinâ” ifadesine, “bizi güt” gibi kelimenin kök anlamıyla hiçbir alakası olmayan anlamlar vermeleri çok gariptir. İfadeye böyle anlamlar vererek, Yahudilerin kendilerini “güdülecek mahlûk” yerine koyup Peygamberimize bu şekilde bir taleple gelebileceklerini anlamak hiç mümkün değildir.»[7]

“GÖZET” MANASI VERENLER:

“Bizi gözet»[8]

“Bizi gözet”[9]

"raina- bizi gözet"[10]

“Râinâ” (bizi gözet)[11]

“râina / Bizi gözet, himmet et”[12]

"Ra'ina (bizi gözet yahut: kaba söz)"[13]

"Bizi de gözet, bırak da anlayalım"[14]

“Bizi gözet, müsaade buyur da anlayalım.”[15]

HAKARET İÇERDİĞİNİ SÖYLEYENLER:

«Yahudi olanlardan bir güruh (raina) derler. Yani hem «Bizi gözet» gibi methi hem «ey ahmak» gibi zemmi içeren bir manaya gelen bu sözü söylerler.»[16]

«İbni Abbas’tan (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: "Yahudi lisanı ile Raina, çirkin bir küfür sözüdür. (Ebu Naim, Delail; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/38).»[17]

«Râinâ, iki manada kullanılabilen kelimelerdendir ki, “Râînâ” tarzında söylenirse: “Bizi gözet!” yerine “Bizim çoban!” gibi, hatta daha tahkir edici bazı manalara da gelmektedir.»[18]

«Yahudiler Râ'inâ ile «ey çoban! ey ahmak!» manasını kastederler.»[19]

«Müslümanlar, “Bizi gözet, durumumuzu dikkate al” anlamında “Râinâ” derler; Yahudiler de bu sözü, kendi dillerinde hakaret içeren başka bir söze çevirip alay konusu yaparlardı.»[20]

«Raina sözü Arap dilinde “bizi koru”, “bizde gözün olsun”, “bize bak”, “bizi gözle”, “bize ihtiram göster”, manalarında olduğu halde, İbrani dilinde “bize çobanlık et”, “bizim çobanımız” ve “ay sefih / ey ahmak” manalarında da kullanılırdı.»[21]

«Rasûl-ü Ekrem’le konuşurken Ashab-ı Kiram, zaman zaman “lütfen bizi bir gözetin, mühlet tanıyın, izin ver anlayalım!” manasında râ’ınâ diyordu. Fakat bazı Yahudiler bunu çarpıtır, bazen “bizim çobanımız” manasında râînâ, bazen İbranicede “Dinle, sağır olası!” manasındaki bir başka yakın kelime şeklinde telaffuz ederler, kısaca Rasûl-ü Ekrem’e hakarette bulunurlardı.»[22]

«Râinâ ile Ünzurnâ kelimelerinin ikisi de "bize bak» manasındadır. Müminler, aslı R'ay’dan yani dikkat ve teenniden gelen fiili cemederek kullandıkları halde Yahudiler, dillerini aynı kelime üzerinde bükerek onu ahmak manasına sokarlar ve Resulü Ekrem’e hakaret etmek isterlerdi.»[23]

“Râina” lâfzı, “bizi gözet” manasındadır. İbrani lisanında sövme manasına kullanılmaktadır.[24]

«Râ’inâ, “Bizi gözet!” anlamına gelen, fakat Yahudilerin dilinde sövüp sayma gibi uygunsuz manalara çekilebilen) bir kelimedir.»[25]

«Râinâ ile Ünzurnâ kelimelerinin ikisi de "bize bak» manasındadır. Müminler, aslı R'ay’dan yani “dikkat” ve “teenniden” gelen fiili cem ederek kullandıkları halde Yahudiler, dillerini aynı kelime üzerinde bükerek onu “ahmak” manasına sokarlar ve Resulü Ekrem’e hakaret etmek isterlerdi.»[26]

«Yahudilerin, ağızlarını yayarak ve dillerini bükerek, kelimeyi farklı şekilde söyleyişlerinde çirkin bir kasıt vardı ve bu kasıt, farklı söyleyişle kelimenin kazandığı manadan da açıkça anlaşılıyordu. Hz. Peygamber'e hitap ederken «râinâ» diyorlar ve kelimeyi riâyet mastarından alarak “çobanımız” yahut ruûnet mastarından alarak «sözü dinlenmeyecek adam, ahmak» manasında kullanıyorlar, böylece Hazret-i Peygamber'i küçük düşürmek ve ona hakaret etmek istiyorlardı.» [27]

İLGİ ÇEKİCİ BİR ÇEVİRİ:

Cemil Said (1924)

Şimdiye kadar [kimseden] işitmediğini [bizden] dinle ve “bizi imtihan et"

CEMİL SAİD’İN ÇEVİRİSİNE GÖRE YAHUDİLER, SANKİ, “GÖR BAK! SANA NELER YAPACAĞIZ” DER GİBİLER.

BAKARA 104’DEKİ “RÂIN” İFADESİNİ “SÜRÜLERİMİZE VEYA BİZE ÇOBANLIK ET” ŞEKLİNDE ÇEVİRENLER VE BU İFADENİN HAKARET İÇERDİĞİNİ SÖYLEYENLER, KESİNLİKLE YANILGI İÇİNDELER.

RÂINÂ İFADESİNİN BU ŞEKİLDEKİ ÇEVİRİSİNE BİRKAÇ AÇIDAN İTİRAZ EDECEĞİZ:

BİRİNCİSİ CÜMLENİN AKIŞI AÇISINDAN:

“İŞİTTİK AMA KARŞI ÇIKTIK. İŞİT, İŞİTMEZ OLASI!” DİYE MEYDAN OKUYAN KİMSELER, BİR TARAFTAN BÖYLE TEHDİT EDERKEN, NİÇİN DİĞER TARAFTAN DA ÇEKİNEREK BÖYLESİ GEREKSİZ BİR KELİME OYUNUNA MÜRACAAT ETSİNLER DE: “BİZİ KOYUN GÜDER GİBİ GÜT” DESİNLER?

İKİNCİSİ EVRENSELLİK BAKIŞI AÇISINDAN

İSLÂM, İNSANLARIN HEPSİNİ KAPSAYAN BİR İNANÇTIR. VE KUR’AN, TÜM İNSANLARA SESLENEN BİR KİTAPTIR. KUR’AN’DAKİ HER NUTUK, BÜTÜN İNSANLARA AYNI ŞEYİ SÖYLEYEN BİR HİTAPTIR. BU YÜZDEN, FALAN DİLDE SÖYLENİRSE BÖYLE FİLAN DİLDE SÖYLENİRSE ŞÖYLE DİYE BİR AYIRIM YAPMADAN BU HİTAPLARDAN BİRİ “RÂIN” BİR DİĞERİ DE “ÜNZURN”DIR.

BUNU ANLAMAYANLAR, AYETİ AÇILARKEN BAKIN NE KADAR ZOR BİR DURUMDADIR:

«Raina ve unzurna kelimeleri, Arapçada aynı anlama gelse de İbranice dilinde “rainâ” cümlesi, “Bizi ahmaklaştır” anlamına da geliyordu. Yahudiler ise bundan kötü istifade ederek “raina (Allah’ım! Bizi koru ve gözet!)” diye dua eden Müslümanlarla alay ediyordu. Allah Müslümanları uyararak düşmana fırsat vermemelerini, “raina” yerine aynı anlamı ifade eden “unzurna” kelimesini kullanmalarını öğütlemiştir.»[28]

İTİRAZIMIZ:

BİR: İFADENİN “AHMAK” MANASINA GELMESİ, İBRANİCE BİR KELİMEYLE DEĞİL, RÂ’Î SÖZÜNÜN ARAPÇANIN RUÛNET MASTARINDAN TÜRETİLMESİYLE İLGİLİDİR.

