Müşteri İlişkileri Yönetimi’nin Kapsamı
Müşteri odaklı stratejiler geliştiren, müşteri verilerini toplayıp analiz ederek işletme süreçlerini optimize eden geniş bir kapsam sunar.
Öğrenme nedir ve nasıl gerçekleşmektedir? Bu soruları cevaplandırmak için çeşitli kuramlar geliştirilmiştir.
Bilim adamları öğrenme olgusunu açıklamak için çeşitli kuramlar geliştirmişlerdir. Bu kuramlarda öğrenme eyleminin hangi koşullarda ve ne şekilde meydana geldiğini açıklamaya çalışmışlardır. Her kuram öğrenme olgusunu farklı yönden incelemiştir. Kimi öğrenmeyi sadece davranışsal süreçlerle açıklarken kimi bilişsel olarak, kimi öğrenmeyi bilgi işlem eylemi olarak görürken kimi de nöro fizyolojik olarak ele almaktadır. Öğrenme olgusunun tüm yönlerini açıklayan bir tek kuram henüz geliştirilmiş değildir.
Davranışçı Kuramlar
Davranışçı kuramlardan biri İvan Pavlov’a (1849-1936) ait klasik koşullanmadır. Rus fizyolog Pavlov fizyolojik araştırmalarının büyük bir kısmını köpeklerin koşullanmaları üzerine yapmıştır. Diğer birçok araştırmanın yapılmasında olduğu gibi Pavlov’un araştırması da rastlantı sonucu ortaya çıkmıştır. Bir gün Pavlov, üzerinde araştırma yaptığı bir köpeğin boş yemek çanağını görünce, kendisine yemek veriliyormuş gibi salgı ürettiğini gözlemiştir. Olayı daha olarak incelemek isteyen Pavlov, köpekler üzerinde koşullama deneyi yapmaya karar vermiştir. Klâsik koşullanma söz konusu kararın sonucunda yürütülen bir dizi araştırmayı kapsamaktadır. Bu araştırmalarda doğal uyarıcı ile koşullu uyarıcının beraber verildiği her durumda organizmanın iki uyarıcı arasındaki ilişkiyi öğrendiği görülmüş ve buna kazanma adı verilmiştir.
Klâsik koşullanma, Pavlov'un zil sesi ve köpeğin tükürük salgılaması üzerine olan deneyleriyle geliştirdiği yaklaşımdır. Edimsel (Operant) koşullanma ise organizmanın gösterdiği davranışın pekiştirilerek tekrar edilme olasılığının artacağı varsayımına dayanır. Operant koşullanma klâsik koşullanmadan farklı olarak, organizmayı çevresel faktörlerle etkileşim içinde görür. Gözlem Yoluyla Öğrenme veya diğer adıyla Sosyal Öğrenme Kuramı’na göre ise insan davranışları sadece pekiştirmeler yoluyla biçimlendirilmez; aksine öğrenme bilişsel, davranışsal ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimleriyle gerçekleşen karmaşık bir süreçtir.
Klâsik koşullama kuramı (Pavlov)
Koşullanma, bir canlının yaşamını sürdürecek yiyecek, su gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasını güvenceye alan ışık, ses, koku gibi uyaranları öğrenmesidir. Klâsik koşullanma şu varsayıma dayanır: Eğer insana ihtiyaçlarını karşılayan doğal uyarıcıyla birlikte doğal olmayan bir uyarıcı verilirse, bu uyarıcıya yapılan tepki ile insanın ihtiyacı karşılanırsa ve bu deney birçok kez yenilenirse, doğal uyarıcı verilmeksizin, doğal olmayan uyarıcı verildiğinde insan buna doğal uyarıcıymış gibi tepkide bulunur. Bu deney sonunda insan doğal olmayan uyarıcıya koşullanır ve doğal uyarıcıya gösterdiği tepkiyi yineler. Buna koşullu tepki denir.
Davranışçı öğrenme yaklaşımı İvan Petrovich Pavlov ve izleyicisi Amerikalı bilim adamı, John B. Watsona’a dayanmaktadır. Bu yaklaşım öğrenmeyi, “bir uyarı alma ve o uyarıya bir reaksiyon-tepki hazırlama” olarak algılamaktadır. Pavlov, uyarıcı-tepki ilişkilendirme deneylerinde refleksif davranışların oluşmasında dış uyarıcıların etkili olabileceğini ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Köpeklerle ilgili deneyinde, köpekleri beslediği zaman onların salya ürettiğini fark eder. Köpekler yiyeceği görür görmez salya üretmektedirler. Pavlov, daha sonra köpeklere yiyecek verirken zil çaldığında ve bu durumu da birçok kez tekrar ettiğinde, artık köpeklerin yiyecek olmadan da sadece zil sesine (koşullu uyarıcı) bile salya salgıladığını fark eder. Pavlov’a göre, köpekler zil sesine şartlanmışlardır. Pavlov’un bu deneyi, davranışçı öğrenmede uyarıcı-tepki ilişkisini doğurmuştur. Klâsik koşullamacılar, zil ile salya arasındaki bağı “öğrenme” olarak tanımlamaktadır.
