Eylül
Şimdi hangi helallik paklayacak beni? Hangi sözcükler bu vebalden kurtaracak? Bunca yılı, akıp giden zamanı neyle, nasıl telafi edeceğim?
Gel denize anlatma artık. Dök kalbini bana. Deniz ki doldu taştı dertten. İşte sana sonsuz bir yürek. Kandan, kemikten, etten.
Dörtnala hızlanmış bir at binicisinin yol kenarındaki ağaç gölgesinde serinlemesi kadardır ömür. Hayatı böyle tanımlardı annem. Böyle öğrenmişti büyüklerinden. Henüz bir su damlasıyken bizler ve üflememişken ruhumuza melek, gün saydılar ömrümüzden. Adalet terazisinde tartıp her şeyden biraz kattılar mayamıza. Bir tek sevgide ölçüsüz kaldı kalbimiz ve adımızı insan koydular. Yaşamak için payımıza dünya düştü. Böyle yazıldı kader defterine. Ardından başladı hikâyemiz. Bu hikâye ki tertemiz bir aşk üzerine:
Denize öylesine dalmıştı ki yanında oturan sevdiceğini ancak duyabildi. Dilinde titreyen birkaç kelimeyle sen dedi kız. Sanki şiirden ibaretsin. Öyle güzel bakıyorsun ki. Kıskandım denizi. Ama gel denize anlatma artık. Dök kalbini bana. Deniz ki doldu taştı dertten. İşte sana sonsuz bir yürek. Kandan, kemikten, etten.
Kalbi gülümsedi oğlanın. Öyle ki güller açtı yüzünde. Değil mi ki iki ayrı bedende tek yürek gibiydiler. Gülümsedi. Söz sırası kendisindeydi bu sefer. Seven sevdiğine naz ederdi: Ruh gökyüzünün görünmeyen yüzü. Bulut sonsuz bir deniz. Ve biz ezelden tanış iken ebette hala başladığımız yerdeyiz.
İnceden inceye söyleneni anlamıştı kız. Hafiften önüne eğdi başını. Naz sırası kendisindeydi. Şimdi birazcık sitemli görünecekti: Yalnızlığım kimsesiz kalmış bir Kudüs öksüzlüğü. Yaşamak ve mücadele etmek zorundayız bize takdir edilen hayatı. Bu neyin gönülsüzlüğü?
Sevdiğinin göz bebeklerine baktı oğlan. Sanki durmuştu hayat. Öylesine masum, öylesine tertemiz ve öylesine günahsız bir duruşu vardı ki. İnsan onu nimet bilip başında, dua sayıp kalbinde ve şiir deyip dilinde taşırdı. Oğlan susmak istedi ama susmadı gönlünden düşen kelimeler. Söyledi. Söylemekte erinmedi: Ah geceleri öten nar bülbülüm. Kalbi kırıkların sesi. Gönlü kör olan içindir mesafeler. Ensemde sevdanın sıcak nefesi. Dönüp dolaşacak yine devran. Güneşe odaklanacak ay. Hiç şaşmayacak bir ölçü dairesinde zaman. Aldığın her nefesi benden alıp kendine ekledin say.
Bu defa kızın kalbi sımsıcak olmuştu. Acaba hangi kırık gönlün duasını aldım da Allah karşıma bu dua yürekli adamı çıkardı diye düşündü. Ama nazdı işte. Nazlıydı. Nazandı. Gönül ısıtmak için vardı. Gönül ısınıncaya kadardı. Azı aşk, çoğu ayrılıktı. O ise aşktan yana taraftı. Aldı sözü yine ve söyledi tüm içtenliğiyle: Yüzünde tebessüm çiçekleri, gözlerinde şiir şiir bakış. Güzelleştiriyor gözlerin değdiği yeri, sen dilimde bitmeyen yakarış. Tebessüm etsen aydınlanıyor tüm dünyam. Sen gerçekleşmiş biricik rüyam. Ettiğin naz ki tam ayarında. Seninle birlikte ömrüm hep ilkbaharında.
Göz göze geldiler. İstemsizce tebessüm etti ikisi de. Sonra sırt sırta gelip bakışlarını başka yöne çevirdiler. Utanmanın en güzel olduğu andı bu. Bir süre beklediler bu şekilde. Ardından tekrar dönüp gülüşmeye devam ettiler. Melekler imrendi bu hallerine. Söz sırasını aldı oğlan. Sen dedi. Sen cennetin ete kemiğe bürünmüş hali gibisin. Yedi kat göğe yükselen duam, ab-ı hayat zemzemimsin. Zemheride gül verenim, gönül hokkamda mor mürekkebimsin.
Yanakları pembe pembe oldu kızın. Mahcup olmuş bir çocuk edasıyla ayaklarını üst üste koydu. Rüzgârda dağılan saçlarını elleriyle düzelti ardından. Sonra döndü denize. Dilince iki kor parçası, iki cümle: Gönül hanemde misafirim değil, evim ailemsin. Besmeleyle sevdim seni çocuk, bunu böyle bilesin.
Kalplerde huzur dillerde duayla bir gün daha bitti. Bu tertemiz sevgiye melekler şahitti.