İKİ: BİR AYETİ “EY İMAN EDENLER! PEYGAMBER'E, “RAİNA” DEMEYİN” ŞEKLİNDE TERCÜME EDİYOR AMA AYETİ AÇIKLARKEN, “RAİNA (ALLAH’IM! BİZİ KORU VE GÖZET!)” DİYEREK, RÂINÂ İFADESİNİ ALLAH İLE İLİŞKİLENDİRİYOR.

ÜÇ: YAHUDİLERİN ALLAH’A, ALLAH’IN DİNİNE VEYA PEYGAMBERİNE HAKARET ETMELERİ İÇİN, MÜSLÜMANLARIN KENDİLERİNE VERECEĞİ FIRSATLARA İHTİYAÇLARI YOKTUR. 

«David Künstlinger de, "râinâ” ve "unzurnâ" kelimelerinin yakın hatta eş anlamlı olduklarını, ancak birinin yasaklanıp diğerinin kullanılmasının istenmesinin nedeninin anlaşılamadığını belirtmektedir. Künstlinger’e göre müfessirler de isabetli bir açıklama yapmamaktadırlar. (Künstlinger, Râinâ, s. 877/879).»[29]

ÜÇÜNCÜSÜ SEÇKİNLİK ALGISI AÇISINDAN:

YAHUDİLER, YERYÜZÜNDEKİ EN KİBİRLİ INSANLARDIR (17/4).  KENDİLERİNCE ONLAR, TANRININ EN SEÇKİN KULLARIDIR. HATTA ONLAR, KIT AKILLARINCA ALLAH’IN ÇOK DEĞERLİ ÇOCUKLARIDIR (5:18).[30] KENDİLERİNİ BU DENLİ OLAĞANÜSTÜ BİR KONUMDA DEĞERLENDİREN KİMSELER, NEDEN DEĞERSİZ GÖRDÜKLERİ BİRİNE: “BİZİ KOYUN GÜDER GİBİ GÜT” DESİNLER?

«Yahudilerin kendilerini “güdülecek mahlûk” yerine koyup Peygamberimize bu şekilde bir taleple gelebileceklerini anlamak hiç mümkün değildir.»[31]

«Yahudiliğin en önemli dogmatik dinamiği “seçilmiş millet” anlayışıdır. Yahudiler, kendilerinin Tanrı’nın seçilmiş kavmi olduklarına inanmaktadır. Tevrat’ta çeşitli yerlerde geçtiği üzere İsrail kavminin kutsallık vasfı kazanması Tanrı’nın kendilerini seçip sözleşmesiyle ortaya çıkmıştır (Levililer, 11/45). Tevrat’ta yer alan, İsrailoğulları’nın Tanrı’nın kutsal kavmi olarak seçildiği yolundaki bilgiye dayanan seçilmişlik iddiası (Tesniye, 7/6) Yahudilikte merkezî bir ehemmiyete sahiptir. (Katsh, s. 77).»[32]

DÖRDÜNCÜSÜ HADİS DATASI AÇISINDAN:

İSLÂM ÖĞRETİSİ GEREĞİNCE, KUR’AN VE HADİS BİRBİRLERİNİN İZAHI DEMEKTİR. HADİSLER AÇISINDAN, PEYGAMBERLERDEN HERHANGİ BİRİNİN ÇOBAN OLDUĞUNU SÖYLEMEK, KENDİLERİ ADINA KESİNLİKLE HİÇBİR HAKARET İÇERMEMEKTEDİR. ÇÜNKÜ HZ. MUHAMMED HEM KENDİSİNİN HEM DE DİĞER PEYGAMBERLERİN ÇOBANLIK YAPTIĞINI SÖYLERKEN HİÇ Mİ HİÇ ÇEKİNMEMEKTEDİR. AKSİNE, BUNUN NEBİLER İÇİN ÇOK GEREKLİ BİR MESLEK OLDUĞUNU DİLE GETİRMEKTEDİR:

«Sevgili Peygamberimiz: ''Allah'ın gönderdiği her peygamber koyun gütmüştür" deyince yanındaki dostları, "Ya sen?" diye sormuşlar, Allah Resulü de: "Evet, ben de bir miktar ücret karşılığında Mekkelilerin koyunlarını güttüm" cevabını vermiştir (Buhari, İcâre 2).»[33]

YAHUDİLERİN SÖZDE DE OLSA SAHİPLENDİKLERİ HZ. MUSA’NIN DA HAYVAN SÜRÜLERİNE ÇOBANLIK YAPTIĞI, BİZZAT KUR’AN AYETLERİYLE SABİTTİR (28/27-28). BU BİLGİ, YAHUDİLERİN KENDİ KAYNAKLARINDA DA GEÇMEKTEDİR:

«Medyen’de bir kuyu başına varan Musa, Medyen kâhininin kızlarına yardım ederek hayvanlarını sulamış, bunun üzerine Medyen kâhini Musa’yı çağırmış ve yanında çalışmasını istemiştir. Mûsâ kırk yıl orada kalmış (Resullerin İşleri, 7/30), onun kızlarından Tsippora ile (Sefora = Zipporah) evlenmiş ve Gerşom ile Eliezer adında iki oğlu olmuştur (Çıkış, 2/16-22, 18/3-4; I. Tarihler, 23/15-17).»[34]

«David Künstlinger, çobanlığın Yahudi ve Hıristiyan kültüründeki dini ve toplumsal değerini ortaya koymakta ve Kutsal metinlerden örnekler sunmaktadır: "Ve Samuel Yesseye dedi: Çocukların hepsi bu mu? Ve dedi: daha en küçüğü var ve işte koyunları güdüyor." (Kitabı Mukaddes, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997, I. Samuel, XVl/11), "Koyunların yanında olan oğlun Davud'u bana gönder." (I. Samuel, XVl/19), "Rab çobanımdır, benim eksiğim olmaz" (Mezmurlar, 23/1), "Yüreğinin kemaline göre onlara çoban oldu" (Mezmurlar, 78/72), "Ey İsrail’in çobanı! Kulak ver" (Mezmurlar, 80/1) ayetleri bunlardan bir kaçıdır. Yine İncil'deki "İmdi koyunların büyük çobanını, Rabbimiz İsa'yı, ebedi ahdin kanı ile ölülerden geri getiren selamet Allah'ı..." (İbranilere, XIII/20), "Çünkü yoldan sapan koyunlar gibi idiniz; fakat şimdi canlarınızın çobanına ve nazırına döndünüz.'' (Petrus, II/25) pasajları da çobana verilen değerin diğer örnekleridir.»[35]

NİSA 46’DAN, AYETLER VE HADİSLER SAYESİNDE BİZİM NE ANLADIĞIMIZI YAZALIM:

Ozanca Bal Meal Nisâ 46

Mine-lleżîne hâdû yuharrifûne-lkelime ‘an mevâdi’ihi veyekûlûne semi’nâ ve’asaynâ vesma’ ġayra musma’in verâ’inâ leyyen bi-elsinetihim veta’nen fî-ddîn(i)(c) velev ennehum kâlû semi’nâ veata’nâ vesma’ venzurnâ lekâne ḣayran lehum veakveme velâkin le’anehumu(A)llâhu bikufrihim felâ yu/minûne illâ kalîlâ(n)

Yahudilerin bir kısmı, el-Kelimeyi / Tevrat’ı[36] konumundan ederek tahrif ettiler;[37]

“Bunda söylenenleri dinledik; [lâkin işittiğimiz şeylere itiraz ve] isyan ettik dediler.”[38]

Nebileri Musa’ya emir verdiler: “Dinle, ey dinlenilmez! Asıl sen bize riayet et sadık kalarak![39]

[Atalarımıza / ulularımıza ve efendilerimize uyruk ol][40] dediler sözleriyle sizleri[41] saptırarak;[42]

Yaptılar bu eylemi, dini yererek / inancı her yerinden hançerleyerek / Hak dine ikirciklik katarak.