Klasik koşullanma kuramı nötr bir uyarıcının (zil sesi), doğal koşullarda bir tepkiyi meydana getirme gücünde olan bir uyarıcı (köpeğe verilen et) ile birlikte verilmesi durumunda nötr uyarıcının, doğal uyarıcıyla aynı etkiyi (zil sesinin et olarak algılanması) göstermesidir. Burada aslında anlatılan şey, bir tür koşullu öğrenmedir. Daha açık bir anlatımla öğrenmenin hangi koşulda gerçekleştiğidir. Pavlov’un yaptığı deneylere bakınca, aslında bir eşleştirme eyleminden farklı bir şey değildir. Bu da öğrenme değil terbiye kavramıyla açıklanmalıdır. Zira öğrenme dediğimiz özünde kavramları kavrama, bunlarla yeni düşünceler üretebilmedir.
Pavlov’un deney düzeneğinde et, kokusu ve tadıyla tüm köpekleri uyaran koşulsuz yani doğal uyarıcıdır. Koşulsuz uyarıcılar, organizmayı doğal olarak uyarabilen ve organizmada tepkiyi otomatik olarak meydana getiren uyarıcıdır. Koşulsuz uyarıcıya karşı gösterilen tepki koşulsuz tepkidir. Koşulsuz tepki göstermek için koşullanmak veya koşullu bir uyarıcının (zil sesi) olması gerekmez. Organizma, koşulsuz uyarıcıya otomatik olarak koşulsuz tepki gösterir.
Düzenekte ete tepkinin sonucunda ortaya çıkan salya, koşulsuz veya doğal bir tepkidir. Oysa zil sesi et ile ilişkilendirilmeyince veya eşleştirilmeyince sadece bir sestir ve köpek için nötr uyarıcıdır. Tıpkı yaşamında limonun ekşi ve ağzı sulandıran özelliğini bilmeyen birinin yanında limon yiyen birini izlerken ağzının sulanmaması gibi zil sesi de köpekte salyaya neden olmaz. Ancak belli bir zaman zil sesi etle birlikte çalınmaya başlayınca köpek zil sesiyle et arasında bir ilişki ve eşleştirme yapacağı için ilişki ve eşleştirmeden dolayı zil sesi eti hatırlatacak, nötr bir uyarıcı olmaktan çıkarak koşullu bir uyarıcı haline gelecektir. Koşullu uyarıcıya karşı gösterilen tepkiye ise koşullu tepki (zil sesinin salyaya neden olması) denir.
Klâsik koşullanmanın daha iyi anlaşılması için modeli açıklayan bazı kavramların bilinmesi gerekir. Bu kavramlardan biri, pekiştirmedir. Klâsik koşullama kuramında pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etki (salya)’dir. Hem koşulsuz uyarıcı hem de koşullu uyarıcı pekiştireç rolü görür. Pavlov düzeneğinde koşulsuz tepki (salya) doğal veya koşulsuz uyarıcıyla birlikte meydana gelir. Buna birincil pekiştireç denir. Pavlov koşullu tepkiyi (salya) meydana getiren koşullu uyarıcıya ise (zil sesi) ikincil pekiştireç adını vermektedir.
Klâsik koşullamada ve genel olarak öğrenme eyleminin tümünde organizma, koşullu uyarıcı benzer durumlara da genelleyerek (tüme varım-indüksiyon) benzer uyaranlara da aynı koşullu tepkiyi gösterir. Buna uyarıcı genellemesi denir. Ancak daha uyanık bir bilinçle organizma, benzer uyarıcılar arasında ayrım yaparak genellemenin tersine bir eylem ortaya koyar. Koşullu uyarıcılar birbirine çok yakın olsa da organizma aralarındaki ayrımı fark ederek koşullu tepki göstermez. Buna ayırma denir. Koşullu uyarıcı ve koşullu tepki durumunda insanlar genellikle olumlu veya olumsuz durumları, alâkasız alanlara da yansıtırlar. Garcia etkisi denilen bu duruma göre kişi biri hakkında olumlu bir düşünceye sahip ise ondaki tüm tutum ve davranışları olumlu olarak görür.
