Temel İletişim Modelleri

04.10.2022 / Eğitim / Genel

Ana akım yaklaşımlar olarak isimlendirilen kitle iletişim modelleri, kitle iletişim araçlarının işleyişi üzerine araştırmalar yapmıştır.

Temel İletişim Modelleri

Kitle iletişim çalışmalarının ilk yıllarında sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji gibi diğer bilimsel disiplinlerin araştırmaların şekillenmesinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Kendine özgü inceleme ve araştırma yöntemlerinin gelişimine bağlı olarak medya çalışmaları, bağımsız bir bilimsel disiplin haline gelmiştir. Kitle iletişim modelleri; kaynağı, hedef kitleyi veya aracı öne çıkarması açısından yaklaşım ve yöntem olarak farklılaşmıştır.

Bazı modeller izleyiciyi öne çıkarıp etki araştırmalarına önem verirken, diğerleri kitle iletişim araçlarını ön plana almıştır. Bu bağlamda modelleştirme çabaları aynı zamanda iletişim sürecinde neyin daha önemli olduğunu gösteren kuramsal yaklaşımlar olarak da görülebilir.

Bu bölümde, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde bilimsel yöntemlerle kuramsallaştırılan şu modeller incelenmektedir:

  • Lasswell’in Genel İletişim Modeli
  • Shannon ve Weaver’in Enformasyon Modeli
  • Newcomb’un ABX Denge Modeli
  • Gerbner'in Genel İletişim Modeli
  • Westley ve Maclean'in Aracılanmış İletişim Modeli
  • Riley ve Riley Modeli
  • Suskunluk Sarmalı Modeli

Lasswell’in Genel İletişim Modeli

Siyaset bilimci olan Lasswell, propaganda üzerine çalışmış ve propagandanın demokrasiyle olan ilişkisini araştırmıştır. Lasswell, propaganda tekniklerinin çok fazla kullanıldığı yirminci yüzyılda, propagandanın iyi ve kötü amaçlarla yapılabileceğini savunmuştur. Hipodermik iğne (Sihirli Mermi) kuramıyla etki araştırmaları yapmıştır. Lasswell’e göre kaynağın temel amacı, hedef kitle üzerinde etkide bulunmaktır. Harold D. Lasswell, “The Communication of Ideas” (1948) isimli eserinde “Kim, neyi, hangi kanaldan, kime, hangi etkiyle söyler” şeklinde özetlenebilecek formülü geliştirmiştir. Bu model, mesajın hedef kitle üzerindeki etkilerini ölçmeyi öngörmektedir.

Lasswell Formülü

Lasswell modelinde, hedef yani kitle iletişim araçlarından iletiyi alanlar pasif olarak görülmektedir. Hedefe istenen etkinin yapılabilmesi için kaynak, ileti, alıcı ve araçlarla ilgili problemlerin çözülmesi gerekmektedir. Lasswell’in modelinde esas etkili olan şey iknadır. Bu nedenle iletişim süreci aynı zamanda ikna sürecini ifade etmektedir. Lasswell, iletişim olgusunu iletilerin aktarılması olarak görmekte ve anlam yerine etki sorununu gündeme getirmektedir. Etki; alıcıda, iletişim sürecindeki tanımlanabilir unsurların neden olduğu ölçülebilir ve gözlemlenebilir değişimi kapsamaktadır. İletişim sürecindeki ögelerden birinin değişimi aynı zamanda iletişimin etkisini de değiştirmektedir.

Lasswell, etki sorununu temel mesele olarak değerlendirmekte ve iletilerin etkide bulunduğunu savunmaktadır. Buna göre ileti, kaynak tarafından gönderilmekte ve kanal aracılığıyla hedefe ulaşan ileti kişide davranış ve tutum değişikliğine neden olmaktadır. Böylelikle iletiler uyarılara, değişiklikler tepkiye dönüşmektedir. Uyarı ve tepki birbirine bağlı değişkenleri içermektedir. Temel bir formül olarak Lasswell modeli aynı zamanda sonraki iletişim kuramları için de kaynaklık etmiştir.