Oysa: “Duyduk ve sana uyduk”, “imanımızı işit” ve “bizi teftiş et” deseydiler,[43]

Bu, kendileri için ne denli hayırlı ve ne kadar tutarlı olurdu; [keşke bilseydiler]. 24/51-52. 26/110…

Lâkin onlar böyle söylemeyerek küfre daldılar;

Küfürleri sebebiyle de Allah’ın lânetine uğradılar.

Yahudilerin pek azı imana kavuşacak /

Çok azı lânetlenenlerin dışında kalacak.

DİLİMİZİN DÖNDÜĞÜNCE, AYETİ NİYE BÖYLE ANLADIĞIMIZIN İZAHINI YAPALIM.

NİSÂ 46’NIN İNDİRİLİŞ NEDENİ İLE BAŞLAYALIM:

«İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bakara 284 nazil olunca, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Abdurrahman İbn Avf, Muâz (r.a.) ve bazı insanlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelerek, "Ya Rasûlallah! Biz, güç yetiremeyeceğimiz amellerle mükellef tutulduk. Çünkü, hiç şüphe yok ki içimizden birisi, kalbinde yer almasını istemediği şeyleri hatırından geçirebilir” derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Korkuyorum ki sizler de İsrailoğullarının Musa'ya dedikleri gibi: "işittik ama isyan ettik" (4/46) diyorsunuz. Böyle söylemeyiniz. Sizler, “İşittik ve itaat ettik" (2/104) deyiniz" der.

Bu hadis, sahih bir hadistir. Müslim; Eyman: 126/200 s. 116, Tirmizi; Tefsir: 2992, Nesai; Tefsir: 79, Ahmed; Müsned: 1/233, Hâkim; Müstedrek: 2/286; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 75-76. Ayrıca bkz. Buhârî, Sahih, el- Itk, 6; K. et-Talâk, II, K. el- imân, 15; Müslim, Sahih, K. el- îman, 201,202; Ebu Dâvud, Sünen, K. et-Talâk, 15; Tirmîzî, K. et-Talâk, 8[44]

YUKARIDAKİ HADİS, “RÂINÂ / BİZE REAYA OL / BİZE BAĞLAN / SEN BİZE SADIK OL Kİ BİZ DE SANA SADAKAT GÖSTERELİM” İFADESİNİN, HZ. MUSA’YA SÖYLEDİĞİNİ ALENEN BİLDİRİYOR.

HZ. MUSA VE ONUN NESEBİ OLAN İSRAİLOĞULLARI YAHUDİCE KONUŞTUKLARINA GÖRE, BU HADİS, ARAPÇA OLAN RÂINÂ İFADESİNİN MEDİNE YAHUDİLERİ TARAFINDAN EĞİLİP BÜKÜLMEDİĞİNE VE BAŞKA BİR ANLAMA ÇEKİLMEDİĞİNE EN ÖNEMLİ BİR DELİDİR:

«İbranice, Yahudilerin ve Yahudi kutsal kitabının dilidir. Sâmî dil ailesinin batı grubunun kuzey kanadından olup aynı gruba giren Ugaritçe, Fenikece, Moabca, Ârâmîce ve Edomca ile yakın akrabadır. Ancak modern İbrânîce (Israeli Hebrew, İsrail İbrânîcesi) diğer pek çok dilden etkilenmiş durumdadır (aş.bk.). İbrânîce adına Ahd-i Atîk’te rastlanmaz; onun yerine “Ken’ân dili” (İşaya, 19/18) veya “Yahudice” (II. Krallar, 18/26; İşaya, 36/11, 13; Nehemya, 13/24) olarak geçer.»[45]

KUR’AN, İSRAİLOĞULLARI TARAFINDAN HZ. MUSA’YA DA SÖYLENEN RÂINÂ SÖZÜNÜN, HER ASRIN KÂFİRLERİNİN BİR STRATEJİSİ OLDUĞUNU ŞU AYETİYLE NETLEŞTİRİYOR:

68 Kalem 9

Ah [seni kandırdıklarına] ne kadar sevinecekler bir bilsen / bir görsen;

[Sözlerine kanıp da][46] kendilerine birazcık yağ çekiversen [sadakat göstersen]:[47] (Sakın ha! 66/9. 68/10)

Anında nasıl yağ gibi olacaklar / nazik davranacaklar / dost olacaklar bir görsen. (17/73)

NİSÂ 64, BU MEVZUYU DAHA ZİYADE İZAH EDİYOR:      

Biz peygamberlerden hiçbirini [başka bir maksatla] göndermedik; (4/80)

Sırf Allah’ın izniyle kendilerine [ma’ruf’ta][48] itaat edilmesini istedik.

ELÇİLERE İTAAT MEVZUUNDA AYRICA BKZ. 3/31-32, 50, 132. 4/59, 64, 80. 5/92. 8/1, 20, 46. 20/90. 24/47, 51-52, 54, 56. 26/108, 110, 126, 144, 163, 179. 33/ 66-71. 36/20-21. 39/55. 43/63. 47/33. 49/7. (48/8-9). 48/17. 64/12. 70/1-4.

İŞTE, EN BAŞTA YAHUDİLER OLMAK ÜZERE HER SADAKATSİZİN DİLİNDEKİ “RÂINÂ / SANA İTAAT ETMEMİZ İÇİN, ÖNCE SEN BİZİM ÇIKARLARIMIZI GÖZET” İFADESİ, YÜCE YARATICININ NİSÂ 64’DE BİLDİRDİĞİ “PEYGAMBERLERİNİZE İTAAT EDİNİZ” İSTEĞİNE KARŞI GELMEKTİR.

KUR’AN, YAHUDİLERİN BU SADAKATSİZLİĞİNİ, AŞAĞIDA AZ BİR KISMINI NAKLEDECEĞİMİZ ŞU AYETLERİNDE HABER VERMEKTEDİR: 

Bakara/51:

51- Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik; (fakat) siz ondan sonra kendinize zulmederek buzağıyı (mabut) edinmiştiniz.

Bakara/54-55:

54- Musa kavmine: "Ey kavmim! Siz buzağıyı (mabut) edinmekle kendinize zulmettiniz. Bundan dolayı yaratanınıza tövbe ediniz ve nefislerinizi öldürünüz; bu, yaradanız hakkında sizin için daha hayırlıdır" demiş. (Allah da) sizin tövbenizi kabul etmişti. Zaten tövbeleri en çok kabul edip bağışlayan yalnız O'dur. 55- (Bir gün) siz (şöyle) demiştiniz: "Ey Mûsâ! Allah'ı ayan beyan görmedikçe sana asla inanmayacağız". (Siz bunu söylemiştiniz ki), gözünüz göre göre yıldırım çarpmışa dönmüştünüz.

Bakara/61:

61- (Musa'ya şöyle) demiştiniz: "Ey Mûsâ! Bir çeşit yemeğe hiç katlanamayız; bizim için Rabbine yalvar da bize yeryüzünün yetiştirdiği şeylerden, sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın". (Musa da onlara:) "Siz daha iyi olmayan bu şeyleri hayırlı olanla değişmek mi İstiyorsunuz? Öyleyse bir şehre inin; (orada) istediğiniz şeyler vardır" demişti. (İşte bundan sonra) üzerlerine zillet ve meskenet (damgası) vurulmuş, Allah'tan bir de gazaba uğramışlardı. Bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmelerinden ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi; bu, isyan etmelerinden ve haddi aşmalarındandı

Bakara/67:

67- Mûsâ kavmine "Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor" dediğinde, onlar, "sen, bizimle alay mı ediyorsun?" demişler; (Mûsâ da onlara) "cahiller gibi olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.

