Duygularımızı Pazara Çıkaralım
Tanrı Duyar Hiç Değilse / Duygularımızı pazara çıkaralım, bir köle gibi aşağılayalım mesela. / Açık arttırmada ucuza satalım.
Sahiden, Tanrı mı biçmişti ölçüleri?
Ruhu tükenmiş bir çağ için, çocuklar biraz fazla kalmıyor muydu?
Bu düşünce, kime göre, neye göre doğruydu?
Herkes kendince bir yakıştırma yaparken asrın trajedilerine, Tanrı çoktan biçmişti ölçüleri belki de.
Sahiden, Tanrı mı biçmişti ölçüleri?
Nitekim bir gecenin son sabahıydı, enkaz yığınları çökerken ta içimize; ki bu, çöküşlerin en felâketiydi.
Yer altından, sessiz çığlıkların ruhu dolaşıyordu, tüm Güney Doğu göklerinde.
Yıkılmıştı bütün şehir, yıkılmıştı insanlar, yıkılmıştı insanlık...
Bu öyle tahayyüllü bir şey değildi!
Bu bir savaş değildi, bir kriz değildi, bir çöküş değildi.
Bu, özünde kopmuş bir kıyametti.
Evet, bir kıyamet!
Kimin kıyameti?
Kimden gelen bir kıyamet?
Sonra sustu bütün vicdan sahibi yürekler.
Utandık, utandı kalemler, utandı insanlık. Ne var ki, utanmadı insanlığın çıplak yanı.
Utanmadı bütün olası nedenler!
Çaresizliğin, son raddesinde iken, bütün bu olanlardan sonra, konuşmak haddi aşmak olurdu; mağdura, mazluma, merhuma karşı!
Yüreğimizin, kalan son haya perdesi de yırtılmamalıydı.
Utandık her halimizden!
Elden bir şey gelmiyordu bazen ve hatta çoğu zaman.
Bunca acı karşısında, bir çıkarsama yapmak da utanç verici duruyordu üzerimizde.
Ve sonra onlarca masum çocuk ortada kaldı!
Garipti...
Bu kirli dünyaya, çocukları fazla bulmuştuk oysa.
Garibin de garibiydi, kimsesiz çocuklara, yeniden bahşedilirken dünya.
Çelişkilerle dolu insan yaşamında, tarifsiz acıların yanı başında, mucizelere ve sırlara akıl ermiyordu.
Fakat onca acının dinmesine sırlar ve mucizeler yetmeyecekti, yetmiyordu!
Göğsümüzün tam orta yerinde, öylece gömülmüş kalmış iken, kırk binlerce ölüm, bu mümkün gibi durmuyordu!