Edimsel (Operant) koşullama kuramı (Skinner)
Edimsel (Operant) şartlanmada olumlu sonuç veren bir edimin tekrarlanma olasılığını arttırmak mümkündür. Bunun için edimin ödüllendirilmesi gerekir. Bu olumlu veya olumsuz pekiştirmelerle olabilir. Olumlu pekiştirmede, belli bir davranış kendiliğinden meydana geldiğinde bunu ileride davranışın tekrarlanma olasılığını arttıran kıvanç verici bir olay izler. Buna ödül veya teknik terimle “olumlu pekiştireç” denir. Olumsuz pekiştirmede ise belli bir davranışı, kişiyi üzen rahatsız edici bir durumun ortadan kalkması izlerse, o zaman bu davranışın tekrarlanma olasılığı artar. Örneğin; kafeste kalmış bir kedi, kurtulmak için yaptığı çeşitli davranışlar sırasında rastlantı sonucu kafesi açacak manivelâya basarsa kafesin kapısı açılacak ve kedi sıkıntıdan kurtulacaktır. İkinci bir kere kafeste kapalı kaldığı zaman kedinin manivelâya basma davranışı gösterme olasılığı artar.
Edimsel koşullanmanın temelinde yatan düşünce; pekiştirilen davranışlar devam ettirilirken, pekiştirilmeyen davranışların zamanla sönmesidir. Edimsel koşullanma kuramının; tepkisel davranış, edimsel davranış, tepkisel koşullanma ve edimsel koşullanma olmak üzere dört temel kavramı vardır. Kuramda tepkisel davranış, bir uyarıcı tarafından oluşturulan davranışlardır ve tüm refleksleri kapsar. Klâsik koşullamadaki koşulsuz uyarıcıya (et) gösterilen koşulsuz tepki (salya), edimsel koşullanma kuramında tepkisel davranış olarak görülür.
Kuramın ikinci temel kavramı edimsel davranıştır. Bir davranış sonuçları tarafından kontrol edilir. Davranıştan sonra kişi haz veya ödül duygusu yaşarsa davranış tekrar eder, aksi halde davranıştan sonra organizma acı veya elem duygusu yaşarsa, davranış tekrar etmez. Kuramın diğer bir kavramı olan tepkisel koşullama, Pavlov’un klâsik koşullaması ile (koşullu uyarıcının koşullu tepkiye neden olacağı) aynı anlamdadır. Kuramın son kavramı olan edimsel koşullama, iki bakımdan incelenebilir. Bunlardan ilki, uyarıcı bir pekiştirici tarafından desteklenirse tepkiler de tekrarlanır. İkincisi ise uyarıcıları destekleyen her pekiştirme, edimsel tepkinin meydana gelme sıklığını arttırır.
Edimsel koşullanma kuramında iki temel kavram vardır ve bunlar kuramın anlaşılması bakımından önemlidir. Bunlardan biri kendini gerçekleştiren (doğrulayan) kehanet, diğeri de batıl davranışlardır. Kendini gerçekleştiren kehanette kişi çevresindeki insanların kendine karşı tutumlarını olumsuz olarak değerlendirir ve buna göre davranır. Belli bir süre sonra diğer insanların ona karşı tutum ve davranışları gerçekten kişinin değerlendirmesinde olduğu gibi olumsuz olmaya başlar. Böylece kehanet gerçekleşmiş olur. Aslında ortada bir kehanet yoktur. Kişi çevresindeki insanların kendisini sevmediğini, kendisine karşı kötü davrandığını düşünürse, belli bir zaman sonra kendisi de algıladığı gibi davranmaya başlar. Bu durumda çevresindeki insanlar olumsuz davranır.
Kendisinin değer görmediğini, sevilmediğini düşünen kişi, çevresindekilere olumsuz reaksiyon gösterecek, insanların söylediklerini negatif algılayacak, onlara şüpheyle yaklaşacaktır. Bir süre sonra da gerçekten çevresi tarafından dışlanan ve sevilmeyen bir insan haline gelerek şöyle bir bahane ileri sürecektir: “Ben zaten sevilmediğimi biliyordum.” Kendi haklılığının pekiştiğini düşünerek kendi davranışları konusunda sağlıklı bir değerlendirme yapamayacaktır. Pigmalion etkisi denilen bu kurama göre sorunun temelinde bireyin yanlış benlik algısı vardır.