Bakara/87:

87- Mûsâ' ya Kitabı vermiş, ondan sonra da birbiri arkasına peygamberler göndermiştik: Meryem oğlu İsa'ya da apaçık deliller vermiş, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile onu teyit etmiştik. {Buna rağmen siz), ne zaman bir peygamber size gönlünüzün hoşlanmadığı bir şey getirdiyse, Kibirlenip bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürmediniz mi?

Bakara/92:

92- "Musa size apaçık mucizeler getirmişti de sonra siz, zalimler olarak onun arkasından buzağıyı (niçin) tanrı edinmiştiniz? 93- Sizden kesin söz almış, Tûr'u da üzerinize dikerek "size verdiğimize (Kitaba) sımsıkı tutunun ve (emirlerini) dinleyin" (demiştik). Onlar da 'dinledik ve isyan etlik" demişlerdi.

Bakara/246:

246- Musa'dan sonraki İsrail oğullarının ileri gelenlerini bilmez misin? Hani peygamberlerine "bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi; (o da onlara) "savaş size farz kılınır da ya savaşmazsanız''" deyince, "ülkemizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre, bizim Allah yolunda savaşmamamız için ne sebep var?" demişlerdi. Faka! üzerlerine savaş farz kılınınca da pek azı müstesna yüz çevirmişlerdi. Allah, zalimleri elbette en iyi bilendir.

Nisâ 153-157:

Kitap ehli, senin kendilerine gökten [işlerine gelen] bir kitap indirmeni istemektedirler. Hâlbuki onlar, Musa'dan, bundan daha büyüğünü islemişler ve 'Allah'ı bize açık seçik göster" demişlerdi de, zulümleri yüzünden yıldırım çarpmışa dönmüşlerdi. Bilâhare Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra da buzağıyı tanrı edinmişlerdi. Fakat biz onları bandan da affetmiş Musa'ya da apaçık deliller vermiştik. 154- Söz vermeleri sebebiyle (ve verdikleri sözde durmalarını sağlamak için) Tûr dağını üzerlerine kaldırmıştık; onlara: "Kapıdan secde ederek girin", keza yine onlara: "Cumartesi günü avlanarak haddi aşmayın" demiş, bu hususlarda kendilerinden bir de sağlam söz almıştık. 155- Fakat onların, (verdikleri o sağlam) sözü bozmaları, Allanın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve "kalplerimiz kapalıdır" demeleri sebebiyledir ki, onlara yapacağımızı yaptık. (Aslında onların kalpleri kapalı değildir;) Fakat Allah, küfürleri yüzünden kalplerini mühürlemiştir. Çok azı dışında onlar iman etmezler. 156- (Kalplerinin mühürlenmesinin diğer bir sebebi de İsa’yı) inkâr etmeleri ve Meryem’e büyük bir iftirada bulunmalarıdır. 157- (Ayrıca) "biz, Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleridir.

Mâide/22-24:

22- (Kavmi de Musa'ya) şöyle demişlerdi: "Ey Mûsâ! O mukaddes arzda inatçı bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de herhalde oraya gireriz." 23- Allah'ın kendilerine ihsan ettiği (itaat dolayısıyla, Allah'tan) korkan iki adam ise, şöyle demişti: "inatçı kavmin üzerine kapıdan girin. Kapıdan girdiğiniz zaman da (Allah'ın yardımıyla) herhalde galip gelirsiniz. Eğer mümin kimseler iseniz, Allah'a da güvenin.' 24- Kavmi Musa'ya yine şöyle demişlerdi: "Ey Mûsâ! Onlar, o şehirde oldukları sürece, biz oraya asla giremeyeceğiz. Rabbinle birlikte sen git ve ikiniz savaşın. Biz burada kalacağız.[49]

KUR’AN’A GÖRE EL-KELİME NEDİR?

«Bu ifade 4:46’da الْكَلِمَ     el-kelime şeklinde geçmekte, (Eril Mansûb İsim) olduğu söylenmekte ve ona “kelimeler” anlamı verilmektedir.»[50]

OYSA, “KELİME” SÖZÜNE ÇOĞUL ANLAM VERİLEMEZ. YANİ “KELİMELER” DENİLEMEZ.

«Bahâeddin İbn Akīl, “kelime” sözünün “anlamlı bir tek lafız” şeklindeki tanımıyla herhangi bir manaya delâleti olmayan lafızlardan ve tekil olmasıyla da tekil olmayan manalara da delâleti bulunan “kelâm” sözünden ayrıldığını ifade etmiştir (Şerḥu İbn ʿAḳīl, I, 15).»[51]

DEMEK Kİ, MEVKİSİ TEKİL OLAN EL-KELİME İFADESİNİ “KELİMELER” BİÇİMİNDE ÇEVİRMEK DOĞRU DEĞİLDİR. ÜSTELİK, (LÂM-I TARİFLİ) EL-KELİME TERİMİ HEM TEKİLDİR HEM DE NE OLDUĞU KUR’AN’DA ALLAH TARAFINDAN BELİRLENEN BİR NESNENİN İSMİDİR:

KUR’AN’A GÖRE EL-KELİME, GENELLİKLE ALLAH’IN AYETLERİNİN HER BİRİDİR: 3/39; 4/46; 5/13; 6/115. 14/24. 18/27, 109. 31/27. 42/24. 66/12.

NİSÂ 46’DAKİ el-KELİME, ALLAH’IN KELAMI OLAN KİTAPTIR Kİ O DA YAHUDİLERE İNDİRİLEN TEVRAT’TIR: 2/75; 5/13.

ESASEN MÜFESSİRLERİN GENELİ, NİSA 46’NIN BAŞINDAKİ EL-KELİME İFADESİNİ DOĞRU OLARAK ÇEVİRMİŞLER AMA HER NEDENSE AYETİN BÜTÜNÜNÜ ELE ALIRKEN EKSERİSİ BU İFADEYİ GERÇEĞİNDEN BAŞKA BİR ŞEKLE EVİRMİŞLER.

EVET, NİSÂ 46’DAKİ El-KELİME İFADESİ, AYETİN MEVKİSİNİ TESPİT EDEMEYEN MÜFESSİRLERİN EKSERİSİNE GÖRE DE ALLAH’IN VAHYİDİR: 

Abdullah-Ahmet Akgül Meali

Kelimeleri (Hakkın sözlerini)

Abdullah Parlıyan Meali

Vahyedilmiş sözleri

Ahmet Tekin Meali

Allah'ın kitabındaki kelimeleri, ifadeleri

Ali Fikri Yavuz Meali

Tevrat’taki kelimeleri

Cemal Külünkoğlu Meali

(Tevrat'taki) kelimelerin anlamını

Cemil Said (1924)

Kitaplarının sözlerini

Emrah Demiryent Meali

Tevrat’ı) tahrif ederek

Hayrat Neşriyat Meali

(Tevrat’taki) kelimeleri

İlyas Yorulmaz Meali

(Allah’ın) sözlerinin yerlerini…

İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu

Kitap’taki sözlerin yerlerini

Mehmet Çoban Meali

Okudukları ayetlerin

Mehmet Türk Meali

(Allah’ın kitabındaki) kelimelerin anlamlarını

Muhammed Esed Meali

(Vahyedilmiş) sözlerin anlamını

Orhan Kuntman Meali

(Tevrat'taki) kelimeleri

Süleyman Tevfik (1927)