Shannon ve Weaver’in Enformasyon Modeli

Shannon ve Weaver modeli iletişim sürecini tek yönlü, doğrusal bir süreç olarak ele almakta ve iletişim olgusunu iletilerin aktarımı olarak görmektedir. Claude E. Shannon ve Waren Weaver’in Enformasyon Kuramı (1949), pozitivist-deneyci yaklaşıma göre kurgulanmış, tek yönlü çizgisel bir iletişim sürecidir

Shannon ve Weaverın Enformasyon Modeli

İletilmek üzere hazırlanan mesajlar üreten bilgi kaynağı Shannon ve Weaver enformasyon kuramının ilk öğesidir (Şekil 3.2). Kaynağın ürettiği mesaj, verici aracılığıyla alıcının alabileceği (tv sinyali, radyo dalgası vb.) sinyale dönüştürülür. Alıcı ise sinyalleri yeniden şekillendirip alıcının alabileceği hale getirerek ulaştırır. Son aşamada sinyal biçiminde gönderilen mesaj alıcıya ulaşır [1]. Shannon ve Weaver iletişim modelinde iletişimi engelleyen en önemli unsur gürültüdür. Gürültü kaynağı, enformasyon kaynağının hedefe ulaştırmaya çalıştığı mesajı bozup iletişim sürecini sekteye uğratabilmektedir. Gürültü, enformasyon kaynağının gönderdiği sinyallerle alıcıya ulaşan sinyalleri farklılığa uğratarak anlam kaybına ya da anlam bozulmasına sebebiyet verebilmektedir. Shannon ve Weaver’ın iletişim araştırmalarında üç sorun düzeyi bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

  • A Düzeyi- Teknik Sorunlar: İletişim simgelerinin ne kadarı kusursuz şekilde aktarılabilmektedir?
  • B Düzeyi- Anlamsal Sorunlar: Aktarılan simgeler istenen anlamları ne kadar kesinlikte iletebilmektedir?
  • C Düzeyi- Etkililik Sorunları: Alınan anlamlar, davranışı istenilen yönde ne derece etkileyebilmektedir?.

Shannon ve Weaver Enformasyon Kuramında önem taşıyan diğer kavramlardan bazıları eksiklik (entropi) ve fazlalıktır (redundancy). Fazlalık, yeni bir enformasyon iletmeyen kısımı; eksiklik ise enformasyonun yetersizliğini dile getirmektedir. Shannon ve Weaver’a göre etkili bir iletişim süreci için eksiklik ve fazlalık arasında dengenin kurulması gerekmektedir. İletişimi engelleyen gürültü ne kadar fazla olursa yinelemenin oranı artacaktır. Bu bağlamda lineer ve matematiksel bir nitelik taşıyan Shannon ve Weaver Enformasyon Kuramı temel olarak iletilerin aktarımını hedeflemektedir.

Newcomb’un ABX Denge Modeli

Newcomb’un ABX denge modeli (1953), ilk defa iletişimin toplumsal ilişkilerdeki rolü üzerinde durmuş ve iletişim sürecini üçgen biçimde ele almıştır.

ABX sisteminin ögeleri şunlardan oluşmaktadır (Şekil 3.3).

  • A’nın X’e olan yönelimi:
    • X’e karşı olan yakınlaşma ya da kaçınma tutumu;
    • kavrama ile ilgili nitelikler
  • A’nın B’ye olan yönelimi: Aynı şekildeki tutum ve kavrama
  • B’nin X’e yönelimi
  • B’nin A’ya yönelimi

Newcombun ABX Denge Modeli

ABX, içsel ilişkileri birbirine bağlı sistem olarak işlemektedir. A ve B iletişimcidir (kişi, halk, grup, yönetici), X ise bir olay, başka bir kişi, nesne, örgüt gibi toplumsal çevrenin ya da iletişimcinin parçasıdır. Bu modele göre A değiştiği anda B ve X de değişmektedir. A, X’e olan ilişkisini değiştirdiğinde B ya X ya da A ile olan ilişkisini değiştirmek zorunda kalır. Böylelikle sistem kendini dengede tutar. Ayrıca A, X’e karşı pozitif tutuma; B aynı X’e karşı negatif tutuma sahipse A ve B benzer tutuma ulaşıncaya kadar iletişimde olma baskısına maruz kalır. Öte yandan X değiştiğinde A ve B yeni X’e ortak yönelim saptamak üzere iletişime girer.

Gerbner'in Genel İletişim Modeli

Amerikalı iletişim bilimci Geoerge Gerbner, 1956 yılında kapsayıcı ve geniş kullanım alanına sahip bir iletişim kuramı ortaya koymayı amaçlamış ve genel iletişim modelini ortaya atmıştır. Bu model her ne kadar Shannon ve Weaver modelinden daha karmaşık gibi görünse de temel iletişim süreci aynı işlemektedir. Gerbner, iletişim sürecini açıklarken algı ve aktarma boyutunu temel almaktadır.

