Araca Göre İletişim Türleri

27.04.2023 / Eğitim / Genel

İletişim türlerini sınıflandırmada kullanılan kriterlerden biri de araçtır. Araç, iletişimin doğasını belirleyen etmenlerden biridir.

Araca Göre İletişim Türleri

İletişim sürecinde kullanılan teknolojik aygıtlar iletişimin hangi duyu organına yönelik olduğunu göstermektedir. Örneğin radyo kulağa hitap ederken televizyon göze ve kulağa birlikte hitap etmektedir. Bu bağlamda iletişim sürecinde kullanılan araçlar iletinin biçimini ve niteliğini belirlemektedir.

İletişim sürecinde kullanılan araçlar dikkate alındığında ilk ve temel tür olarak sözlü iletişim akla gelmektedir. Burada insanın konuşma özelliği, duyma duyusu ön plandadır. Ayrıca karşılıklı bir iletişim olgusu varsa görme duyusu da devrededir. Görme duyusunun ön plana çıktığı sözsüz iletişim genelde sözlü iletişime ek, sözlü ifadenin etkisini güçlendiren veya zayıflatan bir unsur olarak değerlendirilmektedir.

Tamamen görme duyusu odaklı bir iletişim türü olarak yazılı iletişimde ise taş yazıtlardan papirüslere, kâğıttan kitap, gazete ve dergilere kadar geniş bir araç çeşitliliği vardır. Yazılı iletişimde duyma duyusunun ve kulağın hiçbir rolü yokken görsel iletişimde görme duyusuna genelde işitme eşlik etmektedir. Fotoğrafta sadece göz etkinken televizyon ve sinemada kulak da iletişim sürecinin içindedir. Ancak gözün ve görme duyusunun merkeziliği ve önemi gittikçe artmaktadır. Ekran sayısı çoğalıp boyutlar büyüdükçe insanların ekrana bağımlılığı ziyadeleşmektedir. Bu noktada, toplam iletişim olgusu pastasındaki sözlü, sözsüz ve yazılı iletişimin payları düşerken görsel iletişimin dilimi büyümektedir.

Sözlü İletişim

İnsan değer yaratan, değer veren, anlam üreten ve inşa eden, bilen bir varlık olmasının yanında konuşan bir varlıktır. Kısacası, bir dile ve kelimelere, kavramlara sahiptir ve kendisinde olanı başkalarına bildirmektedir. Humbolt’a göre insan, dili sayesinde ancak insan olabilir. Rousseau’nun toplumsallaşmamış, dünyada tek başına yaşayan ilkel insanı, başka insanlarla iletişim halinde olmadığı için bir dile sahip değildir. Bundan dolayı da bilginin birikiminden söz edilememekte, dünyada insanın yaşı ilerlese de insanlık hep çocuk kalmaktadır. İnsanlık ancak toplumsallaşmayla, yani dil ve iletişimle, bilgi birikimiyle bu çocukluktan kurtulabilmiştir.

İnsana yönelik en önemli tanımlardan biri hayvan-ı medenî (yardımlaşan/toplaşan) iken, diğeri ise hayvan-ı nâtık’tır (düşünen/konuşan). Ancak bunlardan ikincisi insanın özüne yönelik bir tanımlama iken birincisi arızî, ikincil, konuşan bir varlık olmanın sonucu olarak ortaya çıkan bir niteliktir.

Konuşma, insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biridir. Konuşmada duygu, düşünceler ses ile dışa vurulmakta, anlamlar karşıdaki kişi ya da kişilere iletilmek istenmektedir. Yüz yüze olabildiği gibi telefonla uzak mesafelerde de gerçekleştirilebilen sözlü iletişimde birçok organ eşgüdüm halinde çalışmaktadır. Dudaklar, dişler, dil, damak, ağız, gırtlak, ses telleri, nefes borusu, akciğerler ve beyin konuşmada görev alan organlardır. Bu kadar organın büyük bir eşgüdüm halinde ve otomatik olarak devreye girmesi ve çalışması büyük bir mucizedir. Konuşma, susku, tartım, tempo ve hece uzunluğu olmak üzere dört unsura sahiptir. Susku kelimeler arasındaki anlamlı duraklamalar iken tartım sözden ve suskudan oluşan düzenleme, tempo konuşma hızı ve hece uzunluğu ise bir sesli harfin söylenme süresidir. Bütün bu unsurlardaki beceri ve başarı sözlü iletişimin etkinliğini belirlemektedir.