Bitişik (bağlantı) kuramı (Watson - Guthrie)
Bağlantı kuramı, insanın bir sorunu çözerken, sınamalara giriştiğini, sınamaların sonunda sorunun çözümüne yarayan tepkileri alıp, yaramayanları ayıkladığını, böylece sorunun çözümüne yarayan tepkilerin birbirine bağlanmasıyla öğrenmenin gerçekleştiğini savunur. Bağlantı kuramına göre öğrenme, sınama-yanılma süreciyle olur. Bağlantı kuramında insanların uyaran-tepki bağlantılarını seçmesi ve engellerini ayıklaması önemlidir. Bu kurama göre öğrenmede dört etken önemlidir. Bunlar; dürtü, im, tepki ve ödüldür.
Dürtü: İnsanın içinden gelen ve onu uyarana karşı tepkide bulunmaya iten güçtür. Dürtüler çoğunlukla temel güdülere dayanır. Ama uyarana yanıt vermede öğrenilmiş güdüler de etkilidir.
İm: Uyarandan gelen ipuçlarıdır. İm, insanın dürtüsünü doyurmak için yapacağı tepkiyi yönlendirmesine, sınırlandırmasına ve tepkinin yapılmasına yardım eder.
Tepki: İnsanın dürtüsünü doyurmak için uyarana verdiği yanıttır. Bu yanıtın doğru seçilmesi ve verilmesi gerekir.
Ödül: İnsanın dürtüsünün doyurulmasıdır. İnsan dürtüsünü doyurduğunda içine düştüğü dengesiz durumdan kurtularak durulur ve rahatlar.
Watson öğrenmenin, insanın çocukluk, olgunluk ve yaşlılık dönemlerinde çevresindeki uyarıcılara gösterdiği tepkilerin birleşmesi sonucu koşullanma yoluyla ortaya çıktığını belirtmektedir. Watson’a göre bir uyarıcıya en son gösterilen tepkiye benzer tepkiler, en sık gösterilen tepkilerdir. Buna göre Watson öğrenme sürecinde sadece bitişiklik ve sıklık ilkelerini kabul etmiş, pekiştireçlere veya ödüllendirmelere yer vermemiştir. Guthrie’ye göre ise öğrenmenin en önemli hatta tek yasası bitişikliktir. Guthrie, bir uyarıcıya gösterilen tepkinin aynı veya benzer uyarıcıyla karşılaşıldığında da gösterileceğini ileri sürer.
Bağlaşımcılık Kuramı (Thorndike)
Bilim adamları tutumla davranış arasında korelasyonun zayıf olduğunu belirtirler. Ancak uyarıcılarla davranış arasında tam bir korelâsyon veya bağlaşımcılığın olduğunu ileri süren Thorndike, uyarıcı ve davranışın birbirine nöronal (sinirsel) bir bağla bağlandığını savunur. Thorndike’ a göre öğrenmenin en temel ilkesi deneme-yanılma yoluyla yapılan öğrenmedir. Bu kuram daha sonra seçme ve bağlama yoluyla öğrenme olarak da ifade edilmiştir. Organizma, belli bir amaca ulaşmak istediğinde kendisini amaca ulaştıracak pek çok davranış sergiler. Bu davranışlardan bazıları onu amacına ulaştırmada diğerlerinden daha fazla katkı sağlarken, diğerleri onu amacına yaklaştırmaz veya uzaklaştırır. Thorndike’a göre öğrenme, her şeyden önce büyük sıçramalarla kazanılmaz, küçük ve istikrarlı adımlar sonucunda gerçekleşir.
Edimsel veya araçsal koşullanmada öğrenme, klâsik koşullanmadan ayrılır. Deneysel çalışmalarla herhangi bir davranışın öğrenilmesinde her zaman uyarıcının tepki yaratmadığı, çoğu zaman kendiliğinden yapılan davranışlar olduğu ve bu deneme-yanılma türündeki davranışlar sonucunda tekrarlamaların yapıldığı belirtilmiştir. Bu tür koşullanmaya edimsel veya araçsal koşullanma denilmiştir. Thorndike, köpekler ve kediler üzerinde sınama-yanılma yoluyla öğrenme olgusunu araştırmış ve bu öğrenme sürecinde araçsal nitelik gösteren durumları saptamaya çalışmıştır. Hoşa giden yiyeceğin, öğrenmede araçsallık fonksiyonunu yerine getirdiğini gören Thorndike, çalışmalarını ilerleyen yıllarda insan üzerinde yoğunlaştırmış ve ulaştığı sonucu, “Etki Yasası” olarak adlandırmıştır.