Gerbnerin Genel İletişim Modeli

Genel İletişim Modeli’nin temel argümanı şu şekilde işlemektedir:

E: Bir olay “gerçeklikte” vuku bulur. Gönderen, yani iletişim kaynağı telefon eden, bir şekilde M ile iletişim halinde olan bir insan olabilir. Benzer biçimde, E herhangi bir olay olabilir. Bu durumda söz konusu model kitle iletişimine uyarlanabilir.

M: Olay (E), M (insan ya da makine) tarafından algılanır. Algı süreci basit bir “resim çekme” eylemine indirgenmez. Bu süreç aktif bir algılama sürecidir.

E1: Olay (E), İnsan (M) tarafından, algılama süreci sonrasında E1 biçiminde algılanır.

SE: M’nin olay hakkındaki tutumu, iletişim sürecinde genelde “mesaj” olarak ifade edilen şeydir.

Diğer taraftan Genel İletişim Modeli, Lasswell’in genel iletişim kuramı dikkate alınarak kavramsallaştırıldığında aşağıdaki gibi formüle edilebilir.

Gerbnerin Genel İletişim Modeli

Gerbner, kendi modelinin birkaç amaç için nasıl kullanılabileceğini ifade etmektedir. Örneğin bu model, insan ve mekanik iletişimi birlikte anlamlandırmak bağlamında oldukça işlevseldir. Lasswell’in formüle ettiği gibi bu model farklı kuram oluşturma ve araştırma alanlarını birbirinden ayrıştırmak anlamında kullanılabilir. Diğer yandan Gerbner, içerik analizinin önemli yönlerini irdelemek için kendi kuramını geliştirme çabasındadır.

İletişim alanında yaşanan gelişmelerle birlikte, gönderen-kanal-mesaj-alıcı şeklindeki çizgisel iletişim modeli de dönüşüme uğramıştır. Gerbner’in iletişim modeli, klasik iletişim süreci ile ilgili sorunlara yönelik işlevsel çözüm önerileri sağlamaktadır. Bu çözüm kaynakların devamlı ilgisine ve görülen verimsizliğine işaret eder. Gerbner’in kuramı, genel anlamda iletişimin tamamlayıcı niteliği olduğunu, üretilen anlamın alıcının daha önceden edindiği bilgi ve ön kabullere ve iletişimin gerçekleştiği ortama bağlı olduğunu vurgular. Bu gibi gelişmeler iletişimin disiplinlerarası bir yapıya sahip olması yönünde örneklendirilebilir.

Westley ve Maclean’in Aracılanmış İletişim Modeli

Westley ve Maclean’in iletişim modeli Newcomb’un ABX modelinden hareket ederek iletişim sürecini çizgisel şekle dönüştürmektedir (Şekil 3.5). Bu model gönderici ve alıcı arasına neyin, nasıl iletileceğine karar veren üçüncü ögeyi eklemektedir. Eklenen bu üçüncü öge matematiksel modelde iletiyi aktaran araca denk gelmektedir.

Westley-MacLean İletişim Modeli

Westley ve Maclean’in modelinde enformasyon kaynağı olan A, B ile iletişim kurmak amacıyla karmaşık X’ler arasından seçim yapmaktadır. Ayrıca B, herhangi bir X’i doğrudan algılayabilmekte ve geribesleme hattı ile (fBA) cevap verebilmektedir [9]. Bu modelde farklı ileti kanalları, farklı seçicilik işlevleriyle şekillenmektedir.

Riley ve Riley Modeli

İletişim etkinliğini toplumsal bir olgu olarak gören John W. Riley ve Matilda W. Riley, İletişim sürecini kuramsallaştırırken sosyolojik yaklaşımdan hareket etmişlerdir. Toplumsal bir varlık olan insan, içerisinde yer aldığı çevreyle etkileşim halindedir. Bu bağlamda iletişimin en belirgin özelliği sosyolojik ortamda gerçekleşmesidir.

Riley ve Riley İletişim Modeli

İnsanlar birincil gruplar içindedir ve bu birincil gruplar daha geniş sosyolojik yapılara dâhildir. Bu nedenle iletişim süreci aynı zamanda daha kapsamlı bir etkileşimi içermektedir. Riley ve Riley’in modeli, iletişim sürecinin hem kaynağın-göndericinin hem de alıcının-hedefin toplumsal yapı, sosyal ilişkiler ve birincil gruplar tarafından şekillendiğini ileri sürmektedir.