(Kelâmullâh'ı yahut senden işittikleri sözleri)

Satır Altı Meal (1534)

Tanrı Teâlâ kelimeleri(ni)

Bunyadov-Memmedeliyev

(Tevrat’taki) sözlerin yerini

M. Celal Şems

(Allah’ın) sözlerinin yerini        

Nisa 46. Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri

(Allah'ın kitabındaki) kelimeleri, yerlerinden kaldırıp değiştiriyorlar. [52]

Şeref Aziz Taha Kemal Çelik

Yahudilerin bir kısmı vahyedilmiş sözlerin anlamını çarpıtırlar. [53]

Hasan Tahsin Feyizli

Yahudilerin bir kısmı, (Tevrat’taki) kelimeleri yerlerinden değiştirirler.[54]

«Kelime, Kur’an’da Allah’ın sözü anlamına gelmektedir. Ayrıca Hz. İsa’yı tanımlamakta kullanılan bir terimdir. Kur’an’da kelime öncelikle “söz, kelâm” şeklindeki sözlük anlamıyla Allah’ın söz ve ayetleri için kullanılmıştır (Tevbe 74). Bazı ayetlerde kimsenin değiştirmeye güç yetiremeyeceği Allah’ın kanunlarına, hükümlerine de kelime denilmiştir (el-En‘âm 34, 115; Yûnus 64; el-Kehf 27).»[55]

EVET, YUKARIDA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ MÜFESSİRLERİN GENELİ, NİS 46’DAKİ “KELİME” SÖZÜNÜN ALLAH’IN KİTABI OLDUĞUNU BİLMELERİNE VE BİLDİRMELERİNE RAĞMEN, HER NEDENSE HEMEN HEMEN HEPSİ TEVRAT’TAKİ AYETLERİN DEĞİL DE “SEMİ’N VE ASAYN” İLE “VESME’ ĞAYRA MÜSMEIN” VE BİR DE “RÂIN” İFADELERİNİN DEĞİŞTİRİLDİĞİNİ SÖYLEMİŞTİR:

«Yahudiler, Hz. Peygamber’e hakaret kastıyla dillerini bükerek “eta‘nâ” (itaat ettik) kelimesini “asaynâ” (karşı geldik), “Râ‘inâ” (bizi gözet) kelimesini de ağızlarını aşağı eğip (i) harfini uzatarak “Râ‘înâ” (bizim çobanımız) şeklinde değiştirmişlerdi.»[56]

«Öyle görünüyor ki, burada sözleri bağlamlarından koparmaya “işittik ve reddettik”, “dinle dinlenilmeyesi” örnekleri, dillerini eğip bükme ve dine hakaret kastına da “bize bak” anlamına gelen râ‘inâyı, dili eğerek “çobanımız” anlamına gelen râînâ ya da “ahmaklık” anlamına gelen ru‘ûnet köküne dayama örnekleri verilmektedir.»[57]

KUR’ÂN’A GÖRE TAHRİF NEDİR?

«Tahrifat, “bir şeyin aslını bozmak, üzerinde kalem oynatarak değiştirmek, silmek veya tahrip etmek, aslından saptırmak, doğruluğunu yitirmek” anlamlarına gelmektedir.» [58]

«İslâm literatüründe, önceki kutsal kitapların metninin veya anlamının bozulması karşılığında kullanılan bir terimdir. İslâm literatüründe tahrif, sonraki dönemlerde Yahudi ve Hristiyanların kendi kutsal metinlerini kasıtlı şekilde değiştirmelerini veya yanlış yorumlamalarını ifade etmek için kullanılmıştır. Kur’an’da tahrif kelimesi Ehl-i Kitap’la ilgili olarak kelimelerin anlam ve bağlamlarının çarpıtıldığını ve ilâhî kelâmın tahrif edildiğini açıklamak üzere dört yerde geçer (el-Bakara 2/75; en-Nisâ 4/46; el-Mâide 5/13, 41).

Elmalılı Muhammed Hamdi’ye göre Tevrat’ın aslını korumayan Yahudiler kendi yazdıkları tercümeleri, “Bu Allah’ın kitabıdır” diyerek Tevrat’ın yerine koymaya çalışıyor (2/79), Allah’ın iradesi ve emirleri yerine kendi görüş ve arzularına tâbi oluyor, böylece hak inancı bozuyorlardı (Hak Dini, I, 336).

Tahrif meselesini geniş biçimde ele alan ilk Müslüman âlim İbn Hazm’dır. İbn Hazm’a göre Tevrat ve İncil metninin büyük bir kısmı tahrif edilmiştir; bu metinlere güvenilemeyeceği gibi aslî şekillerine dönüştürülmeleri de mümkün değildir.

Takıyyüddin İbn Teymiyye, Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî ve diğer bazı Müslüman âlimlerin savunduğu üçüncü görüşe göre Tevrat ve İncil’in metni kısmen tahrif edilmiştir.

Makdisî’ye göre tahrif ilk defa Hz. Mûsâ döneminde gerçekleşmiş, Mûsâ’nın beraberindeki yetmiş yaşlı İsrailli, Sina dağından döndüklerinde kendilerine tavsiye edilenleri değiştirmiştir. Daha sonra Üzeyr’in (Ezrâ) öğrencilerinden biri Tevrat’a eklemelerde bulunmuştur; dolayısıyla mevcut Tevrat metni muharreftir (el-Bedǿ ve’t-târîħ, III, 90; V, 29). Bîrûnî de Tevrat nüshaları arasındaki pek çok çelişkiye dikkat çekerek mevcut Tevrat’a güvenilemeyeceğini söylemiştir. Cüveynî ayrıca mevcut Tevrat’ı Ezrâ’nın milâttan önce 545 yılında yazdığını belirtir (Şifâu’l-ġalîl, s. 29, 31, 39).

Rabbânî Yahudilik kaynaklarında Mûsâ’ya verilen Tevrat’ın tahrif edildiğine dair birçok bilgi bulunduğu hatta Mûsâ’ya verilen Tevrat’ın kaybolduğu ve bugünkü Tevrat’ın, Ezrâ tarafından tespit edildiği belirtildiği gibi Batı’da XVI. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan Kitab-ı Mukaddes’in tenkidî tetkiki araştırmaları, bugünkü Tevrat’ın otantik ve orijinal olmadığını, zaman içinde farklı kişilerce kaleme alındığını ortaya koymaktadır.» [59]

«Kur’an’da Yahudilerin kutsal kitaplarını asıl şekliyle koruyamadıkları ve onu tahrif ettikleri bildirilmiş, bu olguyu belirtmek için “tahrîf” (el-Bakara 2/75; en-Nisâ 4/46; el-Mâide 5/13, 41), “telbîs” (el-Bakara 2/42; Âl-i İmrân 3/71), “tebdîl” (el-Bakara 2/59; el-A‘râf 7/162), “kitmân” (el-Bakara 2/42, 140, 146, 159, 174; Âl-i İmrân 3/71, 187), “nisyân” (el-Mâide 5/13, 14; el-A‘râf 7/53), “leyy” (Âl-i İmrân 3/78; en-Nisâ 4/46) gibi kelimeler kullanılmıştır. Yahudiler Allah’ın indirdiği kitabı muhafaza edememiştir: “Yahudilerden öyle kimseler var ki kelimeleri yerlerinden tahrif ediyorlar...” (en-Nisâ 4/46); “Onlardan bir grup kitapta olmayan bir şeyi size kitapta varmış gibi göstermek için dillerini eğip bükerler ve bu Allah katındandır derler. Halbuki o Allah katından değildir; onlar bile bile Allah’a karşı yalan söylerler” (Âl-i İmrân 3/78). İslâm âlimleri Tevrat ve İncil’in tahrifi konusunu ele almıştır. Bu hususta İbn Hazm gibi bazı âlimler metnin, İbn Haldûn gibi bazıları da yorumun tahrif edildiği, diğer bazıları ise hem metnin hem mananın tahrife uğradığı kanaatine varmıştır. Batı dünyasında XVI. yüzyıldan itibaren devam eden Kitâb-ı Mukaddes tenkitçiliği hareketi, Ehl-i kitabın kendi kitaplarını tahrif ettiklerine dair Kur’an’da yer alan bilgileri doğrulamaktadır.» [60]