Sistematik davranışçı kuram (Hull)
Hull, öğrenmeyi matematiksel bir modelle açıklamaya çalışmıştır. Hull, kuram oluşturma anlayışında, varsayımsal veya mantıksal tümdengelim (dedüksiyon) yöntemlerini benimser. Hull’a göre bir davranış sürecinde dışsal bir uyarıcı, duyu sinirlerinde etkiyi başlatır. Duyu sinirleri üzerindeki etki, uyarıcı ortadan kalktıktan sonra da birkaç saniye sürer. Hull, bu etkiyi uyarıcı izi olarak adlandırmaktadır. Davranışçıların geleneksel Uyarıcı - Tepki formülü, Hull’ın modelinde Uyarıcı - Uyarıcı kalıntısı - Tepki şeklinde formüle edilir. Hull’un üzerinde durduğu temel kavramlardan biri de duyusal uyarıcıların etkileşimidir.
Bilişsel Kuramlar
İnsan pek çok davranışı koşullanarak öğrenir; ancak insan karmaşık davranışlarını bilişsel gücü ile kazanır. Bilişsel kurama göre öğrenme süreci bir içgörüdür. Doğrudan gözlenemez. Öğrenmenin sonunda insanın davranışlarında oluşan değişme gözlenerek, öğrenmenin olup olmadığına ilişkin bir kanıya ulaşılır. Tolman ve izleyicileri, öğrenmenin pekiştirme olmadan da gerçekleşebileceğini ve öğrenme için çaba göstermeye gerek olmadığını savunmuşlardır.
Bilişsel öğrenme, öğrenme olgusunu aşağıdaki gibi açıklamaktadır:
Yer öğrenme: Bireyin çevreyle ilgili mekânsal harita, ya da bilişsel harita oluşturmasıdır.
Taklit ve örnek alma: Bireyin başka birini taklit etme ya da davranışlarını örnek almasıdır.
Kavrama yoluyla öğrenme: Tipik bir kavrama deneyinde bir problem sorulur. Görünürde hiçbir ilerleme olmadan bir süre geçer, sonra çözüm birdenbire gelir.
Bilişsel kuramcılar, öğrenme sürecinde U-T (uyarıcı-tepki) teorilerini kabul etmemektedirler. Bunlardan birisi olan Edward C. Tolman, öğrenmenin deneme-yanılma deneyimleri ile değil sistemli ve amaçlı olduğuna yönelik araştırmalar yapmıştır. Burada uyarı ile tepki arasındaki ilişkilendirmeler, bilişsel süreçlerle gerçekleşmektedir. Bu modele göre öğrenme, “uyarıcı-organizma-tepki” üçlüsünün ardışıklığı ile olmaktadır. Bilişsel kuramlar; Tolman’ın geliştirdiği İşaretsel Öğrenme Kuramı, Wertheimer, Köhler ve Koffka’nın geliştirdiği Gestalt Kuramı, Bandura’nın geliştirdiği Sosyal Bilişsel Öğrenme Kuramı’ndan oluşmaktadır. Hayvanlar üzerinde yapılan deney sonuçlarını insanlara genelleyen davranışçı kuramcıların aksine bilişsel kuramcılar, merkeze insanı koyarlar ve bazı zihinsel süreçlerin sadece insana özgü olabileceğini ileri sürerler.
İşaretsel öğrenme kuramı (Tolman)
Bilişsel kuramlar, temelde davranışçı kuramlardan ayrıldığı için bilişsel kuram teorisyenleri davranışçılar gibi davranışları bölerek veya parçalayarak değil bir bütün olarak değerlendirir. Davranışçıların uyarıcı-tepki tarzındaki davranış formülü, bilişsel kuramcıların elinde uyarıcı-organizma-tepki şekline dönüşür. Tolman’a göre davranışçıların davranışı küçük birimlere bölerek değerlendirmeleri, bütünü gözden kaçırma anlamına gelir. Çünkü davranış, amaca yöneliktir ve ulaşılacak amaç doğrultusunda değişikliğe uğrayabilir. Tolman’a göre davranışı küçük birimlere bölerek analiz etmek, davranışın tam olarak anlaşılmasını engeller.