Sözlü iletişimde en önemli noktalardan biri dildir. İletişim kuranların ortak bir dile ve anlamlara sahip olması temel ilkedir. İnsanlar bir dilin ve dolayısıyla bir düşünme biçiminin, zihniyetin içine doğmaktadır. “Dil insanın evidir” ve insan bütün dünyayı ve hayatı evinin içinden yorumlamaktadır. İnsan, anlamları ve dili büyük oranda hazır bulmaktadır. Farklı karşılaşmalar ve büyük çaba göstermeden bir başka dil evrenine girmek de zordur. Sözlü iletişimde sözel ifadenin doğru yapılandırılması etkili bir konuşmanın ve iletişimin başarısı hususunda aranan temel şartlardandır.

İletişimin biçimi ile içinde yaşanılan kültür arasında ilişki çok güçlüdür. Bir yandan iletişim biçimi kültürün taşıyıcısı iken diğer yandan kültür de iletişimin şekillendiricisidir. Sözlü iletişim de sözlü kültürün taşıyıcısı durumundadır. Sözlü kültürde deneyimlerle dil ve iletişim, iletişimle bellek arasında sıkı bir bağ vardır. Sözün uçuculuğu ve geçiciliğine karşın deneyimler ve hatırlanması gerekenler sürekli yinelenerek, söze dökülerek korunmaya, devamlılığı sağlanmaya çalışılmaktadır. Sözlü kültürde bellek canlıdır ve insanlar bellek işlevi görmektedir. Sürekli yinelemeler belleği canlı ve zinde tutmakta, olması gerektiği gibi çalıştırmaktadır. Unutulması gerekenler ayıklanıp unutulmakta, hatırlanması gerekenler ise sözlü kültürün bir öğesine dönüştürülerek kalıcı şekilde belleğe kaydedilmektedir.

Sözlü kültürde anlatıcı ve anlatı hayati öneme sahiptir. Anlatının bütünlüğü belleğin sağlamlığının garantisidir ve metinler belli bir kalıptan faydalanmakta, belli sıralama ve yapıları takip etmektedir. Sözlü kültürde anlatıcı, deneyimin ve bu deneyime bağlı bilginin devamlılığını nesiller boyu sağlamaktadır. Anlatıcı-dinleyici ilişkisinde belli düzen ve ritüeller, söz ve davranış kalıpları tekrarlanmaktadır. Sözün görme duyusuna üstün gelmesine koşut olarak kulağın göze üstünlüğü mevzu bahistir. Sözlü iletişim ve sözlü kültür, okuma-yazma yaygınlaşmadan, yazılı kültür egemen olmadan önceki dönemlerin iletişim biçimi ve kültürüdür.

Sözsüz İletişim

Sözsüz iletişim, iletişimin en temel biçimlerinden biri olarak sözcükler olmadan iletişim kurmayı ifade etmektedir. Antropologlara göre insanlar sözlü iletişime geçmeden önce bedenlerini kullanarak iletişim kurmuşlardır. İlkel insandan kalma bu sözsüz işaret ve ipuçları halen kullanılmaktadır. Günümüzdeki sözsüz iletişimi sadece beden dili olarak anlayıp aşırı anlam yükleyenleri eleştiren Erdoğan, sözsüz iletişim türlerini yer ve mesafe tutma, dokunma, jestler, göz ve bakış, zaman ve statü kullanımı, ses dili, maddeler ve eşyalar, fiziksel görünüş olmak üzere sekiz başlıkta saymaktadır. Ona göre bütün bu türler sözsüz iletişim için önemli işlev görmektedir.

Sözsüz iletişimde kişinin söyledikleriyle, sözlü ifadelerle beden dili ve sözsüz unsurların arasında sıkı bir bağ vardır ve bu bağ aracılığıyla sözel ifadenin anlamı ve etkisi güçlendirilir veya zayıflatılır. Bir iletişimde sözlü ve sözsüz ifadelerin etkisine yönelik araştırmalarda sözsüz unsurların çok daha fazla etkili olduğu ortaya konulmuştur.