«Yahudiler, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu kitaptaki sözleri tahrif etmişler ve onlara, Allah'ın murad [kast] ettiği mana dışında kendi hevâ ve heveslerine uygun, maddî çıkar sağlayıcı manalar vermişlerdir. Kitabı tahrifleri, ya kelimelerin yerlerini değiştirmek veya onları kitaptan tamamıyla çıkarıp atmak yahut onları uzak bir mana ile tevil ederek asıl manalarından uzaklaştırmak suretiyle gerçekleşiyordu. Tevrat ve İncil üzerinde ilmî araştırma yapanlar hem bu tahrifleri hem de kitaplara sonradan ilâve edilen metinleri açık açık ortaya koymuşlardır. Bu sebepledir ki, bugün ne Yahudilerin elinde Musa'ya verilen gerçek Tevrat, ne de Hristiyanların elinde İsa’ya indirilen hakiki İncil vardır. Her ikisi de tahrif edilmiş veya başka metinlerle değiştirilmiş kitaplardır.» [61]

RÂİNA İFADESİ HAKKINDAKİ RİVAYETLER

«Sahabeler, Hz. Peygamber’e “Râ’inâ (Bizi gözet)”, diyorlardı. Bir yoruma göre Yahudiler, bu ifadeyi Arapçada “çobanımız” anlamına gelecek şekilde “râ’înâ” diye okuyorlardı.»[62]

«Râinâ kelimesi “bizi gözet” manasına gelir, aynın kesresi biraz uzatılarak söylenirse «râînâ: bizim çobanımız» manasına gelir. İşte, Yahudiler buna benzer kelime oyunları ile akıllarınca Peygambere hakaret ediyorlardı.»[63]

«Bazı Yahudiler bu ifadeyi çarpıtır, bazen “bizim çobanımız” manasında râînâ, bazen İbranicede “Dinle, sağır olası!” manasındaki bir başka yakın kelime şeklinde telaffuz ederlerdi.»[64]

«Râinâ kelimesi, ufak bir dil sürçmesi ile “Bizim çobanımız” anlamına gelen “Râînâ”ya da dönüştürülebiliyordu.»[65]

«Yahudiler, “Bizi gözetip bekle (acele etme)” sözünü, İbranice veya Süryanice birbirlerine küfrederken kullandıkları “Râînâ” sözüyle değiştirip, Hz. Peygamber (asm)’a onunla hitap etmeye başlamaları üzerine bu âyet nâzil olmuştur. (Celâleyn Şerhi, c. 1, 135[66]

«Râina, “i” harfinin kesresini azıcık uzatmakla yani “î” yapmakla anlamı değişen bir kelimedir. Normal okunuşla “Lütfedip dinle” anlamı taşıdığı gibi “î” yi uzatarak hakaret anlamında “dinle, dinlemez olası, çoban ol” gibi anlama da gelir. Medine Yahudilerinden bazıları Peygamber Efendimizle konuştukları zaman, kelime oyunları yaparak “bizi gözet” anlamına gelen “râina” kelimesindeki ayının kesresini biraz uzatarak “râîna” şeklinde okur ve “Bizim çobanımız ol, dinlemez olası!” anlamına gelen şekle sokarlardı.»[67]

«Yahudiler râınâ kelimesinde 'ayın ile nûn arasına "yâ" harfi ilavesiyle telaffuz eyleyerek makam-ı tahkîrde [hakaret maksadıyla] "râ'înâ" yani çobanımız demeğe başladıklarından, onların bu hareketlerinin devamına mâni olmak üzere bu ayet-i Kerime ile Müslümanları "râ'inâ" demekten men buyurdu.»[68]

YUKARIDAKİ RİVAYETLER, SADECE BİRER SÖYLENTİDEN İBARETTİR. ÇÜNKÜ, RÂINÂ KELİMESİNİN KÖK BİLGİSİ, EN BAŞTA İBRANİCEYLE BAĞLANTISI OLMAK ÜZERE BU NAKİLLERİ TÜMDEN REDDETMEKTEDİR:

«Râinâ ꓿bizi gözet (râı): illet harfi düşen emir fiili, (): meful (muttasıl zamir nasb mahallinde), fâili (ente) olarak takdir edilen müstetir zamirdir.»[69]

EVET, RÂ’INÂ İBARESİNİN ARAPÇADAKİ ASLI, İLLET HARFİ DENİLEN YE HARFİ İLE BİRLİKTE ZATEN RÂÎ(y)NÂ İFADESİDİR. TIPKI ALİ(y), VELİ(y), VALİ(y) VE AMİ(y)N GİBİ.

MEDİNEDEKİ YAHUDİLERİNİN KONUŞTUĞU DİL HAKKINDAKİ ŞU BİLGİLER DE BU RİVAYETLERİN UYDURMA OLDUĞU HAKKINDA ÖNEMLİ BİR DELİLDİR:

«İslâm'ın doğuşunda Medine'de yaşayan Benî Kaynukâ kabilesi yazıda İbrani harflerini kullanıyorlar ama Arapça konuşuyorlardı.»[70]

«İslâm'ın doğuşunda Medine'de yaşayan Benî Kurayza kabilesi İbranice yazıyor ama Arapça konuşuyorlardı.»[71]

RÂINÂ NE DEMEKTİR

«Râinâ ifadesi, hayvan otlatmak, onların hayatlarını devam ettirmelerini sağlayacak besinlerle beslemek, düşmanlarına karşı onları savunmak, yöneticilerin halkı idare etmeleri, onları koruyup kollamaları anlamındaki "raâ yer-ıy” kök fiilinin müfa'ale kalıbına ait emir kipi olup, "bizi görüp gözet, koru, kulak ver, dinle" demektir.»[72]

«Müfâele babına ait olan "mürâ'ât" kalıbının, müşareket anlamı dışında, ''yönetimde mübalağa, başkasının işlerini yürütmek, yararını gözetmek ve ihtiyaçlarını tedarik etmek" gibi tek taraflı anlamlar da taşımaktadır (Alûsi, Rûhu'l-Me'anî, I, 348; İbn Âşûr, Tahrîr, I, 633).» [73]

«Râinâ, Murâât mastarından emir kipindeki “râı” ile “nâ” zamirinden meydana gelmiş bir kelimedir. Murâât, lügatte, “murakabe etmek”, “bir işin nereye varacağını gözetmek”, “birisine kulak verip dinlemek" demektir. Burada, şuna da işaret etmek gerekir ki, «râinâ» kelimesi, murâât mastarının iki kişi arasında müşareket ifade etmesi dolayısıyla, râınâ ifadesinin manası riâyetten «sen bizi gözet yahut bize kulak ver ki, biz de seni gözetip sana kulak verelim» manasına gelir.»[74]

«Arapçada “Râinâ” kelimesi, sen bize riayet et, biz de sana riayet ederiz, anlamına gelir.»[75]

RÂINÂ İFADESİ İLE AYNI KÖKTEN TÜRETİLMİŞ KELİMELER, KUR’AN’DA TOPLAMDA 10 KEZ GEÇMEKTEDİR. BUNLARDAN  70/MEÂRİC SURESİ 32’DEKİ RĀǓNE İFADESİ, ARA CÜMLE İÇERİSİNDE “BU NAMAZLILAR, AHİTLERİNE RİAYET EDERLER” ANLAMINA GELMEKTEDİR.