Öğrenme, çevreyi tanıma ve keşfetme sürecidir. Organizma kazandığı her tür bilgiyi, birbirinden ayrı ve bağımsız birimler şeklinde değil birleştirerek organize edilmiş bilgi halinde saklar. Organize edilmiş bu bilgi türüne bilişsel harita denir. Organizma bilişsel haritalarını kullanarak kendini amaca ulaştıran yolu seçer. Bu durum en az çaba ilkesi olarak adlandırılır. Tolman’ın geliştirdiği bilişsel öğrenme kuramında öğrenme her zaman bilinçli ve iradî bir eylem olarak görülmez. Adına örtük veya gizli öğrenme denilen öğrenme türüne göre öğrenme, çoğu kez bilinçsizce ve farkına varmadan gerçekleşir. Yapılan araştırmalar, örtük öğrenmenin zihinsel imge veya bilişsel harita olarak depolandığını ve bunların da öğrenme olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Organizma bilmediği bir durumla karşılaştığı zaman bu imge veya haritaları kullanır. Örneğin, kişi belli güdü durumlarıyla belli nesneleri ilişkilendiriyorsa buna kateksis öğrenme denir.
Gestalt kuramı (Wertheimer, Köhler, Koffka)
“Gestalt” kelimesi Almanca “hep, bütün” anlamına gelmektedir. Gestalt psikolojisi sadece öğrenme üzerinde odaklanmış bir psikoloji değildir. Gestalt kuramcıları aynı zamanda algılama üzerinde de durmuşlardır. Kuramın temelini oluşturan düşünce; bir organizma, kendini oluşturan parçaların örgütlenmiş bir bütünüdür anlayışıdır. Organizmayı parçalayarak, onu fiziksel ve kimyasal elementlere indirgeyerek anlamak mümkün değildir. Çünkü her bütün kendisini oluşturan parçaların toplamından daha fazladır ve farklıdır. Gestalt psikologlarından Koffka’ya göre insanlar gündelik deneyimlerini yaşarken, yaşantılar onun belleğini harekete geçirir. Çevresel uyaranların yaşantılarla deneyimlenmesi insan beyninde bir etki bırakır. Beyinde meydana gelen söz konusu etkinliği Koffka bellek süreci olarak adlandırmaktadır. Ancak Koffka’ya göre bu etkinlik bir kez yaşanıp biten bir şey değildir. Bunun beyinde izi (hatırası) kalır. Bu ize Koffka bellek izi demektedir.
Köhler içgörüsel öğrenme ve problem çözme yaklaşımı üzerinde dururken, Wertheimer iki farklı problem çözümünden bahseder. Bunlardan A türü çözümler, Gestalt ilkelerine dayalıdır ve içgörüseldir. Wertheimer burada, problemin temel yapısının anlaşılmasının öneminden bahseder. Wertheimer, problem çözümünün birey tarafından yapılması durumunda sonuçların kolaylıkla genellenebileceğini ve uzun süre hatırlanacağını ileri sürer. B türü çözümler ise anlamadan ezberlemeye, öğrenmeden bilmeye yöneliktir.
Gestalt psikolojisinde Zeigarnik Etkisi ve Ovsionkina Bulgusu olarak nitelendirilen iki temel yasa vardır. Bunlardan Zeigarnik etkisi, yarım bırakılan ve bitirilemeyen işlerin, olayların veya davranışların, tamamlanmış olanlardan daha kolay hatırlanmasına denir. İlk kez Rus psikolog Bluma Zeigarnik’in ifade ettiği bu etki, bitmemiş işlerin ve ilişkilerin daha kolay, daha sık hatırlandığı üzerinde durur. Yarım kalan aşkların unutulmadığını, yarım kalan tatillerin daha fazla zevk verdiğini ve unutulmadığını açıklar. Kurama göre tamamlanmayan önemsiz şeyler, tamamlananlardan daha fazla hatırlanır.
Sosyal bilişsel öğrenme (Bandura)
Sosyal öğrenme kuramı, insanın pek çok davranışını çevresinde bulunan insanların yaptığı davranışları öykünerek öğrendiğini savunur. Öykünme, örnek alınan bir insanın davranışlarının benzerlerinin yapılmasıdır. İnsanın öykünerek yaptığı davranış bir ihtiyacın doyurduğu ve çevresi tarafından beğenildiğinde ödüllendirilmiş olur. Ödüllendirme, öykünülen davranışa insanı koşullandırır. İnsan, koşullandığı bu davranışı yeri ve zamanı geldiğinde yineler. Bu yüzden öykünme bir koşullanmadır. Bandura’ya göre bir kişinin gözlemleyerek öğrenmesi, kişinin sadece diğer kişilerin etkinliklerini basitçe taklit etmesi ile değil deneyimlediği olayları bilişsel olarak işleme tabi tutması yoluyla olur. Bandura’ya göre gözlem yoluyla öğrenme ile taklit yoluyla öğrenme aynı şeyler değildir; gözlem yoluyla öğrenmede bilinç daha uyanık veya daha işlevseldir.
