Eylül
Şimdi hangi helallik paklayacak beni? Hangi sözcükler bu vebalden kurtaracak? Bunca yılı, akıp giden zamanı neyle, nasıl telafi edeceğim?
Ayım, yıldızım, güneşim. Ulular ulusu sultanım. Canım efendim, kıymetli efendim. Derler ki ancak ateş çeliği saflaştırabilir. Oysa çelikten değilim ben. Topraktan yaratıldım. Ne ateşe dayanabilirim, ne de ateşi söndürmek için kullanılan suya. Biri yakar beni, öteki ise boğar. Gereği gibi dua etmekten bile acizim. Sırtımda kırk deve yükü vebal. Cebimde başkasına yazılmış mektuplar. Çatlamış bağrım susuzluktan. Ve ben günahkârım boğazıma kadar.
Efendisini gölgesiymiş gibi usulca takip etti gecenin karasında. Yavaş adımlarla sarayın geniş avlusuna doğru ilerlediler. İkisinden başka kimsecikler yoktu ortalıkta. Biliyordu. Sultanının bir derdi vardı uzun zamandır. Konuşup yükünü hafifletmek yerine hep susuyordu oysa. Kim bilir, belki de derdini seviyordu. Kölesi böyle düşünürken başını kaldırıp yıldızlara baktı efendisi. Ardından döndü kölesine. Züleyha’nın Yusuf’a baktığı gibi baktı. Aldı sözü: Şu yeryüzü ve gökyüzü arasında olan her ne varsa hepsine sahibim. Hazinelerim inci ve zümrütlerle dolu. Kapımda uşaklarım, en kıymetli ipeklerden kıyafetlerim var. Bu koca Gönülısıtan diyarının beyleri, beyzadeleri ve asilzadeleri kapımda kul olmaya razı. Benim kalbimdeyse üzerindeki yamalı pulundan başka bir şeyi olmayan bir köle var. Malım mülkümle beraber canımı da sermişim ayaklarının altına. Oysa onun gözünde benim kalbim yağmursuz ve çorak bir diyar. Söyle bana kölem. Bu hal karşısında ne yapmalıyım?
Köle başı yerde, elleri göbeğinin üstünde bağlı olarak efendim dedi. Ben sizin kölenizim. Şu kıymetsiz canım bile iki dudağınızın arasından çıkacak tek bir kelimeye bakıyor. Hal böyleyken size akıl vermeye kalkmak bu kölenin ne haddine.
Kölem dedi efendi tekrar. Söyle. Gönlüm memleketinin yollarına düşmüş. Bu diyarın dilencileri bile beni ayıplar olmuş. De bana. Ne yapmalıyım?
Sözü aldı köle. Görklü sultanım, nurlu sultanım, ulu sultanım. Siz efendi, ben ise emrinize amade bir köleyim. Bin sene ömrüm olsa, bin sene daha razıyım köleniz olmaya. Ama kalbimde başka bir dua var. Gönlünüzden azad edin beni.
İçini çekti efendi. Sonra sözü olduğu gibi söyledi. Şirin kölem, şerbetli kölem. Gönlümün efendisi, gözümün aydınlığı kölem. Dilersen şu Nazkıran Dağları’nı ayaklarına sereyim. Bulutlar bineğimiz olsun istersen. Dilersen de senin dışındaki bütün hizmetlilerimi azad edeyim. Ben de senin yoluna ömrümü sereyim. Gel bana kıyma, canım kölem.
Ayım, yıldızım, güneşim. Ulular ulusu sultanım. Canım efendim, kıymetli efendim. Derler ki ancak ateş çeliği saflaştırabilir. Oysa çelikten değilim ben. Topraktan yaratıldım. Ne ateşe dayanabilirim, ne de ateşi söndürmek için kullanılan suya. Biri yakar beni, öteki ise boğar. Gereği gibi dua etmekten bile acizim. Sırtımda kırk deve yükü vebal. Cebimde başkasına yazılmış mektuplar. Çatlamış bağrım susuzluktan. Ve ben günahkârım boğazıma kadar.
Kalbinin ağrıdığını hissetti efendi. Ama içini dökmeye devam etti. Ah kölem, vah kölem. Kölem iken efendim olan kölem. Sultan da olsa gönlüne istikamet çizemiyor insan. Bana da sormadılar gönlümü sana yazdıklarında. Kanayan yaram sen olur muydun yoksa? Yüreğime sığmayan çok fazla acı var. Ocağına düştüm. Gel sen yabana uyma. Yakma bağrımı, canım kölem.
Sağ elinin işaret parmağını kaldırıp gökyüzüne doğru uzattı köle. Canım kudret elinde olan Allah’a and olsun ki ben sizin onurlu bir kölenizim. Dudaklarımda yarım kalmış bir tütünün zehirli nefesi gibi kalbimde başka bir köle var. Gönlümün pusulasındaki yollar hep ona çıkıyor. Siz ali bir efendi, ben ise aciz bir köleyim. Köle ile efendisinin hikâyesi bundan ibaret. Hepsi bu kadar.
Yanaklarına düşen iki damla kor ateşini kölesine hissettirmeden gecenin karanlığında sildi efendisi. Kelimeler dikenli tel gibi boğazına takıldı. Konuştukça yüreği kanadı. Kırk kilit altında bir sandık dedi. Ardından devam etti. Sandığa sığmayan bir deli yürek. Ve bu yüreğe sahip çıkmayan sen kölem. Allah beni senin yoluna kurban etsin. Senin aşkınla öyle bir hale düştüm ki Rabbim bu acıyı düşmanıma bile vermesin. Söyle bana. Çirkin miyim yoksa? Bu yüzden mi istemezsin?
Benim kendi güzel, kalbi güzel efendim. Gülzarım, güzellerin şahı sultanım. Bu memleket, bu diyar, bu saray güzelse, güzelliği sizden. Yüzünüz şu Dicle kadar güzel ve kardelen çiçeği kadar masum kalbiniz. ‘ Ama gönül kimi severse güzel odur.’ Bilmez misiniz?
Ey efendisinin sevdiği, ey kıymetli kölem! Gönlüm sana kavuşabilmenin arzusuyla yanıp kül oldu. Muradım dünyalık bir heves değil. İsterdim ki ahretliğin olayım. Yanacaksak seninle yanayım. Sevineceksek cennete beraberinde geleyim. Şimdi var sevdiceğine git. Götür götüreceğin muştuyu. Gayrı gönlümden de fikrimden de azad ettim seni. Biz bu dünyanın temiz kalpli çocuklarından sadece iki kişiyiz. Ve her daim kaldırıp başımızı gökyüzüne bakalım. Kirlenmesin kalplerimiz.