AHDE RİAYET ETMEK, VERDİĞİ SÖZÜ YERİNE GETİRMEK DEMEKTİR. İŞTE YAHUDİLER, EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED’DEN KENDİLERİNE AYRICALIKLAR TANIYAN SÖZLER VERMESİNİ VE VERDİĞİ BU SÖZLERE SADAKAT GÖSTERMESİNİ, ÖNERİLERİNİN HEPSİNE BOYUN EĞMESİNİ İSTİYORLAR. “BİZİM ÇIKARLARIMIZI GÖZET”, “BİZİM SÖZLERİMİ DİNLE” DİYORLAR. TIPKI ŞU AYETLERDE HEVÂ VE HEVESLERİNE UYMAYA DAVET ETTİKLERİ GİBİ:

BAKARA 135- (Yahudiler ve Hıristiyanlar) "Yahudi veya Hıristiyan olun ki, hidayete erersiniz' demektedirler.

ANKEBÛT 12- Küfredenler, iman edenlere "bizim yolumuza uyun da sizin günahlarınızı biz taşıyalım" demektedirler.

ZÜMER 64- (Ey Muhammed!) De ki: Ey cahiller! "Bana Allah'tan başkasına mı ibadet etmemi emrediyorsunuz?"

AYET VE HADİSLERDEN BİZİM ÇIKARIMLARIMIZA GÖRE:

RÂINÂ, “BİZE BOYUN EĞ, BİZİM EMİRLERİMİZE RİAYET ET, BİZİM İSTEDİĞİMİZ GİBİ HAREKET ET, BİZİM ATALARIMIZA PARYALIK / BİZİM ÖNDERLERİMİZE KULLUK VE KÖLELİK ET” DEMEKTİR.[76]

«Taberî de, "râinâ" ifadesinin "gözetmek" ve "riayet etmek" şeklinde iki anlamı bulunduğunu söylemektedir.» [77]

ÜNZURNÂ İFADESİ İSE, “BİZE NEZARET ET / BİZİ DENETLE. BİZİ SÜREKLİ GÖZET. BİZE ÖNDERLİK ET. BİZİ RABBİNİN SANA ÖĞRETTİĞİ BİÇİMDE YÖNET VE RABBİNİN İSTEDİĞİ İSTİKAMETE YÖNELT. DOĞRU İŞLER YAPIP YAPMADIĞIMIZI KONTROL ET” ANLAMINA GELMEKTEDİR.

ULAŞABİLDİĞİMİZ DOĞRU VEYA DOĞRUYA YAKIN ÇEVİRİLER

«Taberi diyor ki: "Râinâ" kelimesi, hem "bizi koru biz de seni koruyalım. Bizi denetle biz de seni denetleyelim" manasına hem de "Kulağını sadece bize ver. Başka şeyler dinleme" manasına gelmektedir. (İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan, Hisar Yayınevi: 1/292-294).»[78]

Ahmet Tekin Meali

"Râınâ / Dinî, siyasî ve idarî otoriteni, bizim de taleplerimizi dikkate alarak, bizim de menfaatlerimizi gözetip kollayarak kullan!"

Emrah Demiryent Meali

(Asıl sen bizim sözlerimizi) dinle![79]

Erhan Aktaş Meali Bakara 104

“Bize uy; arzularımıza göre hareket et”

İlyas Yorulmaz Nisâ Suresi 46 Meali

"Bizi yönet"

Sâlih Akdemir

“Bizi de dinle”

Tuncer Namlı

“Asıl sen bize uy”

Muhammed Esed Meali Bakara Suresi 104

Bizi dinle!”

«Ey Muhammed! “Asıl sen biz(im sözümüz)e kulak ver” sözü ile, Peygamber Muhammed (s)’in tebliğ ettiği öğretiden alacakları bir ders bulunmadığı, hatta aksine, onun dinî konularda kendilerinin görüşlerine başvurması gerektiği şeklindeki kanaatlerinin aktarılması amaçlanmıştır. Bu bağlamda bkz. onların 2:88’deki “Kalplerimiz zaten bilgi ile doludur” şeklindeki iddiaları.»[80]

Mustafa İslamoğlu Bakara Suresi 104 Meali

"Sen bize uy"

Mehmet Türk Meali

Yahudi olanlardan bir kısmı, “(asıl sen bizi) dinle” dediler.

«Yahudiler, râinâ ifadesini kendi aralarında birbirlerine hakaret etmek için kullandıkları ve “bizim çoban” anlamına gelen râînâ ifadesine benzetiyorlar ve bununla Peygamberimize hakaret etmeye çalışıyorlardı. Türkçe meâlcilerden bazılarının, bu ayetteki “Râinâ” ifadesine, “bizi güt” anlamı vermeleri, çok gariptir ve ihanette Yahudileri bile geride bırakmaktır.» [81]

İTİRAZIMIZ:

MÜFESSİR, “BİZİM ÇOBAN” ANLAMINI KABULLENİYOR AMA BUNA RAĞMEN “BİZİ GÜT” MANASI VERENLERİ YAHUDİLERDEN DAHA HAİN OLARAK GÖRÜYOR. İŞTE İNSANOĞLU, BAZEN BU TÜR KAFA KARIŞIKLIĞI YAŞAYABİLİYOR.

BU YÜZDEN, BİZ DE SÜRÇÜ LİSAN EYLEDİYSEK, MEVLA’MIZ VE OKUYUCULARIMIZ TARAFINDAN AFFOLA. RABBİM, TEZ ZAMANDA DOĞRUYU BULDURA.



[1] Diyanet İşleri Meali (Yeni) Nisa Suresi 46 Açıklaması, Doç. Dr. Halil Altuntaş ve Dr. Muzaffer Şahin

[2] Bkz. Ali Fikri Yavuz Nisâ Suresi 46 Meali

[3] AYETLERİN NÜZÜL SEBEBİ, Bakara 104. Bedreddin Çetiner

[4] Edip Yüksel Meali Bakara Suresi 104. Ayet Açıklaması

[5] Süleymaniye Vakfı Meali Nisâ Suresi 46. Ayet Açıklaması

[6] Süleymaniye Vakfı Meali Nisa 46 Açıklaması

[7] Mehmet Türk Meali Bakara Suresi 104. Ayet Açıklaması

[8] Besim Atalay Nisâ Suresi 46 Meali (1965)

[9] Kadri Çelik Meali Nisâ Suresi 46 Meali

[10] Orhan Kuntman Bakara Suresi 104 Meali

[11] Şaban Piriş Bakara Suresi 104 Meali

[12] Suat Yıldırım Bakara Suresi 104 Meali

[13] Süleyman Ateş Bakara Suresi 104 Meali

[14] Abdulbaki Gölpınarlı Bakara Suresi 104 Meali

[15] Mehmet Türk Bakara Suresi 104 Meali

[16] İsmail Hakkı İzmirli

[17] AYETLERİN NÜZÜL SEBEBİ, Bakara 104. Bedreddin Çetiner

[18] Hayrat Neşriyat Meali Nisâ Suresi 46. Ayet Açıklaması

[19] İsmail Hakkı İzmirli Bakara Suresi 104 Meali

[20] Ümit Şimşek Bakara Suresi 104 Meali Açıklaması

[21] Bkz. Bunyadov-Memmedeliyev Bakara Suresi 104 Meali

[22] Ali Ünal Bakara Suresi 104 Meali Açıklaması

[23] Ö. Rıza Doğrul Bakara Suresi 104 Meali Açıklaması

[24] Viyana Kur’an Okulu Meali Bakara 104 Açıklaması

[25] Bkz. www.kuranimecid.com. Mahmud Ustaosmanoğlu (İsmailağa Camii Emekli İmam-Hatibi)

[26] Ö. Rıza Doğrul Bakara Suresi 104 Meali Açıklaması

[27] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 2/432-433.