Mehrabian tarafından yapılan araştırmada iletişimde %55 beden dili, %38 sesin biçimi ve tonu, %7 ise sözcüklerin etkili olduğu görülürken Birduthistell’in araştırmasında %65 beden dili, %35 de sözlü iletişim etkilidir. İki araştırmadan da görüldüğü üzere sözsüz unsurların bir iletişimdeki payı sözcüklerden, sözel ifadelerden daha fazladır.

Bunun yanında sözsüz iletişim unsurları kişinin iletişim kurduğu andaki ruhsal ve duygusal durumu hakkında bilgi vermekte, içsel dünyasını, duygu ve düşüncelerini dışa yansıtmaktadır. Bu noktada sözsüz iletişime “lisan-ı hâl” demek mümkündür.

Lisan-i halden kişi-içi iletişimi anlamak mümkündür. Sağlıklı bir kişi-içi iletişim bütün iletişim biçimlerini olumlu etkilemektedir. Huzursuz bir ruh hali, gergin bir iletişimin yaşanmasına neden olmaktadır. Bir yandan anlamların karşıya doğru bir şekilde ulaşmasını ya da ulaştırılmasını engellerken diğer yandan iletişim sürecinin kötü ve kısa bir biçimde sonuçlanmasına yol açmaktadır. İyi, güzel ve doğru şeyler anlatıyor olsa dahi, hâl dili iyi olmayan bir ileticinin mesajı tam tersi anlaşılabilmektedir.

Yazılı İletişim

İletinin yazılı ve görsel sembollerle aktarılması demek olan yazılı iletişimin başlangıcı bundan yaklaşık beş bin yıl önce Sümerler tarafından yazının icat edilmesiyledir. Daha önceleri duvarlara ve taşlara çizilen resimler, tarihsel süreçte, harfler ve alfabenin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Zamanla farklı toplumlar kendi alfabelerini ve yazılarını geliştirmiştir. Buna karşın yazının, okuma-yazmanın yaygınlaşması çok geç olmuştur.

Matbaanın icadı ve okuma-yazmanın yaygınlaşmasıyla eskinin sözlü iletişiminin yerini yazılı iletişime bırakmasına neden olmuştur. İletişim biçiminin değişimi, kültürü de etkilemiş ve yazılı kültüre geçiş olmuştur. Geçmişte söz çağı vardır ve söz yerini yazıya, görsel işaret ve sembollere bırakmaktadır. Sözlü kültürde nesilden nesle aktarımı gerçekleştiren anlatıcıların yerini yazılı metinler almıştır. Yazı nedeniyle insanın bellekle, hatırlama ve unutmayla ilişkisi de değişmiştir. Artık kulak değil göz önemlidir. Dolayısıyla duymak ve anlatmak değil okumak ön plandadır.

Okumanın başat bir eylem olması, insanın dünyayla, bilgiyle kurduğu ilişkiyi etkilemiştir. Deneyimle öğrenilen bilgiden daha fazla okunarak öğrenilen bilgi söz konusudur. Deneyimin yerini okumak almaktadır. Böylece insanın dünyayla ve varlıkla kurduğu ilişki azalmakta, insanın dünyayla ve varlıkla mesafesi oluşmakta ve bu mesafe gittikçe artmaktadır. Oluşan mesafe ise yabancılaşmaya neden olmaktadır. Bu yabancılaşma kendini toplumsal hayatta da göstermektedir.

Araçların kendi kullanma biçimini dayatması gibi yazı ve okuma da kendi biçimini şart koşmaktadır. Okumak için kenara ve kendi kabuğuna çekilmek, yalnızlaşmak, bireyselleşmek gereklidir. Bu noktada, bireyselleşme ile yazının ve yazılı iletişimin tarihsel seyrinin çakışması dikkate değerdir.