Sosyal bilişsel öğrenme kuramında öğrenme pekiştirme yoluyla olur. Buna göre davranışı pekiştirilen bireyi gözlemleyen kişilerin de benzer davranışları gösterme sıklığı artar. Aynı şekilde dolaylı ceza durumunda da, model alınan kişinin davranışlarının cezalandırılması, gözlemleyen kişilerde davranışlarını kurallara uydurma konusunda daha istekli davranmalarını sağlamaktadır. Bandura gözlenen davranışların, bireyi sadece bilgilendirmekle kalmayıp aynı zamanda davranışı yapma konusunda güdüleyeceğini belirtir. Sosyal bilişsel öğrenme kapsamında Bandura aşağıdaki gibi bazı ilkeler belirlemiştir:
Karşılıklı belirleyicilik ilkesi: Bu ilkeye göre bireyle çevre birbirini karşılıklı olarak etkiler. Yani bireyle çevre arasında etkileşim vardır. Bireyin davranışı ve çevre, karşılıklı olarak etkileşim içeresindedir. Bu etkileşimler, bireyin daha sonraki davranışları üzerinde de etkili olur.
Sembolleştirme kapasitesi: Bandura, insanların dünyayı olduğu gibi değil, bilişsel semboller veya temsilciler aracılığıyla tanımladıklarını belirtir. İnsan konuşurken ve düşünürken sürekli semboller kullanır. Dildeki kelimeler aslında sembollerdir. Dünyayı da nesnelerle birlikte algılarız. Nesneler ise soyut düşüncenin somut görüntüleri ve sembolleridir.
Öngörü ve dolaylı öğrenme kapasitesi: Her insan gelecek için plân yapar ve o plân doğrultusunda geleceği öngörmeye çalışır. Kişinin öngörü kapasitesi arttıkça, geleceği için plân yapabilme kapasitesi de artar. Dolaylı öğrenme kapasitesi insanların başkalarının davranışlarını ve bu davranışların sonuçlarını gözlemleyerek öğrenmesini ifade eder.
Bilgiyi İşleme (Duyuşsal) Kuramı
Duyuşsal kuram, öğrenmenin nasıl gerçekleştiği ve doğasının nasıl olduğundan çok onun sonuçlarıyla ilgilidir. Bu kuram, kişinin sağlıklı benlik algısı ve ahlakî gelişimi gibi duyuşsal sonuçlarıyla ilgilenir. Bu nedenle öğrenmenin zihinsel, duyuşsal ve davranışsal sonuçlarının birbirinden ayrılmasının mümkün olmadığını ileri sürer. Kurama göre kişi çevresinden sürekli olarak kendisine ulaşan duyu uyaranlarını değerlendirip düşünsel, duyuşsal veya davranışsal tepkide bulunur.
Kısa süreli bellek, sınırlı miktardaki bilgiyi, yine sınırlı bir zaman diliminde depolayan bellektir. Kısa süreli belleğin diğer bir işlevi de depolanmış bilgilerle zihinsel işlemleri gerçekleştirmektir. Bu işlemlerden biri de bilginin yeniden organize edilerek ve uygun şekilde kodlanarak uzun süreli belleğe gönderilmesidir. Uzun süreli bellek, öğrenilmiş ve özümsenmiş bilginin uzun süreli olarak depolandığı bellektir. Kısa süreli bellekte bilginin korunması, zihinsel tekrar yapılmasına bağlıdır. Kısa süreli bellekte duyusal uyarıcılar nöronları uyardığı sürece bilgi korunur. Uyarıcıların nöronları uyarımı sona erdiğinde bilgi kaybolur. Bilginin uzun süreli bellekte korunması ise nöronlar arasındaki bağlantılarda (sinapslarda) morfolojik (yapısal) değişme ile gerçekleşir.
Bilişsel süreçler şeklindeki öğrenme dikkat, algılama, kodlama ve anlamlandırma basamaklarından oluşur. Öğrenme etkinliği her şeyden önce dikkat etme süreciyle başlar. Dikkat olmadıkça çevredeki herhangi bir uyarıcının algılanması söz konusu olmaz. Dikkat olmayınca algı veya algılama olmaz. Çünkü bireye gelen çevresel uyarıcılar ancak dikkat ile algılanabilir. Yani doğrudan algılanmaz. Algılama süreci, bireyin bilişsel ve zekâ düzeyi, geçmiş yaşantıları, inanç ve değerleri, güdülenme derecesi, kişiliği ve pek çok başka içsel faktörden etkilenir. Bu nedenle algılanmış bir tutum algı objesi “objektif gerçek” değil “yapılandırılan gerçek”tir.