Böylelikle iletişimsel ilişkinin şekillenmesinde ve iletişim sürecinin oluşmasında tüm sosyal sistem etkili olmaktadır. Riley ve Riley modelinde geri besleme, iletişimin işlemesi ve sürmesi açısından oldukça önemlidir. Bu model ayrıca psikolojik kökenli iletişim modellerini sosyolojik düzlemde tamamlamaktadır. Riley ve Riley modelinde iletişim sürecine etkin bir biçimde katılan aktörlerin (birey, grup, örgüt vb.) toplumsal bağlamlarıyla birlikte düşünülmeleri gerekliliği vurgulanmıştır [10]. Bu bağlamda iletişim etkinliği bireysel bir algı işleminin ötesinde geniş bir toplumsal ilişkiler ağı olarak görülmektedir. Ayrıca Riley ve Riley modelinde iletişim sürecinde geri beslemenin önemi bir kez daha belirtilmiştir.

Suskunluk Sarmalı Modeli

Suskunluk/Sessizlik Sarmalı Kuramı (The Spiral Of Silence Theory) Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle- Neuman tarafından 1974 yılında ortaya atılmıştır. Kuram, genel olarak farklı konular üzerine toplumun bir kısmının herhangi bir kaygı gütmeden fikirlerini beyan edebilmesine karşın diğer kısmının neden sessiz kaldığı sorusu üzerine temellenmektedir. Şekil 3.7’de görüldüğü üzere kurama göre insanların kendi fikirleri toplumdaki egemen fikirlerden farklı olduğu durumlarda; insanlar, dışlanma korkusuyla baş başa kaldıkları ve fikirlerini beyan etmekten çekindikleri ön kabulüne dayanmaktadır. Kitle iletişim araçları toplumun egemen görüşlerini yansıtmaktadır. Dolayısıyla medya tarafından yansıtılan egemen görüşlerin aksini söylemek için bireyler kendilerinde yeterli gücü ve olanağı bulamamaktadır. Bu noktada pek çok izleyici kitle iletişim araçlarında söylenene karşı olsa da kendi düşüncelerini ifade etmekten kaçınmaktadır.

Suskunluk Sarmalı Modeli

Neuman’a göre bireylerin topluma ve çevrelerine bakış açısında medyanın güçlü bir etkisi vardır. Eğer kişinin kendi düşüncesi medyanın söyleminden farklı ise o zaman kişi görüşlerini dile getirmeye daha az meyilli olmaktadır. Bununla birlikte medya tarafından pompalanan ve toplumun hâkim görüşü olarak sunulan söylemlere karşı sessiz kalındığı diğer bir ifadeyle suskunluk sarmalı içerisine girildiği için medyanın egemen görüşlerinin toplumun geneli tarafından kabul edildiği düşünülmektedir.

Daha genel bir ifadeyle suskunluk sarmalı kuramına göre toplum ve toplumun yapı taşları olan kurumlar aracılığıyla üretilen egemen fikirlerin dışında kalanlar toplumdan yalıtılma korkusu ile sessizleşmektedir. Öte yandan suskunluk sarmalındaki bireyin düşüncesi, toplumda egemen fikir olarak yaygınlaşmaya başladığı zaman, kişi artık sessiz kalmaz ve düşüncesini yüksek sesle ve açıkça ifade etmeye başlar. Dolayısıyla kamuoyunun dışladığı görüşlerin gündeme gelmesi düşük bir olasılıktır.

Suskunluk Sarmalı kuramı özetle aşağıdaki varsayımlara dayanmaktadır:

1. Bir konu hakkında çoğunluk ve azınlığın gücü egemen medya tarafından yansıtıldığı biçimde görülmektedir.

2. Bir konu hakkında taraf olanlar, kitle iletişim araçları tarafından görüşleri desteklendiğinde konuşmaya eğilimli olurlar.

3. Egemen düşüncenin dışında kalanlar medyanın tutumu ve dışlanma korkusu ile suskunlaşırlar.

4. Egemen düşüncenin dışında kalanlar, medya tarafından desteklendiklerinde görece daha fazla konuşma arzusu duyar ve kendi görüşlerini ifade etmek için kitle iletişim araçlarının kurguladığı söylemden yararlanırlar.