Bireyselleşen insanın çevresiyle ve toplumuyla bağı sorunlu hale gelmektedir. Ben merkezli bir düşünce ve yaşayış bireysel biriktirmeye imkân tanırken toplumsal ilerlemeye katkı sağlamamakta, hatta aşırı bireysellik toplumsal hayatı zehirlemektedir. Toplumla bağı zayıflayan bireyler bürokrasinin ve kurumsal yapıların çarkında kaybolmakta, sayısal bir veriye dönüşmektedir.

Yazılı iletişimde sözün kayda geçmesi, ortadan kalkmasının engellenmesi gerçekleşmektedir. Bir kere kaydedilen hiçbir şey, kaydedildiği şey ortadan kalkmadıkça tam anlamıyla unutulamamaktadır. Bu durum, gerekli ile gereksizin, önemli ile önemsizin ayrımına, buna dayalı olarak da gereksiz veya önemsizlerin unutulmasına, hatırlanması gerekenlerin de sözlü kültüre ve kalıcı belleğe dâhil edilerek sürekli hatırlanmasına mani olmaktadır. Böylece belleğin en önemli işlevlerinden biri yerine getirilememektedir. Artık kültür insanların zihninde canlı olarak yer almamakta, yazılı metinlerde saklanmakta, insanın gündelik hayat pratiklerinden uzaklaşarak zamanla çıkmaktadır.

Yazı, belge niteliğiyle belleğin yerine geçmekte, kültürün deposu haline gelmektedir. Yazı belleğin yerine geçince insanın belleğinin, zihninin çalışmasına, diri kalmasına gerek kalmamaktadır. Bellek, dolayısıyla insan güç kaybederken yazma eyleminin şekilselliğinden dolayı düşünce de bir kalıba girmektedir.

Sözlü ve insan insana iletişimin taşıdığı duygusal atmosfer, empati ve sorumluluk duygusu yerini aracılanmış iletişime, aracın soğukluğuna ve otoriterliğine bırakmaktadır. Bütün bunlara ek olarak insanın da yalnızlaşması ve bireyselleşmesi insan ilişkilerini geri dönüşsüz bir noktaya taşımıştır.

Görsel iletişim

İnsanın en önemli duyu organlarından biri gözdür. Görme sayesinde insan çevresini daha iyi ve kolay tanıyabilmekte, çevresine ve dünyaya nüfuz edebilmektedir. Buna karşın görsel iletişimin tarihi sözlü iletişimin başlangıcından çok sonraya denk gelmektedir. Fransa’daki Chauvet Mağarası’nın duvarlarındaki resimlerden beri yaklaşık 30 bin yıldır insanlık görsel dille iletişim kurmaktadır. Ancak geldiğimiz noktada görsel dil ve iletişim diğer iletişim türlerini geride bırakarak çağa adını verir duruma gelmiştir. Dünyaya bugün, özellikle teknolojinin gelişimiyle görsel kültür ve bu kültürün taşıyıcısı olarak görsel iletişim hâkimdir.

Sözlü kültürden uzaklaşmayı ifade eden yazılı kültür, bir yanıyla, okumaya dayalı olduğu için görselliği desteklemektedir. Bu nedenle, yazılı iletişim döneminden itibaren görsellik önem kazanmaya, güçlenmeye başlamıştır. Görsel iletişim, önce fotoğrafın, sonra da hareketli fotoğraf olarak sinemanın icadıyla büyük atılım yapmış, televizyon ve sonrasında da bilgisayar ve internet ile egemenliği eline geçirmiştir.

Geçtiğimiz yüzyılla birlikte, görsel imgelerle ve görselliğe dayalı kitle iletişim araçlarıyla dolu bir çağa girilmiştir. İnsanlar, görsel imgelerle kuşatılmış bir kültür ve dünya içinde yaşamaktadır. Afiş, film, gazete, dergi, televizyon, video araçlarından herhangi birinin iletisine takılmayan bir hayat imkânsız durumdadır. Bu görsel imge ve mesaj bombardımanı altındaki insan, ağır bir yükü omuzlamıştır. Ancak bu görüntü uygarlığı sadece yük değil imkânlar da sunmaktadır. İnsanlar, dünyanın her yerinden her an haber alma, ulaşma, ilişki kurabilme ve devam ettirebilme olanaklarına sahiptir.