Öğrenme olayı özünde kişinin kendisini yeniden inşa etmesi olarak nitelendirilebilir. Her şeyden önce öğrenme için davranış, duyuş ve zihin değişmesi gerekir. Zihinsel yapı, kavrayış ve algılayış biçimi değişmedikçe davranış değişiminin fazla bir anlamı yoktur. Davranış değişimi olmadığı müddetçe zihnin değişmesi sadece entelektüel duyguları tatmine yarar. Duyuşsal değişme gerçekleşmediği sürece de kişiliğin değişmesi mümkün değildir. Duyuşsal öğrenme aşağıdaki süreci izler:
Algılama: Belirli bir fikir, olay ya da uyarıcıya dikkat etme, bunlara karşı hoşgörülü olma ve belirli uyarıcıları diğerlerinden ayırarak seçme anlamına gelir.
Tepkide bulunma: Uyarıcılarla ilgilenme ve onlara tepkide bulunma.
Değer verme: Bir davranış, olay ya da olguya önem verme; bir değeri diğerlerine tercih etme ve bir değere kendini adama.
Örgütleme: Farklı değerleri tutarlı bir değerler sistemi oluşturacak şekilde örgütleme.
Bütünleştirme: Özümsenen değerlerle tutarlı bir yaşam felsefesi ya da dünya görüşü geliştirmedir.
Nörofizyolojik Kuram (HEBB)
Kurama göre çocuk, rastgele bir şekilde birbiriyle ilişkilenmiş, karmaşık bir nöron ağı donanımı ile dünyaya gelir. Nöron ağları, duyusal yaşantılar yoluyla organize olur. Çevre ile etkileşim sırasında, nöronlar arasında rastgele bağlantılardan oluşan ağ şekillenerek, ağ sistemine yeni bağlantılar eklenir. Nörofizyolojik kurama göre, öğrenme beyinde limbik sistem adı verilen bölgede gerçekleşir. Beyin temelli öğrenme beyinde meydana gelir. Dolayısıyla beynin genel yapısını ve öğrenme tarzını kavramak gerekir. Beyin sağ ve sol yarım kürelerden oluşur. Bu yarım kürelerin görevleri aynı değildir ve bunlardan birinin diğerine bir üstünlüğü yoktur.
Beynin sol yarım küresi zihinsel ağırlıklıdır, nesneleri ve adları hatırlama işlevi görür. Kelimeleri, kavramları beller ve onlarla düşünmeyi sağlar. İnsan duyguları sol yarım kürede kontrol edilir. Ayrıntıların fark edildiği bölgedir . Analitiktir; yazma ve konuşmada daha işlevseldir. Sağ yarım küre ise sezgilerle ilgilidir. Yüzleri hatırlar, daha çok görüntülerle düşünür. Beynin sağ ve sol yarım kürelerini dikkate alan ve zihinsel deneyimlere nörofizyolojik açıdan destek sağlayan nörofizyolojik kuramın öğrenme ilkeleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:
Beyin paralel bir işlemcidir. İnsan beyni düşünce, duygu ve imgeleme gibi farklı işlevleri eş zamanlı olarak işleme sokabilir.
Öğrenme fizyolojik bir olaydır. Kalp, akciğer, mide veya böbrek gibi beyin de fizyolojik kurallara göre çalışır. Öğrenme nefes alıp-verme kadar doğal bir işlevdir ve onu engellemek veya kolaylaştırmak mümkündür.
Anlam yükleme, örüntüleme ile olur. Örüntüleme, elde edilen duyu verilerinden yararlanarak bilginin anlamlı biçimde organize edilmesidir. Beyin kendine göre anlamlı örüntüleri kabul ederken anlamsız olanları reddeder.
Duygular örüntülemede önemli yer tutar. Öğrenme; beklenti, ön yargı, ilgi, öz saygı, eğilim, iletişim ve sosyal etkileşim ihtiyacı gibi duygulardan etkilenir.
Beyin parça ve bütünü aynı anda algılar. Sağlıklı bir insanın matematik, müzik veya sanat öğretiminde beynin her iki yarım küresi, etkileşim halindedir. Bir konunun öğretilmesinde konunun parçaları ve bütünü karşılıklı etkileşimdedir.
Öğrenme amaçlı ve amaçsız süreçlerden oluşur. Öğrenme ortamında kişi bilinçli olarak ve farkında olduğu şeylerden daha fazlasını öğrenir. Hiç kimsenin öğrenmesi, diğerine benzemez.