[28] Kadri Çelik Bakara Suresi 104 Meali Açıklaması

[29] Müphem Bir Kur'an İbaresinin Otantik Anlamı, DİNİ ARAŞTIRMALAR, MEHMET DAĞ, Dini Araştırmalar, Eylül-Aralık 2006, Cilt: 9, s. 241-247

[30] Mâide 18- Yahudiler ve Hristiyanlar, "biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz” demektedirler.

[31] Mehmet Türk Meali Bakara Suresi 104. Ayet Açıklaması

[32] DİA, cilt: 43; sayfa: 221-226, [YAHUDİLİK - Ömer Faruk Harman]

[33] DİYANET HADİSLERLE İSLAM, Cilt 5, 39-40

[34] Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 31, 208, Ömer Faruk Harman

[35] Müphem Bir Kur'an İbaresinin Otantik Anlamı, DİNİ ARAŞTIRMALAR, MEHMET DAĞ, Dini Araştırmalar, Eylül-Aralık 2006, Cilt: 9, s. 257-258

[36] Kelime: Allah’ın ayetlerinin her biridir / bütün mesajlarıdır. Bkz. 3/39; 4/46; 5/13; 6/115. 14/24. 18/27, 109. 31/27. 42/24. 66/12. Bu ayetteki Kelime Allah’ın kelamı olan kitaptır ki o da Yahudilere indirilen Tevrat’tır: Bakara 75 ve Mâide 13

[37] Tahrif için bkz. 2/79, 91. 5/13, 41. 25/33

[38] Bkz. AL-İ İMRAN, 70-72, 78.

[39] Bkz. (2/108. 4/153. 17/90-93)

[40] Bkz. 33/67: “Efendilerimizin, büyüklerimizin emirlerine itaat ettik.”. Ayrıca bkz. 2/170. 5/104. 25/60. 31/21. 37/35-37. * Efendi: Sultan Başkan Soylu Diktatörlük Komitacı Milis Partizan Gerillâ Asker Dayı. Bir örnek: Fransız cumhurbaşkanı, kendisine ismi ile seslenen bir vatandaşa: “İsmimle seslenme; bana efendim de” diyor.  

[41] Bkz. Nisa 44, 89. Mücadele 16. Al-i İmran 99. Bakara 120. Al-i İmran 100.

[42] «Levâ yelvî leyyen: Saptırmak. {Tevakku Sözlük}.

[43] Ahmet Tekin Meali: Ünzurnâ / Bizi de dinle, Kur'an, sünnet ve ilmî esaslarla, örfün kuralları ve aklın verileriyle çalışan, sesimize kulak veren, yardım, destek ve imkân sağlayan, bize neler kazandırılabileceğinin hesabını yapabilen, ihtilâfları halleden, meseleleri zamana yayarak çözen, danışarak tedbir ile bizi yöneten hükümet ve meclis kur, bakanlar ve hâkimler tayin et!" * Abdullah-Ahmet Akgül Meali: ’bizi gözet’ (organize edip yönet)”

[44] ESBÂB-I NÜZUL Abdulfettah el-Kâdî Tercüme: Prof. Dr. Salih Akdemir, Fecr Yayınları: 1, 5. Baskı: Mart 2016

[45] TDV İslâm Ansiklopedisi, 21. cilt, 366-367. İBRÂNÎCE Müellif: J. H. HASSAN. * Bkz. «Kudüs veya Filistin kökenli Yahudilerden gelen İbraniler Ârâmîce konuşuyorlardı.» {DİA, cilt: 43; sayfa: 187, YAHUDİ HIRİSTİYANLIĞI - Ömer Faruk Harman}.

[46] Bkz. [İsrâ 73-75]

[47] Bkz. Râınâ [Nisâ 46]

[48] [60/12]

[49] Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe Meali Prof. Dr. Talat Koçyiğit

[50] kuranharitasi.com/kökler. Yaşar Nuri Öztürk Meali: Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden kaydırırlar.

[51] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2022 Ankara, 25. cilt, 212-214. KELİME Müellif: MUSTAFA SİNANOĞLU

[52] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

[53] KUR'ÂN-I KERİM TÜRKÇE ÇEVİRİ, Çevirenler Şeref Aziz Taha Kemal Çelik

[54] http://feyzulfurkan.com/sureler/nisa-suresi/

[55] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2022 Ankara, 25. cilt, 212-214. KELİME Müellif: MUSTAFA SİNANOĞLU

[56] Bkz. http://feyzulfurkan.com/sureler/nisa-suresi/

[57] Mustafa İslamoğlu Meali Nisâ 46 açıklaması

[58] Bkz. kurankelimeleri.com/Ha/Rı/Fe

[59] TDV İslâm Ansiklopedisi, 2010 İstanbul, 39. cilt, 422-424. TAHRİF Muhammet Tarakçı  

[60] DİA, cilt: 43; sayfa: 221-226, [YAHUDİLİK - Ömer Faruk Harman]

[61] Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 2/432-433

[62] Diyanet İşleri Meali (Yeni) Bakara 104 Açıklaması

[63] Diyanet Vakfı Meali Bakara 104 ve Nisâ 46 Açıklaması

[64] Ali Ünal Meali Açıklaması

[65] Bkz. Mahmut Kısa Meali Açıklaması

[66] Bkz. Hayrat Neşriyat Meali Bakara Suresi 104 Açıklaması

[67] Cemal Külünkoğlu Meali Nisâ 46 Açıklaması

[68] Süleyman Tevfik (1927) Bakara Suresi 104. Ayet Açıklaması

[69] KURÂN TAHLİLİ, 1. Cilt, 522, 2. Baskı, Dr. Neclâ Yasdıman,

[70] Bkz. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Casim Avcı, Ankara 2002. 25. Cilt, 88

[71] Bkz. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Casim Avcı, Ankara 2002, 26. Cilt, 431

[72] Müphem Bir Kur'an İbaresinin Otantik Anlamı, DİNİ ARAŞTIRMALAR, MEHMET DAĞ, Dini Araştırmalar, Eylül-Aralık 2006, Cilt: 9, s. 239-241

[73] Müphem Bir Kur'an İbaresinin Otantik Anlamı, DİNİ ARAŞTIRMALAR, MEHMET DAĞ, Dini Araştırmalar, Eylül-Aralık 2006, Cilt: 9, s. 248-255

[74] Bkz. Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1/185-187.

[75] M. Celal Şems Bakara Suresi 104 Meali Açıklaması

[76] 31/21: Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine uyun," denildiği zaman, "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yolu izleriz," derler. Şeytan kendilerini alevli ateşin azabına çağırıyor olsa da mı?

[77] Müphem Bir Kur'an İbaresinin Otantik Anlamı, DİNİ ARAŞTIRMALAR, MEHMET DAĞ, Dini Araştırmalar, Eylül-Aralık 2006, Cilt: 9, s. 255

[78] AYETLERİN NÜZÜL SEBEBİ, Bakara 104. Bedreddin Çetiner

[79] Emrah Demiryent, ayetin mealinde doğruya manaya ulaşmış ama ayeti izah ederken maalesef kafası karışmıştır.

[80] Muhammed Esed Meali Nisâ Suresi 46. Ayet Açıklaması

[81] Mehmet Türk Meali Nisâ Suresi 46. Ayet Açıklaması