Görsel kültürün egemen olmasında insanlığın teknolojik olarak geldiği seviyenin, görselliğin teşvik edilmesinin yanında, görme duyusunun öneminin artması da etkilidir. Günümüzde göze hitap eden şeyler hem daha fazla dikkat çekici hem de daha inandırıcı bulunmaktadır. İnsanlar, çevrelerindeki olguları, olayları ve nesneleri algılarken %34 dokunma, %9 işitme, %87 görme duyularından yararlanmaktadır. Gelişen teknolojiyle birlikte artık ekran cebe girmekte, insanı yirmi dört saat yalnız bırakmamaktadır.

Günümüzde insanlar çoğunlukla ileti paylaşımı için telefon, bilgisayar, internet gibi araçları kullanmaktadır. Eskinin telgrafı, mektubu şekil değiştirerek teknolojiye ayak uydurmuş ve büyük oranda cebe girmiştir. Böyle bir iletişim, hız ve ulaşma açılarından büyük avantaj sağlamaktadır. Buna karşın yüz yüze iletişimin gereklilikleri olan sevgi, saygı, diğerkâmlık, anlayış, duygudaşlık ve sorumluluk gibi değerlerin paylaşımı azaltmaktadır.

Televizyon, bilgisayar ve internet görselliği öne çıkarmaktadır. İnsanlarda diğer duyularından daha çok gözleri önem kazanmaktadır. Duydukları ya da dokundukları şeylere değil gördüklerine daha fazla inanmaları gerektiğini düşünmektedirler. İnsanlar, sürekli görsel mesaj alınca okuma, düşünme, keşfetme, öğrenme becerilerini kaybetmektedir. Ekran karşısındaki insan edilgen bir konumdadır. Etkileşim ortadan kalkmakta, sorumluluk yok olmaktadır. Gerçekliği ekrana bağlı olarak algılayan, gördüğüne inanan insanlar özgürlüklerini kaybetmekte ve kitle haline gelmektedir. Duyduğuna ya da okuduğuna değil gördüğüne inanınca insanlar, eskinin anlatıcısı veya okuyucusu değil göstericisi değerli olmaktadır. Dolayısıyla görsel imgelerle dolu kitle iletişim araçları ve bu araçlara içerik üretenler iletişim düzeninin ve kültürün merkezine yerleşmektedir.

Araç, kendi kullanım ve doğasına uygun şekilde düşünme biçimini insanlığa benimsetmektedir. Hızın egemen olduğu çağda, hızla akan imgeler insanları ekrana bağlamakta, onların kanaatlerini desteklemekte, eğlendirmekte, onları oyalamaktadır. Kapitalist sistemin en önemli ikna ve oyalama aracı olarak kitle iletişim araçları seyirciyi ekrana bağlamakta, bu sayede istediği ölçüde kar edebilmektedir. Çünkü bu teknolojinin ve araçların temel gelir kaynağı reklamdır. Daha çok reklam daha çok gelir demektir. Bunun için de daha fazla insanı ekrana odaklayabilmelidir. Bunun yolu ise insanın duygu ve zaaflarıyla oynanmasıdır. Dolayısıyla kitle iletişim araçlarının içeriğini eğlence, röntgencilik, teşhircilik, cinsellik, çatışma ve şiddet doldurmaktadır. Böylece toplumlar, sistemi sorgulamadan, sistemin dışına herhangi bir şekilde çıkmadan, hatta çıkmayı düşünmeden hayatlarına devam etmektedir.

Tamamen belleğin canlı, diri ve insanın gündelik hayat pratiklerinin içinde olduğu sözlü kültürden yazılı kültüre geçilirken bellek zayıflamış, insanlar bireyselleşmiş, ancak bilginin sabit kaynağı olarak yazılı metinler oluşmuştur. Bireyselleşen, yalnızlaşan, belleği zayıflayan insanlar, görsel kültür çağında hızın da etkisiyle bilgiyle sahici ilişkisini de kaybetmiştir. Bellek tamamen ortadan kalkmış, yalnız kalan insan, ekranın sunduğu renkli dünyaya teslim olmuş ve tamamen yönetilebilir bir hâle gelmiştir.

Ayrıca Bakınız